08 Kasım 2023 Çarşamba
Gürer” Narenciyede de iktidar ayağına sıkıyor”
Portakal Mevsiminde Kuran Dersleri
ROL-MODEL OLMAK
Anadolu’yu konuşturan usta bir yazar: AHMED HAMDİ TANPINAR
Eğitim mi önemli? Karakter mi?
HER ŞEY TÜRK İÇİN !.. TÜRKE GÖRE İŞİNİZE GELİRSE
OKTAY EROL
Siyasi partilerin, sistemsel önem taşıyan bazı kararlarda zaman zaman “aynı duruş” gösterimleri elbette beklenir. Sorun yurtsa/ yurttaşsa birlikte olunacak durumlar ortaya çıkabilir. Mecliste o denli sık olmasa da, son olarak yüzyılın yıkımı deprem için alınan kararlarda olduğu gibi “tek yürek” olma sözü verilebilir. Kemal Kılıçdaroğlu’nun “sistem/ rejim” sorunu nedeniyle “birbirine benzemeyenlerle” eylem birliğine varılabilir…
Bunların “tamamını” yerinde/ gerekli görelim, “ittifak” olgusunu da yerinde bulum da… İşin “da” noktası başka! Bu birliktelikte başta “doku” uyuşmazlığının olmamasına özen gösterilmesi, “birbirine” ödün verir eylemlerden kaçınılması, yerleşmiş “ilkelere” kir/ pis bulaştırmaması önemlidir!
“Kir/ pis” diyorum, çünkü “doku uyuşmazlığının” olmaması başta “ilkelere” zarar verir! Bunun en çarpıcı örneklerini CHP’nni yaptığı “benzemezler ittifakı” sürecinde yaşadık! CHP’nin kuruluş/ kurtuluş/ var oluş “ilkelerinin” ne denli zarar gördüğü de “benzemelerin” son zamanlarda gerek sözleriyle, gerekse “iktidara” karşı tutumlarıyla ortada!
***
Chp Genel Başkanı Özgür Özel’in, kurultay günü yaptığı konuşmadan, geçmişte yaşanan “uyuşmazlıklardan” olsun, partinin “ödün” vermesinden olsun uzak durulacağını anladık! Özellikle “sağcı danışmanlar” diyerek sıkça yinelediği tümceler, belli ki delegeyi de düşündürdü, “değişim” kararının doğruluğuna inandırdı! Ayrıca Özel’in “Miting yapacaksan zamlar üzerinden yapacaksın. Yap bakalım öyle miting, AKP’li, MHP’li senin mi arkana geçiyor iktidarın mı? Sokaktan korkmayan CHP’nin bir genel başkanı olacağımın sözünü veriyorum” sözleri, “ittifak” yerine “tabana sesleniş” ya da “tabanda birleşme” gibi anlaşıldı!
Kılıçdaroğlu’nun yanlışı “ittifak” değil, “ittifak” için yola çıktığı siyasi partilerdi! Bu kurultayda da yinelendi; “Chp’nin en büyük özelliği cumhuriyetin ilkelerini taşımış olmasıdır. Bu ilkelerle sorunlu olanlarla yola çıkması beklenemez, bunun için ödün verilemez…” Doğrusu da bu! Peki cemaatlerle, laiklik karşıtı sözlerle, cumhuriyetin devrimleriyle sorunlu olanlarla “yola” çıkmanın, üstelik yaşanan süreçte “onlara” destek olacak yaklaşımda bulunmanın anlamı neydi? Bu konunun anlaşılıp/ anlaşılmadığını merak edenlerdenim!
***
Dün, katıldığı Fox Tv’de soruları yanıtlayan Chp Mersin Milletvekili Ali Mahir Başarır, “ittifakta 2019 ruhu” diyerek İyip’le bir araya gelinebileceğinin, Meral Akşener’le yeniden görüşülebileceğinin sözünü etti! Biz, Özel’in kurultay konuşmasında sözünü ettiği “taban” konusunu yanlış mı anlamıştık acaba? Başarır, “belediyeleri yeniden kazanmak için 2019 ruhunu taşımamız gerek” diyor! Peki, sonraki süreçte, o “ruh” dediğiniz güç ya da güçlerin “sizin” varlığınızı “hiçe sayacak” sözleri ne olacak? İyip’in gözünde “hançer” olmak, “pişmanlık” olmak, “yaşamının hatası” olmak öyle kolay silinebilecek bir olgu mu? Sesini, sözünü “dinleme” sözü verdiğiniz “taban” bu duruma ne diyecek?
