07 Aralık 2023 Perşembe
Kömürden Çıkış Sürecinde Toplumsal Açıdan en Kırılgan İl Adana
Portakal Mevsiminde Kuran Dersleri
ROL-MODEL OLMAK
Anadolu’yu konuşturan usta bir yazar: AHMED HAMDİ TANPINAR
Eğitim mi önemli? Karakter mi?
HER ŞEY TÜRK İÇİN !.. TÜRKE GÖRE İŞİNİZE GELİRSE
Adana’nın Tufanbeyli ilçesini merkeze alan çalışmanın sonuçlarına göre ilçede ekonominin çeşitlendirilmesi, girişimciliğin desteklenmesi, mesleki eğitim, ulaştırma altyapısının iyileştirilmesi gibi önlemlerle kömürden adil bir çıkış mümkün olabilir.
Kömürlü termik santraller ile enerji üretimi ve kömür üretimi faaliyetlerinin yoğun olduğu bölgelerin sosyal kırılganlık bakımından avantajlı ve dezavantajlı yönlerinin incelendiği “Adana – Tufanbeyli Enerji Geçişinde Sosyal Kırılganlık Analizi” yayımlandı.İklim krizine karşı küresel iş birliğini öngören Paris Anlaşması’nın taraflarından biri olan Türkiye, 2021 yılında 2053 için net sıfır emisyon taahhüdünde bulundu. Anlaşma kapsamında başta kömür olmak üzere yüksek karbonlu enerji kullanımının sonlandırılması ve daha temiz ve sürdürülebilir enerji kaynaklarına geçiş yönünde adımlar atılmasını gerektiren bir döneme giren ülkemizin enerji geçişinde sosyal ve ekonomik etkileri dikkate alan ve sosyal adaleti gözeten kapsamlı stratejiler oluşturması gerekiyor. Bu stratejilerin oluşturulabilmesi için kömür bölgelerinin enerji geçişindeki sosyal kırılganlığının, yani kömürden çıkışın sosyoekonomik açıdan olumsuz etkilerine duyarlılığının incelenmesi gerekiyor. WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), Avrupa İklim Eylem Ağı (CAN Europe) ve Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği (SEFiA) tarafından hazırlatılan “Adana-Tufanbeyli Enerji Geçişinde Sosyal Kırılganlık Analizi”başlıklı rapor bu sürece katkı sağlamayı amaçlıyor.
Kömür ekonomisinin yoğun olduğu Adana, Çanakkale, İzmir, Karaman, Kahramanmaraş, Kütahya, Manisa, Muğla, Tekirdağ ve Zonguldak’ın incelendiği araştırmada bu bölgelerin enerji geçişi karşısındaki sosyal kırılganlık düzeyleri ortaya kondu. Adana, sosyal kırılganlığın göç alma, yaşam endeksi, işsizlik, eğitim gibi pek çok unsuru açısından en kırılgan il olarak ortaya çıktı. Adana’nın, yerli kömür ile üretim yapan bir termik santral ve bu santrale kömür tedarik eden madenlerin yer aldığı Tufanbeyli ilçesine odaklanan analiz kapsamında 604 yüz yüze anket ve 55 paydaşla derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilerek bölgedeki kömürden çıkış sürecinde yaşanabilecek sosyal kırılganlık, saha çalışmasında toplanan nitel ve nicel veriler aracılığı ile değerlendirildi.
Kömür sektörü çalışanlarının en güçlü motivasyonu ekonomik sebepler
Adhoc Araştırma Danışmanlık ve Eğitim tarafından yapılan araştırmaya göre tarım sektörü, Tufanbeyli’nin kırsal mahallelerinde öncelikli geçim kaynağı olarak öne çıkıyor. Tarımın hemen ardından Tufanbeyli istihdamının yüzde 19,2’sini kapsayan kömür (maden ve termik santral çalışanları) geliyor. İlçe nüfusunun yaklaşık % 10’unu oluşturan kömür çalışanları bölge halkının geri kalanına göre daha düşük gelir elde ediyor. Ancak tarım, esnaflık gibi ilçede yaygın diğer iş kollarına göre daha düzenli ve güvenceli gelir sunan kömür sektörü ilçe ekonomisine katkısı bakımından önemseniyor. İlçedeki enerji geçişinde sosyal kırılganlığı artıran bir diğer unsur ise sektöre bağımlı nüfusun yüksek olması. Bununla beraber, kömür çalışanlarının yaşadığı hanelerde % 90,1 ile adı geçen sektör öncelikli geçim kaynağıyken, bu hanelerin tamamında en yüksek gelir getiren kişi kömür çalışanının kendisi oluyor. Santral ve madenlerin yarattığı istihdamın yerini alacak alternatif bir sektörün bulunmaması enerji geçişini zorlaştıran en önemli unsur olarak öne çıkıyor. İlçe genelinde eğitim düzeyi de bir başka dezavantaj olarak dikkat çekiyor. Tufanbeyli genelinde ön lisans ve üzeri eğitime sahip olanların oranı (%4,5) Adana merkezine göre daha düşük. Öte yandan, ilçede bulunan okulların santral ve madenlerdeki yerel istihdamı destekleyen bir eğitim sunduğu anlaşılıyor.Kömür çalışanlarının güvenceli ve maaşlı işlerinden vazgeçmek istemeyecekleri, mevcut kömür bağımlılığı nedeniyle ekonomik faaliyetlerin çeşitlenemediği ilçede istihdam, eğitim, erken emeklilik veya yatırım imkanları yaratılmadan kömürden çıkışın yüksek işsizlik ve gençlerin zorunlu olarak başka illere göçmesi ile sonuçlanacağı tahmin ediliyor.
Enerji geçişinde girişimcilik bir çözüm olabilir
Araştırma, kömür çalışanlarının, mevcut işlerinden memnuniyeti görece yüksek olsa da yeni iş imkanının aynı şartları sağlaması halinde işlerini değiştirme konusunda büyük bir dirence sahip olmadığını gösteriyor. Tufanbeyli’de her 4 kişiden 3’ünün imkân olsa tercih edecekleri iş kolunun “esnaflık” olması ise bölge halkı ve kömür çalışanlarının girişimciliğe yatkın bir yapıya sahip olduklarını gösteriyor. Bu durumun enerji geçişinde değerlendirilebilecek bir seçenek oluşturabileceği vurgulanıyor. Ayrıca bölgedeki en büyük istihdam oranına sahip olan tarım sektörünün desteklenmesi de çözümün bir parçası olarak sunuluyor. Çalışma ayrıca, ulaşım altyapısının geliştirilmesi halinde eğitime erişimin güçlenebileceğine; tarım ürünleri nakliyesinin kolaylaşmasıyla rekabet avantajının da artabileceğine dikkat çekiyor. Sektörel çeşitliliğin artırılması, çalışanların beceri setlerinin geliştirilmesi ve geçiş sürecine yönelik mali desteklerin planlanması da, çalışmada öne çıkan diğer öneriler.WWF-Türkiye İklim ve Enerji Programı Müdürü Tanyeli Sabuncu, kömürden çıkış süreciyle ilgili olarak, “Doğayla uyumlu ve sağlıklı bir gelecek için kömürden çıkış tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de şart. Bu sürecin adil ve hak temelli bir biçimde planlanabilmesi için bölgedeki özgün koşulların dikkate alınması gerekiyor. İlçedeki termik santrali işleten şirketin kömürden çıkış hedefiyle Tufanbeyli, önemli bir özelliğe sahip. Bölgede gerçekleştirdiğimiz bu çalışmada ekonomik çeşitliliğin zayıf oluşu, ulaşım altyapısının yetersizliği, düşük eğitim düzeyi, yaşlı nüfusun yüksekliği ve göç eğilimi gibi unsurlar Tufanbeyli’de adil bir enerji geçişi için ele alınması gereken başlıca konular olarak öne çıkıyor” şeklinde değerlendirme yaptı.
