Tersinim Gerçeğinin Işığında: İnsanlar Evrildi mi?

Tersinim Gerçeğinin Işığında: İnsanlar Evrildi mi?

ABONE OL
Ocak 14, 2024 06:46
Tersinim Gerçeğinin Işığında: İnsanlar Evrildi mi?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Din ve bilim yapışık ikiz kardeştir
– – – – – – – – – – – – – – – – – – – –

TERSİNİM GERÇEĞİ

Materyalizm her şeyin maddesel bir karşılığının olduğu, maddeye indirgenebileceği mantığını temel almış, nice bin yıllardan beri bilimi etkileyen felsefelerin başında gelir.

Materyalizmin Tanrı tanımazlar tarafından sahiplenilerek bilimin Tanrının olmadığı doğrultusunda yorumlanmaya çalışması bu felsefeye dinselliğe benzer tek yönlülük, tutuculuk, bağnazlık getirmiştir.

Hâlbuki bilim tam bir düşünsel özgürlük ve tarafsızlık ister. Bunun nedeni ise doğamız gereği çok sık yanılmamız, aldanmamızdır. Bir bakıma algılayabildiklerimiz bir doğrular, yanlışlar yığınıdır. Gözlem ve deneylerle; ulaştığımız gerçeklere dayanan mantıksal çıkarımlarla bu yığından doğruları arayıp bulmaya çalışırız ki buna bilim yapma diyoruz.

Gözlem ve deneylerin, mantıksal çıkarımların sonuçlarına dayanmadığı halde peşinen ret ve inkâr edilemez gerçekler kabul edilmiş, dinlere inançlara ya da felsefelere dayalı hiç bir varsayım bilime temel alınamaz, bilim bu tür varsayımların üzerine kurgulanamaz. Kurgulanırsa ortaya çıkan pek çok vahim hatalar yanlışlar içeren güdümlü bilim olur.

Temel alınan mantık yanlış ise ulaşılan sonuçların da yanlış olacağı açıktır.

Her şeyden önce bilim terazisinin doğru kurgulanmış olması gerekir. Eğer terazi yanlış tartıyorsa doğru tartmak için yapılan çabalar sonuç vermeyecektir.

Tersinim nice uzun zamandır uygulanan bir büyük yanlışı ortaya koymakta, bilime yeni bir anlam ve boyut kazandırmaktadır.

Bu nedenle tersinim tüm bilimsel bulguları yeniden sorgulayıp yorumlayacak tüm yaşantımızı yeniden yön ve şekil verecek kadar önemlidir.

Fakat her şeyden önce bir mantık düzeltmesi gereklidir.

İyiler kötülerle, güzeller çirkinlerle, doğrular yanlışlarla tartılıp kıyaslanırsa gerçek gerçeklere, her türlü yanlışlardan hatalardan arındırılmış gerçek bilime çok daha kolay ulaşabiliriz.

Bu nedenle bilim kesinlikle tarafsız ve özgür düşüncelerin, araştırmaların, yorumların ürünü olmalıdır.

Tersinim buna önce kanıt sonra sonuç ilkesi olarak tanımlar ve bilime temel alır.

Tersinim hangi dine, inanca, felsefeye temel olursa olsun doğruluğu bilimsel yöntemlerle gösterilmemiş hiçbir varsayımı inkâr edilemez gerçek ya da gerçekler olarak kabullenmez. Bilimin bu tür sahte gerçekler ya da şüpheli varsayımlar üzerine kurgulanmasına izin vermez.

Bilimin ortaya koyduğu gerçekler hiçbir zaman birbirleriyle çelişmez. Uydurmak için eğip bükmeler, zorlamalar gerektirmez

Tersinim şu esaslar üzerine kurulmuştur.

1)-Varoluştaki tüm düzen ve sistem sahibi yapılar zaman içinde tersinime uğrar. Sonuç kaçınılmaz olarak düzensizlik, sistemsizlik, bozum ya da karmaşadır.

Tersinim tüm düzen ve sistem sahibi yapılarda oluşan eskime, yıpranma, azalma, çoğalma, çeşitlenme, değişme, sakatlanma, hastalanma, yaralanma ihtiyarlama vb. Şekillerindeki OLUMSUZLUKLARIN genel ifadesidir. Olumlu değişimler yoktur. Mutasyonların tümü az ya da çok zararlıdır.

2)-Tersininim başta maddenin korunumu, termodinamik olmak üzere tüm doğal kanun, kural ve ilkeleri kendine temel alır, hiç biriyle çelişmez.

3)-Tersinim yaşamın her safhasında rahatlıkla gözlenip sınanabilir, daha da önemlisi yaşanır.

4)-Düzen ve sistemlerin bir başlangıcı, ömrü ve sonu vardır. Bu nedenle ezelden gelip ebede gitmezler.

