ÖNCER ÜNLÜ
BAŞYAZAR
Merhaba,
Son yirmi gündür ortalık toz duman. Bir siyasi partinin genel başkanı 11 yıldır ara sıra açılmaya çalışılan ama bir türlü başarılamayan şişenin kapağını, bir kısa video ve birkaç hamasi konuşmayla açtı ve cin şişeden tüm haşmetiyle dışarı çıktı.
Şimdi ülkemizde yaşayan herkes ne olacak ? Ne bitecek ? diye her yerde bu konuyu konuşuyorlar. Konuşuyorlar ama yeterli bilgi, belge ve argümana sahip olmadan sosyal medyaya bakarak maalesef, göçmen/ sığınmacı tartışmasını çok kötü bir şekilde yapıyorlar. Hamasetle yapılan hiç bir işten hayır geldiği görülmemiştir. Bunu da lütfen unutmayın. Oysa ülkemizin daha derin sıkıntıları var. Madem öyle dedim ; ben de naçizane fikirlerimi beyan edeyim. Katılır ya da katılmazsınız ama bence yazıyı ön yargısız okuyun.
Dünya kuruldu kurulalı, her zaman kuzeyden güneye, doğudan batıya, ya da ters yönlere göç akımları olmuştur, olacaktır. Savaşlar ve açlık, sefalet sürdüğü sürece de devam edecektir. Suriye’deki iç savaştan önce ülkemize Afrika’dan ve Asya’nın çeşitli ülkelerinden mülteciler ya da başka bir deyişle göçmenler geliyordu. Bunların bir çoğunun amacı biraz para biriktirip Avrupa’ya kapağı atmaktı. Tabii bunların büyük çoğunluğu da İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyordu. Haliyle yurdumuzun dört bir tarafında yaşayan vatandaşların bundan pek haberleri olmuyordu ya da olsa da ; ” beni konu ilgilendirmez deyip geçiyorlardı. Ama kazın ayağı öyle değil işte!Suriyeli sığınmacıların ilk grubu ülkemize Nisan 2011’de girdiler. Sınırın düz ve çok uzun olması,yeterli denetimin olmaması her önüne gelenin Türkiye’ye girmesine yol açtı. 12 yılda kangren yarasına dönüştü ve çözümü de sanıldığı kadar kolay değil maalesef. Altını kalınca çizerek söylüyorum; Türkiye’nin bir sığınmacı/ göçmen sorunu vardır yakın zamanda da daha büyük sorunlara yol açacaktır. Ülkemizin kendi başına çözebileceği bir problem değildir.
Konunun mutlaka G7 ve Avrupa Birliği ülkeleriyle çözülmesi gerekmektedir. Türkiye’nin bu kadar göçmen ya da sığınmacıyı hazmetme gücü yoktur. Bizim ülkemizde yaşananlar, zaman zaman Avrupa’da da yaşanmıştır ama buradaki temel problem göçleri yönetecek sağlam bir planın ve alt yapının olmamasıdır. Aceleyle ve günü birlik alınan kararlar bizleri daha da çıkmaza sokmuştur. Gerçeklerden uzaklaşmamak adına, soruna ne romantizmle ne fanatik milliyetçilikle, ne ırkçılıkla ne de ensar- muhacir ilişkisiyle yaklaşılmaması gerekir. Kendinize lütfen şunu sorun ; ” Suriye’de ne oldu da milyonlarca insan Türkiye, Lübnan, Ürdün, Mısır vb. ülkelere sığındılar ? Bizim haricimizde bu ülkeler niçin vatandaşlık hakkı vermiyorlar? Sığınmacı/ göçmen konumuna düşmek insanın en kırılgan hallerinden biridir. Aklınıza gelecek bir çok kesim bu insanları sömürür, kötüye kullanır, faydalanırlar. Bu yüzden konuyu tartışırken bunları da atlamayın. İki yüzlülük almış başını gidiyor. Çevremde onlarca tanıdığım insan var. Evlerini ya da dükkanlarını fahiş fiyatlarla kiralayan, hayvanların bile barınmayacağı yerleri ev diye kiralayan, yanında sigortasız, beş kuruşa sığınmacı çalıştıran, ev işi yaptıran, yaşlı baktıran milyonlarca insan var bu memlekette. Kim yalan diyebilir ? Sonra da çıkıp otobüse bindirip hemen gönderelim diyorsunuz. Evet ben de o görüşteyim gönderelim ama bir plan ve harita çerçevesinde. Kırmadan, dökmeden….. Biz ülke olarak bu kadar nüfusa daha kaç yıl dayanacağız?
