İBRAHİM FAİK BAYAV
Kur’an ayetlerini anlama merakı arttıkça, merak gidermeye çalışan hocalar da sahneye çıkıyorlar. Ayetler ‘meal’ adı altında Türkçeye çevriliyor. Türkçeleştirme ile öyle abuk anlamlar ortaya çıkıyor ki, bu anlamlar, muarızların inanmadıkları Kur’an’ı kötülemelerine sebep oluyor.
Mealci bir hoca, Tin Suresi’nin 4 ve 5’nci ayetlerini, ”Andolsun ki insanı en güzel kıvamda yarattık; sonra onu aşağıların aşağısına koyduk” şeklinde Türkçeleştirmiş. Başka mealci hoca ”Allah hiç böyle der mi?”, diye itiraz etmiş. Ona göre ayete böyle meal yapmak, ressamın çok güzel tablo yapıp balkondan aşağıya atması gibi bir şeymiş. Sonra kendi çalışmasını göstermiş itirazcı hoca, Tin Suresi’nin 4 ve 5’i ayetlerini ”Andolsun ki insanı en güzel kıvamda yarattık; sonra onu yolun başına koyduk” şeklinde açıklamış.
Çok ilmihal kitabı okuyup Arapça kelimeleri de ezber yapan hocalar, edebiyattan ve kültürden nasiplenmeden meallendirme işine girdiklerinde, komedi sahnesinin figüranları durumuna düşüyorlar.
Tin Suresi’nin 4’ncü ayetinde İnsanın yaratılmasının ‘ahsen-i takvîm’de olduğu belirtiliyor.
‘İnsan’ olarak anılan insan nev’idir.
Yapılması gereken, ‘ahsen-i takvim’ kelimesinde yüklü anlamı fark edebilmektir.
Ahsen-i takvîm kelimesindeki ‘Ahsen’ sözcüğü daha güzel anlamındadır. Bir varlık için ya da varlık nev’i için kullanıldığında o varlığın ya da nev’inin öncekilerden ayrıcalıklı olduğunu belirtir.
‘Takvîm’ sözcüğü ise, ka-ve-me fiilinin tef’îl babında olduğundan, ayakları üstünde durdurmayı anlatır.
Ayette Ahsen-i takvim kelimesi, ‘fî’ edatını almış. Bu, yaratma planlarının geliştirilerek uygulandığı yer demek olur. Burası Dünya’dır, yeryüzüdür; yaratma planları ilk hücrelerden başlar ve hücrelerden inşa edilen tüm canlı varlıkları kapsar.
İnsanın yaratılma olayını içinde barındıran ahsen-i takvim’ kelimesinin anlaşılması, ondan önceki tüm canlıların yaratılış biçimlerini dikkate almayı gerektirir.
Çok hücreli ilk kara canlıları sürüngendirler. Solucan ve yılan gibi.
Bedenleri topraktan kaldırmaya yarayan hareketli organlı sonraki -timsah kertenke gibi- canlılar, yılan ve solucan canlısı yanında ahsendir. Daha sonraki dört ayak üzerine yürüyebilecek ve koşabilecek şekilde yaratılan -aslan kaplan köpek- gibi canlılar, timsah ve kertenkele yanında ahsendir. Yumurtlanarak çıkan canlılar yanında doğururularak çıkan canlılar ahsendir. Daha sonraları, canlıların iki ayak üzerinde yaratılma olayı vardır ki, bunlar, evvelki canlıların yanında ahsendir. Mesela; penguen. Daha sonraları ise, iki ayak üzerinde duracak ve bedeninde iki kol olacak şekilde yaratılan kanguru ve goril gibi canlılar evvelki canlıların yanında ahsendir. İnsan, Kur’an’ın nazil olduğu dönemde yaratılanların en gelişmişi olarak belirtilmiş (fe ahsene sûraküm. Mümin: 64) ve cennet ve cehennem denen iki ayrı dünyanın namzeti olarak gösterilmiş. Artık yeryüzünün imarı da imhası da bu nev’in sorumluluğuna kalmıştır.
Tin Suresi’nin 5’nci ayetinde, ‘ahsen’ olarak yaratılan insanın daha sonra ‘esfele sâfilîn’ derecesine reddedildiği belirtiliyor.
Esfele sâfilîn kelimesi ‘mana’ ve maddi’ iki cihetten yorumlanabilir:
Mana yönünden ‘esfel’, bir şeyin en değersiz olma hâlidir.
”Sümme redednâ” kelimesiyle belirtilen olay, ‘ahsen’ olarak yaratılan insanın (insan nevinin) ‘esfele sâfilîne’ yani değersizlerin en değersizi derecesine dürşürülmesi olayıdır. Buna insanın iradesi sebep olmaktadır.
İnsandan önce yaratılan canlıları değersiz görmek istemiyoruz. Ama ‘kıradeten hâsiîn’ (A’raf: 166) kelimesini okuduğumuzda, insanın değeri -galiba- maymun kadar bile olamayacak diye düşünüyoruz.
Böcekler…
Fareler…
Ya da sokaklarda pinekleyen, çöplükte bulduğuyla doymaya çalışan köpek ve kedi tipleri…
Ya da boynuna takılan zincirli tasma ile mahalle aralarında oynatılan ayılar… ‘sefîl’ sıfatına layık canlılar mıdır?
İnsanın ‘esfel’ derecesine indirilecek olması zikredilen canlılar kadar bile değer alamayacaklarının ikazı olabilir.
İnsanın ‘esfele safilin’ derecesine düşmemesinin yolu var. O da, yaratılışa (fıtrata) uygun kuralları (âmenû ve amilü’s-salihat) benimseyip yaşamı o şekilde devam ettirmektir.
Maddi cihetten ‘esfel’, bir şeyin, bir yapının, bir yerin en aşağısı, dip kısmı da demektir. Mesela bir apartmanın bodrum katı. Mesela binanın en altındaki sığınak.
İnsanların, yerin aşağısının aşağısına doğru yaptıkları sığınak, kıyamet korkularına göre değişiyor.
Yeryüzünde maden çıkarma faaliyeti, yeryüzünün en aşağısına doğru iniyor. Esfel, ne kadar derin iniştir bilemeyiz. ‘Sâfilîn’ sözcüğü, gittikçe aşağı inen maden alanlarında istihdam edilen insanları tanımlar.
Tin Suresi’nin ilk ayetinde zeytine özel önem verilmiş. İnsanın esfel-i safiline reddi konusunun bununla ilgisi büyük. 4 ve 5’nci ayetlerin günümüze bakan vechesi var. Hükümetin çıkarmaya çalıştığı bazı zeytinliklerin imha edilmesi yasası, Türkiye’de gürültüye sebep oldu. Madencilik faaliyetinin en uygun yerleri en değerli besin veren zeytinlik alanlarmış. Özellikle altın madenlerinin. (Bkz: http://www.canakkaleolay.com/Zeytinlikler-otel-icin-degil-maden-icin–39281)
Anlaşılıyor ki, iman ve salih amel kavramını benimsemeyen insan nev’inin ‘esfel-i sâfilîn’ yolu açık.