İBRAHİM FAİK BAYAV
Kur’an, 600’lü yıllarda Mekke, Medine ve çevresindeki toplumlar için gelmiştir. Fakat Müslümanlar, tüm insanlar için geldiğine inanırlar. Bu inancı güçlendiren ifade, ”Ey Ademoğulları” hitabıdır. Araf Suresi’nin 35’nci ayetini iki bölüme ayırıp bakalım:
BİRİNCİ BÖLÜM:
”Ya beni ademe!.. İmma yetiyenneküm rusülün minküm yekussune aleyküm ayati”. Yani, sizin içinizden size resuller çıkarılır; onlar size ayetlerimi anlatırlar”.
‘Beni Adem’, بَني آدَمَ ilk insanın soyundan gelenler, demektir. Renk ve dil ayrımı yapılmaz. O gün için hitap Mekke ve Medine çevresindekilere ise de, yeryüzünün her corafyasındaki insanlar ‘beni adem’ hitabına muhatap edilirler.
Toplumlar düzgün yaşam için gelişmeye muhtaçtırlar. Gelişme deneme yanılma şeklinde olabilir. Her deneme yanılma, bilgi olarak hafızalara kaydedilir. Anlatım ile, insandan insana nakledilir. Gün gelir nakledilen bilgiler kitaplaştırılır. Ne yazık ki, bu durum her toplum için geçerli olmaz. O zaman, bilgilenme ile gelişen toplum diğer toplumlarca örnek alınır. Yeni oluşan toplumlar artık deneme yanılma ile değil, örnek olan toplumun kitap bilgileriyle gelişmeye başlar. Lakin, kitabı hatırlatacak, kitaptan bilgilendirme yapacak kişilere ihtiyaç duyulur. Bu ihtiyaç nasıl giderilecektir?
Araf Suresi’nin 35’nci ayetindeki يَاْتِيَنَّكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ kelimesinin işaret ettiği şekilde… Yani, o ihtiyaç, o toplumun içinden çıkarılacak resuller ile giderilecektir.
‘Rusülün’ رُسُلٌ kelimesi, ‘resul’ رَسولٌ sıfat isminin çoğul halidir. ‘Resul’ kelimesinin altıncı ayette açıklanan ‘mürsel’ مُرْسَلٌ kelimesinden farkı şudur. ‘Mürsel’, bir güç tarafından gönderilen kişi iken, ‘resul’, toplum içinde yetişen ve liyakati sebebiyle kendini gösteren kişidir.
Ne yapacaktır bu kişi?
”Yekussune aleyküm ayati” ifadesi gereğince, ayetleri, yani ihtiyaç duyulan bilgileri topluma anlatacaktır. Bilgiler, o zaman için, belki, ziraat ve hayvancılık üzerineydi. Günümüzde, ziraat ve hayvancılıkla beraber inşaat, imarat, ticaret, siyaset… hatta uluslararası ilişkilere ait her çeşit bilgi, ”yekussune aleyküm ayati” kapsamına girer.
Her bıranşta akademik kariyer sahibi kişi, toplumda ya da ülkede ihtiyaç duyulan bilgileri anlatıyorsa, alacağı sıfat ‘resul’dür.
İKİNCİ BÖLÜM:
”Fe men ittika ve esleha, fela havfün aleyhim vela hüm yehzenün”. Yani, kim, ittika eder belirlenmiş usul ve kural ile hareket ederse… düzeltici, onarıcı, geliştirici davranışta bulunursa, artık onun için korkmaya gerek yok. Öyle kimseler mahzun olacak kimseler değillerdir.
Ayet ifadesi, uyarının geldiği ana kadar tersi uygulama, yani ittikasız, kuralsız uygulama yapıldığını ima ediyor.
Araf Suesi’nin 32’nci ayetinde, Allah’ın, kulları için çıkardığı zinetler ve seçkin ürünler dikkate veriliyor. Bunların, 35’nci ayetteki ”men ittika” kuralının işletilmesiyle elde edilmesi değerli olacaktır. Ayet ışığında şu hüküm verilir: Her zamanda ve her toplumda, otorite tarafından ‘haramlık’ hükmüyle yasak konmadığı müddetçe, becerisi olan ve ittika üzere çalışan herkes, her grup, dilediği zirai veya sınai ürünü üretebilir.
32’nci ayetteki ”hiye lillezine amenü fi’l-hayatü‘d-dünya halisaten” ifadesi, ittika kuralıyla üretilen her ürünün, ittika kuralıyla çalışmış kimselerin veya toplumun veya o ülkenin hakkı olacağını belirtiyor. Ve bunlar ”Kezalike nüfessılü el-ayati li kavmin yalemun” ifadesiyle ilme değer veren kimseler şeklinde gösterilip övülüyor.
Ya toplum veya toplumun yönetici bireyleri, resulün veya resullerin anlattığını anlamazlarsa?.. Ya da anlatılanın tersine hareket ederlerse ne olur?..
Öyle fert, toplum veya ülke, Araf Suresi’nin 33’ncü ayetinde ‘fevahiş’ içinde olma şeklinde tanımlanıyor. Hani, Türkçemizde, FAHİŞ FİYAT” şeklinde deyim var ya.. ‘Fevahiş’, فَواحِشَ ‘fahiş’ sözcüğünün çoğul halidir.
Araf Suresi’nin 34’ncü ayetindeki şu hüküm önemli: ”Ve li külli ümmetin ecelün”. Yani, her toplumun varlığının son bulma vakti vardır. Her hangi bir devletin varlığı da bu hüküm içindedir. Ümmetin ya da devletin eceli, uygulamalarıyla orantılıdır.
İttika dışındaki davranışlar, herhangi bir derneği, cemaati veya partiyi, ittikasızlık oranında çabuk bitireceği gibi, siyasi kuralları terk eden ya da zıddına işleten devlet yöneticileri, devletin ecelini getirirler; devletin varlığının ortadan kalkmasına sebep olurlar. Ruslar, Avrupalılar ve Amerikalılar elli yıl öncesinde, -1860’larda-, Osmanlı Devleti’nin, ittikasızlığı sebebiyle ortadan kalkacağını fark etmişler HASTA ADAM demişlerdi.