Şimdi gelelim bir eğitimci olarak ben niçin gönderilmeliler diyorum? Aynı zamanda görüştüğüm, toplantılarda fikir alış verişinde bulunduğum meslektaşlarımın da yüzde doksan beşiyle de hemfikir olduğumu gördüm. Son sekiz yıldır okuttuğum sınıflarıma sayıları hep artarak geldiler. İş öyle bir noktaya geldi ki bazı okullarda ve sınıflarda Türk öğrenciler azınlığa düştü. Bunların da büyük çoğunluğu Türkçe konuşamıyordu ve hala okuttuklarım Türkçe öğrenemediler. İstisnasız büyük çoğunluğun velileri de Türkçe konuşamıyor, bizlere her okula gelmelerinde ; ” Arapça ” bilip bilmediğimizi soruyorlar hatta bazıları yanlarında getirdikleri Türkçe bilenlerle bize ; ” Niçin öğrenmiyorsunuz ? ” diye sorma cüretinde bile bulunuyor. Her sene başı verilen kitap ve kırtasiyeler bir ay içinde uçup gidiyor. Sınıflarda ne kadar karışık otursalar da kendi dillerini konuşmakta çok ısrarcılar. Bir çoğunun babası okula geldiğinde argo tabirle hır çıkarmaya, öğretmene posta atmaya çalışıyor. Dediklerinizin hiç birini yapmıyorlar. Bahçede ve sınıflarda bizim öğrencilerle devamlı kavga halindeler. Derslere bir çoğu zamanında gelmiyor ya da bir gün gelip bir hafta ortadan kayboluyorlar. Hangi birini sayayım ki …
Çoğu mahallelerde getto oluşturmuşlar geçerken çekiniyorsunuz. Dört yıl okuttuğum öğrencinin annesinin dört yılda dört defa doğum yaptığını gözlemledim. Yine de bir gerçek var bu çocukların bir çoğu burada doğdu, ülkelerinin nerde olduğunu bile bilmiyorlar. Nasıl göndereceksiniz bu aileleri… Yılların eğitimcisi olarak çok empati yaptım hala da yapıyorum bunlar çocuk diyorum ama büyükleri ne yapıyorsa aynısını yapıyorlar sonunda. Benim gördüğüm eğitim alanında çok zor durumda olduğumuz. Niçin dünyanın her yanından Avrupa’nın gelişmiş ülkelerine, A.B.D. ve Kanada’ya göç eden sığınmacı ve göçmenler o ülkenin dilini öğreniyor da benimkini öğrenmemekte ısrar ediyorlar. Yine de hamasete kaçmadan akıl yürütürsek kararsız politikalar yerine adım adım bir göç programı acilen oluşturulmalı, bunların uyum süreçlerine hız verilmeli. Acı gerçek ise dünyada hangi ülke ekonomik olarak sıkıntıya girerse kabak oradaki sığınmacıya, mülteciye, göçmene patlar çünkü bir günah keçisi gerekmektedir. O da zaten hazırdır. Anlayacağınız sayın okur iki ucu ………. değnek bir durumla karşı karşıyayız. Savaş bitmeden de geriye dönüş için hiç bir şey yapılamaz bu da biline…