Avrupa İklim Eylem Ağı, Türkiye İklim ve Enerji Politikaları Koordinatörü Özlem Katısöz ise “2053 net sıfır vizyonunu gerçekleştirmek için, ulusal ölçeğin yanında, bölgesel ölçekte dönüşüme ihtiyaç var. Bu bölgesel dönüşüm, var olan mağduriyetleri ortadan kaldırma ve yeni yeşil yerel ekonomilerin ortaya çıkaracağı faydaları tabana yayma fırsatı içeriyor. Bunu başarmak için bugünden, 2030 hedefli kömürden çıkış sürecinin takvimlendirilmesine ve enerji geçişinin kapsayıcı, katılımcı ve bölgesel ölçekte, sosyo-ekonomik farklılıklar ve kırılganlıklar gözetilerek planlanmasına ihtiyacımız var” dedi.
Sürdürülebilir Ekonomi ve Finans Araştırmaları Derneği Direktörü Bengisu Özenç de çalışmayı şu sözlerle değerlendirdi: “Düşük karbonlu ekonomiye geçiş aynı zamanda bir bölgesel kalkınma meselesi. Yüksek karbonlu sektörlere bağımlı olarak gelişmiş bölgelerde iklim hedefleriyle uyumlu yeni sektörlerin ortaya çıkması, bölgedeki işgücü becerilerinin bu yeni sektörlerde istihdam edilecek şekilde desteklenmesi gerekiyor. Adil bir dönüşümün sağlanması için bölgelerin geleceğine ilişkin tasarım kadar, mevcut durumun anlaşılması ve bölge halkının, dönüşümü destekleyici paydaşlar olarak konumlandırılması da önemli. Bu anlamda, Adana Tufanbeyli özelinde gerçekleştirilen bu çalışma, sosyal kırılganlık unsurları odağında bölgedeki direnç noktalarını anlamaya ve kömürden adil çıkışın nasıl tesis edilebileceğine dair bölgesel bir perspektif sunuyor. Çalışma, adil geçişin mümkün ve belirli şartlar sağlandığı takdirde sektör çalışanlarının yaşam koşullarını iyileştirme olanağını da içeren bir olasılık olduğunu göstermesi açısından oldukça değerli.”
Rapora buradan ulaşabilirsiniz.
Oksijen konsantratörü cihazları genellikle yoğun bakım tedavisi gören veya göğüs hastalıkları ile ilgili sorun yaşayan hastaların evde devam eden tedavilerinde kullanılır. KOAH ve benzeri kronik solunum hastalıklarında ciddi nefes problemleri yaşayan hastaların tedavilerinde oksijen konsantratörü ile destek sağlanmaktadır.
Oksijen Konsantratörü Nedir?
Oksijen konsantratörü, ortamdaki havayı alıp ayrıştırarak hastaya saf oksijen verilmesini sağlayan elektrikli bir cihazdır.
Oksijen Konsantratörünün Türleri
Oksijen Konsantratörleri, hasta yanı sabit ve taşınabilir modelleri bulunmaktadır. Taşınabilir oksijen konsantratörü modelleri bataryaları sayesinde hastalara kısıtlama olmadan daha özgür hareket edebilecekleri bir konfor sağlar.
Oksijen Konsantratörü Nasıl Kullanılır?
Oksijen Konsantratörü cihazının nasıl kullanılması gerektiğiyle ilgili genel bilgilendirmeyi eve gelen cihazdan sorumlu teknikerler yapmaktadır. Cihazla ilgili hasta yakınlarına verilecek eğitim çok önemlidir. Eğitimin amacı, hasta yakınlarına cihazın tüm özelliklerini ve aparatlarını öğretmeye yöneliktir. Bu sayede aile yakınları cihazla ilgili her hangi bir arıza veya olumsuz durumla karşılaştıklarında ilk müdahaleyi yapabilme yetilerine sahip olurlar. Bir sonraki aşamada problemin devam etmesi halinde ise acilen oksijen konsantratöründen sorumlu kişiyi arayarak teknik destek talep ederler.
Oksijen Konsantratörü Kullanılırken Nelere Dikkat Edilmelidir?
Oksijen Konsantratörü evde kullanılacağından cihazın yanında sürekli olarak teknik bir personel bulunamaz. O nedenle cihazı çok iyi bir şekilde kullanması gereken hasta yakınlarının dikkat etmeleri gereken kurallar vardır.
Bu kurallardan en önemlisi oksijen konsantratörü bulunan bir evde muhakkak yedek oksijen tüpü bulunmasıdır. Oksijen konsantratörleri elektrik ile çalışan cihazlar olduğundan elektriklerin kesilmesi durumunda hastanızın solunum sıkıntısı yaşamaması için evde mutlaka yedek bir oksijen tüpü bulundurulmalıdır.
Oksijen Konsantratör cihazları hassastır. Cihaz ile birlikte kullanılan aksesuar parçalarının (özellikle filtresinin) temizliği ve bakımları önemlidir. Aparatların belirli periyotlarda değişmesi gereklidir. Bu nedenle düzenli aralıklarla değişmesi gereken parçaların kontrolünün yapılması gerekir.
Oksijen Konsantratörü uzatma kablosu ile TV, elektrikli ısıtıcı ile aynı fişe takılmamalıdır. Aksi taktirde yüksek elektrik harcanması nedeniyle kablo yanabilir, kısa devre oluşabilir, oksijen konsantratör cihazı ve diğer cihazlar arızalanabilir.
Saf oksijenin yanıcı özelliği olması nedeniyle oksijen konsantratörünün ateş, benzin, gaz, tüp gibi yanıcı özelliği olan maddelerden uzak tutulması gereklidir.
Oksijen konsantratörünün halı veya döşeme üzerinde çalıştırılması filtrelerinin daha çabuk tıkanmasına bağlı olarak bakteri çoğalmasına ve enfeksiyonlara karşı risk oluşturabilir. O nedenle taş ve düz zemin üzerinde cihazın tutulması önemlidir.
Oksijen konsantratörü çalışırken ortamdaki havayı oksijene çevirdiği için cihazın serin ve havadar ortamlarda tutularak ısınmasının engellenmesi sağlanmalıdır. Duvar dipleri, kalorifer veya soba gibi cihazların yanında tutulmamalıdır.
Cihaza sıvıların teması engellenmelidir. Cihazın nemlenmesini sağlamak için kendi kapları kullanılmalıdır. Kaba bir miktar su konulmalı ve azaldığında yenilenmelidir. Aksi taktirde cihazda ıslanmaya bağlı arızalar görülebilir ve garanti kapsamından çıkabilir.
Oksijen konsantratörünün üzerinde bulunan uyarı ışaretlerine dikkat edilmelidir. Düşük veya yüksek basınç tuşları mutlaka kontrol edilmelidir. Belirtilen ışıklar yanıyorsa teknik ekiple görüşülmelidir. Çünkü bu durumun devam etmesi hastalarda baş ağrısına neden olabilir. Hasta cihazı kullanmayı reddedebilir.
Hasta yakınları teknik ekipten cihazla ilgili detaylı bilgileri en iyi şekilde almış olsalar da, yine de cihazın yanında mutlaka kullanma kılavuzunu bulundurarak gerektiğinde destek almalıdır.
Hastaya verilen havanın nemli olması için kabın içerisinde bulunan suyun minimumun altında olmamasına dikkat edilmelidir. Aksi taktirde hastanın burnu, boğazı ve ciğerlerinde kuruma yaşanmasına bağlı olarak öksürük başlayabilir.
Oksijen konsantratörleri hekimin hasta için uygun gördüğü koşullar çerçevesinde kullanılmalıdır. Hekimin planladığının haricinde, oksijen kullanım sıklığını arttıran hastalarda bağımlılık yaşanabilir. Oksijen verilen hastaya bir süre sonra hava yetersiz gelir ve sürekli yüksek miktarda oksijen almak ister. Bu durum hastanın kötüleşmesine ve sağlık sorunlarına neden olabilir.
Oksijen konsantratör cihazında arıza olması halinde iletişimde olunan teknik servis yetkilisi ileen hızlı şekilde iletişime geçilmesi gerekir.
Oksijen Konsantratörü Kiralama
Oksijen Konsantratör cihazları hastaların durumuna ve aile yakınlarının talebine göre kısa süreli veya uzun süreli olarak kiralanabilmektedir. İstenilen oksijen konsantratör cihazının kiralanması aşamasında evde sağlık hizmetleri veren resmi kurumların tıbbi cihaz kiralama hizmetinden faydalanabilir ve kiralama işlemi karşılıklı yapılacak bir sözleşme ile organize edilebilir.
