17 Şubat 2023 Cuma
Beyaz Saray'dan korkutan açıklama geldi: İran füzelerini, İsrail'e yöneltti
Portakal Mevsiminde Kuran Dersleri
SAMİMİYET, SEN NEREDESİN?
Anadolu’yu konuşturan usta bir yazar: AHMED HAMDİ TANPINAR
Kurban Nedir? Kurban’ın Dinimizdeki Önemi?
BİZİM KÜÇÜKLÜĞÜMÜZ GÜZELDİ BE GARDAŞ
Uzeyir Lokman ÇAYCI
09.08.1978 tarihinde Niğde’nin Bor ilçesinde tertiplerle, iftiralarla karşılaştım. Babamım ruhsatlı tabancasıyla, okul projelerime ait resimlerle, deniz yedek subay elbiselerimle, arama izni olmadan, arandığı da belirtilmeden babama ait attariye ve ruhsatlı satışı yapılan av malzemeleri dükkanından alınan malzemelerle suçlandım.
Gece yarısı yapılan aramalarda evlilik yüzüğüme kadar anneme, babama ve bana ait kıymetli eşyalarımız, ve Zorki marka fotograf makinem gasbedildi. bunların sonucunda üzerinde yüzlerce isim bulunan bir liste ile tertip tutanağına imza atmam
için çok feci bir şekilde 4 emniyet görevlisi tarafından gece yarısı işkenceye tabi tutuldum. Evrakları işkenceye rağmen imzalamadım. İşkence sonrası öldü diye Niğde Merkez Karakolu kömürlüğüne atıldım. Buradan baygın halde ambulansla Niğde Devlet Hastanesine kaldırılmışım. İşkenceci polisler burada da beni rahatsız etttiler.
Hastanenin penceresinden atarak intihar süsü vermek için tertiplere giriştiler, bu sözlü olarak orada bulunan hastalar, hastabakıcılar ve refakatçı olan annem tarafından farkedilerek polisler oradan uzaklaştırıldı. 16 Ağustos 1978 tarihli Aksaray
Hasandağı Gazetesi benimle ilgili olarak zulmü : «Hemşehrimiz Üzeyir Lokman ÇAYCI Niğde’de bir hafta işkence görerek hastahaneye kaldırıldı» başlığıyla duyurdu.
Benzer bir haber 28 Eylül 1978 tarihli Hergün Gazetesi’nde yer aldı. Bir başka gazetede : «Ayakları patlayıncaya kadar dövüldü : Karakola düşen işkence görmeden kurtulamıyor» şeklinde yer aldı.
33 gün Niğde Kapalı Cezaevinde kaldım. Sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldım.
Hapishaneye gönderildiğim günden itibaren hapishaneye köylerimizden, kasabalarımızdan ve ilçemizden yüzlerce insan benim için selelerle, karpuz, kavun, üzüm, meyve taşıyarak, beni ziyaret etmişlerdi. Benim haksızlığa uğradığıma adeta şahitlik yapmışlardı. Din adamları, önemli kişiler oraya gelerek sahip çıktılar. ALLAH (C.C.) hepsinden razı olsun.
Ben bütün safhalarııyla yaşadıklarımı Karar isimli kitabımda anlattım. 12 Eylül 1980 darbesinden çok önce İşkence sonrası bünyemde oluşan rahatsızlık sebebiyle tedavi için yurt dışına çıktım. Önce Almanya’ya, sonra Fransa’ya geçtim.
Fransa’da Forbach’da bir ameliyat geçirerek sıhhate kavuştum. Ben «Sebeplere takılanlar» başlıklı yazımda karşılaştıklarımı ayrıntılarıyla dile getirdim. Avrupa’da iken 10 yıl Türkiye’ye gidemedim. Strasbourg T.C. Başkonsolosluğu Kenan Evren’in emriyle pasaportuma el koydu ve Fransa’ya iltica etmem tavsiye edildi. Ben ise bütün sıkıntılarıma rağmen Fransa’ya iltica etmedim.
Bir hakim her görev yaptığı yerden bana bir çok mektup yazdı. Telefon açtı. Babamı ve annemi ziyaret etti. Ablamla konuştu : «Bana polisler baskı yaptı. Bunun dosyasını, Niğde Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönder dediler. Senin mutlaka cezalandırılman için ısrarcıydılar… Niğde Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı polislerin bu baskı ve tehditleriyle senin dosyanı bir suçluymuşsun gibi
Niğde’ye gönderdim. Sen suçsuzdun. Ben verdiğim karardan dolayı vicdan azabı duyuyorum ve uyuyamıyorum… Bazı gecelerimde seni unuttuğum halde, aklımdan çıkarttığımı düşündüğüm anlarda dahi sen masumiyetinle düşlerime
girdin… Uykularım bana azap vermeye başladı…» dedi.
Ceza Hakimi İsmail Bakırcı’nın bana telefon haricinde gönderdiği mektuplardan bir kaçının tarihleri 20.11.1989 (Merzifon), 22.12.1989, 14.05.1990 (Merzifon), 30.07.1990 (Merzifon) idi.
Ceza Hakimi İsmail Bakırcı’nın 20.11.1989 tarihli Merzifon’dan gönderdiği mektubunda bahsettiği bir kaç husus : «1978 – 1984 yılları arasında Bor Ceza Hâkimi olarak sizin Bor ilçenizde çalışmıştım. 1984’de Nevşehir ve 1988 Mayısında da Merzifon’a naklen geldim. Sizin olayla ilgili Niğde eski Emniyet Müdürü görevden ihraç edildi. Ayrıca işkence yapan Komisere de 1 sene hapis vermiştim. Kardeşim Üzeyir Bey, eğer Paris’teki adresinizi daha önce bilseydim. 2 ay önce gezmek için Almanya, Belçika ve Hollanda’ya izinde iken gitmiştim. Belki size de uğrayabilirdim, fakat kısmet değilmiş. Belki bu adresiniz de tam değil ve mektubum geri gelebilir kuşkusu içinde yazıyorum.»
Burada mektuplarından bahsettiğim Ceza Hakimi İsmail Bakırcı’nın trafik kazası sonucunda öldüğünü duydum.
Ben yazımın başında uğradığım haksızlıklardan sözetmiştim. Cenab-ı ALLAH’ın (C.C.) adaleti; işlemeyen, yozlaştırılan dünyevî adaletten önce tecelli etti. Kötülük sahipleri birer birer döküldüler.
Bana kötülük ve işkence yapanların başında bulunan Zülkifli Akbaba’yı «işkence cezası da almasına rağmen» düzen emniyet müdürlüğüne kadar terfi ettirdi. Sonuçta, geçen yıllar içinde o bunalıma girdi… Eşini ve çocuklarını öldürerek intihar etti. Bu
kişinin yaraladıklarından, onu cinayete ve intihara sürükleyen sebeplerden hiç kimse bahsetmedi. Geçmişine, kusurlarına ve vicdanına bakmadan onun için üzülenler, ona acıyanlar oldu.
İşkencecilerden biri felç oldu. Bir diğerinin de trafik kazasında hayatını kaybettiği
bana duyuruldu. Sadece bunlar değil… Perde arkasında kalanlar da vardı. Benim
kendilerinden haberimin olmadığını sananlar. Düşenler, düşüp de kalkamayanlar, her
birisi aynı kara sayfaların içlerinde kaldılar.
Sebeplere takılanlar peşlerinde sürüklendikleri ihtirasların, içlerinde besledikleri
kinlerin, beyinlerinde urlaşan siyasi kirlerin, bir araya gelip benim seslerimi izledikleri
anların manevi resimlerini ne yazık ki göremediler.
13.12.1987 tarihli mektubuyla Almanya Tercüman Gazetesi’nden Serhat ILICAK
09.11.1987 tarihli yardım isteğime dair mektubuma cevap verdi : «Mektubunuzda
bahsettiğiniz üzücü olayları biz de hayret ve üzüntüyle karşıladık. Allah haklının
yanındadır. Bu inancınızı hiçbir zaman yitirmeyin…..» şeklinde uzunca bir cevap
verdi.
16 Ocak 1988’de Kemal ILICAK da gönderdiğim mektubuma cevap verdi :
«Başınızın durduk yerde derde girdiği, büyük haksızlıklara uğradığınız anlaşılıyor….»
şeklinde teferruatlı cevap verdi.
Bana yapılan tertiplerin hukuksuzluğunu dile getirmek için başvurmadığım yol
kalmadı. O zaman darbe sonrası 06.02.1988 tarihli Türkiye Gazetesi’nde yer alan
T.C. Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Kenan Evren dahil devletin bütün
kurumlarına isim isim yazarak bir duyuruyla hukuksuzluklara ismimle dikkat çektim.
Hürriyet Gazetesi köşe yazarlarından Emin ÇÖLAŞAN da kendisini Fransaya davet
ederek görüşme isteğime 23.02.1988 tarihinde cevap verdi : «Sevgili Üzeyir Çaycı,
Mektubun için teşekkürler… Gerçekten büyük bir haksızlığa uğramışsınız… Ancak bu
konuda benim elimden bir şey gelmez, çünkü uzaktayım. Bu gibi işler yüz yüze
konuşularak ortaya çıkarılır. Oralara gelmem de zaman açısından mümkün değil.
Sanırım en iyisi, bu işi oradaki Türk gazetecileriyle konuşmak olacak. Çok selam ve
sevgiler…»
Velhasıl 3217 adet mektup yazdım. Bu 10.03.1988 tarihli Türkiye Gazetesi’nde :
«Üzeyir Lokman ÇAYCI, suçsuzluğunu ispatlamak için 3 bin 217 mektup yazdı :
Rekorlar kitabına girecek Türk» başlığıyla dile getirildi.
Vatan hasreti, ana, baba, kardeş hasreti beni kavururken Ahmet Güçlü isimli Konya’lı
bir vatandaşımız kamerasıyla çekerek sevdiklerimin görüntülerini bana getirdi.
Türkiye, Tercüman, Milliyet, Hürriyet gibi büyük gazetelerden olumlu bir cevap
alamayınca bu kez Zaman Gazetesi’nden hukuksuzlukların dile getirilmesi için
yardım istedim. Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Uğur ÖZTAŞ da 01.09.1988
tarihli bir mektupla bana cevap verdi : Muhterem Kardeşim, Mektubunuz elimize
geçti. Derdinizi ve ıstırabınızı anlıyorum. Fakat yapacağımız yayınla pek birşey elde
edemeyeceğimiz gibi, ismini verdiğin kişilerin de tazminat davası açması gibi
olaylarla karşı karşıya gelebiliriz. Eğer hapiste falan olsaydın yapılan haksızlıkları
ortaya kor, sonuna kadar mücadele ederdik. Biz pekçok meselelerde, TRT
mevzuunda bu kadar yayın yaptık hâlâ bir netice yok. Onun için, sevaba intikal etmiş
işkenceli ve sıkıntılı halinizi «Yaşasın Zalimler için Cehennem» diyerek ahirete
bırakıp, sizden okuyucularımıza faydalı olacak haber ve resimler bekliyoruz (….)
Selam ve hürmetlerimle. Allah’a (C.C.) emanet olunuz.»
Benim bu cevaptan sonra Zaman Gazetesi’nde 02.03.1989 tarihinden itibaren
İnancımdan, ilkemden taviz vermeden şiir, makale, haber gibi yazılarım
yayınlanmaya başlandı. 1995 yılına kadar bu gazetede yazılarım yer aldı. Bu sırada
gazetede çalışanlardan bir vatandaşımız bana telefon açtı : «Üzeyir Ağabey Zaman
Gazetesi, eski Zaman değil, burayı şu an yabancı ajanlar yönetiyor, senin ve
senin gibi ağabeylerin yazıları çekmece boşluklarına atılıyor, Zaman;
okuyuculara ve cemaate farkettirilmeden geleceğe dönük olarak yeniden
şekillendirilmeye çalışılıyor», denildi.
O günlerde bana açılan telefon konuşmasını doğrularcasına, bugün Zaman
Gazetesi’nin geçmişteki yayınlarına göre çok önemli bir değişikliğe girdiğini ibretle
görüyorum. Ve çok tehlikeli bir yola koyulduğunu farkediyorum. Bunu ağız birliği
yaptıkları gazetelerin yansımalarıyla, kimlikleriyle ölçerek, kıyaslayarak hissetmek hiç
zor değil! «Siyasetin ve şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım» diyen insanların
gırtlaklarına kadar kirli siyasetin içerisine gömüldüklerini gördüm. MHP’lilerle,
ülkücülerle, Türk Silahlı Kuvvetleriyle, vatanseverlerle, tehdit ederek, şantaj yaparak
mücadele ederek Allah’a kulluk yaptıklarına inanan bir topluluk haline dönüştüler.