5)-Düzen ve sistem sahibi yapılar irade-bilgi-yeterli güç-yeterli madde ve yeterli zaman beşlemesinin sonucu oluşur, aniden ve rastlantılarla ortaya çıkmazlar.

6)-Tüm düzen ve sistem sahibi yapılar tersinime açıktır. Tersinimin fiziksel ve kimyasal pek çok nedenleri vardır ama en önemlisi kontrolsüz enerji giriş çıkışı gibi etkenlerdir.

Tersinim etkisi bu yapıların korunma, savunma, bağışıklık, çevreye uyum sistem, düzen ve mekanizmalara sahip olup olmadıklarına, bu mekanizmaların işlerliğine, hassaslığına, genişliğine, derinliğine; zamanın uzunluğuna ya da kısalığına, tersinim etkenlerinin gücüne ve çeşidine bağlı olarak değişebilir.

7)-Düzen ve sistemler oluşturmak zor, karmaşa ise kolaydır. Karmaşa için kaba güç ve kısa süreçler yeterli olabilir. Düzen ve sistemler ne kadar kompleks ve hassas ise bozum o kadar kolay olur.

8)-Düzen ve sistemler amaçlarına uygun kanunlar, kurallar, ilkelerle şekillenip yapılanırlar; işlerlik kazanırlar, varlıklarını korumaya çalışırlar.

9)-Karmaşalarda (düzensizliklerde sistemsizliklerde) kanunlar, kurallar, ilkeler bulunmaz. Kanun, kural ve ilkelerin bulunması o yapının düzen ve sistem sahibi olduğunun kanıtlarıdır.

10)-Nice milyar yıllardan beri değişmeyen kanun kural ve ilkelerle şekillenip işlerlik kazanan evrenimiz (ve tabii ki dünyamız) düzen ve sistem sahibi muazzam bir yapıdır. İrade, nitelikli bilgi, nitelikli güç nitelikli madde ve yeterli zaman beşlemesinin ürünüdür.

Bu nedenle Evrenimiz irade, bilgi ve güç sahibi bir Var Edicinin eseridir. Bir başlangıcı, ömrü ve sonu vardır.

11)-Maddenin korunumu kanunu, evrenimizin bir başlangıcının ve sınırının olması bir Büyük Bütünün var olduğunun kanıtlarıdır.

12)-Büyük Bütün kütlesiz bir NURDUR. Kütlesiz olduğundan sonsuzdur. Evrenimiz ve diğerleri bu kütlesiz Nurun içindedir. Onunla kuşatılmış; sarılıp, sarmalanmıştır.

13)-Big Bang güdümlü bilimin varoluş sorusuna tabi olduğu felsefe temellerine uygun cevap bulma amaçlı sipariş bir teoridir. Akıl, mantık ve bilim dışı pek çok çelişkileri içerdiğinden tamamen yanlıştır.

14)-Varoluş Büyük Bütünün bir zerresinin kütle ve hacim kazanması, maddeleşmesi, genişimi ile başlar. İlk madde olabilecek en büyük atom ve moleküllere sahiptir.

15)- Elementleri oluşturan atom ve moleküller atom içi parçacıkların eksi ve artı elektrik yüklü yapıları gereği zaman içinde kademeli oluşmazlar. Başlangıçtan itibaren bir düzen içinde varolmak zorundadırlar. Elementlerin oluşumu kademeli fisyon (bölünme) şeklindedir. Sonunda en basit element olan hidrojen ortaya çıkar.

16)-Elementlerin füzyon (birleşme) sonucu oluştuğu varsayımı gözlem deney ve mantıksal çıkarımlara dayanmadan çok, güdümlü bilimin temellerine uygun olduğu için ortaya atılmıştır. Akıl, mantık ve bilim dışı pek çok çelişkiler içerir.

17)-Bir yapının canlı olarak nitelenebilmesi için en azından korunma, savunma, bağışıklık ve çevreye uyum – beslenme – üreme özelliklerini eksiksiz sahip olması gerekir.

Bu nedenle en basit canlı bile düzen ve sistemlerin bütünselliğindedir. Rastlantılarla oluşamaz.

18)-Her canlı türünün uygun yer ve zamanlarda, yeterli sayılarda var edilmiş bir arı ırkı vardır.

19)-Canlılarda zaman içinde gözlenen değişmeler gen havuzu dâhilinde oluşur. Bu yolla canlılar çeşitlenirler. Irklar dar alanda çeşitlenmeler sonucu oluşurlar..

20)-Gen havuzundaki değişimler kesinlikle tersinim yönündedir.

21)-Türlerden türlere geçiş mümkün değildir. Bu tür oluşumun önünde aşılması mümkün olmayan doğal engeller vardır.

22)-Tüm canlılar ekolojik sistemin bir parçasıdır. Her canlının bu sistemde bir yeri ve görevi vardır.

