OKTAY EROL

OKTAY EROL

03 Nisan 2024 Çarşamba

Yurttaşın “adı” olmalı…

Yurttaşın “adı” olmalı…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

OKTAY EROL

Yaşananların “doğru” olduğuna inanmak gibi bir “olgu” ortaya çıktı! Ekmek kuyrukları her gün biraz daha uzuyor; olabilir, deniliyor! Birçok eve et, süt ürünleri, birçok meyve girmiyor; “demek ki böyle olması gerek” deniliyor! Geçen yıl altmış/ yetmiş liradan satılan zeytin yağı beş/ altı katına fırlıyor; “gücümüz yetmiyorsa yemeyiz” deniyor! Birçok aile sabahın karanlığında okula gönderdiği çocuğunun beslenme çantasını dolduramıyor; “çocuklar da dayanmalı yoksulluğa” deniliyor! Milenyumdan önce bu ülkede traktör olmadığı söyleniyor; “bugüne değin kullandıklarının oyuncak” olduğuna inanılıyor!
Bu yazgıcılık, teslimiyetçilik, insana yapılan “en büyük” kötülük! Aklıyla alay etmek! Düşünebildiğini/ sorgulayabildiğini yok saymak! Günün sonunda canlı organizma neleri kullanabildiğini, nelere dokunmadığını, nelerle beslendiğini, nelerin acısını aldığını biliyor! Doğa gibi!
***
Doğa bağışlamaz değil mi? Ormanları yok edersen, su yollarının önünü kesersen, sağlam olmayan alanlara çok katlı betondan yapılar dikersen “neler” oluyor tümünü son bir yılda fazlasıyla yaşadık! Yüzyılın yıkımı deprem, yağmurların ardından gelen toprak kayması/ kent içlerinde su baskınları… Bunların hepsi, doğanın “yanlışı” bağışlamadığını, yanlışların bedelini çok ağır ödettiğini gösteriyor! Peki, canlı organizmasının “hangi” bedeli ödeteceği konusunda ne yapılıyor; koca bir hiç!
Bugün basında yer aldı: Japonya’da bütçenin yüzde otuzdan çoğu yaşlanan nüfus ile sosyal güvenliğe ayrılacakmış! Burada, ülkemizdeki emeklilerin durumunu düşünmek gerekmez mi? Açlık sınırının altında kalan aylıklarıyla hangi zorlukları yaşadığını bilmeyen yok! İkibinyirmidört bütçesi yapılırken, hangi iyileştirici kararlar alındığına ilişkin bir arpa boyu alınmış mıdır acaba? Beslenmenin, hangi olumlu ya da olumsuz sonuçlara gebe olduğunu bilmeyen yok! Peki, emeklinin aldığı aylığın sağlıklı bir biçimde beslenmede ne denli yeterli olduğu düşünülüyor mu? Sanmıyorum!
***
Birkaç gün önce bu yurdun canları, ana/ baba çocukları, kardeşleri genç yaşlarında yaşamdan koparıldı! Düştüğü yeri yakmamalıydı, yüreği yananlar yan yana durabilmeliydi, acıyı birlikte yaşayarak paylaşabilmeliydi! N’oldu öyle? Alanları kendileri için “parsellenmiş” sananlar, acının düştüğü yerde kalması için ellerinden ne geliyorsa yaptı! Ne istediler gerçekten anlamıyorum; çelenk parçaladılar, bir de “önceden” hazırlıklı olanlar destek çığlıkları attılar! Kurtardılar mı? Bir “ulusal yas” gerçekleştirmeyi bile akıllarına getirmediler! Bunun “doğru” bir davranış olduğuna inandırıldılar!
Yine birkaç gün önce Adana’da, yıllardır kullanılamayan Numune Hastanesi’nde üç gün sonra da Seyhan Devlet Hastanesi’nde yangın çıktı! Burada deprem bölgesine gönderilecek malzemelerin konulduğu, arşiv/ depo olarak kullanılan bölümlerin bulunduğu yerlerin varlığından söz ediliyor! Siyasetçilerin pek de önemsemediği yerel basın yazdı, bir Chp’li Ayhan Barut mecliste gündem konusu yaptı! Hangi dolapların döndürüldüğünü şu an için karanlık, ancak Barut’un “arşivi yok etmeye yönelik bir kundaklama mı” sorusu kafaların karşımasına yetmeli! Yandı değil; “neden” diye sorabiliyor muyuz?
***
Yaşananların “doğru” olduğuna inanmak… Yurttaşın küçülen ekmeği, günler öncesinden başlanan buluşmalarda asgari ücret belirlemedeki zorlanmalar, şu an bile deprem bölgesinde yaşananlar, yürekleri parçalayan canların acısı, arşivlerin olduğu yerlerde çıkan yangınlar… Anlayalım; bunlar “doğru” olan değil, bunlar bu yurdu yaşanılır yapacak etmenler değil, başların kumdan çıkarılması gerek artık! Yaklaşan yerel seçim öncesi, yurttaşın “adı” olması gerek!