Annabel Stehli’nin hayatı tam bir kabustu. Büyük kızı kan kanserinden ölmüştü ve küçük kızı Georgie de otistikti. Doktor*lar tarafından durumu “ümitsiz” olarak nitelendirilince dört yaşındaki Georgie bir zihinsel hastalıklar hastanesine konmuştu. Kocasıyla Avrupa’ya yaptığı bir yolculukta Stehli Guy Berard adlı Fransız doktorun geliştirdiği bir tedavi olduğunu duydu. Georgie’nin doktorunun karşı çıkmalarına rağmen Stehli kızın Fransız doktorun Annecy’de bulunan kliniğine götürdü. Burada Berard kızın işitme duyusunun aşırı hassas olduğunu hafif bir sarsıntının bile ona acı verdiğini bu nedenle yüksek seslerin onu isteri krizlerine ve şiddetli acılara sürükleyebileceğini gördü.
Aldığı işitme eğitiminin sonucunda Georgie iyileşti ve normal bir şekilde gelişmeye devam etti üniversiteden mezun olduktan sonra başarılı bir ressam oldu. Stehli kızının acıklı öyküsünü Bir Mucizenin Sesi (The Sound of a Miracle) adlı kitabında anlattı ve otistik diğer çocuklara ses ve müzik tedavisi yoluyla yardım etmek için Georgiana Derneği’ni kurdu.
Doğuştan beyni hasar görmüş kör ve otistik olan Tony de Blois binlerce şarkıyı ezberden biliyordu ve yaptığı caz doğaç*lamaları hayranlık uyandırıyordu. Sadece bir kere duyduğu neredeyse her ezgiyi piyanoda çalabiliyordu. Ancak diğer alanlar*da çok yetersizdi ve doktorlarca “Geri zekalı dahi” olarak ta*nımlanmıştı. Müziğe karşı duyduğu bu ilgi iki yaşındayken onun hala oturmayı öğrenemediğini görüp paniğe kapılan anne*sinin ona küçük bir org vermesiyle başladı. Annesi oğlunun en azından orga doğru uzanırken dik oturmayı öğrenebileceğini düşünmüştü.
“İlk altı hafta cehennem gibi geçti” diye hatırlıyor. “Tony olası her nota bileşimini tekrar tekrar çalıyordu. Ama bir gün ben mutfaktayken “Parılda Parılda Küçük Yıldız”ın ilk notaları çalındı kulağıma. Salona geldim ve ona o ezginin devamını öğ*rettim.” Şimdi Tony’nin öylesine büyük bir yeteneği var ki Bach Andrew Lloyd Webber ve karmaşık caz parçaları arasın*da hiç zahmet etmeden geçiş yapabiliyor.
Wendy Young’ın oğlu Sam altı haftalıkken bağırsaklarında*ki çeşitli normal dışı durum yüzünden ortaya çıkan şiddetli bir karın ağrısı çekmeye başladı. Çocuk kendisini rahatlatacak hiç*bir yol bulamıyordu; sabah saat on ya da on bir civarında ağla*maya başlıyor ve gece on bir on ikiye kadar da ağlamaya devam ediyordu. Anne ve babası beşikte sallamaktan şarkı söylemeye yürütmeye arabaya bindirmeye şifalı bitkilere ve koca karı ilaçlarına kadar her yolu denediler.
Profesyonel bir müzisyen olan Young’ın evinde sürekli mü*zik çalınıyordu ama hiçbir şey oğlunu yatıştıramıyordu. Bir gece Young kendi kendine tınlamaya başladı o zamanlar bu yaptığı*nın tınlama olduğunu bile bilmiyordu. İki ayrı perdeden söyle*yerek çıkardığı sesler bir sis düdüğüne benziyordu ve oğlu ağla*mayı kesince çok şaşırdı. Aslında bebek annesinin kollarında uykuya dalmıştı. Aylar sonra çocuğun bağırsak sorunu geçti ve Young’ın ailesi (bir de elbette sabırlı komşuları) tekrar huzura kavuşabildi.
Öykü burada bitmiyor. İki buçuk yaşındayken Sam’e otistik teşhisi kondu. Geçmişe dönüp baktığında Young oğlunun duyusal verileri algılama yeteneğinin çok küçükken bile varolmadığını görüyordu. Sam şimdi yedi yaşında ve diğer birçok otistik davranışının yanı sıra sese karşı tahammülü çok düşük Sam’in sokaktaki trafiğin gürültüsünü duyduğunda dertop olduğu ve evde elleriyle kulaklarını kapatıp mırıldandığı göre*memiş bir şey değildi. Ayrıca Sam gittikçe daha şiddetli öfke nöbetleri geçiriyordu ve bu yüzden ilaç tedavisi görmeye de başladı.
Neredeyse bir yıl boyunca Young benim atölye çalışmaları*ma katıldı ve oğluna müzik ve sesle yardımcı olabilmenin yol*larını araştırdı. Sam’e şarkı söylemeye çalıştığında oğlu ona “defolup gitmesini” söylüyordu. Davul çalma denemeleri de boşa çıktı. Sonra bir gün müzik ve kolik hastalığı ile ilgili bir ma*kale okurken Young’ın aklına sis düdüğü sesi çıkarmak geldi. Bu sesi çıkarmaya başlar başlamaz oğlu yanına geldi ve sesin en çok titreştiği yer olan annesinin göğsüne sırtını dayadı. Sam an*nesinin başını kendine doğru çekti ve ona gülümsedi. Young şa*şırmıştı. Durup onun tepkisini gözledi. Sam “Devam et” dedi.
Sis düdüğü konusunda şüphesi olan Young bunu teste tabi tuttu. Bütün otistiklerde görüldüğü gibi Sam da bir filmi jeneriğindeki en son satır geçene kadar izliyordu. Young ona televiz*yonu kapatmaları gerektiğini söylediğinde Sam Benim Tatlı Me*leğim (My Fair Lady) filminin şarkısına eşlik ediyordu. Sam huzursuzlaşmaya başladığında Young ona “Sam tamam ca*nım…(sis düdüğü sesi)….şimdi gitmemiz gerek…(sis düdüğü se*si)….sonra da seyredebiliriz bunu….(sis düdüğü sesi)….”dedi.
Sam sakinleşti. Young’ın televizyonu kapatmasına izin ver*miyordu ama birdenbire onunla beraber tınlamaya başladı. Ona “Tut beni” deyip kucağına oturdu kollarını boynuna doladı ve fısıldadı “Benimle birlikte mırıldan.”dedi. Sonunda Young filmi ileri sarıp jenerik bölümüne gelebildi beraberce bu bölümü de seyredip televizyonu kapattılar.
Bir başka vaka çalışmasında Wales’deki tıp araştırmacıları otistik ve iletişim kuramayan üç yaşındaki bir kızın iki yıl bo*yunca müziğin ağırlıklı olduğu bir Tıbbi Etkileşim Tedavisi gör*dükten sonra düzelme kaydettiğini bildirdiler. Evde haftada iki kez yapılan yirmişer dakikalık seanslarda anne çocuğa içinde sallama okşama ve gıdıklama olan oyunlar oynatır kafiye ses ve şarkı söyleme çalışmaları yaptırdı. Küçük kıza sanki iletişim so*runu yokmuş gibi davranıldı ve anneyle çocuk sırayla oyun oy*nadılar. Eski sessiz filmlere piyanistin eşlik etmesi gibi bir mü*zisyen de anne ve çocuğuna harple eşlik etti. Harp müziği anne ve çocuk arasındaki etkileşimin ruhuna zamanlamasına ve anla*mına uygun olarak çalınıyordu. Örneğin çocuk anneden uzak durunca müzik daha hafifliyordu etkileyici etkileşim anlarında işe yükseliyordu.