23)-Tüm canlılar yapılarını, yaşam avantajlarını korumaya çalışırlar. Koruyamayanlar elenir. Buna doğal elenme denir.

24)-Canlıların korunma, savunma, bağışıklık ve çevreye uyum düzen, sistem ve mekanizmaları ZARARLILARDAN korunma mantığıyla kurgulanmıştır. Faydalıları seçmezler. Bu nedenle faydalıları seçip üstünlük sağlayanlar diğerlerini eler mantığındaki doğal seleksiyon yanlıştır.

25)-Canlılarda üreme doğal YENİLENME şeklidir. Canlılar bu yolla varlıklarını uzun süreçlerde koruyabilirler.

İnsanlarla Hayvanlar Arasındaki Benzerlikler ve Farklılıklar:

İnsanlarla hayvanlar arasındaki benzeşim ve farklılıkları şöyle sıralayabiliriz.

a)-İnsanlarda diğer canlılar gibi aynı malzemeden var edilmişlerdir. Örneğin bütün canlılar hücrelerden, hücreler proteinlerden, proteinlerde aminoasit dizimlerinden oluşmuşlardır.

Canlılar bu hücrelerden ya da bu hücrelerin oluşturdukları kompleks sistemlerden meydana gelirler.

b)-Canlı türlerinin kendilerine özel yapı şablonları vardır. Şablon bilgileri en küçük ayrıntısına kadar gen şifreleri ile tespit edilmiş ve korunmuştur.

Kromozomlar bu bilgilerin kümeleridir. Her canlı türünün kendine özel gen bilgisi vardır. Kromozomlar bu gen bilgilerinin ayrıntılarıyla doldurulmuştur. Bir şablondan bir başka şablona geçilmesi (milyarlarca ayrıntının bir anda değişmesi, yeni oluşumunda rastlantılarla daha gelişkin kompleks sistemler meydana getirmesi gerektirdiğinden) mümkün değildir.

c)-Gen bilgilerindeki benzerlik ya da kromozom sayılarının aynılığı türden türe geçişi ya da canlılar arasındaki evrimsel akrabalığı göstermez.

Gen bilgilerindeki büyük oranda benzeşim gösteren ya da kromozom sayıları aynı olan, yapı olarak tamamen ayrı pek çok canlı türü vardır. (Örneğin patatesin kromozom sayısı insanla aynı yani 46’dır)

d)-Canlılar kendilerine özel yapı şablonlarına sahip olsalar da aynı malzemeden var edilmiş olmaları nedeniyle benzer organlara sahip olabilirler.

Örneğin sıcakkanlı hayvanlarda sindirim, solunum, boşaltım vb.. sistemler hemen, hemen aynıdır. Bunun benzerleri soğukkanlı hayvanlar içinde geçerlidir.

e)-İnsanları diğer hayvanlardan kısmen ayıran en büyük fiziksel özellik dik durabilmeleri, dik yürüyebilmeleri, koşabilmeleri, dik hareket edebilmeleridir. İnsan buna uygun var edilmiştir.

Pelvis kemiği, omurgalar, dengeyi sağlayan iç kulak yapısı vb… gibi farklılıklar insanları diğer canlılardan fiziksel olarak ayırır.

f)-İnsanın dik durup hareket edebilme özelliği bazı hayvanlarda kısmen de olsa vardır. Örneğin maymunlar, ayılar kısa süreli de olsa dik durup yürüyebilirler. Fakat bu bir benzeşimden öteye gitmez. İnsanların maymunlardan ya da ayılardan evrimleştiği anlamına gelmez.

g)-İnsanları hayvanlardan ayıran en büyük özellik aklını kullanma, düşünebilme, öğrenme, öğrendiklerini aktarabilme, öğrendiklerini kullanma, muhakeme edebilme, bilinçli olarak uzun vadeli amaçlara yönelebilme, hayal kurabilme, sorumluluk, vicdan, merhamet, sevgi, vefa duyguları gibi hayvanlarda bulunmayan insansı meziyetlerdir.

Bu meziyetlerin kaynağı ise insana özel beyin ve ruhsal yapılarıdır. Bu meziyetlerin maddesel bir açıklaması yoktur. Enzimlerin, hormonların doğrudan sonucu değildir. Maddeye bindirilmiştir fakat madde üzeridir. Madde sadece bir vasıtadır. Bu nedenle maddeye indirgenemez.

İnsanlar bu meziyetleriyle etrafı tetkik eder, araştırır, bir şeyler öğrenir, muhakeme yapar, öğrendiklerini kullanarak icatlarda bulunur, sanat eserleri meydana getirir.

Hiç bir hayvan en küçük ve basit bir alet dahi yapıp geliştirme meziyetine sahip değildir. Hayvanların yaptıkları bir içgüdü ya da şartlı refleksten öteye gitmez.

h)-Hayvanlarda gördüğümüz şaşırtıcı meziyetler (arının bal yapması, örümceğin ağ örmesi, göçmen kuşların yollarını bulabilmesi vb.. gibi.) belirli bir kalıbın içinde kalır.