Yeni doğmuş çocuklarından koparılan insanlar sırf AKP’ye muhalefet ettikleri için, ya
da Recep Tayyip Erdoğan karşısında ayağa kalkmadı denilerek masum insanlar
Silivri Hapishanesine dolduruldular. Her birisinin ALLAH’ın kulu olduğu unutularak
yakınlarının, eşlerinin, çocuklarının çektikleri acılar, sıkıntılar, ayırmalar, koparmalar,
yakınlarının hastalanmaları ve ölümleri umursanmayarak AKP’nin zulmüne destek
oldular. Günahta, hakkaniyetten uzaklaşmada, zıtlaşmada, nefret tesis etmede,
ayırmakta, yıkmakta; ölüme sebebiyet vermede destek olarak çok ileriye gittiler.
Kendilerine manevi olarak, insanî olarak, ahlakî olarak «dur» diyen olmadı.
Nefislerinin peşlerinde koştururlarken kime ve neden hizmet ettiklerini de
bilemeyecek hâle girdiler.
Bakın Türkiye’nin çeşitli vilayetlerinden mesajlar alıyorum. Geçmişte Türkiye’nin
çeşitli vilayetlerine izine giden gurbetçilere Zaman okurları esnaflar beni sorarak onu
tanıyor musunuz diyorlar ve verdikleri malların parasını almıyorlardı. Bugün onlar ne
diyorlar biliyor musunuz? Geçmişte isteğimizle abone oluyorduk, şimdi başımıza bir
şey gelmesin diye korkumuzdan abone oluyoruz. Zaman eski zaman değil, diyorlar.
Bu konuda din adamları dahil bir çok kişiden mesajlar ve mektuplar alıyorum.
Zaman Gazetesi’nde şu an çalışanlardan bazılarının da suskunluklarına aldanmayın.
Onlar da Türkiye’yi yıkıma götüren süreçte gafilleri işbirlikçileriyle birlikte ibretle
izliyorlar.
Kendi kendinizi aldatmayın, kendinize, özünüze dönün!
Yıllar önce Fehmi Koru’yu Japonya’dan Turgut Özal gelirken havaalanında ben
karşılamış ve arabamla Argenteuil’deki evime ben getirmiştim. Yanında şu an
Milletvekili olan gazeteci Ahmet Tan da vardı. Yani ikisini evimde o zamanlar ben
misafir ettim.
Dostluk, vefa, vatanseverlik, kul hakkı bu kadar ucuz mu?
Ben, Fehmi Koru dahil, sizlere ve sizlere destek olanlara haklarımı helâl etmiyorum.
Referandumdaki söylemleriniz dikkatimi çekti. Gerekirse ölüleri kaldırarak oy
kullandırın sözleriyle içine girdiğiniz alanı itiraf etmiştiniz. Pekiyi canlıları,
oldüren ve dirilten tek bir kudretten bana bahsedebilir misiniz? Yani diriltme
makamına geçtiğinizi ilân ettiğinize göre şirke girdiğinizin bu şirke destek çıkıp
günahkâr olduğunuzun farkında mısınız? Yoksa beyinlerini yıkadığınız insanları
birer ceset, bir iskelet olarak mı gördüğünüzü açıklamak istiyorsunuz. İslâm’ı
İslam dışındaki unsurların içerisinde eritmeyiniz! Bu tür siyasi hırslar manen
size çok şeyler kaybettirecektir. Anadolunun temiz kalpli insanlarının,
ülkücülerin, vatanseverlerin ve şerefli Türk Silahlı Kuvvetlerinin üzerlerinden
ALLAH (C.C.) rızası için ellerinizi çekiniz! Sizi uyarıyorum.
Dün ne diyordunuz bugün ne haldesiniz size bir kaç örnek
vereceğim?
¤ Bosna yine ihanete uğradı : Sırp vahşetini görmezlikten gelen dünya, NATO ağzı
ile verdiği müdahale sözünü de tutmadı. Nato, Clinton, Yeltsin ağız birliği etti. (Zaman
Gazetesi, 22.02.1994)
Zaman dün CIA’nın Türkiye’deki faaliyetlerine dikkat çekiyordu,
bugün Amerikan çıkarlarınına hizmet ediyor
¤ Mehmet Kahraman: Türkiye’de darbeler ve CIA
Darbeler öncesinde çok sayıda ABD elçilik görevlisi (CIA ajanı) Anadolu’yu karış
karış gezerek ihtilâl zemini hazırlamak için meçhul faaliyetlerde bulundu. İçteki
birtakım işbirlikçiler de ülkeyi darbe ortamına sürüklemede adeta yarış ediyordu :
Darbeler CIA’nın eseri (Zaman Gazetesi, 02.04.1994)
Zaman dün Irak’ı savunurken bugün Irak’ı bölenlerle, Irak’ta 2
milyon insanı katleden Amerikan askerlerine dua eden Recep
Tayyip Erdoğan’la işbirliği içerisinde! Ekonomideki, tarımdaki,
hayvancılıktaki çöküş ise hiç önemsenmiyor!
¤ Emekli Büyükelçi Olgaçay : Batının Irak’ın bölünmezliği konusundaki sözlerine
güvenmek safdillik olur : Irak’a Sevr planı
«Batı, kendi menfaatleri sözkonusu olduğunda herşeyi yapar.»
«Bir kere Türkiye’nin astronomik seviyelere çıkmış dış borcu, dış politikada serbest
hareket etme imkanını büyük oranda sınırlandırmaktadır.»
«İkinci ipotek, Türkiye’nin silah sanayiindeki Batı’ya bağımlılığıdır.»
«Üçüncü ipotek ise artık politikacılarımızı kendi irademizle belirleme
özgürlüğümüzün yavaş yavaş elimizden alınmasıdır. Artık siyasilerimizi biz mi
seçiyoruz, yoksa dışarıdan tayin edilip önümüze mi konuyor, bu hususta ciddi
tereddütlerim var»
«Musevilere karşı uyanık olmalı» (Zaman Gazetesi, Abdülhamid Serdarlı,
01.02.1994)
Zaman dün Kıbrıs’la ve dış Türklerle ilgili ihanetlere dikkat
çekerken bugün Kıbrıs’ı, Rauf Denktaş’ı, Kıbrıs’ın çıkarlarını,
Türkmenleri, Kuzey Irak’taki vb. çıkarlarımızı dışlıyor!
¤ BM nezdinde, New York’ta yapılan görüşmade KTHY’yi kapama kararı alındı :
Kıbrıs ihanet çemberinde
Rum’un ekmeğine yağ
Problemler sona ermez
Kimler, niçin yapıyor?
Kararın büyük ihanetler ihtiva ettiğini belirten bir yetkili, «Bağımsız devlet olmanın en
bariz göstergeleri; toprak, bayrak, milliyetini taşıyan vatandaşlar, hava sahası ve
hava yolu sahibi olmaktır. Fakat bugün Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı bir anlaşma
taslağına dayanarak (dosya ve kayıt numaraları belli kendisi ortada yok) Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti’nin varlık sebeplerinden biri olan millî havayolunu kendi elimizle
kapatmak hainlik olur» şeklinde konuştu.
KTHY kapatılırsa ne olacak?
1 – KTHY’nin kapatılmasıyla, Kıbrıs davası için verilen mücadele yarım kalacak
2 – KKTC’nin bayrağı indirilmiş olacak. Dünya kamuoyunda «KKTC’yi Türkiye bile
tanımıyor yorumları yapılacak.
3 – Bağımsız bir devlet, Rum’a bağlı hale gelecek.
4 – Kuzey Kıbrıs hava ulaşımı Rum ipoteği altına alınacak, denetimler onların eline
geçecek.
5 – Yeni havayolu kurmada KKTC yetkili olamayacak. Kıbrıs havacılığının devlet
olarak temsili Rum tarafına geçecek
6 – KKTC ile birlikte Türkiye’nin de milletlerarası platformda prestiji sarsılacak
7 – KTHY’nin kapatılmasıyla bazılarının maddi ihtiraslarına alet olunurken Kıbrıs
davası da derin bir yara alacak.
(Zaman Gazetesi, 20.01.1994)
Dün televizyonlarda hassasiyet gösterilen konular bugün Recep Tayyip
Erdoğan’ın ağzından çıkan ahlâka, eğitime uygun olmayan sözlere karşı
gösterilmiyor ! Recep Tayyip Erdoğan’ın «Edepsiz, şerefsiz, alçak,
ahlaksız…» sözlerini bugün küçük çocukların annelerine ve babalarına
söylediklerini biliyor musunuz? Bu mu Müslümanlık?
¤ İsmail Yediler : Televizyonda televizyon tartışmaları
Bazıları diyor ki; «Eski, güzel dostluklar ve güzel komşuluklarımız yerine evimize TV
diye yeni bir dost ve komşu geldi. Geldi ama bunun hırlı mı hırsız mı olduğunu
bilmiyoruz. Yani ne idüğü belirsiz. Şimdi artık tek yönlü bir haberleşme mevcut. TV
veriyor, siz alıyorsunuz. O konuşuyor, siz dinliyorsunuz. O aktif, siz pasifsiniz.»
……..
Zaman Gazetesi, 24.02.1995
Dün reklâmlara, millî unsurlara hassasiyet gösteriliyordu, bugün
millî çıkarlar ayaklar altına alınıyor !
¤ Asuman Özgürel : Utandıran reklam
Televizyonlarda gösterilen bir reklam var. Seyrederken utanıyorum. Türk
yemeklerinin satıldığı küçük bir lokanta, lokantada muhtemelen aşçı yamağı olarak
çalışan bir genç ve kasada fiş kesen lokantanın sahibi…
Her ikisi de ha bire saatlerine bakıp bir an önce çıkmak istiyorlar. Yemek (!) yemeğe
gidecekler. Mc Donalds’ta, kuyrukta sıra bizim aşçı yamağa geliyor ve gayet güzel
konuşan, güleryüzlü bir genç kıza, düzgün olmayan Türkçesiyle «Bir bigmenü ve bi
de elmalı tatlu» diyor.
Hanburgerini ısırdığı sırada çalıştığı lokantanın sahibi ile göz göze geliyor ve onu hiç
görmemiş gibi yaparak sırtını dönüp yemeye devam ediyor. Lokanta sahibi de tabii…
Ben bu mesajı bir yerden hatırlıyorum. (Yapı Kredi reklamlarının ünlü müdürü de
başka bir bankada yanında çalışan memura yakalanmamış mıydı?
Şövenist olduğum söylenemez; ama bu reklam filmi, bir Türk olarak beni rencide
ediyor. Bir Amerikan last – food firmasının reklamını, Türk yemeklerini ve
lokantalarını aşağılamadan yapamayan reklamcıları da kınıyorum.
(Zaman Gazetesi, 16.10.1997)
Dün kültür, sanat, tarih bağlarımız ve haysiyet gözetiliyordu bugün hiç
umursanmıyor! Aksine geçmişte eleştirilenlerin yaptıkları yapılıyor!
¤ Mustafa Yazgan : Lawrence of Arabia…
…..
Yahudi’nin «sinemayı» ne korkunç bir ihtirasla istismar ettiğini, «siyonizmin»
hedeflediği plan ve protokollar istikametinde, bu müthiş etki (tesir) ve cazibeye sahip
«sanat alanına» ne denli kötü oyunlarına «sempati alanı» haline getirmek istediğini
biliyorduk. Ama bu kadar yüzsüz, küstah ve pervasız bir noktaya düşeceğine ihtimal
vermiyorduk, bu da oldu.
«Lawrence of Arabia» filmi, tam bir Osmanlı düşmanı film. Türkiye’deki 1995’in sahte
Kuvva-yı Milliye’cileri, filmde Osmanlı kahramanları aziz Mehmetçiklerimiz’in
Akabe’de, çöllerde, Hicaz demiryolu güzergâhında yaylım ateşleri, baskın, yağma ve
katliam ile şehid etmelerini görüp, şifa bulmaz bir Osmanlı’ya kin duygusu ile, tıpkı
filmdeki Lawrence gibi, kan ve katliam şehveti ile dişlerini gıcırtatabilirler. Ama bu
sahte devrimbazlar, yerlere düşen, Bedevi atlıların ayakları altında çiğnenen, dağılan
sandıkların arasında parçalanan, muazzez bayrağımızı, hilal ve yıldızlı sancağımızı
gördülerse neler hissettiler acaba?
