MEKİN ŞAHİN

MEKİN ŞAHİN

16 Nisan 2024 Salı

CHP Dünyasına Çağrı! Değişim ve Dönüşüm

CHP Dünyasına Çağrı! Değişim ve Dönüşüm
0

BEĞENDİM

ABONE OL

MEKİN ŞAHİN

Ben ülkesini, halkını ve düşünceleri uğruna her şeyi göze alan, gerektiğinde bedel ödeyen ve ödemekten kaçınmayan cumhuriyet aydınıyım. Amiane tanımla CHP ocağında doğan, onun kültürüyle nitelik kazanan ve demokrasi mücadelesinde yüreğini koyan Türkiyeli cumhuriyet aydınıyım. Ülkemin ve halkımın çıkarları neredeyse orada olurum..

Düşüncelerimi açıkladım. Bireysel ilgilerim adına doğrularımı terk etmedim. Eleştirdim. Eleştirildiğimde saygıyla karşıladım. Sürekli okuyan, araştıran ve yazdığım makalelerle; Türkiye gerçeklerini halkımıza anlatan devrimciyim.

Ülkemizin üzerinde 1972 yılında başlatılan, belirli aralıklarla fiili uygulamaların artırıldığı; yeni sömürgeci politikaların, 2023 yılında tavan yaptığı yıkımına karşı doğru eylem ve önderliğe ihtiyacında arttığı dönemdeyiz.
Cumhuriyet tarihimizde her sıkıntılı dönmelerde CHP kurumsal faaliyetleriyle ortaya çıkarak, çözümleriyle sıkıntıların aşılmasını sağlamıştır. Bugünde CHP’ne ihtiyaç, dünden daha fazla. Şu gerçek hiç unutulmamalı. CHP’siz bir Türkiye, Türkiyesiz bir CHP düşünülemez. Bu perspektifle önümüzü gören, çözümü ve hedefi net, Türkiye ve Türkiye halkını; bilgi çağının efendilerinin yarattığı yıkımdan kurtarılması gerekiyor. Her zaman olduğu gibi görev CHP ve CHP’ni yöneten kadrolarına düşmektedir.
Bilgi çağında teknolojinin geldiği aşamada ulusal etkileşimi, engellemek mümkün gözükmüyor. Etkileşimi teklik düzeyde tüm insanları, çokluk düzeyde uluslar üzerinde sağlayarak; kapitalizmin yeni efendileri kendilerini tanrılaştıran düzenleme yapmak istiyorlar. Ülkelerde yıllarca kurdukları ilişkilerini de bu amaçla kullanıyorlar.
Araçları değişik yöntemler içermekte. Ülkelerin üretim sistemleriyle oynayarak bağımlı konuma getirirken, görünürde uygulamayı dini, etnik yapısallığı kullanarak niyetlerinin üzerini örtüyorlar. Bu niyetlerini en belirgin kullandıkları coğrafyada eski ipek yolu coğrafyası. İnsan ve enerji kaynağı oldukça yüksek olan bu coğrafyayı, yeni düzenlerinin ana ekseni yapmak istiyorlar.
Yugoslavya’yı bu amaçla parçaladılar. Yugoslavya’da başlayan parçalanmanın iki yönde ilerleyeceğini düşündüler.
Ama istedikleri tam yerine oturmadı. Nedeni Anadolu’nun, Anadolu halkının sağ duyularının etkili olması ve oynanan oyuna, kurulan tuzağa düşmemesi, tarihsel dayanışmanın bitmemiş olması; projenin sakat doğumuna neden oldu. Çünkü eski ipek yolunun ana motoru Anadolu.
Anadolu’nun istemediği hiç bir şey amacına ulaşamaz. Ulaşamadı da.