Sonuçlar çok açıktı. Terapiden önce çocuk annesinin varlığı*nı her altı dakikada bir fark ediyordu. Terapiden sonraysa bu da*kikada bir gerçekleşmeye başladı. Tedavinin bir sonraki aşama*sında bu süre dokuz saniyeye kadar düştü. Göz teması eskiden üç dakikada bir gerçekleşirken programın başlangıcında dakikada ikiye ve ilerleyen aşamalarında dakikada altıya kadar yükseldi. Terapiden önce çocuk annesiyle zamanının yüzde 20’sinde ileti*şim kurabilirken bu daha sonra yüzde 75’e çıktı. Eğitimin sonla*rına doğru çocuk annesini aniden muziplik etti ve bildik el çırpmalı bir şarkıda onunla göz teması kurup annesinin eşofmanını açtı ve midesinin üstünde el çırpmaya başladı. Oyuncak bir hay*vanı bisküviyle “besledi” daha önce hiç yapmadığı halde bebek*lerinin elbisesini “yıkadı”. Çalışma sona erdikten sonra iki yıl da*ha çocuk gözlendi ve bu olumlu etkilerin kalıcı olduğu anlaşıldı.
Amerikan Tıp Birliği Dergisi (Journal of the American Medical Association) davul çalan otistik bir çocukla piyano başın*daki bir piyanist arasındaki sözsüz iletişimin çocuğu yalnızlıktan kurtarabildiğini bildirmiştir. New York Üniversitesi’ndeki Nordorff-Robbins Müzikle Terapi Merkezi’nin yöneticisi olar. Prof. Dr.Clive E. Robbins “Hayata başarılı bir şekilde uyum sağlayamayan insani ilişkilere tahammül edemeyen ya da ileri*sim sorunu olan bir çocuğunuz varsa bu doğaçlama tekniği çok etkili olabilir.”diyor. Müzikle sağlanan etkileşimi bir diyaloga benzeten Robbins şöyle der “Bu çocuğun zihnine ulaşmanın bir yolu. Konuştukça aslında doğaçlama yapmış oluruz. Sen bir soru sorarsın ben de cevap veririm. Bunun müzikle yapıldığını dü*şünün. Dil öğrenme sorunu çeken çocuklara ulaşmak için kullandığımız konuşma yöntemi kadar esnek bir şekilde kullanıla*bilir müzik. Müzik yöntemi bu sorunları çözmek için yan bir yoldur. Sinirsel araştırmalar beynin müziğe tepki olarak yapay bir etkinlik içine girdiğini göstermiştir. Bazıları beynin organik bağlantıların mekanik olarak değil de bir orkestra gibi çalışabil*mesi için temelde böyle programlandığını söyler.”
Hayatımızda büyük bir yer tutan televizyonun insanlar üzerinde olumlu olumsuz bir çok etkisi bulunmaktadır. Son dönemlerde yapılan araştırmalar ülkemizin televizyon izlemede dünya ülkeleri arasında ilk sıralarda yer aldığını göstermektedir. Televizyonun insanlar üzerindeki etkisine bakıldığında, çocukları daha fazla etkilediği görülmektedir. Bu yazıda öncelikli olarak televizyonun otistik çocuklar üzerindeki etkisine bakılacaktır.
Otizm, bireyin dış dünyanın gerçeklerinden uzaklaşıp kendine özgü iç dünya yaratması durumudur. (Öztürk,1997)
Otizm kısaca Sosyal etkileşimdeki yetersizlik, iletişimdeki eksiklik ve çeşitli takıntılarla kendini gösterir.
Otizmin ortaya çıkma sıklığı 30 aydan önce olmaktadır.0-3 yaş psiko-sosyal anlamda çocukların bir çok kazanımının olduğu dönemdir. Bu dönemde oluşabilecek bir problem çocuğun ileriki yaşamını da olumsuz etkileyecektir.
Otistik çocuğu olan aileler genellikle televizyon karşısındaki çocuklarını şu cümlelerle anlatmaktadırlar:
“Televizyon karşısında saatlerini geçiriyor televizyon seyrederken davul çalsa bile dönüp bakmıyor”,
“Adeta televizyonun içine girerek izliyor” ,
“Özellikle reklamlara ve kliplere karşı aşırı ilgisi var başka odada olsa bile bunların sesini duyduğu anda koşup gelerek izliyor”,
“İzlediği programı kapattığımızda öfke nöbetleri geçirecek derecede tepki veriyor” ,
“Bizimle konuşmuyor ama reklam ve şarkı repliklerini saatlerce kendi kendine mırıldanıyor”
Otistik bireyleri tanıyanlar bu serzenişleri eminim bilirler. Peki otistik çocuklar neden televizyon karşısında saatlerini geçirirler ve bundan hoşnutturlar.
Kimi çocuklar televizyon karşısında ailelerinin zorunluluklarından (anne babanın çalışması, çocuğun fiziksel bir rahatsızlığı, anne babanın ev ile ilgili sorumlulukları vb.) dolayı fazla zaman geçirirler. Ayrıca televizyon karşısında zaman geçiren çocuğun uslu durup aileyi uğraştırmaması, ailenin çocuğa yanlış model olması da çocukların televizyon karşısında zaman geçirmesini artırmaktadır. Bu dönemde çocuğun çevresini model alıp konuşmayı öğrenmesi,sosyalleşmesi gerekirken televizyon karşısında saatler geçiren çocukta konuşmada gecikmeler, sosyal etkileşimde problemler görülebilmektedir. Bunun bir nedeni televizyon seyretmenin, pasif bir etkinlik olması ve çok fazla dikkat gerektirmediği için çocuğun sosyalleşmesinde ve ifade edici dilinde problemlere sebep olabilmesidir.
Televizyon yalnız görsel algıya hitap eden doğası gereği, beynin sağ yarım küresindeki dille ilgili bölgenin gelişimini engellemektedir. Aşırı uyarıcı öğelerle donatılmış programlar (çocuk programları, klipler, reklamlar) beynin birkaç dikkat bölgesini etkileyecek şekilde ayarlanmıştır. Çocuk uzun süre televizyon seyredip bu aşırı uyaranlara alıştığında, hafif uyaranlara dikkatini vermemekte bu nedenle böylesi programlar, onun oyunlarda ve sosyal ilişkilerinde özgürce beynini kullanmasını engellemektedir.
“Televizyon otizme neden olur mu?”
Televizyonun otizme neden olduğu konusunda bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak bazı otizm belirtilerini artırdığı söylenebilir. Televizyonun diğer bir olumsuz yanı ise verilen eğitimi bazı noktalarda olumsuz etkilemesidir. Örneğin iletişimi artırılmaya çalışılan bireyin televizyonun karşısında saatlerce zaman geçirmesi verilen eğitimi de olumsuz etkileyip bireyin öğrenmesini de yavaşlatacaktır.
Televizyonun otistik ve otistik belirtiler gösteren çocukları sosyal etkileşim ve dil ile ilgili alanlarda olumsuz etkilediği görülmektedir.Televizyon karşısında saatler geçiren çocuğun aldığı eğitimde de bazı noktalar olumsuz etkilenmektedir.
ÖNERİLER:
• Amerikan Pediatri birliği yapılan çalışmaları temel alarak yıllık yayınladığı tavsiye ve önerilerde 0-2 yaş arası çocuklarına tv izletilmemesini öneriyor. Bu dönemde çocuğunun iletişimini artırmak gerekiyor. Otizm 3 yaşından önce ortaya çıktığı için bu dönemde çocuğa televizyon seyrettirilmemelidir. 3 yaşından sonra otizm belirtileri gösteren çocuklara bir saatten daha az televizyon seyrettirilebilir.
• Otistik çocuk televizyon karşısına oturtulup televizyon ile baş başa bırakılmamalıdır. Aile çocuk ile birlikte çocuğun algılama düzeyine uygun programlar izlemelidir. İzlenilen program ile ilgili çocuğa bilgi verilmeli ve çocuğun çevresinden kişiler ile iletişiminin devam etmesi sağlanmalıdır.
• Bazı otistik çocuklar belirli cd’leri defalarca izleyerek cd’nin her karesini ezberleyecek duruma gelirler. Bu durum otistik çocuğun rutine alışmasını sağlayacaktır. Hep aynı cd.’ler yerine farklı cd’ler izletilerek bu rutin davranışların önüne geçilebilir.
• Seçilecek programların çocuğun psiko – sosyal durumuna uygun olmasına özen gösterilmelidir.
• Aile televizyon izleme ile ilgili çocuğa örnek olmalı ve zamanının büyük bölümünü televizyon karşısında geçirmemelidir.
• Özellikle bakıcıya bırakılan otistik çocuğun saatlerini televizyon başında geçirmemesi için bakıcı bilgilendirilmelidir. Çocuk ile birlikte yapılabilecek etkinlikler gösterilerek model olunmalıdır.