Aslında Başarır, şunu da açıklığa kavuşturmalıydı; bilindiği gibi İyip, anakent belediyelerinden Mersin’de aralarında olmak üzere bazı kentlerin partilerine verilmesini istiyordu! Yapmayın bunu, daha ilk günden “ittifak” seviciliğine bürünmeyin, “ilke uyuşmazlığı” içinde olunacak “ittifak” girişimlerinden uzak olun, tabanın/ örgütlerin varlığını yadsımayın, omurga sorunlularla seçmeni sınamayın; “değişim rüzgarının” önünde engel olmayın!
OKTAY EROL
“İktidarın”, seçimlerde kamu olanaklarını kullanması nedeniyle çok eleştirildi! “Eşit” olmayan biçimde seçimlerin gerçekleştiği de çok konuşuldu! Bir parti kurultayında, aday olan genel başkanın da “aynı olanakları” kullandığı pek gündeme taşınmadı!
Dünkü yapılan kurultayda dört aday vardı. İkisi parti içinde görevli olanlardan, diğer ikisi de dışarıdan… Parti içinde olanlardan biri genel başkan, diğeri parti sözcüsüydü. İstedikleri televizyon kanalına çıkabiliyorlardı! Özellikle genel başkan, partinin tüm olanakları kullanırken, parti sözcüsü ya kendi ya da oluşturduğu “grubun” gücüyle politikasını yürüttü; kentleri gezdi, toplantılara katıldı, harcamalar yaptı.
Sonuç olarak, partinin olanaklarını kullanan Kemal Kılıçdaroğlu karşısında, kendi olanaklarıyla “değişim” için yola çıkan Özgür Özel utkuya ulaşan oldu, genel başkan oldu…
***
Buradan şu çıkarımı yapabiliriz. Eğer “seçmene” umut olduğunuzu gösterir, verdiğiniz sözlerde “inandırıcı” olduğunuza güvendirirseniz, önünüzde ne engeller durabilir, ne de “algı” olsun diye atılan çamurlar! Yurdun nereye evrildiği bilinmeyen bir süreçte, yurttaş içinde bulunduğu çıkmazdan kurtuluş yolu ararken, tutunacak bir dal aradı; onu da CHP’liler Özel’de buldu, bu denli açık!
Aslında kurtultay gecesi Kılıçdaroğlu’nun yaptığı konuşma “yitirişin” ayak izlerini taşıyordu! Seçimde “ittifak” yapılan “beş benzemezin” yaptığı suçlamalardan “hançer saplamak” deyimini, konuşması içeresinde “karşısında” olanlar için kullanması, bunlar arasında başta Özgür Özel ile Ekrem İmamoğlu’nun olması, en önemlisi İmamoğlu’nu “divan başkanı” yapması, Kılıçdaroğlu’nun aklının ne denli karışık olduğunu da gösteriyordu.
***
CHP’nin 8. Genel Başkanı olan Özgür Özel’in konuşmasını baştan/ sona dek izlerken, üzerinde uzunca düşündüğüm konular “umut/ değişim/ inandırıcılık” konuları oldu! Sonucu öğrendiğimde de, “inandırıcılık” olgusunun şimdilik yerine geldiğini düşündüm. Sırada “umut/ değişim” olguları var!
“Umutsuz” yaşamıyor! Ancak insanın “umutlu” olması için de “bazı belirtileri” görmesi gerekiyor! Özellikle CHP’nin “sağa kaydırıldığı” konusunu bolca ele aldı Özel. Bundan sonra ne olacak? Örneğin, “sağa yakınlaşmada” en büyük etken olan “ittifak” anlayışına değil de, yurttaşın sorunlarına “inandırıcı” çözümler ortaya koyarak “tabanda ittifakın” gerçekleşmesi mi sağlanacak? Yoksa, genel seçimlerin ardından söylenmedik söz bırakmadıkları gibi, CHP çatısı altında kazanılan vekilleri “iktidara” övgüler dizen partilerle “yeniden” birlikte olma arayışı içine mi girilecek? Bu durumun, tabanın beklediği “umudu” daha işin başında bitireceği de unutulmamalı!
***
Şu önemli: Genel Başkan Özgür Özel’in “44 yıldır iktidar yüzü göremedik” sözü doğru değil! Orada “Hükümet yüzü görmedik” demesi daha yerinde olurdu! Çünkü “iktidar” olmak ile “hükümet” olmak arasında çok büyük anlam farkları var! Örneğin Menderes, Demirel, Özal, bugün için AKP “iktidardır”! Çünkü sistemi “en ince” yapısına dek değiştirme/ yenileme/ gücünü ellerinde bulundurdular! Yasalar çıkarmadan bile eğitimi, toplumsal yaşamı, ekonomiyi etkileyecek kararlar alabildiler!