1972 yılında Nurcu tarikatından ayrılarak, kendi tarikatını kuran Fettullah GÜLEN ve 2002 öncesi Milliyet gazetesi tarafından kahramanlaştırılan, AB yanlı milli görüşü terk ederek ABD yanlı gömleğini çıkardığını söyleyen Tayyip ERDOĞAN; önce Türkiye’de, sonrada İslam ülkelerinde, yeni dünya düzenine hizmet eden iş birlikçilerin temsilcileridir. Bu işbirlikçiler sayesinde başta ülkemiz olmak üzere, tüm İslam ülkeleri bilgi çağında çok acı çektirilen coğrafyalar oldu. Türkiye bu gün yaşadığı her şeyin farkına varabilmeli ve kaostan kurtulabilme gücüne erişmelidir.
Emperyalizmin tüm saldırılarına karşı Türkiye’de amaçlarına ulaşamamalarında; Cumhuriyetin kurucu iradesinin önemli rolü var. Üretimde tam bağımsızlık, sosyal yaşamda laiklikle birlikte, bilime dayalı özgür düşünceli, araştıran nesil yetiştirmek. Bu saldırıları çoğu kez boşa çıkardı. Ancak 2002 yılı sonu itibarıyla cumhuriyetin kuruluş felsefesinin köküne asit dökecek AKP hükümet dönemleri başladı. Tam 21 yıl Türkiye devletini yönetiyorlar. Saldırmadıkları, yıkmaya çalışmadıkları cumhuriyet değerleri kalmadı. Buna rağmen istedikleri sonuca erişemeyince anayasa değişimiyle Faşist devlet yönetim biçimi olana cumhur devlet yönetimine adım attılar. Maalesef sözün biteceği bir sürece girildi.
Türkiye yeni ve engel olunmadığında, geleceği yıkım ve acılarla dolu döneme girecek. Bir tarafta dünyada kurulmak istenen kapitalizmin yeni efendilerinin tanrılaşma isteği, diğer tarafta kendi sofistik anlayışlarıyla bu düzene hizmet ederek kendi cennetlerini koruma arzusunda ki AKP ve MHP kadrolarının yönettiği faşist devleti zulümleri.
Türkiye karşı karşıya kaldığı bu duruma vereceği tepkinin öznesini bulmak zorunda.
Özne CHP.
Özne CHP’nin kuracağı cephe ve ittifak. Özne CHP’nin programı ve yarattığı cephenin programı.
Özne demokratik halk cumhuriyeti.
Özne CHP’nin topluma sunduğu ortak dil ve ideolojik, siyasal, örgütsel birliğidir.
Faşizme karşı mücadele yöntemini belirlerken, örgütsel durumu ve mevcut Türkiye konjoktörünü öncelik analiz edilmesinin doğru olduğuna inanıyorum. Elde ettiği sonuçlara göre ne yapmalıya karar verilmeli.
Bu pencereden bakarak Cephemi, ittifak mı; yada her ikisini uygulamak mı? Netleşmeliyiz. Cephe ya da ittifak.
Parti dediğinizde; ideolojik, siyasal, örgütsel birlik anlaşılır. Demokratik- merkeziyetçi yönetim algısıyla, üye ve halk iradesine saygı duyarak; ortak iradenin önünün açılmasını sağlar. Yansıma kendini çalışma tarzında, hedef kitlede, programda ve tüzükte gösterir. Statükocu değil, dünya ve ülkedeki değişim ve dönüşüme göre, programlarda yeni çözümler eklenir yada değiştirilebilir.
Türkiye devlet yönetim biçimi devlet kurumlarını tek elde, yürütmenin denetiminde topladığı için demokratik yönetimden uzaktır.
Sosyolojik ifadeyle yönetim biçimi faşizmdir.
Devleti yöneten siyasi irade dışında kalan siyasi örgütler, mevcut faşist yönetime karşı demokratik yönetimi savunuyorsa, hedeflerini niçin, neden ve nasıl uygulayacaklarını proje ve programla kamuoyuna açıklamalıdır. CHP; şu ana kadar net hedefi proje ve program dahilinde açıklamadı. Söylem düzeyinde sadece ” güçlendirilmiş parlamenter ” istediklerini belirtmekteler. Aynısını CHP’den önce IYI partide istemiştir.