• Anne – baba otistik çocuk ile iletişimi artıracak oyunlar oynamalıdır.
• Çocuğun dikkatini çekecek bol resimli hikayeler okunmalıdır.
• Çocuğun boş zamanlarını daha iyi değerlendirmesi için oyun hamuru, Pazıllar, boyamalar vb. oyunlar oynanmalıdır..
Çocuğuyla ilgili en ufak bir şüphe bile duyan aileler mutlaka bir uzmandan yardım almalıdır.
Sosyal hizmet uzmanı ve engelli arasındaki iletişim çok önemlidir. Bu çalışma zihinsel engelliler ve uzman arasındaki iletişim üzerine planlanmıştır. Sosyal hizmet uzmanının engelli kişi ile kurduğu hertürlü mesleki ilişki iletişime dayalıdır. Uzmanın kurduğu ilişki ise onun engelliye nasıl baktığına göre değişmektedir. Bu nedenle çalışmanın ilk başında engellilikle ilgili olarak teorik yaklaşım ve engellilik tanımları üzerinde kısaca durulacaktır. Çalışmanın ikinci bölümünde ise sosyal hizmet uzmanı ve engellinin etkileşimi ele alınacaktır. Son bölümde, zihinsel engelli ile iletişimde oyunun önemi üzerinde durulacaktır.
Giriş
Sosyal hizmet mesleğinin en önemli uygulama alanlarından birisi engelli, engelli ailesi ve engelli nüfusu bulunan toplumdur. Engelli olmayan toplumlar hemen hemen hiç yok gibidir. Ancak engellenen nüfusu az ya da fazla olan toplumlar sözkonusudur. Gelişmekte olan ya da az gelişmiş toplumlarda engelli nüfus daha fazla gelişmiş sanayi ülkelerinde ise daha az olarak tahmin edilmektedir. Az gelişmiş ya da gelişmekte olan toplumlarda engelli nüfusun artmasına yol açan faktörler daha fazladır ve engelli olmanın önlenmesi de zordur.
Engellilik, doğuştan ve kazanılmış olmak üzere iki ana grupta toplanabilir (BÖZİ 1999). Doğuştan olan engellilikte doğum öncesi, doğum sırası ve anne ile ilgili faktörler çok belirleyicidir. Akraba evlilikleri, kalıtım, toplumda yaygın sağlık hizmetlerinin olmaması ya da bu hizmetlerin bölgeler arası eşit olmayan şekilde dağılmış olması, kadın eğitiminin çok düşük olması, anne olma yaşının küçüklüğü, doğum öncesinde annenin sağlık kontrollerinin olmayışı, çok çocuk dünyaya getirme, doğumun sağlık personeli gözetimi altında yapılmaması,doğum sırasında çocuk ve annenin bazı risklerle karşı karşıya kalması, bulaşıcı hastalıklar, çeşitli çocuk hastalıkları, ateşlenme ve benzerleri doğum öncesi ve doğum sırasında engelliliğe yol açan faktörler olarak sayılırlar.
Doğumdan sonra kazanılmış engelliliğe yol açan faktörler olarak ise kazalar, hastalıklar ve doğal afetlerdir.
Engelli olma durumu ile ilgili olarak öncelikle engeli bulunan kişilerin özel durumlarını belirleyici ortak isim bulmakta zorluk yaşanmaktadır. Özürlülük, engellilik, sakatlık, anormallik, muhtaçlık gibi çeşitli isimlendirmeler arasında ortak bir noktada buluşmak mümkün olmamaktadır. İkinci olarak ise engelli yada engelliliğin tanımlanması açısından bir güçlük sözkonusudur. Çeşitli kurum ve kuruluşlar engelliliğe bakış açılarını tanımlarına yansıtmaktadırlar. Örneğin, 1475 Sayılı İş Kanunu, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu,506 Sayılı S.S.K. kanunu, 1479 Sayılı Bağ-Kur Kanunu, 5434 Sayılı Emekli Sandığı Kanunu, 2828 Sayılı SHÇEK kanunu, 192 Sayılı gelir Vergisi Kanunu, 2916 Sayılı Özel Eğitime Muhtaç Çocuklar kanunu gibi.
Ulusal mevzuatımızın içinde engelliler ile ilgili yaptırımların yanı sıra her kurum kendine göre engelliliği ve engelli olan kişiyi tanımlamıştır.
Uluslararası mevzuat açısından bakıldığında ise, Uluslararası Çalışma Örgütü(ILO), Dünya Sağlık Örgütü(WHO), Birleşmiş Milletler(UN)’in engellilik ile ilgili tanımlarının olduğu görülür. Engelliliğin tanımlanması engelli olma durumuna nasıl bakıldığını göstermektedir. Bu nedenle engelli olma durumun tanımlanmasından önce kısaca engelliliği ele alan bazı yaklaşımlar üzerinde durulacaktır.
Teorik Yaklaşımlar
Engelliliği tanımlamak hiç kolay olmayan birşeydir. Teorik yaklaşımların öncelikli hedefi konuya zemin oluşturmak ve yine konuya hangi açıdan nasıl bakıldığını göstermektir. Engellilikle en çok bilinen teorik yaklaşımlar medikal, sosyal, politik, kültürel(Gilson ve Depoy,2000) bakış açılarıdır. Bu yaklaşımların yanısıra engelliliğe ilgili olarak olumlu duygu ve düşüncelerin geliştirilmesine yönelik model çalışması da bulunmaktadır(Swain, French,2000) de bulunmaktadır.
Engellilikle ilgili ilk teorik yaklaşım olan medikal modelin tıpta kullanılan hastalık bakışından doğduğu bilinmektedir. Bu görüş engelliliği bireysel bozukluklar ve biyolojiye bağlı olarak açıklamaktadır. Özellikle “normal” olmanın çok yaygın olduğu bir dönemde ortaya çıkan bu görüş, engellilerin “normal” olması için gerekenler üzerinde durur(Arıkan,2001).
Sosyal model ise sosyal olarak yapılandırılmıştır. Engellilere yönelik olumsuz tavırlar, engellilerin sınırlı fiziksel hareket etmeleri,sınırlı iletişimleri, ya da kaynaklardan sınırlı yararlanıyor olmaları, istedikleri şekilde rollerini yerine getirmelerine fırsat tanınmaması sosyal modelin gelişmesini hızlandırmıştır. Engellilik bir insan farklılığı olarak görülüp, tedavi edilmesi ya da rehabilite edilmek zorunda olunan bir özellik olarak değerlendirilmemektedir. Bu bakış açısına göre, kişinin iletişim içinde olduğu sosyal yapı ve hizmetler tarafından bu durum “problem” olarak görülmektedir. Engelli insanları değiştirmeye çalışmak ya da onu engelli olarak tutmak yerine tüm psikolojik, fiziksel,sosyal,mesleki gelişimi engelleyen çevresel ve sosyal engellerin kaldırılmasını ve hizmetlerin sunulmasını öngörür(Gilson ve Depoy,2000).
Politik ve kültürel yaklaşımların çıkış noktaları sosyal model olmaktadır. Politik model sosyal modele çok benzemektedir. Bu görüşe göre, engellilik, bireyin çalışma ve bir sosyal gruba ekonomik katkılarda bulunma kapasitesine müdahale eden bir koşul olarak görülür. Satınalma gücü olanlar tarafından elde edilen bazı ayrıcalıklar engelli kişilerden parça parça ya da tamamen uzak tutulmuştur. Çünkü engelli kişilerin değişecek şeyleri yoktur. Bu görüşe göre engellinin içinde yaşadığı toplum, politikalar, mevzuatlar ve hatta sosyal değişmeler engelliye uygun değildir. Ancak gelecekteki politikalar ancak engelliye uygun olacaktır(Gilson ve Depoy,2000).
Kültürel olarak engelliliği tanımlamak engelliliğin içsel belirleyicilerinin altında yatar. Engelli kişilerin biraraya toplanmasıyla özellik bulan bir söylevi vardır. bu görüşe göre,kendini engelli olarak tanımlayan kişiler aynı söylemleri,dili,deneyimleri paylaştıkları özgün bir gruba dahildirler. Bu görüşe göre engellilik fikri bir gruba ait olma ve engellilik özdeşimini paylaşmayan diğer gruplardan ayrılmaktır. Irk, sınıf,cinsiyet ve güç bir birlik içinde sıkıca bağlanan engelli kişilerin paylaştıkları deneyimlerin önemli belirleyicileridir(Gilson ve Depoy,2000).