44 yıl önce Ecevit, elindeki “hükümet” gücüyle piyasayı bile kontrol edemiyordu, stokçuluğu engelleyemiyordu; bunların birbirine karıştırılmaması gerek!
OKTAY EROL
Hani, kendimizi karşımızdaki insanın yerine koymak; onun duygularını, düşüncelerini doğru anlamak diye bir şey vardır! Yabancı dil seviciler “empati” demiş olsa da, şimdi Türkçe olan “eşduyu” ya da “duygudaşlık” sözcüğünü kullananlar da var! İnsanın birine “senin yerinde olsam” demek gibi bir şey değil bu; “kimsenin/ kimse yerinde” olması düşünülemezse de! Bu “insan olmak”la ilgili, “düşünebilmek”le ilgili… Bir insanının “acı” konusunda dayanıklılığı ne denli ayrı olsa da, “acının” bırakacağı/ oluşturacağı etkiden yola çıkarak “aynı duyguyu” taşıyabilir. Bu bir yerde “insan olmanın” tanımıdır da, erdemidir de…
Düşüne biliyor musunuz? Yanı başınızda insanlar açlıkla/ doyumsuzlukla çırpınırken, ya da yanı başınızda insanlar çocuk/ kadın/ silahsız denilmeden katledilirken, ya da yüzyılın yıkımında binlerce can molozlar altında çığlık atarken “umursamaz” olmak “insanım” demekle yan yana gelmez! Bir yanda, gözünüzün önünde “acılar/ yoksunluklar” tavan yapacak, gördüğünüz/ duyduğunuz biri “kimseyi acı, yoksunluk içinde bırakmadık” diyecek! İnanmak için “akıl” yetilerinin olmaması gerek!
***
Gerçekten çevrenize iyice bakın! Çalışanların yaşam niteliğine, emeklilerin durumuna, mahalle bakkalının konumuna… Ne yapıyorlar, yaşamlarından hoşnutlar mı, “yaşıyorum” diyebiliyorlar mı, temel gereksinmelerini karşılayabiliyorlar mı, çocuklarımın isteklerini karşılayabiliyorlar mı, kış hazırlıklarını yapabilmişler mi, mevsimsel sebze/ meyvelerden tatlarına bakamadıkları kalmış mı, başlarını yastığa rahat koyabiliyorlar mı, temiz “bir” uyku çekebiliyorlar mı?
Tüm bunları yapabilmek için “duygudaş” olmayı benimsemek gerek! Yaşadıkları yoksunluğu/ acıyı özümsemek gerek! Bir canlı/ bir insan olarak “aynı” gereksinimleri tüketmek zorunda olunduğunun bilinmesi gerek! Doymak, barınmak, sevmek gibi olguların “herkes” için oluğu kanıksanması gerek!
***
Şimdi Maliye Bakanı tutar, “çalışanlarımızı, emeklilerimizi enflasyona ezdirmedik, bundan sonra da ezdirmeyeceğiz” derse ne yaparsınız, ya da nasıl bir psikolojiye bürünürsünüz? Şunu unutmayalım; çalışan, emekli denilen katman, nüfusun büyük çoğunluğu… Siz bakmayın kimi kendini bilmez, yaşananları “iktidara” gölge düşünmesin diye örtmeye çalışan medyaya… Siz bakmayın ucuz ekmek, ucuz et kuyruklarında saatlerce bekleyenler yerine, dış kaynaklı “ilginç videoları” yayınlamayı gazetecilik sayan “duygudaş” olmaktan iz taşımayanlara… Siz ne dersiniz, onu düşünün!
Kimin “ne” dediğine bakmadan aldığınız ekmeğe, ete, süte, peynire dikkatinizi vererek değerlendirmesini “siz” yapın! Enflasyon altında eziliyor musunuz, yoksa “iktidar” enflasyon altında ezilmemeniz için desteklenmenizi sağlıyor mu, örneğin bir hafta öncesinden nasılsınız/ iyi misiniz?
***
İnsanların “kimseyle” uğraşacak durumu yok; hele hele politikacıların, “iktidarın”, bakanların ne dediklerini izlemek gibi bir zamanları yok, dargelirli çalışanın, emeklinin! Herkes kendi “gününü” kurtarmak için çaba harcıyor, kimseye el açmadan yaşamanı sürdürmek istiyor; biliyor ki çalışmasa, gecesini gündüzüne katmasa açlıkla boğuşacak, yaklaşan kış aylarında soğukla baş başa kalacak!