Sosyolojik anlamda güçlendirilmiş parlamenter sistem diye devlet yönetim biçimi tanımı yok.
Kapitalist üretimlerde: Burjuva demokrasisi, Oligarşi devlet yönetimi, Faşist devlet yönetimi ve Demokratik halk iktidarı yönetimi var.
Sosyolojide, bu devlet yönetim biçimleri vardır.
Siyasî partiler iddialarını ortaya koyarken, ne istediklerini açık ve detaylı ve doğru kavramla söylemelidir. Ortak davranış, yada ortak hedefe gitmenin; siyasi örgütler için iki yol var. 1.Cephe 2.Ittifak CHP koyduğu hedefin ilkesel normlarını ve uygulama yöntemini hayata geçirmek için CEPHE yada İTTİFAK ilişkilerini netleştirmek zorunda.
CHP kültürünün bana öğretilerinden çıkardığım başlılar, aslında ülkemizin ve halkımızın geleceğini aydınlığa taşıyacak karakterleridir.
CHP muhafazakar parti değildir.
CHP değişimden, dönüşümden yana sol partidir.
Korkmaz. İki yüzlü olmaz. Her şeyi ülke ve halkı için yapar.
Mahalle baskısına teslim olmaz. Sürekli değiştirir ve dönüştürür.
Çelişkinin varlığına ve çatışmasına inanır. Örgütsel yapısında ana iskeleti sol felsefe oluşturur.
Ama çözümlerdeki farkı ve iddiaları kendi içinde yaşatır.
Sonuçlarına göre cephe örgütlülüğü veya ittifak örgütlülüğü kurarak sonuç alma mücadelesi kesintisiz sürdürülür.
Önce kendi içinde bir ol. Diri ol. Tek yürek ol! Ortak dili olan örgüt ol.
İnsan için en zoru kendini tanıtması yada kendini anlatmasıdır.
Zor ve objektif olmak sıkıntılıdır. Halk tabiriyle eksiği veya yanlışı konduramazsın.
Ama siyaset acımasızdır. Aydın acımasız olmak zorundadır. Gerçeği en yalın biçimde dile getirmelidir. CHP olarak kendimizi bilimsel veriler ışığında analiz ederek, Türkiye demokrasi mücadelesine hazır olup olmadığımızı, çelikleşmiş örgüt olup olmadığımızı görmek zorundayız.
Kendine cennet yaratmak isteyenler, o cenneti korumak ve yaratmak için geliştirebildiği en etkili araçlarla mücadele eder. Cennet sahipleri için bu araç, devlettir.
Cennetten yoksun olanların en yetkin aracı partidir.
Bu bakımdan devlet teorisi, cennet egemenliğin kuruluşunun ve devam ettirilişinin en temel ilkelerini açığa çıkarırken, parti emek dünyasının kendine özgü hedefini netlikle tanımlamasının aracıdır.
Dolayısıyla, devlet teorisini kavramamış bir hareketin amaca giderken daha ilk adımlarının eksik olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Ayrıca halkın devrimci mücadelesinin teorik cephesinin bir unsuru olarak kalmaz; o aynı zamanda toplumların bütün tarihleri boyunca insanlar arasındaki bölünme ve çatışmaların başlıca nedeni olan üretim araçları üzerindeki mülkiyetin özel biçiminin; bunun bütün sosyal ve siyasal sonuçlarının anlaşılmasının ve değiştirilmesinin de başlangıcında bulunur.
Bunun anlamı devlet, üretim sistemlerinin sonucu olarak ortaya çıkmış ve sistemin tüm ilişkilerini korumak ve devam ettirebilmek için varlığını oluşturan iki öze sahiptir.
Ekonomik öz ve siyasi öz.
