OKTAY EROL
CHP Genel Başkanı Özgür Özel ile gazeteci Yılmaz Özdil arasında polemik sürerken, Özdil’in yazıp 1881 tane bastırdığı/ 2500 liradan tamamını sattığı Mustafa Kemal yapıtını anımsadım! Japonya’da üretilip kutusunda shantung-s cilt bezi kullanılan, İsveç’ten munken püre /Almanya’dan gmund color glatt kağıt getirtilen, bu iş için özel olarak renklendirilmiş deriyle tamamı elle ciltlenmiş yapıt! Adı Mustafa Kemal değil de, aklınızdan geçen başka “biri” olsaydı; bu fiyata, üstelik çok kısa sürede alıcı bulur muydu siz düşünün!
O güne değin, yazdığı gazetenin son sayfasındaki yazılarını özellikle arayıp/ “erinmeden” okuduğum, tartışma izlencelerine kaçırmadığım Özdil, o günden sonra benim için olayları/ önderleri çok iyi kullanan bir “isim”, izlemediğim/ dinlemediğim bir yazar olarak yer değiştirdi!
Özdil, herkese takacak bir kulp, söyleyecek söz buluyor! Konu “erken seçim” midir, ya da “iktidarla görüşmesi” midir, her neyse; Özgür Özel’in gerekçeleriyle birlikte sıralamasının, bir de geçmiş yıllarda Akp’ye oy verenleri “bidon kafa” olarak tanımlamasını anımsatmasının sonrasında Özdil’in, “iftiranı sana yedireceğim / iftiranı gözüne sokacağım” kabadayı deyişi ülke gündeminde dolaşmaya başladı!
Daha önce de yazdım, her ne denli “sonuç alınması zor” olsa da siyasi partilerin birbiriyle görüşmeleri yurttaş için zorunlu! Seçmen “seni oraya gönderdim, kimseyle bir araya gelme, görüşme” diyerek mi oyunu verir partilere, yoksa “nasıl yaparsın bilmem, sorunlarımız bunlar, çözmek için uğraş/ çalış/ didin” diyerek mi? “Seçim” de öyle! Ülke çok zorlu bir süreçten geçiyor, “iktidarın” uyguladığı yanlış politikalar nedeniyle! “İyi gidiyor” denilenin şeylerin hiçbiri “iyi” değil! Bu koşullarda yaşanacak bir “seçim” süreci “iktidarı” sevindirir, “kötü gidiş” için gerekçe oluşturur!
Özel’in, Özdil’in sözlerine kulak kabartmak yerine önüne bakması, 31 Mart seçimlerinde kazanılan “güveni” artırıcı çalışmaları daha belirginleştirmesi, bazı belediyelerin “başarı” ardından büründükleri kibri onarması yönündeki uğraşıları yoğunlaştırması gerekir. Ki, halktaki “umut” yıkılmasın!
Kiracı olmak…
“Kiracı olmak” önce de mi zordu, yoksa şimdi mi zorlaştı? Bizde yaşanan her doğal yıkım, ya da her bayram sevinçli günler öncesi piyasa “vicdanını” naylon poşetin içine kor/ ağzını da iyice bağlar! Düşünürün “kullanabildiğin değerin sahibisin” sözünü kaç kişi özümser, kaç kişi yaşamında yer verir ki? Bize ters, nasıl olsa insan “çiğ süt emmiştir” ya; acıya ateş olmak dururken, merhem olmak niye?
Salgın süreci bir başka çıkmaz da; geçtiğimiz yıl ülkemizin yaşadığı yüzyılın yıkımı depreme dek, kiraların bir ulaşılabilirliği, etin kasaptan alınabilirliği, gülümsemelerin daha çok gözlemlenebilirliği vardı sanki! Binlerce konut, onbinlerce can bir anda yok oldu; elinde olan evini/ etini/ sütünü üçe/ beşe katladı! “İktidara” yakın isimler bile “etin kilosu dışarıdan üç avroya alınıyor, neden bin lira” diye sordu! Kirayı da, “fahiş fiyatı” da/ her şeyi sordular; yanıt çok, çözüm yok!
Bir yıl önce beşbin denilen yerlere yirmibeşbin lira isteniyor! Evsiz kalan, sığınacak bir yer arayan, gücü olan için sorun değil de; onlar kaş kişi ki? Asıl milyonlarca emekli, dargelirli, asgari ücretli, bayram sevincini unutmuşlar “kira” konusunda donup kalıyorlar! Derme/ çatma, duvarlarının badanası patlak, su borusu paslı, adına “konut” dedikleri yerler için emekli aylığı isteniyor! Yüzyılın yıkımı bir yandan, diğer yandan vicdanları “yaşam” yüzü görmemiş/ “para” hırslılar yüzünden “kiracı olmak” zor şimdi!