“İktidar” da, bakanları da çalışanların/ emeklilerin içinde bulunduğu zorlu koşulları bilmiyor/ görmüyor olamaz! Çalışan/ emekli enflasyon altında ezilmiyor mu gerçekten; duygudaşlığı denemek istemiyorsanız demek ki, yaşattığınızı yaşamayı ister misiniz?
OKTAY EROL
“Cumhuriyet” korunarak değil, geliştirilerek anlamlanır! Siz hiç Atatürk’ten “yaptıklarımı koruyun” dediğini duydunuz mu? Ancak “yaptıklarımızla yetinmeyin, ilerleyin” dediğini, “bilimden, sanattan, üretimden uzak durmayın” dediğini duymayan kalmadı! Daha bir kaç gün önce gerçekleşen yüzüncü yıl kutlamalarında “korumaktan” söz etti birçok isim! “Cumhuriyetin” değerlerini koruyacaklarını bastrıra bastıra anlattılar! Belli ki, bırakın üstüne “yenilerinin” konulmasını yitirilenler vardı! Sümerbank, şeker fabrikaları, uçak fabrikası… Sistem olarak eğitimdeki değişim, güçlendirilen kadın hakları, laiklik, devrimler, ulusal onur…
Bunlar nasıl yitirildi ki? Bugün, bir başlarına karar veremeyecek denli “omurga” sorunu olanlardan duyduklarımız bunun baş nedeni! Daha düne değin neredeydiniz ki? Neden daha önce sesiniz çıkmazken bugün “çığlık” perdeleriniz yırtılmış gibisiniz! Biri yazmış, “Atatürk olmasaydı da cumhuriyet kurulurdu” diyor, yüzüncü yılı kirletmek için! Bir başkası “bu denli kutlamaya da gerek yok” diyor! Bir başkası “Filistinli kardeşlerimiz acı yaşarken kutlamam” diyor! Bu yitikler nasıl oluştu acaba, kimler bunların varlık nedeni oldu, kimler bunların “ulusal bilinçten” yoksunlaşmasını istedi?
***
Demek ki “cumhuriyet gençliği” oluşturulamamış, demek ki “cumhuriyet eğitimi verilememiş”, demek ki “cumhuriyet kadını” olmak özendirilememiş! Karşısındaki her ne denli oyunbozan, her ne denli kalleş, her ne denli fırsat düşkünü olsa da halkımızın “insan yanı” her zaman kabarır, kol kanat olur, tarih benzeri birçok olayla doludur! Bunu Yahudiler de bilir, Araplar da bilir, başkaları da! Ancak bu “insan yanımız” hiçbir zaman yüzyıllık bir cumhuriyetin kutlamasına “engel” olmamalıydı, bu çabayı gösterenler desteklenmemeliydi, “gerici/ hilafet” çığlıklarına ödün verilmemeliydi!
***
Bu dağınıklığı, bu boş vermişliği, bu yitirişliği “cumhuriyetin” bilinmeyişine/ anlaşılmayışına/ öğrenmek için uğraş verilmeyişine, “en önemlisi de” böyle olmasını isteyen güçlerin varlığına bağlıyorum! Bununla birlikte Milli Eğitim Bakanlığı’nın, Özal döneminde Japon pedagogların “gençlerinizde ulusal bilinç eksik” sözünü değerlendirdiklerini “hiç” duyan oldu mu bilmiyorum! Bunun sonucunu “Cumhuriyet’in 100. Yıl” kutlamasında tanık olmayan kalmadı sanırım! Daha da görmeyen varsa “iktidara” yakın olan gazetelerin sayfalarını karıştırsın, televizyon kanallarını zapinglesin; görecektir!
***
“Cumhuriyet” konusunda üzerine en büyük ödev düşen yapı; CHP’dir! Çünkü kuruluşa tanık etmiş bir siyasi parti olmaktan öte “izler” taşımış olmasıdır! Bu öyle, cumhuriyetin ilk yıllarında yapılanları anlatmakla olmuyor; o “korumacılıktır”! Asıl çaba, “var olan değerlerin” üzerine konulmasıyla olur! Bir yandan cumhuriyeti savunurken, bir yandan da “cumhuriyetin devrimlerini” yok sayarak, kaldırılan hilafeti, getirilen hakları, özgür düşünceyi, birey olmayı rafa kaldıracak ne söylem, ne eylem içinde olmazsınız!
Örneğin, bugün çıkıp “bilgili, birikimli, iyi bir sosyal demokrata genel başkanlığı devredeceğim” sözünü hiç kullanamazsınız! Bu, yurttaşın istemini tanımamak olur! İçinde bulunduğunuz yapıyı bilmemek olur! Bugün, yapının “inandırıcılığının” olmaması, bu çarpık anlayışın sonucudur! Anlayın artık!