Üretim süreci, üretimi yaratan ve devamını sağlayan ilişkilerle var olur. Üretim aracı, aracın sahiplenişi, üretimi yapan güç, üretimin dağıtımı, bölüşümü ve tüketilmesi; üretim ilişkilerinin bütünlüğünü oluşturur. Bu karmaşık sisteme aynı zamanda ekonomi de denir. Bu sistemin kendini koruyacağı hukuk sistemine ihtiyaç var. Ancak bu sistemin hukuku toplumun kendi içinde ki çatışmaları sonunda uzlaşacağı zemin üzerinde olgunlaşır ve kurumsallaşır.
Bu uzlaşma da devlet yönetim biçimini yaratır.
Sonuç olarak, üretim sistemi, üretim ilişkileri ve hukuk sistemi devletin özünü, biçimini belirler.
Türkiye de tıkanan sistemin dayatmasıyla, aynı sistem kendini koruyabilmek adına, uzlaşıcı olmaktan çok uzak olan faşizmi tercih etmiştir. İdeolojik konumu ne olursa olsun tercihin nedeni sistemin tıkanmasıdır. Kaldı ki faşizmin ideolojik dayanağı daima şovenizm ve din olmuştur.
Ayrıca bilgi çağının yarattığı etkiler dünyada emperyalist-kapitalist sistemi de oldukça etkilemiştir. Türkiye’de bağlı olduğu zincirden üzerine düşeni almıştır.
Kısaca dünya halklarını ötekileştiren, baskıcı, zulmedici, yok edici ve sömürüyü arşa taşıyan yönetimlerle karşı karşıya. Kapitalist-emperyalist sistemin, finans oligarşi yönetimi kendi krizini kendi yaratan ve yarattığı krizlerle kendinin yok oluş sürecini hazırlayan sistemdir.
Kapitalizmin dünya çapında ekonomik krize girdiğini; kapitalizmi savunan ideologlarda söylüyor.
Krizler kapitalizmin içkin özelliğidir. Krizsiz kapitalizm olmaz.
Aşağı yukarı beş yüz yıllık bir tarihi olan kapitalizm, krizleri hep içinde taşıdı ve belli aralıklarla krize girdi.
Krizlerin temelinde üç etken vardır.
1) Hepsi sermaye birikimini hedefleyen ve piyasa için üreten rekabet içindeki şirketlerin; üretimi sınırsız derecede geliştirme eğilimi içinde olması ( üretim anarşisi);
2) Kapitalistlerin artı değeri sürekli arttırma ihtiyacının, yani sömürüyü yoğunlaştırmasının onları işçi sınıfını görece ve mutlak olarak yoksullaştırmaya yöneltmesi (azami kâr güdüsü); buna karşılık, artı değeri gerçekleştirmek için, üretilen malların satılması zorunlu iken, yoksullaşan kesimlerin sınırlı tüketimi nedeniyle üretimin bir noktada engele takılması (aşırı üretime karşı eksik tüketim);
3) Toplam sermaye büyüdükçe üretilen artı değerin yetersiz kalması, kârların düşme eğilimine girmesi; buna bağlı olarak da, durgunluk ve durgunluğu aşmak için spekülasyon eğilimi.. Kısaca kapitalist sistemin varoluş koşullarını oluşturan, işleyiş tarzını meydana getiren söz konusu nedenlere bağlı olarak, bolluk içinde yokluk yaşanır, küçük bir azınlık zenginleşirken nüfusun büyük çoğunluğu yoksullaşır, toplumsal kutuplaşma ve tekelleşme artar, işsizlik yayılır, mali spekülasyonlara ve borsa oyunlarına dayalı kumarhane ve soygun ekonomisi gelişir, yaşam kalitesi düşer, savaş eğilimi güçlenir, doğa tahrip edilir. edilir. En başarılı olduğu yükselme dönemlerinde de insanlığın büyük çoğunluğuna acılar yaşatan, onları bolluk içinde yoksulluğa ve kalitesiz bir yaşama mahkum eden, sömürüyü, eşitsizliği, baskıyı, savaşları, israfı, doğa katliamını, yabancılaşmayı dayatan kapitalizm, başarısızlığının açıkça ortaya çıktığı kriz dönemlerinde daha da büyük acılara ve kötülüklere sebep olur.