Bu meziyetlerin bilgisi var edilişlerinde kendilerinde vardır. Öğrenilmez ve öğretilmez. Ne azalır, ne çoğalır. Hayvanlar bu meziyetlerinin bilincinde değildir.

İnsansı meziyetler ise bilinçlidir, artıp eksilebilir, bu nedenle sınırsızdır.

Evrim teorisinin canlılar tek bir hücreden evrimleşti varsayımı akıl ve mantık dışı olduğu kadar bilimsel verilerle de ters düşer.

İnsanlar diğer canlılar gibi yeri ve zamanı geldiğinde mükemmel olarak var edilmiş-ler, aniden ortaya çıkmışlardır.

Bu gerçeği evrimi dışlayan kanıtlarla göstermeye çalışacağız.

Maymunsu – İnsan Kromozom Sayı Farklılığı Sorunu

Türlerden türlere geçişin önünde aşılması imkansız biyolojik engeller vardır. Bunlardan en önemlisi eşeyli üreme ve kromozom sayı farklılıklarıdır.

Bu insanın evrimi konusunda bir kat daha önem kazanır, insanın maymunsulardan evrildiği hipotezinin geçersizliğini bir kez daha gösterir.

Bu konuda yapılmış ayrıntılı bir araştırma ve analiz aşağıdadır.

= = = =

Evrim teorisinin kurucusu ve duayeni Charles Darwin insanın evrimi konusunu ayrı bir kitaba konu yapacak kadar çok önem verir. Bir bakıma evrim teorisi insanın evrimine odaklanmıştır denilebilir.

Charles Darwin’e göre günümüz insanları ve maymunları ortak bir atadan evrimleşmişlerdir.

Charles Darwin’i böyle bir kanıya iten neden şüphesiz ki maymun ve insanların fiziksel benzeşimleridir. Fiziksel benzeşimlerin genotip benzeşimlere neden olacağı açıktır.

Charles Darwin İnsanın Türeyişi kitabında bu konuyu olabildiğince incelemeye, teorisine kanıtlar bulmaya çalışmıştır.

Maymunlarla insanların benzeşimlerini dikkate alan Darwin nedense ayrımlarına pek önem vermez. Bunun nedeni ise bu ayrımların önemini yeterince farkına varamamasıdır.

Maymun insan ayrımlarının belki de en önemlisi kromozom sayı farklılığıdır.

Bilindiği gibi insansı maymunların kromozom sayıları 48 insanların ise 46 dır.

Bir evrim taraftarı asla ve asla teorinin bazı yanlışlar üzerine kurgulanmış olabileceğini düşünmez. Onlara göre teori mutlak doğrular üzerine kuruludur. Tartışmaya bile gerek yoktur.

Eğer teori insanlar ve maymunsular ortak bir atadan evrimleşti diyorsa bu böyledir ve tek gerçektir.Kanıtları ileride nası olsa bulunacaktır mantığı ağır basar. Halbuki gerçek bilimin temeli önce kanıt, sonra sonuç olmalıydı.

Eğer kromozom sayıları farklı ise bu geçmişte bazı eklentiler ya da çıkarımlar sonucu oluşmuş olmalıdır.

Evrim savunucularına göre maymunların 48 insanların 46 kromozoma sahip olmasının tek açıklaması (insanların maymunlardan evrimleştiği inkâr edilemez bir ger-çek olduğu peşinen kabul edildiğinden) maymun kromozomlarının birleşerek sayılarının azalması olur.

Bu sorunun başka cevabı da yoktur.

Bu nedenle evrimciler buna uygun (gerçeklere değil evrime uygun) senaryolar kurgulamışlar; şemalarla, resimlerle süsleyerek buna uygun bir de şöyle oldu böyle oldu hikâyesi uydurarak bilimsel bir gerçek gibi ortaya atmışlardır.

Evrimcilere göre kromozom birleşmesi şu şekildedir.

Resimde de görüşeceği gibi kromozomların bir çifti uçlarında bulunan telomerler vasıtasıyla birleşmekte, bu birleşmede herhangi bir bilgi kaybı olmamaktadır. Bu olayı maymun, insan genom benzerliğinden faydalanarak kendilerine göre kanıtlarda bulmuşlardır.

Bir evrimci bu şemayı bilimsel bir gerçek olarak kabul eder ve bir kanıt gibi kullanır

Bir evrimciye sorarsanız insan maymun kromozom sayı farklılığı sorunu bu yolla mükemmel ve bilimsel bir şekilde çözümlenmiştir.

Fakat burada bir şeyi dikkat çekmek isteriz.

Kromozomlar birleşirlerken çok az da olsa bilgi kaybı olur ama bilgi artırımı (evrim) oluşmaz.