OKTAY EROL
Cumhuriyetin ikinci yüzyılın ilk haftasında Olağan Kurultay yapmaya hazırlanan CHP’nin sosyal medyada da yer alan “cumhuriyet” videosunun üst yazısı şöyle: “29 Ekim 1923, Ankara’da saat 20:00, Meclis; çağdaş ve aydınlık yarınların kapısını aralayan, ‘Türkiye Devletinin şekli hükûmeti Cumhuriyettir’ kararını alıyor. Bu kararın coşkusu, ‘Yaşasın Cumhuriyet!’ nidalarının coşkusuyla memleketin dört bir yanına yayılıyor. Milli egemenliğimizin simgesi, kimsesizlerin kimsesi, tüm ezilen milletlerin ideali Cumhuriyetimizin 100. yıl dönümü ve Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun. Yaşasın Cumhuriyet!”
Bu sözlerin ardından sanki gerekliymiş gibi, bir de konuşmacının üstüne bastırarak videonun sonuna yaklaşırken “Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacak. Mesut, muvaffak, muzaffer olacak” diyerek bitirilmesi, Atatürk’ün yüzüncü yılını geçen yıl doldurduğumuz Türk Dil Kurumu’nun varlığıyla ne denli örtüştü dersiniz? Sözde “Cumhuriyet” kutlaması yapıyorsunuz, ancak içindeki “cumhuriyet” kazanımlarını görmezden geliyorsunuz! Olacak şey değil!
***
Geride bırakılan yüzyılın “ilk” onbeş yılında yapılanları, “bugün” yalnız yineleyerek “cumhuriyet savunucusu” olunamayacağını kanıksamadıkları belli! Açıp bakma gereği duyarsanız, cumhuriyetin onuncu yıl konuşmasında “Türk diline” ne denli önem verdiğini Ata’nın yaptığı konuşmalardan anlamak istiyorsanız anlayabilirsiniz! Daha o yıllar, bugün kendini “cumhuriyet sevdalısı” sayan hiçbir CHP’li politikacıdan duymadığımız “millet” yerine “ulus” sözcüğünü üst üste duyuyorsunuz! Mesut yerine mutlu, yazımında birçok lise bitirenin bile zorlandığı muvaffak yerine başarı, muzaffer yerine yenmek/ utku kazanmak dendiğini görüyorsunuz!
“Dil” neden önemlidir biliyor musunuz? “Dil” iyi/ yerinde/ doğru kullanılmadığında, “doğru” düşünmekte olanaksızlaşır! Çevrenize bir bakın, “nerede” halkın dilini yadsıyan varsa, “halktan” zorlanacağı şeyleri isteyen varsa, “hepsi” halkı sömürmüş, “hepsi” halk sorunlar içinde yaşarken “şatafat” içinde yaşamlarını sürdürmüştür!
***
İnsan “konuştuğu dilde” düşünebilir, üretebilir! Cumhuriyetle aynı yaşta olan bir partinin bunu kanıksamaması düşünülemez! Örneğin şunu anlayamam: CHP çatısı altında olan/ üstelik yönetim kadrosunda söz yetkisi bulunan birinin, demokrasi anlayışından yoksunluğu beni düşündürür! Cumhuriyet’in tüm zorluklarını yaşamış bir partinin genel başkanı da, merkez kurul üyeleri, de, il/ ilçe örgütlerinde bulunanlar da “demokrasi” konusunda “eksiksiz” olmalıdır!
Daha Cumhuriyet’in yüzüncü yılı dolmamıştı, birkaç gün öncesiydi… Verdiği bir röportajda Kılıçdaroğlu şu sözlere yer veriyordu: Hiçbir zaman adayım demedim, ama örgüt aday gösterirse adayım, gemiyi limana bırakmak için! Bilgili, birikimli, iyi bir sosyal demokrata devredeceğim! CHP’nin yüz yıllık birikimini sürdürmemiz lazım…
CHP genel başkanlığını, “babadan/ oğula” devretmek gibi… Bir de bunu “CHP’nin birikimi” olarak tanımlamak! Gerçekten, CHP’ye oy veren, umudunu CHP’ye bağlayan “cumhuriyet sevdalılarına” yazık! Tabanı “sürü” saymaktır bunun adı!
Kurultay olmasın, genel başkanlar istediklerine koltuğu devretsin, “kurultay delegesi” de sözün gelişi varlığını sürdürsün… Belli ki, cumhuriyetin ikinci yüzyılın ilk haftasında CHP’nin tutumu çok konuşulacak!