İBRAHİM FAİK BAYAV
Yunus Suresi’nin 35’nci ayetinde de 34’ncü ayetteki gibi gelecek zamana ait sır var.
”Kul… Hel min şürekâiküm men yehdî ila’l-hakk?”. Yani, Şeriklerinizden hakka ulaştırabilecek kimse var mı?
Bu soru, toplumda cehalet olduğunu, cehaletin kaldırılması gerektiğini belirtir. ‘kul’ قُلْ ‘de…’ emri ‘sor’ anlamını da içerir; emir yüksek makamdan gelir. Verilen mesajı anlayabilmek için kelimeleri irdeleyelim:
Hakk: حَققُ Bu sözcük, lügatte, gerçekliği kabul edilmiş şey olarak belirtiliyor. Gerçekliği kabul edilmiş şeyin topluma deklare edimesi şarttır. Bu da kanunlaştırılarak olur. Yukarıdan aşağıya toplum bireyleri, kanuna uyacak, cehalet karanlığından aydınlığa çıkış imkanı oluşacaktır. Bu ayetin indirildiği ortamda Hz. Muhammed’e ‘tebliğ’ görevi verilmiş. Kanun yapılmışsa, kurallar belirtilmişse ve kanuna ve kurallara uyulması istenmişse, bunlar toplum fertlerine öğretilecek, gerektiğinde uygulama eğitimi verilecektir.
Hz. Muhammed zamanında duyuru ve öğretme yeri mescitler iken sonraki zamanlarda mescidler genişletilip camilere dönüştürülmüş. Daha sonraki zamanlarda öğrenim yerleri medreseler olmuş. Şu zamanda ise adına ‘okul’ dediğimiz yapılardır. Kurs ve dershane adlı yerler, ‘okul’ kapsamındadır.
Hüda: هُدي Bu sözcük lügatte ‘doğru yol’ şeklinde belirtiliyor. Lakin mecaz olduğu hemen anlaşılıyor. Hüda sözcüğü lügatte, ‘gündüz’ anlamında da belirtilmiş. Bu da mecazdır. Hüda, ayrıca ‘taat’ anlamında gösteriliyor ki, bu, bir yerden gelen emre uymak demek oluyor. Yani, itaat.
‘Hüda’ sözcüğünün ‘gündüz’ anlamında olması, ayet ifadesinden, toplumun gece karanlığında kalmışlığını anlamamızı gerektirir. Kur’an’ın bazı ayetlerinde her çeşit karanlık ‘zulümat’ ifadesiyle gösteriliyor. Bu kelime de mecazdır. Baskı, zulüm, eziyet ve hakların gasp edilmesi, karanlıklar anlamındaki ‘zulümat’ benzetmesiyle anlatılmış olur.
‘Yehdî’ يَهْدي fiili, cehalet ortamından, yani karanlıktan gündüze-aydınlığa çıkış yolunu gösterme, aydınlığa ulaştırma hareketidir. Toplumda bu hareketi yapacak birilerinin olması gerekir. ‘Men yehdi’ مَنْ يْدي kelimesi, toplumda aydınlatma becerisini gösterebilecek şahısların arandığını belirtiyor.
Türkiye gibi bir ülkede eğitim ve öğretim, bir zaman öncesine kadar, devlet icrasıyla yürütülüyordu. Ülkeyi cehaletten çıkarmada yetersiz kalınca, önce özel dershaneler ortaya çıktı. Sonra, öğretme ve eğitme görevi üstlenen kimseler bir araya gelip, kolejler oluşturmaya başladı. Oluşum gerisinde ‘vakıf’ adı altında şirketler vardır. Kursların ve dershanelerin kuruluşu da şeriklerin bir araya gelmesiyledir.
”Min şürekâiküm” مِنْ شُرِكاءِكُمْ (şeriklerinizden-ortaklarınızdan) kelimesi, bu görevi üstlenenlerin her birini tarif eder. ‘Hel’ هَلْ soru zamiriyle, ülke insanını öğretip-eğitip geliştirebilecek kimselerin ortaya çıkmasını ister.
Ayette istenen Türkiye’de olmuş mudur?..
Az da olsa olduğu görülebiliyor. Fakat, Türkiye’nin ‘hakk’ unsuruna ulaşabilmesi için galiba çok zaman var.
Neden mi?..
Ayet şu ifade ile devam ediyor: ”E fe men yehdi ila’l-hakka; ehakku en yüttebea?.. Emmen lâ yehdi illâ en yühdâ?”. Yani, Gerçeğe yol çıkarabilen kimse mi uyulmaya layıktır?.. Yoksa gerçeğe yol açmayı beceremeyen kimse mi? Bu soru ifadesi, ”min şürekaiküm” kelimesi içinde, öğretmeyi, aydınlatmayı, çıkar hesabıyla yapacak olanları ima eder. Eğitim ve öğretimde böyle şeriklerin göstereceği yol, ülkenin ya diğer bir karanlığa girmesine ya da aynı karanlıkta kalmasına sebep olur.