Burada açıklığa kavuşturulması, doğru yanıtlanması gereken pek çok sorular vardır.

Kromozomu birleşti denilen canlı yetişkin bir australopiketus (evrime göre insan ve maymunların ortak atası) olmalıdır.

Yetişkin bir australopiketusta her birinde DNA her DNA da kromozomlar bulunan kan, sinir, kas, kemik, kıkırdak, üreme vb. olmak üzere çeşitli yaklaşık iki yüz trilyon hücre vardır.

O halde sormak gerekir.

Kromozomları birleşen hücre hangi hücredir?

48 kromozomdan bir çifti birleşirse sayı kırk altıya iner mi?

Bu soruya verilecek cevap hayırdır. Çünkü ortaya çıkan kromozom sayısı 23 çift artı tek yani 47 olduğudur.

Soruya evrimci gözüyle bakıp cevaplamaya çalışırsak değişimin (birleşmenin) üreme hücrelerinde olduğu söylenebilir.

Söz konusu australopiketusun bir dişi olduğunu varsayarsak 24 kromozomlu yumurta hücresinin bir çifti rastlantılarla birleştiğinde sayı 23e iner ki bu evrimin istediği rakamdır.

Fakat maymunlarda insanlarda eşeyli üreyen canlılardır. Üremede erkek ve dişi olmak üzere iki ayrı cinse ihtiyaç duyarlar.

Diğer ifade ile 23 kromozomlu bir dişi yumurtası ancak 23 kromozomlu bir erkek spermiyle aşılanabilir.

Bu durumda aynı mucizenin hem erkek spermlerinde hem de dişi yumurtasında aynı anlarda meydana gelmesi ve kromozomları azalmış dişi yumurtasının yine kromozomu azalmış spermle aşılanmış olması gerekir.

Bir erkek atmığında üç yüz milyona yakın spermin olması ise ayrı bir sorundur.

Aynı anda yaklaşık üç yüz milyon spermin kromozomları mı birleşti?

Tek bir spermin bir çift kromozomu birleşti de o da gidip bir çift kromozomu birleşen yumurtaya mı aşıladı?

Görüleceği gibi bu senaryoda mucizeler bile aşırı zorlanmaktadır.

Cevabı aranan hücrenin yeni aşılanmış fakat henüz bölünmeye başlamamış, bir yolunu bularak bir çift kromozomu birleşmiş taze bir hücre olduğunu var saymak evrimci öngörüsüne en uygun varsayım olacağı açıktır.

Hayalleri ve mucizeleri zorlayan bu sonuçta sorunu çözmez.

Bu kez de bir başka hayati sorun daha ortaya çıkar.

Mucizeler dizisi devam etse ve 46 kromozomlu bir dölüt ortaya çıksa 48 kromozomlu bir anne bünyesi 46 kromozomlu bir dölütü bünyesinde tutup gelişmesine izin verir mi?

İzin verdiğini kabul edersek bu bir maymunun bir insan doğurması anlamına gelmeyecek midir?

Doğurduğunu da kabul edersek bu kez de bu insanımızın üremesi için karşıt cinsten bir başka insana daha ihtiyaç duyacağıdır.

Karşıt cins bir maymunsu olursa (bir insanla bir maymunsunun çiftleştiğini ortaya bir dölüt çıktığını varsayarak) dölüt 47 kromozomlu olur.

47 kromozomlu (2n kuralına aykırı olduğundan) söz konusu canlı ise hiç bir zaman üreyemez.

Tek kromozom sayılı bu garip canlının benzerleri günümüzde vardır. Örneğin katırlar 67 kromozomludur. Fakat kısırdırlar.

Evrimin hatırına hayal gücümüzü bir kez daha zorlasak ve olmazları olur yapsak (47 kromozomlu canlımızın üremeye hazır olduğunu kabul etsek) sonuç değişir mi?

47 kromozomlu garip canlımızın (bu canlımızı bir an erkek kabul edelim) 48 kromozomlu maymunsularla çiftleştiği düşünülebilir

Garip canlımızın spermleri 23 ve 24 kromozomlu olacaktır. Dişimiz maymun olduğuna göre onun da yumurtası 24 kromozomludur.

23 kromozomlu sperm 24 kromozomlu dişi yumurtasını aşılasa (bu mümkün değildir ama evrimcilerin hatırına bir kez daha olası kabul ederek) ortaya çıkan 47 kromozomlu bir başka garip canlıdır.

24 kromozomlu sperm 24 kromozomlu yumurtayı aşılarsa bu kez ortaya çıkan 48 kromozomlu bir maymun olur.

47 kromozomlu canlılar yaşasa ve aralarında çiftleşseler 23 kromozomlu sperm 23 kromozomlu yumurtayı aşılasa 46 kromozomlu bir canlı oluşur ama bu kez bir kromozom devre dışı kaldığından gen bilgi kaybı oluşur. Böyle bir canlının ise yaşamını devam ettirmesi mümkün değildir.