Ekonomik krizle kapitalizmin otomatik olarak çökeceği anlamına gelmez. Kapitalizm sadece ekonomik süreçlerden oluşan bir sistem değildir. Onu ayakta tutan devlet vardır.
Devletin sisteme karşı çıkacak iradenin, örgüt bilincine ulaştırmamak için her türlü şaşırtma, yanıltma, uyuşturma, saptırma, güdüleme yöntemini beşikten mezara kadar kullanan türlü çeşitli ideolojik aygıtları var.
Devletin sisteme karşı çıkacak güçleri ayartacak, korkutacak, dağıtacak, cezalandıracak, sopalayacak ve katledecek baskı aygıtları vardır. Peki ne yapılmalı ki, ne olmalı ki insanca ve onurluca yaşama yelken açalım?
Bize yaşamı cehennem yapan sistemi değiştirelim?
Halk önce kendine yapılan baskıyla, iradesine ipotek koyan korkuyu yenmeli. Halk iradesi, Kapitalizmin zulmüne karşı, yerine eşitliğe ve özgürlüğe dayanan yeni bir kardeşlik sistemini, demokratik halk iktidarını kurulabileceğine inanması gerekir gerekir. Örgütlenmeli, siyasi mücadele etmeli. Mücadelesini; bireysel sömürüden ırak tutan demokratik cumhuriyetle taçlandırmalıdır. Emekçi halk iradesi, alternatif olarak kamu yatırımlarından yana, üretim ve tüketim kooperatiflerine ağırlık verilmesini, küçük ve orta sanayi işletmelerine sistemli ve kapsamlı kolaylıklar getirilmesini; özelleştirilmiş işletmelerin tekrar devlete devredilmesini, bankacılık ve mali işletmelerin üretime uygun çalışmasını; emekçilerin, köylülerin, bütün yoksul ve sabit gelirli kesimlerin krizden en az şekilde etkilenmesini sağlayarak, nimetlerin ve külfetlerin yurttaşlar arasında eşit şekilde paylaşılmasının yolunu açarak krizden bir çıkış olabileceğini, böyle bir ekonomi politikasını yürütmeye hazır olarak siyasal iktidarı üstlenmeye talip olduğunu iddia etmelidir.
Hedef demokratik cumhuriyet.
Bilgi ve teknolojiyi kullanarak, insana her alanda hizmet edebilecek üretim ilişkisiyle yaşama yeniden ruh kazandırmak. Düşünce ve mücadele birliği içinde ortak iradenin güç olduğu örgütle, emek dünyasının sol partisiyle; İddiasını ortak irade yaparak savunmak.Türkiye ve Türkiye halkının buna ciddi biçimde ihtiyacı var!
Emekçilerin partisi, üretenlerin ayrılmaz bir parçasıdır. Emek dünyasının tarihsel görevini yerine getirmeyi vazgeçilmez amaç ve temel politika olarak benimser. Parti en bilinçli, en ileri ve en kararlı önderlerle ve kendini aynı davaya adayan emekçi dostlarından oluşur. Partinin amaçlarını, yapısını; emekçi sınıfın bütününün temel çıkarları belirler. Partinin; işçi sınıfının bütünsel çıkarları dışında, kişilere ayrı çıkarlar yoktur. Parti emekçilerin kendiliğinden dayanışmasını, bilinçli dayanışma durumuna getirir.
İşçileri bölen nesnel ve öznel faktörlerin etkisine karşı sistemli bir mücadele yürüterek tüm emekçilerin meslek, tabaka, milliyet, din, köken, cinsiyet ayrımlarından uzak ortak çıkarlarını esas alan bir politikanın bayraktarlığını yapar.
Emekçiler arasındaki rekabete, ayrımların beslediği ön yargılara ve dar görüşlere karşı koyar, emekçilerin siyasal birliğini sağlayacak bir eğitim, örgütlenme ve eylem çizgisi belirler.
