AYÇA ÖZTORUN
Yazacak daha fazla hiç bir şey yok o geceden başka.
“Deprem ve artçıdan hemen sonra binadan nasıl çıktığımı hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey yavrularıma sarılmak oldu.”
İlk sarsıntıda başım dönüyor diyerek yatağımdan kalktım. Duvarlar üzerime geliyor, avize bir sağ bir sol yaparak tavana çarpıyordu.
Bu deprem dedim kendi kendime.
İlk işim kendime yaşam üçgeni oluşturmak oldu. Aklıma su ve düdük geldi. Bunları sanırım saniyeler içinde yaptım. Düdük yaşam üçgeni yaptığım yerde koltuğun hemen yanındaki çekmecedeydi. Koltuk ve sehpanın arasına cenin pozisyonu alarak yattım ve telefonla çocuklarımı aradım.
“Yaşam üçgeni oluşturun sarsıntı biter bitmez inin aşağı” diye bağırdığımı hatırlıyorum.
Ben son kattayım. Son kattan kurtulma yüzdesi oldukça fazla. Ama kızım üçüncü katta yaşıyor ve bina çökerse mucize kurtulması diye düşündüm. Oğlumu sarsıntının şiddeti artınca aradım. Sadece kendini koru seni seviyorum diye bağırdığımı hatırlıyorum. Oğlumla konuşurken telefonda bir gürültü sesi duydum ve telefon kapandı.
Artık hayat bitmişti benim için.
Oğlumun bulunduğu bina çöktü dedim ve yaşam üçgeninden, yattığım yerden doğruldum.
Sürekli “Tanrım çocuklarım kurtulsun onların yerine benim canımı al” diye tekrar ediyordum.
Bina yıkılana kadar bitmeyeceğini sandığım sarsıntı durdu. Kızım beni aradı. ”Anne binadan çık” diye feryat ediyordu.
Kızıma; “Kardeşin?” dedim.
“O da şu an çıkıyor evinden” dedi. Haber alamadım deseydi asla evden dışarıya çıkmayacaktım.
Dayanamazdım. Aklım erdiği günden bu yana tanık olduğum acılara katlanmıştım ama evlat acısını kaldıramazdım.
Oğlum evinden çıkmak için sekiz kat koşacaktı. Ben ise altı kat. Evden dışarıya fırladım. Artçı beni beşinci katta yakaladı. O esnada yaşadığım şoktan kim olduğunu hatırlamadığım birinin asansöre binmeye çalıştığını gördüm. Kapüşonunu tuttuğumu hayır, sakın diye bağırdığımı hatırlıyorum.
Artçı ilk sarsıntı gibi hızlandı. Komşumun evine girdim. İnsanların ağlama ve panik halleri hâlâ gözümün önünde. Sarsıntı bitti. Var gücümüzle koşarak aşağı iniyoruz dedim. Gerisini hatırlamıyorum.
Binadan nasıl çıktım bilmiyorum. Arabadaydım. Kızım ve eşi yanımdaydı. Açık bir alana gittik. Oğlum da geldi yanımıza.
Çocuklarımın her ikisine ve kızımın eşine nasıl sarıldığımı anlatamam.
Arabada sabahlayacaktık. Kızımın eşi hekim olduğu için hastaneye gitti. Çok üzgündü. “Umarım ölü de olmaz yaralıda” derken sesi titriyordu.
“Şifa ol canım yaralılara” diyebildim.
Oğluma telefonda duyduğum gürültünün ne olduğunu sordum. “Elbise dolabı devrildi anne” dedi.
Biz kurtulduk ama kurtulduğumuza sevindik diyemedik. Enkaz altında kalanların feryadı, ölü sayısının korkunç rakamlara ulaşması, yaralıların perişan hali ve çökmüş binanın etrafında çırpınan ağıt yakan, annemi, yavrumu, kardeşimi kurtarın diye feryat edenlerin acısı benim de acım oldu.
“Sesimi duyan yok mu?”
Benim için bu soru bir kabus. Çaresizliğin sorusu bu!
Ağlıyorum, yüreğim yangın yeri. Adanam, Gaziantep, Maraş, Pazarcık, Osmaniye ve ismini sayamadığım bir çok ilçe halkı yüreğimiz yangın yeri.
Ve ateş düştüğü yeri yakıyor.
Hepimizin başı sağ olsun. Enkazdan yaralı kurtulanlar da bir an evvel sağlığına kavuşsun.
Bu yaraları yine biz saracağız. Bu yara bizim yaramız. Gözyaşımız bir bizim. Sözün bittiği yer dedik ama umudumuz tam bizim.
Çöktük! Kapandık! Umuda tutunacağız.