…Ve «Kanal D» bu filmi ekranlara getirmekle, millî, dinî, tarihî, kültürel ve ahlâkî
yapımıza ne katmış oldu? Yazık… vallahi çok yazık… Ayıp ki, ne ayıp…
……
Bu filmin sinsi teşvikçisi şüphesiz ki, dünyanın en korkunç politikasını güden
İngiliz’dir. İşin taşeronu David Lean adlı muhtemelen fanatik bir Yahudi’dir.
Türkiye’nin içte ve dışta «kritik» bir noktada yürüdüğü bugünlerde, her zamandan
fazla dikkatli olmak mecburiyetindeyiz.
Anti-tez : 18
(Zaman Gazetesi, 18.07.1995)
Dün yolsuzluklara, yoksulluklara, haksızlıklara duyarlılık
gösteriliyordu, bugün destek çıkılarak Deniz Feneri gibi
görünenlere(!), bilinenlere(!) dahi tepki gösterilmiyor
¤ İlhan Murad : Hırsızların devleti ve İslam…
Türkiye’yi hırsızlar yönetiyor…
Savcıların hemen harekete geçmesine gerek yok… Bu sözü ben söylemiyorum. TV
ekranlarına çıkan sayın Hasan Celal Güzel sarfetti bu sözü, pazar günü. Örnekler
verdi. Bir devrin en yetkili sorumlusu olarak yaşadıklarını ve yaptığı mücadeleyi
anlattı ve ilave etti :
«Bu rejimin adı demokrasi değil, kleptokrasi’dir». Kullandığı cümle bu. Kleptokrasi
hırsızlık rejimi demektir. Hayret. Bu köşede 6 Temmuz 1994 Çarşamba günü
yayınladığım yazının başlığı da şu imiş : «Kleptokrasi». Sayın Güzel ile aylar sonra
aynı noktada buluşmuşuz. Garip bir teşhis tesadüfü.
…..
(Zaman Gazetesi, 05.10.1994)
Libya, Suriye, Irak, Afganistan gibi Müslüman ülkelerde AKP ile
Türkiye’nin emperyalistlerle işbirliği yaptığı milyonlarca
Müslümanın katledilmesine sebep olunduğu, bu ülkelerde
100’den fazla caminin cemaatleriyle birlikte yerle bir edildiği,
binlerce Müslüman kadına tecavüz edildiği halde, içinde
bulunduğumuz zaman içerisinde Zaman Gazetesi AKP’nin ve
emperyalistlerin yanında yer aldı! Bu işbirliğini süreklileştirmek
için de hâlen yoğun bir şekilde günah dolu yollara başvuruluyor!
¤ Hekimoğlu İsmail : Libya Örneği
Libya kimyevi silahlar yapıyor diye başta Amerika olmak üzere, Hıristiyan dünyası
ayağa kalktı. Halbuki Libya yetkilileri defalarca açıkladılar ki «Kimyevi silah
yapmıyoruz, ilaç fabrikası kurduk.»
Libya’nın ilaç fabrikası kurması, kimyevi silahlar yapmasından daha hafif bir suç
değildir. Evvela kimya sanayiini elinde tutmak isteyenlere göre suç işlemiştir. Sonra
bugün ilaç yapabilen yarın, kiyevi silahlar yapabilir…
Önemli olan İslam ülkelerinin ayağa kalkmamasıdır. Afganistan’ı Rusya yerle bir etti.
Pakistan’ın tepesine şiddetli bir yumruk vurdular. Şah devrinde kalkınmış İran’ın
yerinde şimdi viran, yoksul bir ülke var. Irak, içler acısı. Suriye, ayranı yok içmeye,
Rusya’ya sırtını dayayıp her işe burnunu sokmakta. Filistin her gün dövülmekte,
öldürülmekte… Lübnan kan ve ateş içinde. Mısır, Yahudilerle yaptığı savaştan sonra
bir daha kendini toplayamadı. Bengaldeş açlıkla mücadele ediyor.
Bunlar güya bağımsız devletler. Bir de Türkistan gibi esir İslâm ülkelerini düşününüz.
Şu sonuca varırız. İslâm ülkeleri bağımsız olabilir fakat sosyalist veya kapitalist
ülkelere pazar oldukları müddetçe hayat hakları var, aksi halde bugünleri arayacak
duruma düşerler.
İnsan hakları, demokrasi, medeniyet, onlar laf. Formül şudur : İslâm ülkeleri iktisaden
güçlenmemeli…
Libya’da petrol yatakları azalıyor. Bunun için Kaddafi su kanalları yaptırarak ziraata
önem vermeye başladı. Halk çok cahil ve bilgisiz olduğundan
sosyalizm diye bir şey icat etti, göçebelere ev verdi, onları iş sahibi yapmaya
çalışıyor. Bilim ve teknik seviyesini yükseltmek istiyor. Bunları yapabilmek için Arap
milliyetçiliğini körükledi, onları evvelâ ruhen ayağa kaldırdı, sonra birşeyler
yaptırmaya çalışıyor.
Metod üzerinde durmayacağız, yalnız kalkınan bir Libya olduğunu kimse inkâr
edemez. İşte Amerika’nın Libya’ya saldırmasının sebebi budur.
(Zaman Gazetesi, 08.01.1989)
«Dün misyonerlere dikkat çekiyorlardı, bugün misyonerlere dikkat çekenleri
suçlayarak mağduriyetlerine sebep oluyorlar.» Size soruyorum «Prof. Dr.
Zekeriya Beyaz’a neden, hangi konuda taciz yapıldı? Niçin ona destek olmadılar ? »
Dün dünya ülkelerinde bulunan camileşen kiliseleri yazıyorlardı, bugün AKP
yöneticileri elleriyle Türkiye’de kiliseleştirilen camiler karşısında hiç gıkları dahi
çıkmıyor.
Bir zamanlar evimin bulunduğu İstanbul Haznedar’da bir çok defa kendisiyle bizzat
konuştuğum Ahmed Şahin’e ve Hekimoğlu İsmail’e, Abdullah Aymaz’a (İsmail
Yediler’e) sesleniyorum, bir saniye dahi durmadan Zaman’dan ayrılınız !
Avrupa’ya gönderdikleri bazı kişilerin kötü örnek olarak bir çok kişinin çoluk
çocuğuyla yuvalarını dağıttıklarını isim isim biliyoruz ? Bunların herbirisiyle ben
yakından görüşüyorum. Şu an sefilleri oynuyorlar. Ayrıca bizim yuvamızın
yıkılmasına sebep oldular diye onlara beddua yağdırıyorlar.
Fransa’da Diyanete bağlı camilerde bir kaç imamla görüştüm. İmamlar : «Cemaate
mensup kişiler, allem edip, kallem edip bizim ders verdiğimiz çocukları bizden
kopardılar. Üç dört ay sonra çocuklar annelerine babalarına isyan etmeye
başlayınca bu farkı gören aileler çocuklarını onların ellerinden kurtararak bize
tekrar geri getirdiler. Çocuklar bizim öğrettiklerimizi tamamen unutmuşlar,
isyankar başka bir kimlikle bize getirildiler. Bu, düşünün 80 – 90 kişinin
beddualarıyla karşılık buldu» diyorlar.
Hiç bir Müslüman kusur meydanlarında, tezgah kuramaz. Kendilerini sık sık savunma
konumuna da giremezler. Bizim ecdadımızda lisanla değil, kalple konuşan din
adamları vardı. Henüz gariplere, masumlara, günahsızlara dokunduklarının
karşılıklarını almadılar, insanların sahibi yüce ALLAH’ı (C.C.) unutanların akıbetlerini
de hiç iyi görmüyoruz.
Yine Cemaatin Fransa’ya gönderdiği S isimli bir imam Lyon Türk Kültür Ocağına müracat ediyor. Bu teşkilat yetkilileri imamız yok, gel burada görev yap diye onu bağırlarına basıyorlar. Sonra Paris’te bulunan Kayseri’li bir vatandaşımızın kızıyla da
evlendiriyorlar. O bir gün büyük bir mağazadan parfüm çalıyor, bu mağazanın güvenlik kameraları ve görevlileri tarafından tespit ediliyor. Parfümle birlikte kasadan çıkarken yakalanıyor ve polise teslim ediliyor. Lyon Türk Kültür Ocağı yöneticileri
kefaletle onu kurtarıyorlar ve teşkilatlarından da uzaklaştırıyorlar. Sadece bu mu, bir kaç kişiden para alıp vermediği de ortaya çıkıyor. O bu kez cemaate ait Paris bölgesindeki Saint Gratien Mescidine geliyor, Mescidin kamerasını, televizyonunu ve
bazı eşyalarını gizlice evine götürdüğü tespit ediliyor. Bu Mescidin Almanya’dan gelen imamı onu ikaz ederek derhal götürdüklerini geri getirtiyor. Sadece bunlar mı, Hollanda’ya uzanan ahlâkî olmayan davranışlar zinciri oluşuyor. Ben bunları bütün teferruatıyla Abdullah Aymaz’a bildirdim. Bana cevap vermedi.
Sonra’dan Zaman Gazetesi’ne Genel Müdür olan İlhan İşbilen bir gün Paris’e geldi. Fransa gümrüğünde şüpheli olarak karşılanmış ve büyük kamerasına el konulmuştu. Onun şimdi AKP’den milletvekili adayı olduğunu duydum. Zaman AKP yöneticilerinin Türkiye’ye yaşattıkları olumsuzlukları umursamıyor ve çeşitli şekillerde destek olmayı da sürdürüyor.
Bana Zaman’da yayınlanan yaklaşık 500 kadar yazıma rağmen maaş ödenmedi. Sigorta da yaptırılmadı. Benim yazılarımın Zaman’da yayınladığı sırada Avrupa’dan haber, yazı ve makale gönderen gurbetçilerin bugün birçoğunun Zaman’la iribatları yok! 1990 yılında anneme, babama ve sevdiklerime kavuştum. 1991 yılında da babamı kaybettim. Sonra annemi geçici de olsa, buraya getirtmek için başvuruda bulundum. Vize almak oldukça güçtü. Paris, Cidde, Brüksel gibi bir çok yerde toptan tekstil
mağazaları bulunan cemaate de büyük miktarlarda paraca yardımda bulunduğu bilinen M.H.’nin İstanbuldaki bürosunun adresini vererek annemi ve ablamı gönderdim. «Bu insan, dindar, beni tanıyor, ayrıca büyükelçilerle arası çok iyi, vize
konusunda yardımcı olması için gidin ona ricada bulunun, benim de selamımı söyleyin» dedim. (Bu arada unutmadan söyleyeyim, Hüseyin Gülerce’nin de bu kişinin Paris bürosunda çalıştığını duymuştum. Sonra Mehmet Özen isimli bir
vatandaşımız Paris’deki şirketin başına getirildi. Bu şirketin geçen yıllarda kriz nedeniyle kapatıldığını da bizzat Mehmet Özen’den öğrendim.)
Annem ve ablam bu M.H.’nin bürosuna dışardakilere benim ismimi de vererek rahatlıkla girdiler. Ne görsünler, muhterem, dindar M.H. kucağına yarıçıplak bir kadın oturtmuş, gözleri hiç bir şey görmüyor, kendilerinden geçmişler, yani fuhuş yapıyorlar.
Annem ve ablam kendilerini dışarıya zor atmışlar. Annem ablama bak kardeşinin dindar dediği adama, bundan gelecek yardım orda kalsın diyerek, orayı süratle terkediyorlar. Bana da başlarından geçenleri bildirdiler. Cenab-ı ALLAH (C.C.) çok
geçmeden yerinde işlerimizi kolaylaştırdı, vizeyi aldık, bir kaç ay da olsa annemi buraya getirttim. Annem ise 3 yıl önce vefat etti, ablam sağ.
Ve işte içlerinden çok akıllı birinin hâl itirafı :
İşte bazı vicdanlarda İslâm, ahlâk ve insanlık böyle yaşanıyor. Daha fazla yorum yapmayacağım.
Paris, 05.06.2011
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Paris / Fransa
Denizli’nin Tavas ilçesinde doğdu. 1970’den beri Fransa’da yaşıyor. Fransa’ya turist olarak tek başına geldi. Kadın terzisiydi. Çıraklık yaptı, kalfalık yaptı. Bir daire satın alabilir miyim düşüncesiyle gelmesine rağmen Fransa’ya yerleşti. Paris’e gelmeden önce, bu büyük şehirde paranın kolay kazanılacağını, gökdelenlerde yaşayacağını düşünüyordu. Makinalaşmış insanlar arasında, tahmin etmediği, görüntülerle karşılaştı.