Emekçilerin sol partisi ideolojik, siyasal ve örgütsel bir birliktir. Partinin bu üç niteliği birbirinden ayrılamaz.
1-Parti, ideolojik bir birliktir. Aynı dünya görüşünü paylaşanların birliğidir. Parti, emekçi sınıfının parti üyeleri dışında kalan temel kitlesiyle karşılaştırıldığında; emek dünyasında ki hareketinin koşullarını, gelişim doğrultusunu ve temel amaçlarını teorik olarak kavramış kesimini oluşturur. Unutulmaması gereken şey ideoloji ve amaçtır. “ideolojik içeriği olmayan örgüt, pratikte halkı iktidar sahibi güçlerin acınacak uyduları haline dönüştüren bir bozukluktur.” Partinin ideolojik birliği programında ifadesini bulur.
2-Parti, siyasal bir birliktir. Aynı dünya görüşünü paylaşanların, sömürgeci ve sömürü dünyasını kendi görüşleri doğrultusunda değiştirmek için siyasal iktidar olma çabasının temel aygıtıdır. Emekçi sınıfları, sömürü sisteminin güçleri karşısında siyasal olarak temsil eder. Yaşamın her alanındaki mücadeleleri birleştirerek, mücadeleyi siyasal iktidar hedefine yöneltir. Parti, siyasal yol gösterici önderliktir.Tüm ezilenlerin en üst örgütlenme biçimi olmayı hedeflemelidir. Hak ve özgürlükler adına mücadele veren örgütleri gönüllü olarak çevresinde toplama ve harekete geçirme yeteneğine sahip olmalıdır. Bu yetenek gökten zembille inmez. Geniş halk kesimlerinin yaşamsal çıkarlarını yansıtan politikaları; içtenliği, dürüstlüğü, fedakarlığı, dostluğu, aklı ve bilgisiyle çevresinde sevgi ve saygı kazanmış üyeleri aracılığıyla kitlelere benimseterek kazanılır.Somut koşullara uygun, mücadeleyi güçlendiren, siyasal iktidar hedefine yaklaştıran doğru mücadele yöntem ve biçimlerini seçer ve uygular.Hiçbir yöntemi ve biçimi ön yargıyla reddetmez, hiçbir yöntemi ve biçimi mutlaklaştırmaz. Öncülük görevini aksatmadan kitle bağlarını geliştirmeye hizmet eden her aracı yerine göre kullanmaya hazır olur.
Partinin siyasal birliği, programında ve stratejik taktik kararlarında ifadesini bulur.Parti programında ve stratejik taktik kararlarında saptanan politikalar, partinin eylem çizgisini oluşturur ve parti örgütü tarafından yaşama geçirilir
3-Parti, örgütsel bir birliktir. Aynı dünya görüşünü benimseyen ve temel stratejik taktik sorunlarda anlaşan insanları kurallı olarak bir araya getirir. Parti, emekçi halk öncüsünün ideolojik ve siyasal birliğini maddileştirir, kurumsal bir yapıya dönüştürür. Emekçiler ancak bu kurumsal yapı çevresinde kendi özlemlerini ve iradesini cisimleştirir. “Öncünün bilinçliliği, başka noktalar yanında, kendini en çok örgütlenmeyi bilmesinde gösterir. Öncü örgütlenerek tek bir irade elde eder ve ilerici binlerin, yüz binlerin, milyonun; bütün halindeki iradesi emekçinin iradesi haline gelir.”
Partinin örgütsel birliği, tüzüğünde ifadesini bulur.
“Program sorunlarında ve taktik sorunlarında birlik, partinin birleşmesi, parti çalışmasının merkezileştirilmesi için zorunlu, ama henüz yeterli bir koşul değildir. Bunun için, bir aile topluluğu çevresini bir ölçüde aşmış bir partide saptanmış bir tüzük olmaksızın, azınlığın çoğunluğa uyması olmaksızın, bölüğün bütüne uyması olmaksızın düşünülemeyecek bir örgütün; birliği de gereklidir.” Ayrıca Parti programı ve strateji taktikleri donmuş kalıplar değildir.