Görüleceği gibi kromozomlarından bir çifti birleşiverdi bu yolla kromozom sayısı 46 ya indi deyip geçiştirili verilen sorun evrim için iki ucu b…lu değnektir.

Bu sorun evrimin önünde (diğer milyonlarca sorun gibi) aşılamaz ulu dağlar gibi durmaktadır.

Evrimciler ortaya konan bu bilimsel gerçekleri sadece evrime ters geldiği için kabul etmek istemezler.

Eşeysel üreme iki ayrı canlı da oluşan birleştiğinde eyleme geçen son derce ayrıntılı ve hassas bir olgudur.

En küçük bir eksiklik ya da aksilik üremeyi engel olur. Bu gün her şeyleri yerli yerinde olduğu halde çocuk sahibi olamayan binlerce çift vardır.

Gerçekte diğerleri gibi eşeyli üremede bir var oluş harikası ve mucizesidir.

Görüleceği gibi hayal dünyamızı olabildiğince geniş tutsak olmazları olur yapsak bile (en azından eşeyli üreme konusunda) evrime uygun bir çıkış yolu yoktur.

Maymun kromozomlarından bir çiftinin birleşip sayının 46 ya indiği varsayımı tam bir evrimci masalıdır.

İnsan türü canlıların diğer eşeyli üreyen canlılar gibi kendilerine özel fiziksel yapıları, yaşamsal meziyet ve becerileriyle en azından bir dişi bir erkek olmak üzere var edilip üredikleri açıktır.

İnsansı Fosiller ve İnsanın Evrimi Bilmecesi

İnsansı fosiller üzerinde en çok tartışılan konuların başında gelir. Bunun nedeni insanın evrimi konusunun evrim teorisinin can damarı olmasıdır.

Bu tartışma genelde insanla maymun arasında olduğu varsayılan ara format canlıları üzerinedir. Bu nedenle insansı fosiller ismini verdiğimiz bu bölümde maymun (primat) ve insan fosillerini birlikte inceleyeceğiz.

Evrim teorisi taraftarları bu konuyla ilgili bulunan her fosili bir ara format kabul eder. Yorumlarını bu yönde geliştirmeye çalışır.

Fakat bu peşin fikirlilik bu konuda çok kötü yanılmalarına yol açmış, teorinin bilimselliği açısından çok büyük zararlara neden olmuştur.

Bu zararların en büyüğü ve telafi edilemeyeni ise muhakkak ki teorinin bilimsel güvenilirliğini kaybetmesidir.

Gerçekten de bilimsel kanıtlara dayanmayan genelde derin bir hayal ürünü olan kanıtlar teoriyi ilkel bir din görünümü vermektedir.

Bu bölümümüzde insanın evrimini teorinin öngördüğü basmaklar halinde inceleyecek ve gerçeği bulmaya çalışacağız

İnsansı Kafatası Fosillerinin Özellikleri

Kafatası ve fosilleri evrim teorisinin özel ilgi alanlarından birisidir.

Bunun nedeni de kafatası hacim büyümesinin beyin büyümesi, beyin büyümesinin de gelişmişlik (evrimleşme) belirtisi olduğu zannedilmesidir.

Bu yanlış zan kafatasçılık diye nitelenen koyu bir ırkçılığın doğmasının ana nedenlerinden biridir.

Bir zamanlar insanlar kafataslarının büyüklüğüne göre tasnif edilmekte, büyüklüğüne ya da küçüklüğüne göre az evrimleşmiş çok evrimleşmiş şeklinde ayrılmakta idi.

Kafatası büyüklüğü dolaysıyla beyin büyüklüğü evrimleşmeye kanıt mıdır?

Bu konuda çok ve çeşitli araştırmalar yapılmıştır.

Bu araştırmaların en ilginci Dünyanın en zeki insanlarından biri kabul edilen bir bilim insanının (Eistein’in) öldükten sonra beyninin çıkarılıp normal bir insan beyniyle karşılaştırılmasıdır.

Bu karşılaştırma sonucunda Dünyanın en zeki insanı olarak kabul edilen Einstein’in beyni normal bir insan beynine göre hem daha küçük, hem de daha hafif çıkmıştır.

Daha sonra yapılan deneyler bu sonucu teyit eder mahiyettedir.

Bu deneyin ortaya koyduğu gerçek beyin kapasitesinin; beynin büyüklük veya küçüklük, ağırlık ya da hafiflik gibi nitelikleriyle doğrudan ilgisinin olmadığıdır.

Kaldı ki yaşam tarihinde beynini en çok kullanan canlılar olduğumuz halde mevcut beyin kapasitemizin çok az bir kısmını (yüzde onunu) kullanmaktayız.

Görülen odur ki şu andaki beyin kapasitemizin yüzde onluk ya da on beşlik bir bölümü bizi bulunduğumuz medeniyet düzeyine getirebilmiştir.