Paris’e geldiği sırada bir arkadaşı para karşılığında onunla ilgilendi. Bir çok zorluğa para kazanma yolunda göğüs gerdi. Tekstil ve hükümetler üzerine Yahudilerin büyük bir grup halinde ekonomide, ticarette, sanayide etkili olduklarını gördü.
Yahudilerden iş alarak yolunu çizmeye çalışıyordu. Onların cuma günlerini iş verme günü olarak seçmeleri dikkatini çekti. Bu şekilde cuma namazlarına gitmelerinin engellediklerini düşünüyordu.
Fransa’da çocukların eğitiminin Fransız kültürüne göre gerçekleştirildiğini, “bir Türk çocuğunun eğitilip üst yerlere geldiğini 20 yıldır göremediğini“ ifade ediyor. Avrupa’daki işçilerin çocuklarını kontrol etmelerinin güçlüğünden, çocukların kendi
seviyelerine göre anne ve babalarına eğitim ilişkilerini anlattıklarından söz ediyor. Çocukların günün dörtte üçünü okulda geçirdiğini, akşam işten yorgun gelen babalarının, televizyonla, yemekle geçen zaman içerisinde genellikle onlarla ilgilenmediklerini soyledi.
Veli Kalli : «Geldiğimiz yıllarda Fransızlar Türklere karşı çok yakınlık duyuyorlardı. Zamanla Türkiye aleyhine yapılan propagandalar neticesinde bize karşı görüşleri değişti. Türkiye’den kaçarak gelen kişilerin Türkiye aleyhindeki faaliyetleri de bu
olumsuz havayı katmerleştirdi. 12 Eylül 1980’den sonra da bu karşıtlık daha da arttı.» dedi.
Türk hükümetlerinin olumlu propagandalarının olmaması ve gurbetçilerle yakından ilgilenmemeleri sebebiyle de Avrupa insanının Türkleri kötü tanımaya başladığını söyleyen Veli Kalli : «Bizler, Türkler ve meslek olarak burada ne yazık ki birbirimizle gerekli olan dayanışmayı, kaynaşmayı ve birleşmeyi tam anlamıyla sağlayamadık.
Yol gösterenlerin olmaması, bilgisizlik, tecrübesizlik fert olarak bizlere bir çok şey kaybettirdi. Zaman zaman ne kaybettiğimizi, neden kaybettiğimizi de bilemedik. Türkiye’deki gurbet ile buradaki gurbet oldukça farklı. Arkadaş kitlesi de yok. Annesiz,
babasız, yetersiz, dilsiz, fikirsiz bir toplum olarak hangi noktalara itildiğimizi veya çekildiğimizi de bilmiyoruz.»
«Büyükelçilerimiz ve konsoloslarımızın pasaport ve resmi evrak ticareti dışında bizimle ilişkileri yok derecede» diyen Veli Kalli: Fransız Operasının (Comedie France) “Çocuk şarkıcısı Chantal Goya’nın elbiselerini diktim. İçişleri Bakanlığı’nda çalışan müşterilerim de vardı. Bunlar bizimkiler tarafından hiç görulmedi ve bilinmedi. » İlgisizlikten kimliklerini ve dinlerini kaybetmiş yüzlerce vatandaşımızın olduğunu, kaybolmuş bir neslin Türkiye’den hiç farkedilmediğini söyleyen Veli Kalli : «Ortada kalmışlığın, kaybolmuşluğun faturasını gelecek nesillerin çekecek. Türkiye’de yaşanılanlara da endişe ile bakıyoruz. Sadece kendilerini ve yakın çevrelerini düşünen siyasetçilerimizin nereye baktıklarını da bilemiyoruz.» dedi.
Paris, 15 Kasım 2005
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Üzeyir Lokman ÇAYCI, 22.08.1949 tarihinde Türkiye’nin yeşilliği ile meşhur Bor ilçesinde doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini aynı ilçede tamamladı. Sonra, üniversite giriş sınavı yanında ikinci bir sınav daha kazanarak Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu’na girdi. Bu okuldan 1975 yılında iç mimar ve endüstri tasarımcısı olarak mezun oldu. Yaptığı özgün çalışmalar bilenlerin dikkâtini çekmekte gecikmedi, sergi, dergi ve mecmualarda kabul gördü. Mezuniyetinden sonra Koç Holding Demir Döküm Fabrikaları Araştırma-Geliştirme bölümünde (AR-GE) çalıştı.
Asteğmen olarak yaptığı askerlik hizmeti süresince, arkadaşları ile birlikte, çeşitli tarihi eserlerin (heykel, rölyef, vs.) kurtarılmasına ve daha sonra da Beşiktaş Deniz Müzesinde sergilenmesine katkıda bulundu.
14 yaşından itibaren yazdığı şiir ve hikâyeler çeşitli gazete ve dergiler kendisine büyük ilgi gösterdi. Basın, dergi ve antolojiler onun içtenlik dolu kreasyonlarına kucak açtı. Tanınmış çağdaş Türk şairi Ümit Yaşar OĞUZCAN’dan gördüğü yakın ilgi onu önemli platformlara taşıdı. İstanbul Beyoğlu’nda emektar şairlerin de üyesi olduğu Esir Kulüb’ün müzikli şiir gecelerinde şiirlerini yıllarca okudu ve takdir gördü.
Fransa’ya geldiği tarihten itibaren bir çok eğitime katılarak sertifikalar ve diplomalar almaya hak kazandı.
Üyesi olduğu CFDT sendikasında da 20’yi aşan iş mahkemeleri alanında hukuki savunma ve sendikacılık eğitimi gördü ve sertifikalar aldı. Hâla eğitimine devam etmektedir.
Bugün şiirleri Fransızca’dan da Almanca, İtalyanca, Portekizce, İspanyolca, Rumen, Rusça ve İngilizce dillerine kendisini sevenler tarafından çevrildi. Halen, alçak gönüllü ve kompetan Yakup YURT’ tan aldığı destek ile, Üzeyir Lokman ÇAYCI çalışmalarını Fransa’da sürdürmektedir.
ALDIĞI ÖDÜLLER
¤ Fransa “Les Amis de Thalie Desen Ödülü” (1999)
¤ Fransa “Les Amis de Thalie Resim Ödülü” (1999)
¤ «Recueil des Présélectionnés du Concours du Recueil Poetique 1999 des Amis de Thalie» kitabında «N’oubli pas» «unutma» şiiri seçilen şiirler arasında yer aldı.
¤ Fransa “Les Poétes de l’Amitié” ve «Médaille de la Poésie Contemporaine Française» kuruluşları tarafından «donner forme aux lendemain» «yarını şekillendirmek» şiiri ile «kasım ayı şairi» seçilerek bir diplomayla ödüllendirildi. (08.12.2000)
¤ Fransa Concours Rencontres l’Île des Poètes kuruluşu tarafından organize edilen Japonya Bosco Tatsuya Hirata Desen Birincilik Ödülü verildi (2000).
¤ Association Poésie Terpsichore
Fransa Terpsichore Edebiyat kuruluşu tarafından “un monde plein à craquer” “ağzına kadar dolu bir dünya” başlıklı şiiri için Terpsichore şiir Ödülü verildi.
¤ Fransa’da «TABLERAZ Müzik grubu» resim ve şiirlerine ilgi gösterdi.
Birçok dilde yayınlanan şiirlerinden (Un monde plein à craquer) «Ağzına kadar dolu bir dünya», (Là où poussent les lys) «Zambakların açtığı yerde», (Moïse Marce) “Moïse MARCE”, (Avec et sans futur), «Sonralı ve sonrasız», (Ne viens pas au monde, bébé) Doğma Bebek ve “Istanbul” gibi 12 şiiri müzisyen Raphaël MIRAOI tarafından Fransa’da bestelendi ve seslendirildi. “Istanbul” şarkısının klibi de İstanbul’da çekildi ve Bayan Marge SUZANNE eşlik etti.
¤ Fransa “La forêt des mille poètes Vesdun” kuruluşu tarafından bütün sanat ve şiir çalışmaları için “Grand Prix Athanor de Poésie” “birincilik ödülü” verildi ve çeşitli hediyelerle taltif edildi (27.05.2001). Bununla kalınmamış kendisi ve şiirlerini fransızcaya çeviren değerli şair Yakup YURT için önlerinde isimleri yazılı plaket bulunan birer ağaç dikildi (2001).
¤ UCBBA – Forêt des Mille poètes kuruluşu tarafından Üzeyir Lokman ÇAYCI «Eylül 2009’da» Fransa’da «Ayın kişisi» seçildi
¤ Fransa Concours de l’Île des Poètes -Rencontres kuruluşu tarafından “2001 fotoğraf ödülü” verildi
( 27.11.2001).
¤ TRT’nin açtığı «memleket konulu» bir komposizyon yarışması için yazdığı «memleketim» başlıklı yazısı; 21.12.2001 tarihinde Sevgili Haldun KARABUDAK’ın yöneticiliğini yaptığı “Memleket Saati” proğramında okundu ve TRT tarafından ödüle layık görüldü.
¤ Fransa Prix de Poésie Georges Riguet kuruluşu tarafından «LE CUL-DE-SAC DE LA ROSE» «Gül çıkmazı sokağı» başlıklı şiiri ödüle layık görüldü (15.12.2001).
¤ LA SOIE DES VERS
2002 yılında “La Soie des Vers” kuruluşu tarafından organize edilen yarışmada “yetişkinler kategorisinde seçilen şairler” arasında yer aldı :
andré Vermeille (St Etienne)
Üzeyir Lokman Çaycı (Mantes la ville)
Hélène Guidi (Aix-en Provence)
Marika Jerôme (Bordeaux)
Laure Cambau (Paris)
Hélène Sordet (Auxerre)
Pak Cormier (Auxerre)
Fabien Perret (Toulouse)
Elie Duvivier (Belgique)
Fernando Bronchal (St andré de Cubzac)
Jacques Coly (Villecresne)
Anne Seuvre (St Florentin)
Annick Dandeville (Angers)
Jean-Bernard Thomas (Paris)
La Soie des Vers
¤ Amerika’dan University of South Florida The International Foreign Language Honor Society “OHI SIGMA IOTA” “CERTIFICATE OF SERVICE” açıklamalı bir sertifika ile taltif edilerek ilgili üniversiteye şeref üyesi olarak kabul edildiği bildirildi (16 Ocak 2003). Ayrıca üniversitenin yayın organı “The Forum of Sigma Iota” fall 2002, Year 24. N°2
‘e kapaktan deseni yayınlandı ve bu dergide çeşitli dillerden şiirleri ile desenleri yer aldı.
¤ « Fransa Concours de l’Île des Poètes -Rencontre kuruluşu» tarafından « 2002 fotoğraf ödülü» verildi (02.02.2003).
¤ Romanya AIUD ONLINE – Sud Alba Romania kuruluşunun açtığı bir yarışmada Ağustos 2003’de bir tablosu birincilik ödülü aldı.
¤ TRT TÜRKİYE’NİN SESİ RADYOSU Tuba AYBERKİN, Nedim ATAK, Şebnem KILIÇ, Özkan AKIN’ın Yapımcılığını Yaptıkları “Sizin Radyonuz Proğramı” Ödüllü Yazı Yarışmasından “80 Yıl Önce – 80 Yıl Sonra” temasıyla 29 Ekim 2003 tarihinde İKİNCİLİK ÖDÜLÜ Aldı.
¤ “France Concours de l’Île des Poètes -Rencontres” kuruluşu tarafından “2003 Fotograf” ödülü aldı
(27.02.2004).
¤ France Concours de l’Île des Poètes -Rencontres kuruluşu tarafından “2004 Bosco Tatsuya Hirata Fotograf” ödülü aldı. (2005)
SANAT VE EDEBİYAT FAALİYETLERİ
¤ Üzeyir Lokman ÇAYCI’nın eserleri dünyanın bir çok ülkesinde yayınlanmaktadır. Kanada York Üniversitesi yayın organı Litterealité’nın birçok sayısında kapaktan olmak üzere desenlerine yer verilirken kendisine gösterilen ilgi ülkeden ülkeye genişleyerek yayılmaktadır.
¤ İstek üzerine Kanada York ve Toronto üniversiteleri için yaptığı «20/ 22 Ekim 2005, Paul CLAUDEL’i anma günü» afişiyle de dikkatleri çekti.
Düzenle
¤ Şiirleri ise 10 dile çevrildi.
¤ Dünyanın çeşitli ülkelerinde radyo ve televizyonlarda şiirleri okunmakta, övgüyle çalışmalarından bahsedilmektedir.