Koşullarda köklü değişiklikler meydana geldiğinde, canlı bir düşünce alışverişi sonucunda bunlar da yenilenir; somut deneyimlerden elde edilen dersler partinin teorik kazanımlarına dönüştürülür.
Bu üç özelliği tamamlayan diğer çalışmalar, en az bu üç özellik kadar gerekli ve vaz geçilmezdir.
Parti, gücünü mistik bir kaynaktan değil, kendi üyelerinin bilincinden ve pratik çalışmasından alır. Parti, kitleler üzerindeki etkisini, tarihin en devrimci dünya görüşünü gönüllü olarak benimseyen üyelerinin sorumluluk ruhuyla sağlar ve sürdürür. Parti üyelerinin bilinci, sınıf mücadelesine aktif katılımla ve devrimci teoriyi öğrenip özümsemekle yükselir.
Partinin örgütsel ilkesi demokratik merkeziyetçiliktir.
Partinin iç yaşamı, tek tek her üyenin eşitliğini ve özgürlüğünü garanti altına alan demokrasi ilkesi ile bütün üyelerin kolektif iradesini yaşama geçirmeyi sağlayan merkeziyetçilik ilkesinin diyalektik birliğidir. Parti gönüllü bir birliktir; ortak iradesini yaşama geçirmek için gerekli işleyiş kurallarını da gönüllü olarak benimser.
Demokratik merkeziyetçiliğin anlamı, eşitlik, özgürlük, her göreve seçilebilme, tartışma ve eleştirme hakkı; bu temelde oluşan ortak iradenin ortak disiplinle eyleme dönüştürülmesi, azınlığın çoğunluğa, alt örgütlerin üst örgütlere uyması; bütün yöneticilerin hesap verme zorunluluğu ve gerektiğinde görevden alınabilmesidir.
Demokratik merkeziyetçilik, her üyenin parti işlerine tam ve eşit haklı katılımını sağladığı gibi; kolektif yönetim ile kişisel sorumluluğu da birleştirir. Demokratik merkeziyetçilik, demokrasi mücadelesinde ortak iradenin güç kaynağıdır.
Devlet, sistem, parti ve kurtuluşun ön cephesini ana başlıklarla izaha çalıştım.
Feodal Osmanlı devletini ve kulluk bağını Cumhuriyetle kestik; özgür yurttaşla taçlandırdık. Ama kuruluş hedefine önderlik eden yapının görevlerini tam getirmemesi, yoldan saptıran iş birlikçi partilerin mandacı ruhuyla sömürgecilere teslim olmaları nedeniyle; ülke yeni sömürge zincirinin 20. yüzyılda ki halkası olurken; insanlarda özgürlüğünü bir lokma ekmek uğruna kaybetti.
İşin ilginç yanı her geçen gün her şey daha da kötüye gidiyor. Ama ortada Türkiye’yi ayağa kaldıran bir ses, bir çığlık, bir kıpırdama yok! Her şey sus pus.
Oysa Anadolu dağları hala bir türküyle sabahlara yol gösteriyor. Koca tepeden dalga dalga yayılan; kurtuluş önderinin isteği yankılanıyor. ‘’Ya istiklal! ya ölüm!’’ Kulaklarımı çınlatan, beynimi tırmalayan bir soru var.
İslam cumhuriyeti ilan etme çalışmaları ayyuka çıkarken, devrim yasaları yok sayılırken, emek dünyası yerlerde sürünürken, ülkemizi yönetenler hıyanet ve delalet içindeyken, üretim bitirilirken, eğitimi dinciler kuşatırken; demokrasi güçleri ne yapıyor?
Demokrasiden, emekten yana olması gereken niteliklere sahip sol parti yok mu?
Bu sorulara yanıt bulmalıyız diye düşünüyorum.
