ÖNCER ÜNLÜ – BAŞYAZAR
Üsküp’ten ayrıldıktan sonra ilk durağımız yeni adı Tetovo, eski adı Kalkandelen olan şehir. Yeniçerilerin savaş sırasında Sırpların çok kalın kalkanlarını delip geçmesi nedeniyle Osmanlılar, zamanında şehre bu isim verilmiş Kuzey Makedonya’nın ilanından sonra da şehir Tetovo adını almış. Kalkandelen’e ulaştığımızda hemen arabamızı 1438 yılında Osmanlı tebaasına mensup iki kız kardeş olan Hurşide ve Mensure Hatunların çeyiz parasıyla yaptırdıkları, Pena Nehri yakınlarındaki Alaca Camii’ne sürdük. Gerçekten çok göz alıcı renklere ve desenlere sahip olan bu küçük, sevimli ve sessiz camide Arnavut ve Makedon Türk Müslüman cemaatle Kurban Bayramı namazını büyük bir huşu içinde kıldık. Alaca Camii’nin içi ve dışı gerçekten çok güzel, insan bakmaktan gözlerini alamıyor. Caminin bahçesinde iki kız kardeşin türbeleri de bulunuyor. Bahçesi çok bakımlı.
Kalkandelen, küçük sevimli bir şehir. Pena ırmağı geçiyor içinden 2001 yılında yaşanan Makedon – Arnavut çatışmalarının bolca yaşandığı yerlerden biri ve nüfus ağırlıklı olarak Arnavut Müslümanlardan oluşuyor. Bir çok evin balkonunda ilk yazımda belirttiğim gibi Arnavutluk bayrağını görmek mümkün.
Birden bastıran yağmurla beraber bu güzel ilçeyi geride bırakıp, bizim için çok önemli olan Manastır ( Bitola ) şehrine doğru yol alırken biraz gözlerimi kapatıyorum. Hafif çiseleyen fakat çaktırmadan da ıslatan yağmurun altında, Bitola’ya ( Manastır )varır varmaz ilk durağımız, Mustafa Kemal’in okuduğu Manastır Askeri Lisesi. Şu anda müze olarak kullanılan lisenin 3 sınıfı restorasyon yapılarak sadece Mustafa Kemal’in adına düzenlenmiş. Müze ayrıca Makedon Sanat, Resim ve Arkeoloji Müzesi olarak ta kullanılıyor. Müzede en çok herkesin ilgisini bir mektup çekiyor. Evet bir mektup… Makedon ve Hristiyan Eleni’nin, Türk ve Müslüman Mustafa’ya aşkını açıkladığı mektup. Çok dokunaklı, okurken hüzünlendiğiniz iki gencin bir aşk mektubu, saf ve temiz bir aşk. İlk yazımda belirtmiştim; dinleri farklı Makedon ve Türklerin evlenmelerinin pek tasvip edilmediği. Düşünün! 1900 lü yıllarda, bu aşkı… 15 – 16 yaşlarında genç Mustafa ve Eleni ‘nin kara sevdasını. Sonu kötü biten bir hikaye. Eleni’nin ailesinin iki genci bir arada yakalamaları ve kızın başka bir şehre gönderilmesi. Daha da acısı Eleni’nin, Mustafa Kemal’e yazdığı hiç bir mektubun eline geçmemesi ve 80 yaşında hiç evlenmemiş olarak Selanik’te yalnız başına ölmesi. Yerel rehberimizin anlattıkları tüm kafileyi epey duygulandırdı. Kim bilir ? Belki bu aşk mutlu sonla bitseydi neler olurdu ?