¤ Bazı sanat ve edebiyat kuruluşlarında jürilerde ve sanat komitelerinde yer aldığı gibi bilhassa Fransa’da Fransızlarla birlikte 5 resim sergisine katıldı, Dünyanın bir çok ülkesinde radyo ve televizyonlarda çalışmalarına yer verilmektedir.
Son dört yıl içerisinde 1900’ü aşan gazete, dergi, mecmua kitap ve antolojilerde çalışmaları yer aldı. Üyesi olduğu bazı kuruluşların düzenlediği sanat ve şiir proğramlarına da katılmaya devam etmektedir.
¤ Çalışmalarının yer aldığı yayınlar :
Kanada York Üniversitesi yayını olan Littéréalité’de kapak resimleri olmak üzere bir çok yayında çalışmaları yer aldı. Çalışmalarının yer aldığı diğer yayınlardan bazıları ise : Afyon Emirdağ Gazetesi (Türkiye), Afyon Türkeli Gazetesi (Türkiye), Afyon Kurtuluş Gazetesi (Türkiye), Nida ÖZ : Ahşap Bulutlar, kapak resmi (Almanya), Akhisar Haber Gazetesi (Türkiye), Aksaray : Hasandağı Gazetesi (Türkiye), Aksaray : Uluırmak Gazetesi (Türkiye), Şiir Kitabı : Akşamların Durağı (Türkiye), Aktüel Dergisi (Almanya), Alaşehir Toptepe Gazetesi (Türkiye), À l’index (Fransa), Amulet N° 45 (Amerika), An + (Belçika), Anafilya : İzdüşüm (Almanya), Ardealul Literar (Romanya), Art Actualites Magazine (Fransa), Art et Poesie de Tourraine (Fransa), Association Poetique (Fransa), Association Poetique Henri Pourrat (Fransa), Association Regards (Fransa), Association Rencontres Européennes (France), Robert DANIEL : A toi, mon bien aimé, kapak resmi (Kanada), İlham Behlül PEKTAŞ : Bahar Rüzgârları Şiir Antolojisi (Türkiye), Bakaç Yazın ve Düşün Bülteni (Türkiye), Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi (Türkiye), Bor’un Sesi Gazetesi (Türkiye), Bulle 57 – Plume Libre (Fransa), Bursa’nın Sesi Gazetesi (Türkiye), Cercle- Poesie Partage (Fransa), Comme Ça & Autrement (Fransa), Comme en Poesie (Fransa), Çanakkale’nin Sesi Gazetesi (Türkiye), Çataloluk Gazetesi (Türkiye), Çizgi Dergisi (Türkiye), Çorumlu Dergisi (Türkiye), Decision (Almanya), Die Brucke (Almanya), Dierese (Fransa), Dissidences – Recueil de Poemes (Fransa), Ekin Dergisi (Hollanda), Elazığ Nurhak Gazetesi (Türkiye), Encres Vagabondes (Fransa), Ereğli Memleket Gazetesi (Türkiye), Gençlik Eceabat’ın Sesi Gazetesi (Türkiye), Suat KARAHAN : Genç Şairler Antolojisi (Türkiye), Hasan Hacı : Gönülden Gönüle Dergisi (Yunanistan), Gözlem Dergisi (Türkiye), Gros Textes : Carnet d’Ecriture er de Graphisme (Fransa), Günaydın Gazetesi (Türkiye), Gündem Gazetesi (Türkiye), Hermaphrodite (Fransa), Kapak resmi : Atatürkçü Düşünce Derneği Dergisi (Hollanda), Hürriyet Gazetesi (Türkiye), Incertain Regard (Fransa), Inedit Nouveau (Belçika), İçel Ekspres Gazetesi (Türkiye), İzmir Şık Mecmuası (Türkiye), Jalons (Fransa), Biyografi : Karar (Türkiye), Kayseri Berceste Dergisi (Türkiye), Kelebek Gazetesi (Türkiye), Kırklareli Gerçek Gazetesi (Türkiye), Kırşehir Pınar Gazetesi (Türkiye), Kıvılcım Gazetesi (Türkiye), Lale Bedia Yeşildağ : Kök Dergisi (Türkiye), La Terre en Poésie (Fransa), L’Aconique (Belçika), L’Aeropage (Fransa), L’Arche d’Ouveze : Lettre de Poesie (Belçika), Resister : La Soie des Vers, Concours de Poesie(Fransa), “Le Funanbule – Echos Venus” (Fransa), L’Etrave : Revue des Arts et des Lettres (Fransa), La Forêt des Mille Poètes (Fransa), La Gazette des Amis de Thalie (Fransa), La Lettre de Jean Hautepierre (Fransa), La Lettre de Jean Van Nostrand (Fransa), Viviane SONTAG : La Mort de Profil (Fransa), La Poésie an 2000 – Anthologie Editions Jean Grassin (Fransa), Recueil 2000 : La Poésie Contemporaine (Fransa), La République des Poétes (Fransa), La Revue les Dossiers d’Aquitaine et d’Ailleurs (Fransa), Le Journal de la Poésie d’Aujourd’hui (Fransa), Le Bulletin Célinien (Belçika), L’Echo de Ch’nord (Fransa), “Le Jardin des Sens – Coryne Hautemaison” (Fransa), Le Journal à Sajat (Fransa), Le Journal des Poétes (Fransa), Le Manoir des Poétes (Fransa), Le Passager Clandestin (Fransa), Diane Descôteaux : Le Bonheur (Canada), Les Amis de Thalie – Recueil Préselectionnes (Fransa), Les Amis de Thalie (Fransa), Les Amis de Thalie : Portraits en Tout Liberté, Hors Série (Fransa), “Les Amis de Thalie – Ecrivains au Fils des Pages, Hors Série” (Fransa), Les Cahiers du Ru (İtalya), Les Cahiers de François Villon (Fransa), Les Cahiers Vosgiens (Fransa), Les Hésitations d’une Mouche (Fransa), Le Trait d’union Littéraire : Poésie en Vexin (Fransa), Le Villain Petit Canard (Fransa), “L’Homme Libre – Fils de la Terre” (Fransa), “Libelle – Mensuel de Poésie” (Fransa), L’Ouvre Boîte (Fransa), Martobre (Fransa), Mersin Savaş Gazetesi (Türkiye), Microbes (Belçika), Montariol Poésie (Fransa), Multiples (Fransa), Multitudes : Altyazı (Fransa), Niğde Hasret Gazetesi (Türkiye), Niğdemiz Dergisi (Türkiye), Niğde Milli Hamle Gazetesi (Türkiye), Niğde’nin Sesi Gazetesi (Türkiye), 51 Niğde Haber Gazetesi (Türkiye), Nouveaux Delits (Fransa), Odade (Fransa), Offerta Speciale : Licore (İtalya), Oluşum : Genese (Fransa), Ortaköy Gazetesi (Türkiye), Magazine de Création et d’Exagèration : Ouste (Fransa), Pages Insulaires (Fransa), Papağan Gazetesi (Fransa), Parcours (Kanada), Yvette Thibault Blanchette : Partage (Kanada), Parterre Verbal (Fransa), Photographie Amateur Magazine (Fransa), Paul Claudel : Papers, A Journal of the Paul Claudel Society (Kanada), Langage et Création : Phréatique (Fransa), Plaisir de la Poésie, Plaisir des Mots – Florilege 2007, Anthologie, les Dossiers d’Aquitaine, Page 225 (France), Poémes et Lettres Sans Frontieres (Fransa), Poésie sur Seine (Fransa), Politis : L’Hebdomadaire Citoyen du Jeudi (Fransa), Portique (Fransa), Posta Europe (Fransa), Private – Metropolis (İtalya), Rencontres Artistiques et Litterairtes (Fransa), Rétroviseur Magazine (Fransa), Roman Pays (Belçika), Salmigondis (Fransa), Saraswati (Fransa), Sarı Çiğdem Şiir Defteri (Türkiye), Sergi – İnsana Daha Uygun Çevre İçin Tasarım (Türkiye), Siirt’te Son Söz Gazetesi (Türkiye), Social alternatives (Avusturalya), Suite et Fin (Fransa), Şık Mecmuası (Türkiye), Taches d’Encres (Fransa), Tasvir Gazetesi (Türkiye), Temps et Mondes Parallèles – Anthologie (Fransa), Tercüman Gazetesi (Almanya), Terpsichore (Fransa), Terres de l’Ailleurs : Anthologie de Science, Fiction Martobre” (Fransa), University of South Florida : The Forum of Phi Sigma Iota (Amerika), The Blind Man’s Rainbow : Poetry and Art (Amerika), The Poetry Explosion Newsletter (The Pen) Jan/2010, (Pittsburg, PA), Traces (Fransa), Traversées (Belçika), Traversées Werner Lambersy N° 56 (Belçika), Gwenaël le Mevel : Trois Nouvelles (Canada), Tutku Dergisi (Türkiye), Türkeli Gazetesi (Türkiye), Türkiye Dergisi (Türkiye), Vestea Buna (Romanya), Verso (Fransa), Emmanuel MAHIEU : Voyages (Kanada), Yapı Dergisi (Türkiye), Yeni Alanya Gazetesi (Türkiye), Yeni Bor Gazetesi (Türkiye), Yeni Kıroba Gazetesi (Türkiye), Yeni Sakarya Gazetesi (Türkiye), Esin AKSU : Yeni Şiir Antolojisi (Türkiye), Yeni Yorum : Nouveau Regard (Fransa), Yeşil Banaz Gazetesi (Türkiye), Yeşil Bor Gazetesi (Türkiye), Wortschau N° 10 (Almanya), 29 Harfle Dünyadan 29 Şair – Havuz Yayınları (Almanya) vs.
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Emine Erdoğan neden içinden çıkamayacağı konularla uğraştırılıyor?
Fransa’da yayınlanan bir çok dergi ve gazetede, «harem konusu» sık sık ele alınır. Fransızların kendilerini çok yakından ilgilendiren bu konuyu ele almalarının da bir çok sebepleri vardır.
Osmanlı’yı yıkıma götüren süreç haremlerden geçmiştir. Yani harem eğitim yeri değil, bir yıkım, çürütme, nefsi hesapların yapıldığı «İslâm dışı, kadınları köleleştirme» yeridir.
Topkapı Sarayı’nın harem dairesini ele alan yazarlar Versailles Sarayı ile kıyaslama yaparak ikisinin arasındaki ciddi farkı ortaya koymaktadırlar. Topkapı Sarayı’nda bir kaç gün dahi yaşamanın mümkün olmadığı belirtilirken Versaille Sarayı’nın insanca yaşamaya daha uygun olduğu ifade edilmektedir.
Emine Erdoğan’ın tabiriyle harem nasıl eğitim yeri olabilir?
Harem Ağası, Kızlar ağası, selamlıkta görevli olan beyaz haremağaları ve kapı ağaları… Batıdan getirilen mavi, yeşil gözlü ve sarışın kızlar… Haremde bulunan bu türlerden 500 kadın… ya da 3000 kadın… Çoğu çocuk yaşta… Orada gönüllü durmuyorlar, analarından babalarından, kardeşlerinden koparılmış… Hatta padişahın diliyle bile konuşamıyorlar.
Nimet ARZIK’ın Osmanlı Sarayı’nda Yabancı Kadın Sultanlar isimli kitabının 33. sayfasında : «Harem güzel değildi. Bir çirkin masala katılmıştı Martinik’ten getirilen Eme. Sırmalar içinde bile olsalar, kadınların çoğu sufliydi. Düzensizdi harem. Pahalının güzel sanıldığı yerdi. (….) Bir erkek bir kadının yanında güzeldir.
Bir erkek iki kadının yanında daha az güzeldir. Bir erkek beş yüz kadının yanında gülünçtür. Bir arslanı beş yüz değil beş dişi arslanın yanında gözünüzün önüne getirin.
Eme (Mari Eme = Nakşedil Sultan), Martinik Adasından ayrıldıktan sonra saraya geldiğinde yirmi bir yaşındaydı, iyi ailedendi, iyi yetişmişti, kurtulamayacağını anlayınca, hattâ pek istemeyince, bir takım hesaplar yapmıştır. “Mademki burdan çıkmayacağım, beş yüz dişiden biri olmaksa, hileli birinci olmak daha iyi…“»
Haremin çıkar ve şehvet aracı yapılan kadınlarla doldurulduğu inkâr edilemeyecek bir gerçekti. Birçoğu küçük yaşta annesini ve babasını kaybetmiş, korsanların ellerine düşmüş, ezilmiş, kalbi yaralı kadınlardı.
