İBRAHİM FAİK BAYAV
Maide Suresi’nin 116’ncı ayeti şaşıracağımız bir konuyu anlatıyor: Ayeti bir kaç cümleye bölüp irdeleyelim:
Birinci cümle: ”Ve iz kale allahü; Ya ısa ibni meryem!.. E ente kulte li’n-nasi, ittehızuni ve ümmiyye ilaheyni min dünillah?”.
Allah, Hzreti İsa’ya, ”kendini ve anneni, insanlara birer ilah olarak mı tanıttın” diye sormuş.
Bu soru ifadesini okuyunca şaşırmayalım da ne yapalım? Çünkü biz Müslümanlar, ‘ilah’ denince tek ilah olan Allah’ı biliyoruz; Allah’tan başka ilah yok, diyoruz. Hatta boynumuzu büküp ellerimizi açtığımızda ”Ya ilahi!..” diyerek O’na yalvarıyoruz. O zamanda Hz. İsa’ya ”kendini ve anneni, insanlara birer ilah olarak mı tanıttın” diye sorulmuşsa, toplumda İsa’yı ilahlık mertebesine çıkartan olay olmuştur. Soru şu: Böyle bir olay nasıl olabilir?
Bu soruya cevaplayabilmek için, ‘ilah’ kelimesinin anlamını bilmek gerekiyor.
İlah: اِلهٌ Türkçe sözlük, ‘ilah’ terimini, MABUD ya da TANRI olarak belirtmiş. Lakin tüm İslami eserler ‘ilah’ terimini, tapılan, kulluk edilen ve gönülden bağlanılan varlık, şeklinde tanımlıyorlar. ‘Kulluk’ nasıl bir olay diye sorulsa… o sorunun da cevabı sözlükte ‘tapınma ve ibadet etme şeklinde gösteriliyor. Burada ‘ibadet etmek’ kelimesinin ne demek olduğunu bilmeden ‘ilah’ teriminini anlamak mümkün olmaz.
‘İbadet’; Emredilenleri yerine getirme olayıdır. Hangi güç, yapılması ve yapılmaması gerekenleri bildirmişse, bildirilenlerin yerine getirilmesi ibadet olur.
Soru: İlah bilinen varlık, ilahlık vasfını nasıl kazanmıştır?
Cevabı bulmak için ‘ilah’ terimini Arapça gramer çerçevesinde de irdeleyelim:
‘Falen’ فَعْلً mastarından oluşan ‘elehe’ اَلَهَ fiili, bir zata veya bir kuruma, toplumu hakimiyet altına alma hareketini yaptırıyor. ‘Elehe’ fiili, gerektiğinde, o toplumu ya da fertlerini himaye etme hareketini de yaptırıyor. ‘Elehe’ fiili, -Arapça Türkçe lügatte belirtildiğine göre- toplumun bazı fertlerini kendine sığındırma, hareketini de yaptırabiliyor. Koruma ve himaye etme hareketi insanlar üzerinde vuku bulduğunda, koruyan ve himaye eden zat veya kurum, korunan ve himaye gören o insanların ilahı sayılıyor.
Ayette, Hazrei İsa’ya, ”insanlara kendini ve anneni ilah edinin mi dedin” sorusu, toplum fertlerinin İsa’yı ‘İlah’ gördüğünü ve ‘ilah’ edinmişliğini belirtiyor. Çünkü, Hazreti İsa aldığı vahiyle, toplum bireylerinin ihtiyaç duyduğu nimetleri yaşamlarına kazandırıyordu. Toplum ffertleri şuna inanmışlardı ve ona sığınma zorunluluğunu hissediyorlardı. İsa ne derse onun dediği mutlaka yapılacaktı. Bu olay Hazreti İsa’yı toplumun zihninde ve yüreğinde olağan üstü büyüttü ve ‘ilah’ mertebesine getirdi.
Toplum üzerinde İsrailoğulları’ndan bazılarının hakimiyeti vardı. O bazıları batıl inançla fertleri güdüyorlardı. Toplum fertleri o bazılarına sığınmak zorunda kalıyorlardı. Lakin hastalık ve perişanlık üzerlerinden gitmiyordu. Hazreti İsa’nın sözlerinin doğruluğu uygulama ile de kesinleşince, sevgi, saygı ve ihtiram otomatikman İsa’nın şahsına döndü. Ona sığınıyorlardı. Zihinlerde ve kalplerde o’na karşı ilahlık algısı oluşmaya başlamıştı. İşte o zaman Allah’tan Hz. İsa’ya ”sen mi o insanlara beni ve annemi ilah bilin dedin?” uyarısı gelmiş.
İkinci cümle: ”Kale: Sübhaneke, ma yekünüli en ekule ma leyse li bi hakkın. İn küntü kultühü; fe kad alimtehü”.
Bu ayet ifadesi, Hazreti İsa’nın öyle bir söz etmediğini, öyle bir davranış göstermediğini belirtiyor. Çünkü, İsa öyle söz deseydi veya o sözü hissettirecek bir davranış gösterseydi, Allah o an onu bilecekti.
Üçüncü cümle: ”Tealemü ma fi nefsi ve la ealemü ma fi nefsike. İnneke ente allamü‘l-ğuyub”.
Hz. İsa ”benim içimde olanı sen bilirsin ama be zatının içindekini bilemem” demiş. Yani ayet İsa’nın öyle dediğini belirtiyor.
Ayetteki ifadeden anlaşılıyor ki ‘ilahlık’ vasfının bir özelliği de insanların gönlüne varıncaya kadar gizlenen her şeyi bilme gücüdür. O vasıf da sadece Allah’a ait oluyor.
İbrahim Faik Bayav
(16.05.2025 08:40