Benim şahsi düşüncem; Mustafa’nın da Eleni’yi hiç unutmadığıdır, gerçekten sevmiş ki; okulun her paydos ettiği saatte, soluğu, Elenilerin konağının önünde alıyormuş. Ayrıca hep inandığım bir şey de ; Mustafa Kemal’in, Latife Hanım’la yaptığı evliliğin mantık evliliği olmasıdır. Zaten tarihçilerin bir çoğu da kitaplarında bunu belirtmektedirler. Sağanak bir yağış altında Bitola’dan ayrılıp, Makedonya’nın sayfiye yeri Ohrid’e giderken yol boyunca aklım Mustafa ve Eleni aşkına kilitlenmişti sanki. Oysa zamanı çeviremezdik ki !
Askeri lisede ulu önder Atatürk adına açılan şeref defterine de duygu ve düşüncelerimi yazmaktan da büyük bir onur duyduğumu belirtirim. Herkese kısmet olacak bir olay değil bu hayatta.
Bitola’dan ayrıldıktan sonra yaklaşık 40 dk lık bir yolculuk sonrası İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin en önemli silahşörlerinden Resneli Niyazi’nin yaşadığı Resne köyüne de uğruyoruz. Köyde bizi Resneli Niyazi’nin yaptırdığı ama içinde hiç yaşayamadığı muazzam konağı karşılıyor. Bilindiği gibi Resneli Niyazi Arnavut kökenli bir Osmanlı subayıdır. Makedonya dağlarına askerleriyle çıkarak ilk isyanı başlatmış ve bu isyan sonucunda II. Meşrutiyet ilan edilmiştir. Sırp ve Bulgar çetelerle savaşmıştır.
Güzel ve düzgün bir yolda yeşillikler arasından yaptığımız 3 saatlik yolculuktan sonra Ohrid Gölü’ne ulaştık. Gerçekten, bu denli temiz, dibi görünen, sazlıklarında kuşların yuva yaptığı, bir tarafında insanların yüzdüğü ve su sporları yaptığı bir ucu Arnavutluk’a dayanan bir göl değil mübarek bir deniz… Avrupa’nın bir çok yerinden insanın hafta sonları gelip dinlendiği bir destinasyon noktası. Sessiz, huzurlu, sakin bir tatil şehri. Bölgenin su ihtiyacı da Ohrid Gölü’nden karşılanıyormuş. Benim burada hoşuma gitmeyen tek şey kalınacak oteller. Odasından, havlusuna, banyosuna kadar 3. sınıftı. Kahvaltıları zayıftı. Sonra düşününce şunu dedim kendime. Ülke fakir , daha şur da bağımsızlığını kazanalı kaç yıl olmuş ? Ancak gelişiyor, gelişmede zamanla olur dedim. Bunun yanında bol miktarda pansiyon, apart ta bulunmaktadır. Yemekler fena değil, zaten özellikle her yerde köfte ve köfte çeşitleri var. Aç kalmazsınız.
Gece hayatı çok renkli. Her yerde cafeler, restaurantlar, publar cıvıl cıvıl neşeli insanlarla dolu. Hatta gittiğimiz restaurantta, Türkçe konuşmalarımızdan sonra Makedon müzik grubu yanımıza gelip bizleri neşelendirmek için üç tane Türkçe şarkı söylediler. Yine Üsküp ve Tetovo’da olduğu gibi Ohrid’de de Arnavutluk ve Sırbistan bayraklarının asıldığı balkonları ve evleri görebilirsiniz. Ohrid’de görülecek ikinci bir güzellik de St. Nahum Gölü. Gerçekten gölde sandalla yapacağınız gezinti esnasında gölün dibindeki çakılları sayabiliyorsunuz. Gölün diğer ucu da yine Arnavutluk’a çıkıyormuş yani anlayacağınız doğal bir sınır görevi görüyor. Plajı hafta sonları dolu, adım atacak yer yok.
İki gece Ohrid’te geceledikten sonra, Osmanlının hemen hemen hiç sevilmediği Arnavutluk’a doğru yola çıkıyoruz.
Osmanlıların niçin Arnavutluk’ta hiç sevilmediğini de 3. yazımda ayrıntılı olarak anlatacağım.
KADERSİZ TOPRAKLAR 3- ARNAVUTLUK 14.08.2022 Pazar Günü