Bir kere bu kadınlardan biçoğunun eğitilmeye ihtiyaçları yok… Haremde eğitim verecek bir kadro da yok, hatta orada görev yapanların eğitime ihtiyaçları var! Haremdeki kadınları bir takım hesaplara iten bir düzen söz konusu. Kurtuluş mümkün değil. Yani baskı altındalar. Haremin soğuk bir mezar gibi olduğu da ifade edilmektedir.
Emine Erdoğan bugüne kadar insanlara ters gelen tavırlarıyla, ifadeleriyle, hareketleriyle, sık sık çark etmeleriyle dile getirildi. Kendisini ön plana getirmek isteyenlerin bir hesaplarının olduğu da söyleniyor.
Harem konusu da böyle.
Bugün kadını dışlayanlar, eve kapamak isteyenler, kocaları tarafından hunharca öldürülürlerken seslerini çıkartmayanlar, kadın katillerine caydırıcı ceza verilmesini düşünmeyenler, neden haremin eğitim yeri olduğunu ifade etme ihtiyacını hissettiler? 21. asırda haremden bahsetmenin şimdi sırası mıydı? Neden Emine Erdoğan’a bu konuyu söylettiriyorlar gibi bir yığın soru zihinlerimizde dönüyor!
Haremdeki padişahla birlikte olan yani onunla seks hayatı yaşayan kadınlara «gözde» deniliyor, bunların hamile kalmaları halinde, çocuğun ana rahminde icabına bakılıyor… Ya da bilinmeden doğan çocukların bir lokmalık halleriyle ortadan kaldırılmalarından söz ediliyor.
Bir çok tarihçi, bir çok yazar haremin korkunç bir yer olduğunu, sürekli ihtilâfın bulunduğunu; kin, haset, hırs, histeri, cehalet gibi hastalıkların orada asla giderilemediğini ifade ediyorlar. Ceza korkusu olmasa, kadınların birbirlerini paramparça edebileceklerini, her hangi bir idarenin olmadığını, baskı ve sindirmenin sürekli olduğunu dile getiriyorlar.
Haremde, kalem, bilgi, irade, akıl değil; giyim, süs, entrika ve şehvet gösterilerinin söz sahibi olmak için birer silah gibi kullanıldığı da bilinenlerden.
Böyle bir durumda Emine Erdoğan’ın ortaya çıkıp haremin eğitim yuvası olduğunu söylemesi gerçeğin katledilmesi, tarihin inkâr edilmesi, yaşanılanların yalanlanması ve AKP’ye gündem olacak malzemeler arama girişimidir. Zaten çark ettiği bir konunun hafızalardaki yaralayıcı etkisi giderilmeden böyle bir konuyu ortaya atması tarihi, haremi, harem hayatını bilmediğini ortaya koymaktadır. Benim elimdeki bu konudaki belgeler, bilgiler, dergiler, kitaplar yukarıdaki anlattıklarımla sınırlı değil… Zamanla, inşallah daha geniş olarak bu konuyu sizlere sunacağım.
Paris, 10 Mart 2016
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Onlar için şimdiden «kalk gidelim havasını» çalmaya başlasınlar çalgıcılar!
Yakında pılısını pırtısını toplayıp gidecekler bunlar
Geride yıkık dökük bir Türkiye ve kalpleri kırık, hüzünlü insanlar bırakarak…
Terörü dirilterek, olayları körükleyerek çekilip gidecekler onlar!
AKP’li yöneticiler nelere öncülük ediyorlar?
AKP’li yöneticiler şiddete öncülük yapıyorlar
AKP’li yöneticilerin şiddet ve yasa dışılıklarına «hayır» demek mecburiyetindeyiz! «AKP Milletvekili, ilçe başkanını ölümle tehdit etti», «Erdoğan’dan CHP’ye tehdit», «Trafik polisi kendisine küfür ettiğini öne sürdüğü AKP milletvekilinden şikayetçi oldu», «50 AKP’li Kamer Genç’i dövdü!», «AKP Milletvekili emniyeti bastı!», «AKP’liler karakolda gazeteci dövdü» gibi haber başlıklarıyla anılan parti yöneticileri dünyanın hiçbir ülkesinde asla görev yapamazlar! Bu tür kişilere güven duyulmaz, her hareketleri
kuşkuyla karşılanır.
İnsanlarımıza demokratik haklarını kullandırmamak için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlar : ¤ İstanbul Çekmeköy Mehmetçik Lisesi’nde okuyan 24 öğrencinin TEKEL işçilerine destek etkinliği düzenledikleri için okullarıyla ilişkileri kesildi. (ODATV, 17.03.2010)
¤ 14.12.2009 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tutanaklara da geçen Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı konuşmada muhalefet milletvekillerini kastederek Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına hitaben : «Sayın Başkan, siz mi susturacaksınız, ben mi susturayım?» sözü ve tavrı cumhuriyetimizin kimlere emanet edildiğini belgelemektedir. Demokrasiyi, insan haklarını ve hukuku önemsemeyenlerin bu tür yansımaları Türk Milleti tarafından kaygıyla karşılanmaktadır.
Kimi, nasıl ve hangi hakla susturacaksa?
Kime, nasıl hitap ettiğini umursamadan küçümseyici bir eda ile Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türk Milletini ve hukuku aşağılayıcı bu üslup asla tasvip edilemez!
Bu anlayış sahiplerinin Türkiye’de vatanseverlere, kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına yaşattıkları da, sergiledikleri hukuksuzluklar da bu susturma faaliyetlerinin bir resmi olarak yorumlanmalıdır!
¤ CHP lideri Deniz Baykal, Aydın’daki AKP’nin pazartesi günü yaptığı mitinginin ardından Başbakan Erdoğan ile ilköğretim öğrencisi 13 yaşındaki M.S.Ö. arasında geçtiği ileri sürülen ve yargıya götürülen olayı hatırlatarak, «IMF ümük sıkacak diyordun. Ama, IMF milletin ümüğünü sıkmadan sen 13 yaşındaki çocuğun ümüğünü sıkmaya başladın» dedi. (Milliyet Gazetesi, 12.03.2009)Bizim istediğimiz gibi oy vermezseniz «sizi bertaraf ederiz, yani ortadan kaldırırız», diyorlar.Görüldüğü gibi bu tıynetteki kişiler devlet gücünü kullanarak insanlarımızın vicdanlarına da hükmetmeye çalışıyorlar. Din dışı, ahlâkla bağdaşmayan davranış sahipleri size hak, hukuk ve adaletten bahsediyorlar.İşte bu sebeple 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak referandumda AKP’ye ve anayasasına «HAYIR» demek bir mecburiyettir.
Yolsuzluğa öncülük yapıyorlar
AKP’li yöneticileri simgelenen gazete başlıklarına bakın : «AKP yolsuzluk batağına saplandı», «AKP’li başkana yolsuzluk gözaltısı», «AKP’de yolsuzluk krizi dinmiyor», «AKP Yolsuzluk olayının odağında»
¤ Başbakan’ın 26 yaşındaki oğlu Ahmet Burak Erdoğan, 2,325,000 dolara bir kuru yük gemisi aldı. Başbakan’ın diğer oğlu Bilal Erdoğan ABD’de 261.000 dolara daire sahibi oldu. Ayrıca iki kardeş, Çamlıca Kısıklı’da «tapu kayıtlarına göre» 1 trilyon liralık villanın sahibi olular. Başbakan aynı yerde içi 450 metrekare olan villanın bir benzerini kendisi için satın aldı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, «Ben ticaret yapmasam, oradan para kazanmasam, bu maaşla (Başbakanlık maaşı) geçinemem» diyor.
Peki, millet nasıl geçinsin?¤ Vatan Gazetesi’nin, 16.02.2009 tarihli, CHP Merkez Yönetim Kurulu üyesi Ali Kılıç’ın «Deniz Feneri» davasıyla ilgili açıklamalarıyla ilgili haberine dikkatlerinizi çekiyorum :”Bu dosyayı incelediğimizde çok ilginç bilgilerle karşılaşıyoruz.100 trilyon gibi bir para kaybolmuş, birilerinin hesaplarına aktarılmış. Alman mahkemelerine göre bu siyasi anlayışın adresi AKP’dir. Suçluların ortakları Akman gibi, yandaş medyanın önde gelen isimlerinden Zekeriya Karaman gibi AKP yandaşlarıdır. CHP Merkez Yönetim Kurulu üyesi Ali Kılıç’ın sorusuna da bakın : Başbakan’ın oğlunun gemicik’i Deniz Feneri parasıyla mı alındı?
Yani birileri yolsuzluk yapacak siz bunları içinizde sindirerek dinden, imandan bahsedeceksiniz! Sadece destek olmak değil, bir de bunlara destek olacaksız, bu olacak iş değil!
İşte bu sebeple 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak referandumda AKP’ye ve anayasasına «HAYIR» demek bir mecburiyettir.
Ahlâkta çöküntüye öncülük ediyorlar
AKP’liler hizmet mekânlarını nasıl kullanıyorlar?
Deniz Baykal’a mesnetsiz oyunlarla, montajlanan görüntülerle iftira edenler nedense kendi yaptıklarını hiç umursamıyorlar!AKP’li yöneticilerin hoş olmayan tavırlarıyla insanlar kaygı içerisinde yaşamaya itiliyor! Zafer sarhoşluğu içerisinde, hizmet mekanlarında başka
Bir kadınla cinsel ilişkiye «hanım kardeşle diyaloğa» girdik diyenler değişik kimliklere girerek, zihinlerin kabul edemeyeceği suçları işliyorlar.¤ Hanım kardeşle diyaloğa girdik! İstanbul Güngören’de dilden dile dolaşan; AKP’li Belediye Başkan Yardımcısı Rahmi Berber’in makam odasında bir kadınla ilişkisini gösteren güvenlik kamerası kayıtları ortaya çıktı. AKP’li Güngören Belediye Başkan Yardımcısı Rahmi Berber, makamında bir kadınla cinsel ilişkiye girdiğini gösteren güvenlik kamerası kayıtlarının bulunduğu iddiaları üzerine, bir hafta önce istifa etti. (Hürriyet Gazetesi, 25.02.2009)
Zihinsel engelli kıza tecavüze kalkışmak¤ Ak Parti eski ilçe başkanı, tecavüz iddiasıyla linç edilmek istendi! Tunceli’nin Ovacık İlçesi’nde Ak Parti eski İlçe Başkanı’nın zihinsel engelli kıza tecavüze kalkıştığı iddiaları halkı ayaklandırdı. (Hürriyet Gazetesi, 10.06.2010)
Eşini aldatan AKP’li vekil mahkum oldu
AKP Trabzon Milletvekili Ali Aydın Dumanoğlu, başka bir kadınla yaşayarak kişisel haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle eşinin açtığı davada 4 milyar lira manevi tazminat ödemeye mahkum oldu.
Ankara 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davanın bugünkü karar duruşmasına Sevil Dumanoğlu’nun avukatı Tahsin Türkçapar ile Aydın Dumanoğlu’nun avukatı Mustafa Kale katıldılar. Avukat Türkçapar, müvekkilinin Aydın Dumanoğlu’ndan ayda 1 milyar lira nafaka aldığını ve başka geliri olmadığını ifade etti. Davalı tarafın ileri sürdüğü ve müvekkilinin İngiltere’de sosyal güvenlik yasalarından yararlanarak yardım aldığı yönündeki iddialara ilişkin dosyada hiçbir belge bulunmadığını söyleyen Türkçapar, Aydın Dumanoğlu’nun ise aylık 10 milyar lira maaş aldığını ve gayrimenkul gelirleri olduğunu savundu. Türkçapar, delillerin toplandığını belirterek, davanın kabulüne karar verilmesini istedi. (Radikal Gazetesi, 14.09.2004)
İslâm’a ve Müslüman’a güven duyulmamasına öncülük ediyorlar
AKP’li hangi kadın yönetici sevgilisiyle otomobilde sevişirken kocasına yakalandı?
