İBRAHİM FAİK BAYAV
Müddessir Suresi’nin 7’nci ayetinde Hz. Muhammed’e sabretmesi tavsiye edilmişti.
Hz. Muhammed’in toplumu uyarma görevi çok zorlu geçecektir. Şirret herife karşı gelebilecek gücü yoktur. O herifin vahyi gönderene bırakılması istenmiştir.
Akıbeti ne olacaktır o şirret herifin?
”Seuslihi sekara…” Yani o şirret herif sekar denen yere konacaktır. (Müddessir: 26)
Burada sekar denen yer, var olduğu bilinen ama açıkça söylenmeyen bir yerdir.
”Ve mâ edrâke ma sekar?..” Yani, kavrayabildin mi nedir sekar?” (Müddessir: 27)
Hz. Muhammed sekarın ne olduğunu kavramıştır. Fakat ona tabi olanlar kavramış mıdır, belli değil.
Sekar denen yer, tüm tefsir ve meallerde yedi katlı cehennemin bir yeri olarak bildiriliyor. Fakat cehennemin ne olduğu anlatılamıyor. Bazı ayetlerdeki ‘nar-ı cehennem’ ifadesinden, cehennemin fiziki ateşle ilgili bir yer olduğu sanılmış.
Sözcükleri irdeleyerek sekar denen yerin ne olduğunu biz de kavramaya çalışalım:
Sekar, ‘sekara/yezkuru’ fiili sebebiyle uzaklaşılan yerin ismi imiş. Elem ve eza verme olayı da ‘sekara/yezkuru’ fiili ile anlatılırmış.
Elem ve eza, kişilerin özgür olmadığı yerde mümkündür. Kişi orada canının istediğine kavuşamaz; hastalansa ilacını arayamaz; ihtiyarlasa itibar göremez.
Arapça-Türkçe lügatte ‘sekar’ sözcüğünün anlamını aradığımda, ‘sekara’ fiilinin bahsedilen hareketlerin dışında başka bir hareket için kullanıldığını fark ettim. Sekara/yezkuru filli lügatte PEZEVENKLİK ETMEK şeklinde belirtiliyor.
Bizim toplum kime pezevenk dendiğini iyi bilir. Bu anlamdan yürünürse, ‘sekar’ adının nereye, hangi yere uygun geldiği anlaşılır. Bu yer, aile düzeninin oluştuğu yere uzak düşer.
28’nci ayet, sekarın vasfını ”Lâ tübki ve lâ tezer” olarak belirtiyor. Yani, ‘sekar’, düşen kişiyi orada ne rahat tutar ne de oradan harice bırakır. Oraya düşen kişinin bir daha toplum içinde namusuyla gezebilecek yüzü olmaz.
”Levvâhatün li’l-beşer” (Müddessir: 29)
‘Beşer’ sözcüğü lügatte insan cinsine verilmiş ad olarak belirtiliyor. Ayette bu sözcüğün ‘sekar’ denen yerle ilintili edilmesi , ‘beşer’ sözcüğünden kastın pezevenkler mahalline düşmüş ve düşecek kişiler olmasıdır.
‘Levvaha’, o zamanlar, üzerine yazı ve sayı yazılabilen tahtadan mamül levha olarak bilinmiş. Günümüzde ‘tabela’ dediğimiz şeydir bu. Metalden de yapılır pilastikten de… Levvahanın büyükleri tabela olarak mekan üzerindeyken, küçükleri etiket veya kokart veya kimlik olarak insan üzerindedir.
”Aleyha tis’ate aşere” ifadesinden anlaşılan, Hz. Muhammed’in görevini engelleyecek o şirret herifin ‘sekar’ denen yerdeki 19. sırasıdır. Ya da onun 19 numaralı bölümüdür.
Ayetteki ’19’ rakamı mucizelik bazında düşünülürse, yüzyıllar içindeki bir yüzyıla verilen numara olarak da görülebilir. Üzerinde ’19’ bulunan tarih levvahasında yani 19’ncu yüzyılda Hilafet Merkezi olan İstanbul’da değişiklik göze çarpmıştır. Pezevenklik mesleği açıkça yapılacaktır. 1884 yılında bir talimatname ile ilk resmi genelevi açılır.
Fazlasını izaha gerek yok. Yıllar önce ATV televizyonunda gösterilen ‘UÇURUM’ adlı dizi, ‘sekar’ denen yerin nasıl bir yer olduğunu göstermiştir.