Engellilik ile ilgili teorik yaklaşımlardan kaynaklanan ya da bu yaklaşımlara yolaçan bazı engellilik tanımları ise şöyledir(BÖZİ,1999):
Dünya Sağlık Örgütü(WHO) engelliliği üç ayrı kategoride ele almaktadır.
Yetersizlik(impairment): Sağlık bakımından psikolojik,fizyolojik ve anatomik(fiziksel) yapı veya fonksiyonlardaki eksikliği ve anormalliği ifade eder.
Özürlülük(Disability): Bir aktiviteyi normal tarzda veya normal kabuledilen sınırlar içinde gerçekleştirmekteki kısıtlılık veya yetersizliktir.
Engellilik(Handicap): bir yetersizlik veya özür nedeni ile yaşa, cinsiyete, sosyal ve kültürel faktörlere bağlı olarak kişiden beklenen rollerin kısıtlanması veya yerine getirilememesidir.
Dünya Sağlık Örgütünün bu tanımı engelli kişilerin “kısıtlılığı” ve “normal” olmama durumunu vurgulamaktadır. Medikal modelin temelinde yatan “kısıtlılık” ve bireysel patoloji görüşünün temelinde bu tanımın önemli etkileri olmuştur(Arıkan,2001).
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun İnsan Hakları Bildirgesi’ne ek 3447 Sayılı Sakat Kişilerin Hakları Bildirisinin 1. Maddesine göre özürlü[1] “normal bir kişinin kişisel ya da sosyal yaşantısında kendi kendisine yapması gereken işleri, bedensel veya ruhsal yeteneklerindeki kalıtımsal ya da sonradan olma herhangi bir noksanlık sonucu yapamayanlar sakattır” şeklinde tanımlanmaktadır(BÖZİ;1999). Uluslar arası düzeyde kullanılan bu iki tanıma bakıldığında “normal” ve “kısıtlanma” konusunun vurgulandığı görülmektedir. Türkiye’de üzerinde anlaşılmış bir genel tanım ya da içerik çalışması bulunmamaktadır. Aynı zamanda engelli ve engelliliğe ilişkin biden fazla da kavram kullanılmaktadır. Özellikle son zamanlarda “özel ihtiyaç grupları “kavramı kullanılmaya çalışılmaktadır. Ancak bu kavram yoksul, korunmaya muhtaç, engelli ,istismara uğramış bütün ihtiyaçları da kapsadığı için çok büyük bir genelleme yapılmış olmaktadır.
Engellilik bedensel, zihinsel ve ruhsal olmak üzere üç biçimde yaşanmaktadır. Bu çalışmanın konusu olarak zihinsel engelliler ele alınacaktır.
Sosyal Hizmet Uzmanı ve Zihinsel Engelli
İletişim yaşamımızın her alanında ve her anında sözlü ya da sözsüz, sesli yada sessiz kullandığımız bir araçtır. En kısa tanımı ile iletişim, bir kaynak ve alıcı arasında bilgi, duygu ve düşünce aktarımıdır. İletişim sırasında bu alışverişde bir kopukluk ya da hatalı iletim söz konusu olabilir. Bu nedenle iletişim sorunları ortaya çıkar. Günümüz iletişim çağı olarak kabuledilmektedir. Uzaysal iletişimler, uydular, internet, uzaktan telefonlar, filmler, yayınlar, müzik, sanat, ve pek çok şey iletişimimizi arttırmaktadır. Ancak insanlar uzaktan bu şekilde haberleşip birbirleri ile iletişim kurabildikleri halde yüzyüze iletişimlerde bir azalma ve iletim kuramama sorunu ile karşılaşıyorlar. Uzaktan iletişimlerde ve yüzyüze iletişimlerde amaç insanların birbirine duygu ve düşüncelerini aktarmalarıdır. Uzaktan yüzünü görmediği, sesini duymadığı kişilerle iletişim kurarken çok fazla dikkat edilmeyen pek çok unsur yüz yüze iletişimde önemli rol oynar. Bu karşılıklı iletişimin yani etkileşimin gücüdür. İletişim sırasında jest ve mimikler, dokunma, sarılma, itme, bağırma, ağlama, gülme etkileşimi temelde etkiler.
Sosyal hizmet uzmanı mesleki ilişki prensipleri dahilinde müracaatçıları ile iletişim kurar. Mesleki ilişkinin temelinde müracaatçının uzman tarafından kabul edilmesi, müracaatçının kendi kaderini tayin etme hakkının varlığı ve bunu sosyal hizmet uzmanının koruması, duyguların anlamlı ifade edilmesinin sağlanması gibi ilkeler bulunmaktadır. bu ilişkinin gelişebilmesinde ise sosyal hizmet uzmanının müracaatçısı ile kurduğu iletişim önemlidir. özellikle zihinsel engelliler ile mesleki ilişkide uzman çok ön plandadır. Zihinsel engelli iletişimi ve mesleki ilişkiyi ihtiyaçları yönünde geliştiremez ve kendi isteklerini anlamlı ifade edemez. Bu durumda müracaatçının kendi kaderini tayin etme hakkını yaşaması söz konusu olamamaktadır. Zihinsel engelliler ile çalışmada sosyal hizmet uzmanı ve aile engellinin yaşamında çok önemli yer tutar.
Zihinsel engelliler diğer engel gruplarından çok farklı olarak bir başkasına fiziksel, duygusal ve düşünsel bağımlılık yaşamaktadır. Bir başkası olmadan yaşamını güvenli ve sağlıklı sürdürmesi mümkün değildir. Bu nedenle zihinsel engelliler ile yapılan çalışmalarda toplum, aile ve meslek grupları onların yararını en üstte tutmak durumundadır(Küçükkaraca,2000).
Mesleki çalışma açısından zihinsel engelli ile iletişime bakıldığında iki önemli öge vardır. Uzman ve zihinsel engelli çok önemlidir. Zihinsel engelli ve mesleki açıdan aile ve toplum da çalışmanın temelini oluşturmaktadır. Burada ele alınan iletişim uzman ve müracaatçısı olan zihinsel engellinin arasında birebir kurulan ilişkidir.
Sosyal hizmet uygulamaları açısından mesleki ilişki ve iletişimde uzmanın ve zihinsel engellinin yeri üzerinde durulacaktır.
Sosyal hizmet uzmanının temel mesleki becerileri arasında müracaatçısı ile iyi bir diyaloğu geliştirebilmesi, müracaatçının ihtiyaçlarını görebilmesi, müracaatçıdan aldığı bilgileri yorumlayabilmesi çok önemlidir. Bu nedenle müracaatçının sorunun ele alınabilmesinde temel olarak sosyal hizmet uzmanın mesleki ve iletişim becerilerini çok iyi kullanıyor olması yatar. Sosyal hizmet uzmanının müracaatçısı ile karşılıklı etkileşiminde önemli yer tutan ögeler şunlardır:
· Yardım edebilmek için ihtiyaç duyulan bilgiyi toplamak
· İhtiyaçlarla ilgili duygu ve düşünceleri ortaya çıkarmak
· Duygu ve düşüncelerin ifade edilmesini sağlamak
· Çalışmayı yapılandırmak
· Bilgi vermek, danışmanlık yapmak, teşviketmek ve gerekli yönlendirmeleri yapmak
Bu etkileşimi sağlamak için uzman kullanacağı iletişimde; sözel ve sözel olmayan mesajların anlamlı olmasına, mesajlarının müracaatçı tarafından anlaşılabilmesi için basit, özel ve dikkatle seçilmiş olmasına, uzmanın verdiği mesajların müracaatçı tarafından anlaşılmasına, müracaatçıyı etkileyen aile, okul, toplum gibi etmenlere özen göstermelidir. Her müracaatçı ile çalışırken uzman bunlara dikkat etmelidir. Çünkü kendini ifade edemeyen bir zihinsel engelli de kendisine yönelik kabul davranış ve duygularının farkındadır.