¤ AKP Antalya İl Yönetim Kurulu üyesi olan eski hostes 41 yaşındaki E.D.’nin, kendisinden 8 yaş küçük bir doktorla otomobilde sevişirken, kocası Ö.D. tarafından yakalandığı ortaya çıktı. Bu olaydan sonra 18 yıllık evli E.D ile Ö.D. çifti boşanırken, 17 yaşındaki oğullarının velayeti babaya verildi. (Medya Faresi, 10.12.2006)
AKP Milletvekili, eşinden ayrılıp sekreterle evlendi
¤ AKP Gümüşhane Milletvekili Sabri Varan, 4 çocuğunun annesi 18 yıllık eşi hemşire Nuriye Varan’dan boşandıktan 17 gün sonra, aşk yaşadığı bir milletvekilinin eski sekreteri olan Nesrin Hanım’la evlendi. (Hürriyet Gazetesi, 27 Eylül 2006)
Eşi AKP Milletvekili Halil Ürün’ü karakola şikayet etti
¤ AK Parti Milletvekili Halil Ürün’ün eşi Esma Ürün karakola giderek “Kocamın bir kadınla ilişkisi var. Tartışınca beni fena yumrukladı” diye şikayet etti. (Tüm Gazeteler, 11.05.2006)
Erzurum AKP’de 2. Seks Skandalı
¤ Erzurum’da görevden alınan Vali Sami Bulut ile İl Genel Meclisi’nin AKP’li Başkanı S.K.’nın uygunsuz basıldığı iddiasının ardından bir skandal daha ortaya çıktı. MHP İl Başkanı Zekai Kaya’nın “fuhuştan yargılanıyor” iddiasına, “tanığım” karşılığını veren İl Genel Meclisi’nin AKP Grup Başkanvekili Mustafa Macit’in davada “sanık” olarak yargılandığı belirlendi. Macit evli olmasına rağmen 22 yaşındaki C.K. ile sevgili oldukları ve bürosunda cinsel birliktelik yaşadıklarını da ‘sanık ifadesi’nde doğruladı. (Gazete Turka, 09 Ekim 2009)
Sabahattin ÖNKİBAR : ÇİFTE BOMBA… Sekreterinden bebeği olan ünlü politikacı kim?
¤ Ankara’da bir dedikodu aylardır herkesin dilinde ama kimse onu dillendiremiyor ve yazamıyor, çünkü korku var. Adam güçlü bir politikacı ve çok etkili! Dedikodu şu efendim: Bu çok bilinen ve sık sık ekranlara çıktığı için herkesin tanıdığı isim sekreterinden bir çocuk peydahlamış. Söylenene göre doğum da yurt dışında olmuş. Dinlediğime göre CHP’den iki milletvekili bu olayı belgelemek için haftalardır iz sürüyormuş ve dahası bazı belgelere de ulaşmışlarmış. Kanıtlanmadığı için ismini açıklamayacağımız bu ünlü politikacı son dönemde servetini de yüze katlamışmış! CHP’li milletvekillerinde bu konuda da önemli veriler varmış!.. Bekleyin, yakında çok ses getirecek bu bebek ve servet bombaları patlayacak! (Yeniçağ Gazetesi, 30 Haziran 2010)
Laiklik karşıtlığına öncülük ediyorlar
Başbakan’a 3 eşli danışman¤ Avrupa Milli Görüş Teşkilatı Genel Başkanlığı yapan, “şeyhülislam seçilen”, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın danışmanlığına getirilen Ali Yüksel’in “üç eşli” olduğu ortaya çıktı. (Mynet Haber, 04.08.2010)
M. Emin Koç : AKP, nikâh ile zinayı her bakımdan eline ayağına doladı…¤ “İmam nikahlı evliliği” zina olarak niteleyip 2 yıl hapis getiren AKP, genelevlerde işlenen “vesikalı zina”ya zina demiyor, ceza getiremiyor. Zina, Zührevi Hastalıklar ve Fuhuşla Mücadele Tüzüğü çerçevesinde “vesikalı, vergili ve SSK’lı ortamlar”da icra edilirse o zina olmuyor AKP’ye göre… Yani, “vesikalı” olunca işlem, zina olmuyor, fuhuş olmuyor; “faturalı bedel”i karşılığında sosyal ve bedensel bir ihtiyacı karşılamak oluyor.
Bir ay önce yayınlanan “Hayatsız Kadınlar Dosyası” başlıklı bir rapora göre, Türkiye’de faaliyet gösteren “56 genelevde kayıtlı yaklaşık 3 bin hayat kadını” çalışıyor. Buradaki işlemler, “zina kapsamı”na, dolayısıyla “ceza”ya girmiyor.
Rapora göre, “üç büyük ilde, yaklaşık 30 bin kadın daha genelevde çalışmak amacıyla vesika” bekliyor. Dahası var; Türkiye genelinde vesikalı ya da gizli çalışan hayat kadınlarının sayısı 100 bine yaklaşıyor. Raporda, Türkiye’nin kadın nüfusunun 35 milyon civarında olduğu hesaba katıldığında, “her 350 kadınımızdan birinin fuhuş batağının eşiğinde olduğu” belirtiliyor. Raporda, “2001 yılında ölen genelev patroniçesi Matild Manukyan’ın 1944 yılından itibaren bir çok kez vergi rekortmeni olduğunun altı çizilerek, bu sektörde dönen paranın hesabını varın siz hesap edin” deniliyor.
Görev ihmallerine ve ilgisizliklere öncülük ediyorlar
¤ Mersin’in Silifke İlçesi’ne bağlı Yeşilovacık Beldesi’nde, taşımalı eğitim gören 59 öğrenci, yedikleri yemekten zehirlenerek hastaneye kaldırıldı. (Kent Haber, 01.11.2005)
¤ Bursa’da Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’ne bağlı Çocuk yuvasında 94 çocuk yemekten zehirlendi (Hürriyet Gazetesi, 25.11.2006)
¤ Ağrı’nın Tutak ilçesinde öğlen yemeğinde kuru fasulye ve pilav yiyen 104 öğrenci, bir süre sonra zehirlenerek hastaneye kaldırıldı. (Sabah Gazetesi, 21.02.2007)
¤ Mersin’de İmam Hatip Lisesi’nin yatılı öğrenci yurdunda kalan 79 öğrenci ile bir öğretmen yedikleri yemekten zehirlendi. (Radikal Gazetesi, 19.12.2008)¤ İstanbul’un Sarıyer ilçesindeki Adile Sadullah Mermerci Polis Meslek Yüksek Okulu’nda yedikleri yemekten zehirlenen 29 öğrenci hastaneye kaldırıldı. (NTV, 04.02.2009)¤ Malatya’nın Darende İlçesi’nde 145 ilköğretim öğrencisi yemekten zehirlendi. (Haber Türk, 22.04.2009)
¤ Yozgat Musabeyli ilköğretim okulunda 45 Öğrenci Yemekten Zehirlendi (TRT Haber, 14.10.2009)
¤ Bingöl’ün Genç ilçesindeki Yayla Yatılı İlköğretim Bölge Okulu’nda 68 öğrenci besin zehirlenmesi nedeniyle hastaneye kaldırıldı. (Mynet Haber, 15.10.2009)¤ Mamak İmam Hatip Lisesi’nde yatılı öğrenim gören 34 öğrenci, zehirlenerek hastaneye kaldırıldı. (Hürriyet Gazetesi, 09.04..2010)
¤ Kayseri’de, yedikleri yemekten sonra rahatsızlanan 8 Kuran kursu öğrencisi hastanede tedavi altına alındı. (Hürriyet Gazetesi, 05.05.2010)¤ BAlikeSİR’in Ayvalık İlçesi Alibey (Cunda) Adası’ndaki Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu Alibey Çocuk Yuvası’nda kalan 21 çocuk yemekten zehirlendi (Hürriyet Gazetesi, 12.08.2010)
¤ Konya Merkez Karatay İlçesi Karaman Caddesi üzerinde bulunan Bozkırlılar Eğitim Vakfı Yatılı Kız Kuran Kursunda eğitim gören kız öğrencilerden 29’u zehirlenerek hastaneye kaldırıldı. (Haber7, 06.05.2010)
Ortaya çıkan olaylardan ders alınmış olunsaydı, sonraki olaylara şahit olmayacaktık. AKP yöneticileri okulları, devletin kurumlarını bir ticari araç olarak görüyorlar ve her alanda insanı, insanlığı devre dışı bırakarak, tahribatlara ve olumsuzluklara sebep oluyorlar! Bunlar taşeron firmalarla, tecrübesiz kadrolarla, partizanlıklarla sergiledikleri bu görüntüleri genişleterek Türkiye’yi bugünlere getirdiler!
Bu tür iğreti ve basiretsiz AKP politikalarını onaylamak istemiyorsanız 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak referandumda AKP’ye ve anayasasına «HAYIR» demek mecburiyetindesiniz!
Hukuksuzluklara öncülük ediyorlar
Bunlara Mevlâna diliyle : «Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol» demeliyiz
¤ Mâide Sûresi, 8. âyet : Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun, bu Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.
21.08.2010 tarihli Yeniçağ Gazetesi’nde yer alan : «Ülkücü katili AKP’linin milletvekilliği düşmeli! AKP Kars Milletvekili Mahmut Esat Güven’in 1977’de ülkücü Hüseyin Uçar’ı öldürmekten hüküm giymesi ve buna rağmen 2007’de AKP’den milletvekili seçilmesi kamuoyunda tartışma yarattı. Hukukçular, “Yasanın hükmü açık. Güven’in vekilliğinin düşürülmesi gerekir” diyor.» haberiyle Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP Grup toplantısında gözyaşlarıyla anlattığı “12 Eylül” darbesinin ardından idam edilen gençlerden ülkücü Mustafa Pehlivanoğlu’nun ailesine yazdığı mektubu okuyup ağlarken, onu alkışlayanlar arasında ülkücü katili AKP Kars Milletvekili Mahmut Esat Güven de vardı. Gerçek yüzlerini gizleyen bu adamlara layık oldukları cevabı vermek için 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak referandumda AKP’ye ve anayasasına «HAYIR» demek mecburiyetindesiniz!
Teröristlerin ve canilerin ifadeleriyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin kahraman evlâtlarını suçluyorlar!
¤ Nisâ Sûresi, Âyet 58 : Allah size , mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.
¤ 14.12.2009 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tutanaklara da geçen Deniz Baykal’ın ifadeleri AKP zihniyetinin hukuksuzluklarını ve Türk Silahlı Kuvvetlerine yapılan tertiplerin boyutlarını açıklıyor : Bakınız, şimdi bu gizli tanığın dosyası şu: Kasten adam öldürmeye teşebbüs ve ruhsatsız silah taşımaktan dokuz yıl, Eyüp 1. Ağır Ceza 1995/78; ablasını öldürmekten yirmi yıl hapis… Akhisar Ağır Ceza 1989/32; nüfus kâğıdında sahtecilik yapmaktan mahkûmiyet, Kırklareli Asliye Ceza 1998/215; öz yeğenini satarak fuhşa aracılık etmekten iki yıl altı ay hapis, Erzurum 1. Asliye Ceza 1998/391 ve Danıştay suikastından müebbet hapis. Atatürk’e “İngiliz piçi” diyen Osman Yıldırım’ın suç dosyası bunlar.
¤ 14.12.2009 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tutanaklara da geçen Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı konuşmada muhalefet milletvekillerine hitaben : «Sivas’tan öteye gidebiliyor musunuz?» sözüne dikkatlerinizi çekiyorum.
Pekiyi iktidarda hangi parti var : «AKP… »
Başbakan kim? : Recep Tayyip Erdoğan!
Muhalefet partileri Sivas’tan öteye gidemiyorlarsa bunun sorumlusu kim? Yani Türkiye’nin Sivas’tan ötesini güvenliksiz bir hale getirenler kimler : AKP ve Recep Tayyip Erdoğan. Bu «Sivas’tan öteye gidebiliyor musunuz?» sözü bir suç itirafıdır.
AKP’yi ABD kurdurdu, destekledi ve iktidara taşıdı yorumları dahi onları rahatsız etmiyor!
¤ Nisa Sûresi, 139. âyet : Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki
bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.
¤ 15.12.2009 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde H. Tayfun İçli tutanaklara da geçen bir konuyu dillendiriyor : İsmini neden veremiyor ben size söyleyeyim. İsmini şunun için veremiyor: Şimdi AKP ne zaman kuruldu? 14 Ağustos 2001. Kriz ne zaman oldu? 20 Şubat 2001. Kemal Derviş ne demişti: “Yeni bir senaryoya gereksinimimiz var.” İşte, AKP yeni bir senaryonun gereği olarak kuruldu.