Bu gerçek doğanın tasarrufu çok iyi bildiği; ihtiyaç dışı, israf diye nitelenebilecek oluşumlara asla izin vermediği göz önüne alındığında kullanmadığımız atıl durumdaki bu büyük beyin kapasitenin niçin, neden ve nasıl oluştuğu sorusunu gündeme getirir.

Bir evrim teorisi taraftarı bu soruya asla cevaplayamaz.

İnsan evriminin izleri en çok kafatası fosillerinde aranmıştır diyebiliriz.

Evrim teorisine göre ilk kusursuz kafatası oluşana kadar, kafatası birçok bozuk aşamadan geçmiş olmalıdır.

Örneğin simetrik bir görünüm alana kadar birçok asimetrik şekil almalıdır.

Sağa sola doğru daha çok kaymış, çenesi sağa veya sola doğru kayık, burnu sağ yanağına yakın, kulakları yanağına veya daha geriye doğru, diğer taraftaki kulağı ise tam aksi yönde, göz çukurlarının biri daha üstte, diğeri daha sola doğru ve bunlar gibi milyonlarca bozuk form (ara form) oluşmalıdır.

Veya bu kafataslarının bazılarında işe yaramayan, gereksiz kemikler çıkmalı, birkaç jenerasyondan sonra bu kemikler işe yaramadıkları için yok olmalıdırlar.

Bulunan fosiller genellikle kafatası, çene kemikleri, diş gibi kemiklerdir. Bu tür fosiller çok ve çeşitlidir. Bir fikir vermesi bakımından bu tür fosillerin bazı özeliklerini veriyoruz.

a)-Günümüzde gördüğümüz ve geçmişte yaşayıp fosil kayıtlarında bulduğumuz tüm canlıların çok kusursuz, pürüzsüz, simetrik, hiçbir normal dışı bozunumu olmayan kafatasları vardır.

b)-Kafatasları günümüzdeki canlıların kafatasları gibi düzgün ve simetriktir. Göz, kulak, burun gibi organlar için ayrılan boşluklar da yine simetrik ve son derece düzgündür.

Rastlantısal oluşumların karmaşıklığı söz konusu değildir.

c)-Yine evrim teorisine göre fosil kayıtlarında evrelerine rastlanması gereken bir başka yapı ise bozuk omurgalardır.

Omurga, omur denilen otuz üç küçük ve yuvarlak kemiğin birbirinin üzerine dizilmesiyle oluşur ve insan için hayati bir önem taşır. Vücudun üst kısmının tüm ağırlığını omurga taşır.

Omurganın S şeklindeki kıvrımlı yapısı, üzerindeki yükün eşit dağıtılmasını sağlar.

Yürümek için atılan her adımda, vücut ağırlığı nedeniyle yerden vücuda doğru bir tepki kuvveti gelir.

Bu kuvvet, omurganın sahip olduğu amortisörlere benzeyen yapısı ve kıvrımlı şekli sayesinde vücuda zarar vermez.

Eğer tepkiyi azaltan amortisörler ve kıvrımlı özel yapı olmasa, atılan her adımda, ortaya çıkan kuvvet direkt olarak kafatasına iletilirdi ve omurganın üst ucu, kafatası kemiklerini parçalayarak beynin içine girerdi.

Böyle bir durumda ise, insan soyunun devamı mümkün olamayacaktı.

Bulunan omurga iskeletleri ise yukarıda yazmaya çalıştığımız mahzurları ortadan kaldıran mükemmel yapılardadır.

İnsanın atası olarak gösterilen tüm omurgalıların da omurgası yine son derece düzgündür.

Bilinen en eski omurgalılar olan Kambriyen devri balıklarının, onlardan sonra ortaya çıkan balıkların veya kara omurgalıların tümü, düzgün ve kendilerine özgü omurga yapılarına sahiptirler ve aralarında hiçbir ara form yoktur.

Biz bu bölümde evrim teorisinin can damarını teşkil eden insanın evrimi konusuna aydınlatacak olan insansı kafatasları üzerinde duracağız.

İNSANIN EVRİMİ KONUSU

Evrim teorisinin meşhur hayat ağacına göre insanlar:

└─ Primatlar
├─ Önmaymunlar
├─ Maymunlar
└─ insansılar
├─ Gibon
├─ Şempanze
├─ Goril
├─ Orangutan
└─ insan

evrimsel değişimler sonucu oluşmuştur.

Evrim teorisince ortaya konulan ve teorinin bel kemiğini teşkil eden insanın Evrimi konusunu daha iyi anlayabilmek, gerçekleri bulabilmek için incelemeyi en baştan başlamanın sayısız yararları vardır.