Farklı özellikleri olan gruplarla çalışma yapan uzmanların bu gruba yönelik duygu, düşünce ve tutumlarını gözden geçirmesi gerekir. Gruba yönelik duygularının farkında olan sosyal hizmet uzmanı çok daha başarılı olacaktır. Farklı gruplara yönelik duyguların her zaman olumsuz olması gerekmemektedir. Olumlu duygular da zaman zaman uzmanın çalışmalarını aksatacaktır. Çok fazla olumlu duygu ya da sempati ilişkisinin kurulması uzmanı müracaatçılarına kendisini adamasına yol açacaktır. Zihinsel engelliler ile çalışma yapan uzmanın da kendisini bu grup ile ilgili olarak duygu, düşünce ve tutumları açısından değerlendirmesi gerekir. Ayrıca çalışma yapılacak olan alan ile ilgili teorik bilgiler ise uzmanın her zaman ihtiyaç duyacağı bir konudur. Bilimsel çalışmalar dünyanın her yanında yapılıyor ve bunlar çok hızlı bir şekilde de yayılmaktadır. Uzmanın kendisini yeni çalışmalar ışığında geliştirmesi ve kendi deneyimlerini diğer çalışanlar ile paylaşması gerekir. Uzman farklı bir grup ile çalışırken mesleki uygulama becerilerini de gözden geçirmelidir.
Farklı bir grubun ihtiyaçlarını anlama, onlarla iletişim kurma ve sorunların çözümlenmesine ve onların gelişmesine katkıda bulunabilme becerisi nasıldır sorusunun yanıtını verebilmelidir. Her farklı grup temel mesleki ilişki kurma becerisinin yanı sıra o alana özgü becerileri de gerektirir. Yetişkinlerle yapılan bir çalışmada kullanılan ilişki kurma becerisi ile çocukla yapılan bir çalışmada kullanılan birbirinden ayrıdır. Çocukla iletişimde oyunlar(Küçükkaraca, 2001) çok önemliyken yetişkinde doğrudan ve sözel iletişim daha ön plana çıkacaktır.
Sosyal hizmet uygulaması sırasında iletişimin bir parçası olan ve temel odak olan zihinsel engelli kimdir sorusunun yanıtı çok kolay verilememektedir. Zihinsel engellilik zeka yaşı bölümlerine göre birbirinden ayrılmaya çalışılan bir gruptur. Bir kişinin geri olmasını yani farklı olmasını sadece zeka yaşı bölümü ile gerçekleştirmek kolay değildir. Zeka tek başına anlama ve algılamada gerilik ya da normallik ile ifade edilemeyecek çok karmaşık bir süreçtir. Zihinsel engelli olanların aile, çevre ile ilişkileri, zeka yaş bölümleri, kendi kurdukları dünyaları, etkilendikleri olaylar, algıları, korkuları, sevinçleri birbirinden çok farklı olması nedeniyle tek bir tipte zihinsel engelden yada engelli birey tipinden bahsetmek çok güçtür. Eğitsel amaçla çocukların eğitilebilir, öğretilebilir olduğu ayrımı çok zor olmasına karşın yapılmaktadır.
Zihinsel engelli her zaman için zeka yaşının gösterdiği yaşta olmak zorunda kalan bir bireydir. Ancak büyür, anlar, bazen unutur, bazen de hiç unutmaz. Hassastır, duyarlıdır, kendisine nasıl yaklaşılırsa o da öyle davranır.
Zihinsel engellinin her şeyi öğrenmesi herzaman mümkün değildir. zihinsel engellinin öğrenmesi gereken kendi başına yaşamını sürdürebilmesine yetecek bilgiler olmalıdır. Dikkat yetenekleri kısa sürelidir ve aynı zamanda dağınıktır. Aslında bu durum aileden kaynaklanan bir güdüleme eksikliği ile de açıklanabilir.Birçok zihinsel engellinin aile özelliği, çok çocuklu, alt sosyo-ekonomik düzeyde ve yoksul olarak görülmektedir. Bu aileler günlük yaşam mücadelesi içinde zihinsel engelli çocuklarına özen ve dikkat gösteremezler ve çocuğun gelişimi ilgisizlik nedeniyle aksar.
Zihinsel engelli çocuğun belleği zayıftır. Kısa süreli bellekteki bilgileri uzun süreli belleğe aktarmada çeşitli güçlükleri vardır.
Akademik başarıları yavaştır. Okula giden zihinsel engelli çocuk, normal zekaya sahip bir çocuğun bir yılda tamamladığı süreci tamamlayamaz.
Zihinsel engelli çocuğun dil gelişimi yavaştır ve gecikmeleri vardır. Kendini tam olarak ifade edemez. Fiziksel olarak bazı devinimsel hareketler yaparlar.
Eğitilebilir zeka düzeyinde olanlar kendi günlük bakımlarını gerçekleştirebilirler ve bağımsız yaşama hazırlanabilirler. Ancak bu bağımsız yaşam ve çalışma hayatları mutlaka korumalı olmak durumundadır.
Zihinsel engelli olan bireylerin ihtiyaçları diğerlerinden farklı değildir. temel yaşam ihtiyaçları, sevgi, bağlanma ve ait olma ihtiyacı, kendini gerçekleştirme ihtiyacı, sevme ve sevilme ihtiyacı, evlilik ve neslini devam ettirme ihtiyacı söz konusudur(Küçükkaraca,2000).
Sosyal hizmet uzmanı müracaatçıları ile çalışırken onların temel insan haklarını göz önünde bulundurur ve bu ihtiyaçlarının karşılanmasını temel hedef olarak belirler. Sosyal devlet anlayışı ve eşitlik çerçevesinde sosyal hizmet uygulamalarına bakıldığında müracaatçının kendi kaderinin kendisinin belirlemesi çok önemlidir. Ancak zihinsel engellilerin hakları ve ihtiyaçlarını kendi başlarına savunabilmeleri mümkün olmamaktadır. Bu durumda sosyal hizmet uzmanı zihinsel engellilerin sadece ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik değil aynı zamanda onların toplumda yetenekleri ölçüsünde yer almaları ve toplum kaynaklarında da ihtiyaçları kadar yararlanabilmeleri için savunuculuk rollerini yerine getirmelidir. Sosyal hizmet uzmanı sadece engellilerin değil ailelerin de savunuculuğunu yapmak durumundadır. Zihinsel engelliler dışında kalan bütün engel grupları kendi kararlarını kendileri verebilir ve haklarını savunabilirken zihinsel engelliler için aileleri ve sosyal hizmet uzmanları bu görevi üstlenmek durumundadır. Zihinsel engelli, ailesi ve sosyal hizmet uzmanı arasındaki ilişki, etkileşim çok önemlidir ve sürekli geliştirilmesi gereken bir alandır.
Zihinsel Engelli ve Oyun
Oyun, bir iyileştirme amaçlanarak bir materyalle yaklaşımın genel adıdır. Resim çizmek, şiir, masal okumak, boya yapmak, kumla oynamak, saklambaç, hayvan taklitleri yapmak oyun kavramının içinde yeralır(Küçükkaraca,2001). Oyunda çocuğun kendisini tam olarak ifade edebilmesi ve uzmanın hiçbir önyargı olmadan onu kabuledebilmesi gerekir.
Sosyal hizmet uzmanı, zihinsel engelliyi(engellileri ve çocukları) anlamak, onun problemini aktarmasına yardımcı olmak, problemin çözümlenmesine katılmasını ve becerilerini geliştirmesini sağlamak amacıyla oyun oynamalıdır.
Oyunun çocuğun gelişimine etkileri şu şekilde genel olarak ele alınabilir(Erkan,1999).
Oyun çocuğun fiziksel gelişimini, zihinsel işlevlerini olumlu olarak etkiler. Çocuktaki bastırılmış duygusal enerjinin, ihtiyaç ve arzuların ortaya çıkmasına yol açar. Çocuk oyun ile sosyal kuralları, ahlaki standartları, uygun cinsiyet rollerini öğrenir. Çocuğun öğrenmesi oyun ile çok kolaylaştırılmış olur ve çocuğun yaratıcılığı gelişir ve artar. Oyunda aldığı roller aracılığı ile içgörü kazanır ve arzu edilen kişilik özelliklerinin gelişimi sağlanır.
Çocuğun oyun oynamasını etkileyen birçok faktör olmasına karşın sosyal hizmet uzmanının çocukla iletişimde mutlaka onun düzeyine uygun çeşitli oyunları kurması gerekir.