Bu soruların yanıtları; CHP kurumsal olarak vermek zorunda. İdeallerimizle, hedeflerimizle, yatay ve dikey örgütlüğümüzle; umudu olduğumuz halkımızla, bizi unutan Türkiye halkına yanıbaşlarında olduğumuzu göstermeliyiz. Unuttukları CHP’ni yeniden hatırlatmalıyız.
Unutulan CHP, kim? CHP Türk halkını partisidir. Gücünü her koşulda halktan alan, halkla iç içe yaşamın kavgasını veren; halkın acısına ve sevincine sahip çıkan, çağdaş dünya koşullarını halkı için yaratmaya çabalayan emek dünyasının partisidir.
O gücünü varoşlardan, köyden, fabrikalardan ve halkından alır.
O gücünü kendisine sahip çıkan gönüllü yurtseverler den alır.
O gücünü örgütlü olmaktan alır.
O gücünü devrimci çözümlerden ve halkçılıktan alır.
O gücünü eleştiri öz eleştiriden alır.
Olmasını arzuladığımız noktada neden değiliz?
Neden tüm objektif şartlar, devleti yönetme gücüne kavuşmamıza uygun olmasına rağmen, o gücü elde edemiyoruz!
Acı ama gerçek.
Ön görümü ifade edeceğim. Olması gerektiği gibi örgüt değiliz. Köyde, fabrikada, varoşlarda, esnafta, gençlikte ve tüm emek dünyasında dikey ve yatay örgütlü değiliz. Türkiye halkının içinde kendini bulduğu uzun, orta, kısa ve taktiksel programa sahip değiliz. İdeolojik, siyasal ve örgütsel birliğe sahip değiliz. Halka giden yolda ortak dile sahip değiliz.
Bu eksiklerimizden dolayı cephe yada ittifak çabalarımız, pamuk ipliğine bağlı olarak sürüyor. Faşizme karşı omuz omuza!” ” Yaşasın tam bağımsız Türkiye!” çığlığının yankısı Türkiye’yi ayağa kaldırmıştı. Ama o doğan umut büyümedi. Büyütmenizi beklide engellediler.
68-78 kuşağının başlattığı umut bir köşede hala duruyor. Onu büyütmek ve Türkiye halkına kucak açarak iktidar yapmak sizin iradenizde.
Önce örgütümüzün partileşmesi.
Sonra cephe ve ittifakların kurulması.
O kurucu iradeyle faşizmin tasfiye edilerek; demokratik halk cumhuriyetinin kurulması.
Dünya sistemleri gelecek insanlık yaşamına kendi eksenlerinde yeniden evrilirken, geçmişte yaşanan tüm birikimlerle bizlerde kendi geleceğimizi yaratmak zorundayız. Kaybettiğimiz gücü inancımızla, ön görümüzle, örgütlü konumumuzla, halkımızla omuz omuza yeniden yaratalım.
Yeter ki emekçi halka dayanmayı, sabırla örgütlenmeyi, devrimciliği ve enternasyonalizmi modası geçmiş kavramlar saymayalım.
Yeter ki, ideolojik düşünmeye cesaret edelim.
Yeter ki, başkalarının yarattığı gündemin peşine takılmadan; harekete geçmeye cesaret edelim.
Yeter ki, il ve ilçe binalarının duvarlarına gizlenen ‘’emek en yüce değerdir’’ iddiasına yeniden kucak açalım.
Yeter ki, sokaklarda büyüyen parti olduğumuzu hatırlayalım.
CHP kültürüyle büyümüş, demokrasi beşiğinin her köşesinde bulunmuş yurtsever üye olarak; duygu ve düşüncelerimi size aktarırken sınırlarımı zorladım. Ama yıllardır yaptığım uyarıları bir kez daha topluca sizlere sunuyorum. Her şeyi yeniden yaratmak her CHP’linin kaçamayacağı bir görevdir. Bu göreve tüm CHP camiasını çağırıyorum!