¤ 15.12.2009 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Canan Arıtman ise «kadınlarımızla ilgili» ülkemizin AKP ile hangi olumsuz şartlara itildiğine işaret ediyor :
¤ AKP’nin yedi yıllık iktidarında kadınlarımız, cumhuriyet tarihi boyunca hiç olmadığı kadar çok ağladılar, ağlatıldılar. Anaları AKP ağlattı. Sıfır terör teslim aldınız. Bugün ülkeyi getirdiğiniz nokta: Kanı yerde bırakılmış yüzlerce şehit, yangın yerine dönmüş kentler, belediye otobüslerinde cayır cayır yanan gencecik bedenler. Teröristler Anadolu’nun ortasında evlatlarımızı şehit ederken siz hâlâ PKK’yı aklamaya çabalıyorsunuz. Siz, anaların şehit olan evlatlarına “kelle”, onları katleden caniye “sayın” deyip, yurdun her yerinde PKK paçavralarının bayrak diye dolaştırılmasına göz yumup şehit analarının ellerinden Türk bayraklarını zorla aldınız. Şehidim 120 liralık asker maaşının 100 lirasını garip anasına yollarken sizin çocuklarınız gemicikler aldı, kuyumcu dükkânları açtı.¤ İktidarınızda binlerce kadın ağlayamadı bile çünkü öldürüldüler. Aile içi şiddet nedeniyle öldürülen kadın oranı İktidarınızda yüzde 1.400 arttı. 2002’de yılda 66 kadın öldürülürken bu sayı 2009’un ilk yedi ayında 953 oldu.¤ Kadınlar evde oturup ha bire çocuk doğursunlar ki çok çocuk, çok işsiz, çok yoksul olsun ve erzak ve kömür torbalarıyla oylar devşirilsin, iktidarda kalınsın. ¤ Kadınların yaşadığı ağır insan hakkı ihlalleri, maruz kaldıkları ayrımcılık, demokrasiyi araç olarak görenlerin umurunda değildir. Eğer gerçekten demokrasi hedefleniyorsa açılımların kadınlara yapılması gereklidir. Kadınları hedeflemeyen, kapsamayan açılımların demokrasiyle hiçbir ilgisi yoktur. Zaten “Ananı da al git.” dediğiniz o kadınlar sizin açılımınızın ne olduğunu çok iyi anladı ve ilk fırsatta gereğini yapıp AKP’yi siyaset sahnesinden süpürecekler. İşte, ancak o zaman kadınların ve anaların gözyaşları dinmiş olacak.¤ 14.12.2009 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde tutanaklara da geçen Muğla milletvekili Gürol Ergin’in başbakanlık koltuğunda oturan Recep Tayyip Erdoğan’a : «Sen “Türk’üm” diyemiyorsun… Bir kere “Türk’üm” de!» ifadeleri bizi yönetenlerin hallerini anlatmaya yetmektedir.
¤ AKP, Türkiye’de ilk defa Müslüman olduklarını söyleyerek ABD menfaatlerine hizmet eden bir parti unvanını aldı! Kur’an hükümlerine aykırı tavırlara girdi! Emperyalist bir proje olan ve İslam’ı yozlaştırmayı amaçlayan «Ilımlı İslâm» projelerine öncülük etti.
Bir Hıristiyan projesi olan «Medeniyetler ittifakı» projelerine destek oldu.
14.12.2009 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Recep Tayyip Erdoğan’ın tutanaklara da geçen : «Türkiye “Medeniyetler İttifakı adında bir proje başlatacak.” denseydi buna kimse inanmazdı. Ama şimdi 100 ülkeyi aşkın üyenin olduğu, İspanya’yla birlikte şu anda Medeniyetler İttifakı’na eş başkanlık yapıyoruz, bu noktadayız. » açıklaması da bir itiraf olarak yansıtıldı! Eşbaşkanlık saplantıları bunlarla sınırlı değil! ¤ Ahzâb Sûresi, 48. âyet : Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah’a güvenip dayan, vekîl ve destek olarak Allah yeter.Recep Tayyip Erdoğan, bizim tespit edebildiğimiz kadarıyla 31 ayrı yerde ve zamanda ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nde Eşbaşkan olduğunu ve bu projede görev üstlendiğini itiraf etti. 16 Şubat 2004 tarihinde KANAL D’de yayınlanan TEKE TEK programında Recep Tayyip Erdoğan : «Şu anda Amerika’nın da “BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ” var ya “GENİŞLETİLMİŞ ORTADOĞU”, yani bu proje içerisinde Diyarbakır bir yıldız olabilir. Bunu başarmamız lazım.» diyerek hedefini ilan etmiştir.
Amaç Amerika’nın bölgede oynadığı oyunlara ve uygulamak istediği bölme ve parçalama planlarına destek olmak… Yani Türkiye’nin doğusunu da içine alan bir Kürdistan devleti kurmak, Diyarbakır’ı da başşehir yapmak… Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Başbakanlık koltuğunda oturan şahıs ABD’den aldığı Eşgüdüm başkanlığı görevi gereği, hepimizin tanıdığı BOP haritasının açılımını yaparak «Diyarbakır bir yıldız olabilir» demektedir.
28 Ocak 2005 tarihinde “DAVOS : KLAUS SCHWAB’LA Söyleşi’de” Recep Tayyip Erdoğan : «Türkiye işlevini “Büyük Ortadoğu Projesi” içinde, bu bölgede etkin bir şekilde yerine getirecektir. Her görüşmede, attığımız her adımda bunun uygulamasını yapıyoruz.»
Bu «BOP konusu» Abdullah Gül tarafından da dile getirilmektedir
¤ Mâide Sûresi, 80. âyet : Onlardan çoğunun, inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün. Nefislerinin onlar için (ahiret hayatları için) önceden hazırladığı şey ne kötüdür : Allah onlara gazap etmiştir ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar.
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül : «BOP içinde ABD ile birlikte hareket ediyoruz… “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” Türkiye’nin dış politika ilkelerine uygun. ABD ile hareket ediyoruz. Amacımız İslam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmek…» (Radikal Gazetesi, 14.03.2006)
Emperyalistler kendilerine ve milletlerine yabancılaştırılan çıkarcı insanları kullanarak ülkeleri işgal ediyorlar¤ Nisa Sûresi, 144. âyet : Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah’a aleyhinizde apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?
Bilindiği gibi Amerikalılar önce toplumları aşağılık kompleksine itiyorlar, sonra kendi üstünlüklerine ait tahrip projelerini zihinlere yerleştirmek istiyorlar. Kültür harbi dediğimiz metotlar kullanılarak görsel ve yazılı yayınlarla zihinler alt üst edilmektedir. Türkiye gibi ülkelerde, toplumun dil, din, kültür ve tarih birliğini bozarak amaçlarına ulaşmalarını kolaylaştıracak yol izlemektedirler.
Sümerbank gibi Atatürk’le anılan fabrikaların veya kurumların kapatılması Türk Milletini hatıralarından koparma girişimleri birer emperyalist projelerdir. Irak’ta, Afganistan’da, Japonya’da, Vietnam’da Amerika bomba yağdırarak hedefindeki ülkelerdeki tarihi unsurları ve bağları yok etti. Türkiye’de de AKP’yi kullanarak Türk Milletinin hatıra kaynakları kurutulmaktadır. Bu tür tarihi kurumları zarar etse bile yaşatmak devletin asli görevidir. Psikolojik harp vasıtaları kurularak gözleri gerçekleri görmeyen, kulakları zulüm iniltilerini hissetmeyen insanlar üretiliyor. Onlar din maskesi takarak kendilerini tatmin edici söz ve üsluplar kullanmak suretiyle rahatlıyorlar.
İslam ülkelerine özgürlük ve demokrasi getirmekten bahsederek vasıtalı (işgal etmek istedikleri ülkenin siyasetçilerini kullanarak) veya vasıtasız (doğrudan ülkeleri işgal ederek) yollardan hedeflerindeki ülkeleri ele geçirmektedirler.
Irak’a «özgürlük ve demokrasi» getirmek bahanesiyle girdiler. 1,5 milyon insanı acımadan imha ettiler. Amerikan askerlerince tecavüz edilen kız çocuklarının ve anaların çokluğundan rahatsızlık duymayan, camilerin bombalanması karşısında hiç seslerini çıkarmayan AKP milletvekilleri değil miydi?
Siz hiç Türkmen soykırımları karşısında AKP’lilerin devlet adamlığı tavrı gösterdiklerini, Türkmen katliamlarına duyarlılık gösterdiklerine şahit oldunuz mu? Irak’ta bombalanan türbeler, tarihi mekanlar, Osmanlı eserleri ve çalınan ya da silinen tarihle ilgili tepki gösterdiklerini hiç gördünüz mü? Bu duyarsız ve İslâm’a uymayan hâl ve ahvalleriyle halka şirin görünmek için Necip Fazıl Kısakürek’in şiirlerini okuyarak onun ruhunu da incitmektedirler!
Onlara destek çıkarak BOP işgal projelerine «eşbaşkanlık» yapanların inançlarını ve inanç seviyelerini artık sorgulamanız gerekmiyor mu? Şehitlerimize «kelle» diyen Recep Tayyip Erdoğan’ın : «Kahraman(!) Amerikan askerlerinin sağ salim ülkelerine dönmeleri için dua ediyorum.» şeklindeki yakarışına katılmıyorsanız 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak referandumda AKP’ye ve anayasasına «HAYIR» demek mecburiyetindesiniz!
Avrupa’da Amerikan isimleri sorgulanıyor
Amerika’nın dünya insanlarına reva gördükleri ve sergilediği görüntüler artık tepkiyle karşılanıyor.
21.08.2010 tarihli Le Parisien gazetesinin birinci sayfasında ve manşetten verilen bir haberin içeriğinden bahsetmek istiyorum. Yirmi yıl önce Amerikan seri televizyon filmlerinden etkilenerek film kahramanlarının isimlerini çocuklarına veren Fransızlar bugünlerde sorgulanıyorlar. Kevin, Dylan, Shirley, Sandy, Jordan, Steven, Bryan, Jennifer, Cindy, Kelly, Samantha gibi Amerikan isimleri taşıyan 400 000 genç isimlerinden dolayı, iş bulamadıklarını ve dışlandıklarını söylüyorlar. Yani bugünlerde Fransa’da Amerikan isimlerine, Amerikan ismi taşıyanlara işverenlerce iyi bakılmadığı konuşuluyor. 1991 yılında 15 000 çocuğa aktör Kevin Costner’den etkilenerek Kevin ismi verilirken, 2010 yılında bu sayı 500’e düştü. Bugün Fransa’da Kevin ismini taşıyanların sayısı : 153 000 ki bu en çok konulan isimler içinde 44. sırada yer alıyor.
Taviz verenler madalya ile ödüllendiriliyorlar
¤ Bakara Sûresi, 14. âyet : (Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit «(Biz de) iman ettik» derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise : Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz, derler.
¤ 03 Haziran 2010 tarihli Yeniçağ Gazetesi’ndeki köşesinde Sabahattin Önkibar’ın «Önce Yahudi cesaret madalyasını iade et Recep Bey!»
başlıklı yazısı AKP’yi iktidara getiren güçleri ve niyetlerini de ortaya koymaktadır. Bakın bahsi geçen yazıda Sabahattin ÖNKİBAR ne diyor? :
«Böyle bir şey filmlerde ve romanlarda bile olmaz ama Türkiye’de oluyor! Adam hem Yahudi cesaret madalyalı hem de Hamas sevdalısı!Yahudi madalyası deyip geçmeyin; bu öyle sıradan bir şey değil. 104 yıldır sadece 10 kişiye verilmiş, Recep Bey 11. isim! Bugüne kadar madalyayı alanların tamamı Musevi önder, tek istisna Recep Bey!.. Niye acaba?»
¤ 22 Ağustos 2010 tarihli Yeniçağ Gazetesi’ndeki köşesinde Sabahattin ÖNKİBAR : «Hanefi Avcı’nın AKP’yi bin kere kapattıracak kitabı!» başlıklı yazısı AKP’nin vahim durumunu yansıtmaktadır.
Avrupa’da tanıdığım duyarlı sanatçı, gazeteci, yazar ve öğretmenler Türkiye’deki kültür yozlaşmalarına, Amerikan etkisine ve AKP’nin teslimiyetçi ve tehlikeli politikalarına söyleyecek bir söz bulamıyorlar. Ülkemizin «savunma reflekslerini» kıran, bir «AKP devleti» tesis etmeye çalışan, Türkiye’yi karanlığa götürmekte olan AKP politikalarına «DUR» demek için, 12 Eylül 2010 tarihinde yapılacak referandumda AKP’ye ve anayasasına «HAYIR» demek mecburiyetindesiniz!
Selam ve sevgilerimle.
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Concepteur industriel – Architecte d’intérieur
İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı
55, rue Louise Michel
78711 Mantes la Ville
FRANCE
uzeyir.cayci@free.fr
http://uzeyircayci.sitemynet.com/fleur/index.htmhttp://www.artmajeur.com/serap/
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.