Çocuklar oynayarak büyürler. Oynayarak fiziksel, sosyal, kültürel bir olgunluğa erişirler. Zihinsel engellilerin yaşamında da oyun ve araçlı, doğrudan yapılandırılmış oyunların yeri önemlidir.
Zihinsel engelliler ile iletişimde kullanılacak olan oyunun türünü ve nasıl oynanacağını çocuğun durumu belirler. Müracaatçının bulunduğu yerden başlama ilkesine uyarak oyunun planlanması gerekir. Oyunu müracaatçı değil uzman(aile, öğretmen, diğer kişiler) başlatır. Çünkü oyunun basit, anlaşılır ve aktif olması gerekir.
Zihinsel engelliler çoğunlukla kendilerinden yaşça küçük çocukların oyunlarını oynarlar çünkü onların zeka yaşları, ihtiyaç ve ilgileri o yaş özelliğini göstermektedir. Sosyal hizmet uzmanının zihinsel engelli ile kuracağı iletişim ve etkileşimde çocuk psikolojisinden yararlanması önemlidir.
Zihinsel engelliler için oyunun önemi şu şekilde ele alınabilir(Dörger,2001).
1. Oyun, zihinsel engelli bedensel alanının gelişimine katkıda bulunur. Engelli çocuğun bedensel yetkinlikleri artar, kemik ve kasların büyümesi sağlanır. Kasların gelişmesi bedensel gelişmeyi, bedensel gelişme ise sinir sisteminin gelişimini ve motor gelişimini etkiler. Bedensel ve zihinsel gelişme ve kontrol birbiri ile uyumludur.
2. Oyun ile zihinsel engelli kendi bedenini ve diğer bedenleri fark eder. Zihinsel engellinin bedenine genellikle dokunma azdır. Çünkü kullandıkları ilaçlar, vücut yaraları ve düzenli kendi temizliklerini yapamadıkları için vücut kokuları vardır. Zihinsel engellinin bedeni fazla kilo ya da belirli kaslarını çalıştırmadıkları için bazı farklılıklara sahiptir. Bedeni ile yaptıkları uyuşmaz. Yetişkin bir zihinsel engelli üç yaşında gibi davranabilir. Bu nedenle dışarıdaki kişi dokunmaya çekinir. Ayrıca bedene dokunma zihinsel engellinin aynı şekilde cevap vereceği için engelli tarafından istismara uğrama ya da engellinin geçmişte yaşadığı bir istismar davranışını anımsayarak farklı tepki göstermesi durumuna yol açabilir. Aslında zihinsel engelli hem kendisine dokunulmasını hem de başkalarına dokunmak ister. Ancak başkalarına dokunduğunda cezalandırılır. Zihinsel engelliler ile az fiziksel temas kurulduğu için kendi davranışlarını da ayarlayamaz. Aynı şekilde kendisine yönelik istismar davranışlarını da her zaman ayırtedemez.
3. Zihinsel engellinin kendi bedenini benimsemesi giysileri ile yakından ilgilidir. Özbakım becerileri gelişmediği için giysilerini temiz tutamaz ve aileler sıklıkla temizliklerini yapmadan bekletirler. Aynı zamanda zihinsel engelli çocukların yeni giysi ve beden yaşlarına uygun giysilerin önemi fark etmeyeceğini düşünen aileler onlara küçük, daralmış, eski giysileri giydirirler. Aslında zihinsel engelli zeka yaşının müsait olduğu şekilde yeniyi, güzeli ve kendisine yakışan giysiyi bilir ve böyle giyindiğinde mutlu olur. Diğer kişilerin kendisine yaklaşmadığının da farkındadır.
4. Zihinsel engelliler kendi bedenlerini tanımazlar. Bu konuda duyarlılık için oyun gereklidir. Kendi bedenlerini merak ettikleri kronolojik yaşları ise oldukça ilerlemiştir. Bu durumda kendi bedenini keşfetmeye çalışan “büyümüş bir bedendeki küçük çocuk” ailesi ve çevresi tarafından cezalandırılır. Aslında o anda kendi bedenini keşfeden 3-4 yaş çocuğudur. Ancak aile ve çevre onun gelişiminden haberdar olmadığı için ceza verme davranışına yönelirler. Zihinsel engelliler ile çalışırken onların kendi bedenlerini tanımalarına fırsat verilmesi gerekir.
5. Zihinsel engelliler çevrelerinden çok kendileri ile alışveriş içindedirler. Çevreleri ile işbirliği ve alışverişlerini geliştirecekleri oyunları oynamaları ve paylaşmaları onların yeni kuralları öğrenmelerine yol açacaktır. Böylece daha sosyal davranabileceklerdir.
6. Zihinsel engellilerin güven duygularının gelişmesi önemlidir. Bu güven duygusu hem kendilerine hem de çevreye yönelik olarak geliştirilmek zorundadır. Bunun için de zihinsel engellinin yapabileceğinden fazlası istenmeden onların kendilerini gerçekleştirebileceklerini görmelerini sağlayacak oyunlar düzenlenmelidir.
7. Oyun oynayan zihinsel engelli empati geliştirme fırsatı bulur. Çünkü oyunu tekbaşına oynamaz ve üstlendiği rol ile ilgili olarak annesi, babası, arkadaşı ve diğerleri ile ilgili olarak onları anlamaya yönelir. Bu davranışını tam bilinçli bir şekilde anlamasa bile yeni davranış kalıbı öğrenmiştir ve onu uygulamaya başlar.
8. Oyun ile zihinsel engellilerin davranışsal yetkinlikleri ve bilişsel becerileri artar. Oyun ve oyunda kullanılan malzemeler engellinin yaşamına bir yenilik getirir. Bu yenilikler beden hareketlerine, bilişsel becerilerine mutlaka yansıyacaktır. Bir kedi gibi davranmakla ilgili oyunda kediyi tanır ve kedinin davranışları ile kendi davranışlarının farklı olduğunu görür. Kedinin çıkardığı sesi, dört ayak üzerinde yürümesini bilişsel olarak öğrenmiştir.
Yukarıda görüldüğü gibi oyun ve iletişim sosyal hizmet uzmanı ve zihinsel engelli arasındaki iletişim ve zihinsel engellinin psiko-sosyal ve fiziksel gelişimi için çok önemli rol oynamaktadır.
Sonuç
Sosyal hizmet uzmanı, zihinsel engelli müracaatçısı ile iletişim kurarken onun “kısıtlılıkları” ve “anormal” yapısını çalışmanın temeline almamalıdır. Medikal bakış açısının dışında sosyal model ve daha sonra geliştirilen yaklaşımların uygulamalarda kullanılması müracaatçıların sorunlarının çözümlenmesinde daha gerçekçi çözümler üretilmesine yol açacaktır.
Zihinsel engelliler ile yapılan çalışmalarda kullanılacak olan iletişimin çoğunlukla oyun aracılığı ile olmasına dikkat edilmelidir. Sosyal hizmet uzmanları oyun ile iletişim konusunda kendilerini daha yetkinleştirecek çabalar içinde bulunmalıdır.
Zihinsel engellilerin ailelerinin engelli ile iletişimleri konusunda oyunu kullanmaları yönünde eğitilmeleri gereklidir. Bu konuda sosyal hizmet uzmanları tarafından ailelere danışmanlık hizmeti verilmelidir. Çünkü aileler çocukları ile oyun oynamayı her zaman gerçekleştiremezler.
Zihinsel engelli ile iletişimde önemli bir grup da engelli ile ilgili diğer meslek elemanlarıdır. Zihinsel engelli ile çalışma bir takım çalışmasını gerektirir. Sosyal hizmet uzmanının bu takım içindeki rolü ise diğerlerinden farklıdır. Zihinsel engellinin yeni sosyal davranışlar öğrenmesi, kendisini geliştirmesine fırsatlar tanınması, ailelerin engelli nedeniyle karşılaştıkları sorunlarının çözümlenmesi, toplumun engelliye yönelik tutumlarının değişmesi ve onu kabuletmeleri şeklinde çok genel bir şekilde ele almak mümkündür. Sosyal hizmet uzmanı engellinin haklarının korunması ve hakları doğrultusunda toplumda verimli bir birey olması yönünde çalışmaları sürdürmelidir.