Primatlar: Primatlar hayvanlar âleminin memeliler sınıfından maymun ve benzeri hayvanları içeren takımıdır. Goril, orangutan, şempanze, gibon gibi insansı olarak nitelenen maymunlarla lemur, marmoset, galago, tarsiyer ve lorisleri gibi çeşitleri de içerir.

Bir kısım primat türlerinin kromozom sayıları 44, diğer kısmının ise 48’dir.

Primatlar çevik ve hızlı canlılardır. Çoğunluğu ağaçlarda yaşar. Hepsinin elleri, ele benzer ayakları, ileri bakan gözleri vardır.

Primat sözcüğü hayli geniş ve çeşitli olan bu takım içindeki herhangi bir tür için kullanılabilecek ortak isimdir.

Primat” sözcüğü, Latince’de en başta, mükemmel, asil gibi anlamları olan primas sözcüğünün çoğulu primatesten Fransızca’ya tekilleşerek geçen primate sözcüğünden türemiştir.

Primatlar tüm dünyaya yayılmışlardır. Genellikle Güney ve Orta Amerika’da, Afrika’da ve Asya’nın güneyinde bulunurlar.

 

Zeytin yeşili Habeş maymunu

Bazı türlerin yaşadıkları alanlar, Amerika kıtasında Meksika’nın güneyi ile Asya’da Japonya’nın kuzeyi kadar kuzey bölgelere ulaşır.

Tür ve çeşit olarak hayli kalabalık olan primatlar başlıca üç bölüme ayrılırlar.

Ön maymunlar (prosimiyenler): Vücutları erken dönem ilkel primatlarınkine en çok benzeyen türlerdir.

Bu grubun en bilinen türleri olan lemurlar, Madagaskar adası ve daha az olarak da Komoros Adaları’nda, dünyanın geri kalanından izole bir durumda yaşarlar.

Yeni Dünya maymunları: Simiyenlerin kapuçin, havlayan ve sincap maymunları gibi türleridir. Amerika kıtasında yaşarlar.

Eski Dünya maymunları ve insansı maymunlar: Simiyenlerin Yeni Dünya maymunları dışındaki türleridir. Asya’nın orta ve güney kesimleri ile Afrika’da yaşarlar.

= = =

Memelilerin 32 ayrı takımından biri ise, insanın atası olarak kabul edilen canlıların dâhil edildiği primatlar takımıdır.

Yapılan fosil incelemelerinde primatların ortaya çıkışından günümüze kadar 6000’den fazla primat türünün yaşadığı anlaşılmıştır.

Bunların içlerinde fiziken insanlara benzeyenlerle hiç benzemeyenler de vardır.

Bunların çok büyük bir bölümü, nesli tükenerek ortadan kaybolmuştur. Bugün yalnızca 400 kadar maymun türü yeryüzünde yaşamaktadır.

Primat türlerinin çokluğu onlardan kalan fosillerin zenginliğine neden olmuştur.

Evrim teorisi taraftarları primatların böcek yiyen memelilerden evrimleştiğini varsayarlar fakat bu konuda herhangi bir bilimsel kanıt ortaya koyamazlar.

Evrim teorisi taraftarı fosil bilimci Kelso:

-Böcek yiyici memelilerden primatlara olan geçiş fosiller tarafından belgelenmiş değildir. Bu konuda herhangi bir fosil kaydı yoktur diyerek bu gerçeği kabul eder.

Primatlar, diğer tüm canlı grupları gibi, fosil kayıtlarında bir anda ve diğer canlılardan çok farklı şekilleriyle ortaya çıkarlar. Kendilerine evrimsel bir ata oluşturabilecek başka hiçbir ara format canlı grubu yoktur.

Bu konuda otorite sayılan evrimcilerden biri olan Elwyn Simons:

-her türlü bulguya rağmen, primatların kökeni bir sır olarak kalmaya devam etmektedir diye yazar.

Bir diğer ünlü evrimci Romer Omurgalı Paleontolojisi adlı kitabında primatların en eski türlerinden biri olan lemurlar için:

-Bu canlılar sanki hiç bilinmeyen bir yerden gelmiş gibi aniden ortaya çıkarlar demektedir.

Primatlar takımının en önemli özelliği, el ve ayak yapılarının belirginliğidir. Lemur, tarsier gibi ufak memeliler ve tüm maymunlar primat takımına aittir.

 

Tarsier solda Lemur sağda

Primatların diğer tüm canlı grupları gibi bir anda ve diğer canlılardan çok farklı şekilleriyle ortaya çıkması diğer canlılarla aralarında kesin çizgili ayrımların bulunması evrim teorisi taraftarlarını çok güç durumlara sokmuştur. Bunun nedeni de primatlara uygun evrimsel bir ata oluşturabilecek başka canlı gruplarının olmamasıdır.

Evrim Teorisine göre insanlar primatlardan evrimleştiğine göre bu da insanın evrimleşme yönünden kökenin meçhul olduğu anlamına gelir.

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP