18 Ocak 2025 Cumartesi
Etkili Haber Sitesi www.yasarkara.com.tr 14.Yılında
Portakal Mevsiminde Kuran Dersleri
HAKKANİYET ÇEMBERİ
Anadolu’yu konuşturan usta bir yazar: AHMED HAMDİ TANPINAR
Kurban Nedir? Kurban’ın Dinimizdeki Önemi?
Bugün Benim Doğum Günüm...
MEKİN ŞAHİN
Kendine cennet yaratmak isteyen o cenneti korumak için geliştirebildiği en etkili araçlarla mücadele eder. Cennet sahiplerinin aracı devlettir. Cenneti olmayanların aracı örgütlü olduğu partidir. Devlet teorisi egemenliğin ve devamının temel ilkelerini açığa çıkarırken, emek dünyasının kendine özgü hedefini tanımasının aracıdır. Dolayısıyla, devlet teorisini kavramamış parti ”amacına” giderken daha ilk adımında eksik olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Parti halkın demokrasi mücadelesinin teorik cephesinin bir unsuru olarak kalmaz. Parti aynı zamanda sınıflı toplumların bütün tarihleri boyunca bölünme ve çatışmasının temel nedeni olan üretim araçları üzerindeki mülkiyetin özel biçimini; bütün sosyal ve siyasal sonuçlarının anlaşılmasının ve değiştirilmesinin de başlangıcında bulunur.
Bunun anlamı devlet; üretim sisteminin sonucu olarak ortaya çıkan ve sistemin tüm ilişkilerini koruyan ve devam ettirebilen kurumlar bütünüdür. Devlet iki öze sahiptir.
Ekonomik öz ve siyasi öz.
Üretim sürecinin ilişkiler bütünlüğü var. Üretim aracı ve aracın sahibi, üretimi yapan güç, üretilen malın dağıtımı, bölüşümü ve tüketimi.
Bu karmaşık sisteme aynı zamanda ekonomi de denir. Devletin ekonomik özünü ifade eder.
Bu sistemin kendini koruyacağı hukuk sistemine ihtiyaç var. Sistemin hukuku toplumun kendi içinde ki çatışmalar sonunda uzlaştığı zemin üzerinde kurumsallaşır. Bu uzlaşma da devlet yönetim biçimini yansır. Devlet yönetim biçimini ifade eden hukuk, devletin siyasi özüdür.
Sonuç olarak, üretim sistemi, üretim ilişkileri ve hukuk sistemi devletin özünü, biçimini belirler. Türkiye’de üretim sisteminin tıkanması ve tıkanmanın dayatmasıyla sistem kendini korumak için
faşizmi tercih etmiştir. İdeolojik tercihin nedeni sistemin tıkanmasıdır. Faşizmin ideolojik dayanağı daima şovenizm ve din olmuştur.
Faşizmin tercih edilmesinde emperyalist-kapitalist sistemin; bilgi çağında üretimi ve insanı kontrol etmekte zorlanması önemli etkendir. Türkiye’de bağlı olduğu emperyalist zincirden üzerine düşeni almıştır.
Kısaca dünya halkları ötekileştiren, baskıcı, zulmeden, yok eden ve alım gücünü eriten, örgütsüz ve teslim alınmış halkı iliklerine kadar sömüren yönetimlerle karşı karşıya.
Kapitalist-emperyalist sistem kendi krizini kendi yaratan ve yarattığı krizlerle kendinin yok oluş sürecini hazırlayan sistemdir.
Kapitalizmin dünya çapında ekonomik krize girdiğini; kapitalizmi savunan ideologları söylüyor.
Krizler kapitalizmin içkin özelliğidir.
Krizsiz kapitalizm olmaz.
Aşağı yukarı beş yüz yıllık bir tarihi olan kapitalizm, krizleri hep içinde taşıdı ve belli aralıklarla krize girdi. Krizlerin temelinde üç etken vardır:
1) Üretim anarşisi.
2) Azami kâr güdüsüne karşılık, aşırı üretime karşı eksik tüketim.
3) Toplam sermaye büyüdükçe kârların düşme eğilimine girmesi; buna bağlı olarak durgunluk.
Durgunluğu aşmak için spekülasyon eğilimi.
Sonuç: Kapitalizmin varoluş koşulları, dönüşüm tarzını meydana getiren nedenler yüzünden, bolluk içinde yokluk yaşanır. Küçük bir azınlık zenginleşirken nüfusun büyük çoğunluğu yoksullaşır.
Toplumsal kutuplaşma ve tekelleşme artar, işsizlik yayılır, mali spekülasyonlara ve borsa oyunlarına dayalı kumarhane ve soygun ekonomisi gelişir, yaşam kalitesi düşer, savaş eğilimi güçlenir, doğa tahrip edilir.
En başarılı olduğu yükselme dönemlerinde, insanlığın büyük çoğunluğuna acılar yaşatan onları bolluk içinde yoksulluğa ve kalitesiz bir yaşama mahkûm eden; sömürüyü, eşitsizliği, baskıyı, savaşları, israfı, doğa katliamını, yabancılaşmayı dayatan kapitalizm, başarısızlığının açıkça ortaya çıktığı kriz dönemlerinde daha büyük acılara ve kötülüklere sebep olur.
Ekonomik krizle kapitalizmin otomatik olarak çökeceği anlamına gelmez. Kapitalizm sadece ekonomik süreçlerden oluşan bir sistem değildir. Onu ayakta tutan devlet vardır.
Devletin sisteme karşı çıkacak iradenin, örgüt bilincine ulaştırmamak için her türlü şaşırtma, yanıltma, uyuşturma, saptırma, güdüleme yöntemini beşikten mezara kadar kullanan türlü çeşitli ideolojik aygıtları var. Devletin sisteme karşı çıkacak güçleri ayartacak, korkutacak, dağıtacak, cezalandıracak, sopalayacak ve katledecek baskı aygıtları vardır.
Peki ne yapılmalı ki, ne olmalı ki insanca ve onurluca yaşama yelken açalım!
Bize yaşamı cehennem yapan sistemi değiştirelim!
Halk önce kendine baskıyla, iradesine ipotek koyan korkuyu yenmeli. Halk iradesi, Kapitalizmin zulmüne karşı, yerine eşitliğe ve özgürlüğe dayanan yeni bir kardeşlik sistemini, demokratik halk
iktidarını kurulabileceğine inanması gerekir.
Örgütlenmeli, siyasi mücadele etmeli. Mücadelesini; bireysel sömürüden ırak tutan demokratik cumhuriyetle taçlandırmalıdır. Emekçi halk iradesi, Alternatif olarak kamu yatırımlarından yana,
üretim ve tüketim kooperatiflerine ağırlık verilmesini, küçük ve orta sanayi işletmelerine sistemli ve kapsamlı kolaylıklar getirilmesini istemeli.
Özelleştirilmiş işletmelerin tekrar devlete devredilmesini, bankacılık ve mali işletmelerin üretime uygun çalışmasını; emekçilerin, köylülerin, bütün yoksul ve sabit gelirli kesimlerin krizden en az
şekilde etkilenmesini sağlayacak politikalar yaratılmalı.
Nimetlerin ve külfetlerin yurttaşlar arasında eşit şekilde paylaşılmasının yolunu açarak krizden bir çıkış olabileceğini, böyle bir ekonomi politikasını yürütmeye hazır olarak siyasal iktidarı üstlenmeye talip olduğunu iddia eden partiyle güç olmalı.
Hedefi demokratik cumhuriyet.
Bilgi ve teknolojiyi kullanarak, insana her alanda hizmet edebilecek üretim ilişkisiyle yaşama yeniden ruh kazandıran projeler insanlara anlatılmalı.
Düşünce ve mücadele birliği içinde ortak iradenin güç olduğu örgütle, emek dünyasının partisi; iddiasını ortak irade yaparak savunmalıdır.
Türkiye ve Türkiye halkının buna ciddi biçimde ihtiyacı var. Türkiye’yi parçalamak isteyenlere dur diyerek ve kardeşçe huzur içinde yaşamın bu ortak iradeden geçer!
Yanlışa Teslim Olma.
Emekçilerin partisi, üretenlerin ayrılmaz bir parçasıdır. Emek dünyasının tarihsel görevini yerine getirmeyi vazgeçilmez amaç ve temel politika olarak benimser. Parti en bilinçli, en ileri ve en kararlı önderlerle ve kendini aynı davaya adayan emekçi dostlarından oluşur. Partinin amaçlarını, yapısını; emekçi sınıfın bütününün temel çıkarları belirler. Partinin; işçi sınıfının bütünsel çıkarları dışında, kişilere ayrı çıkarlar yoktur. Parti, emekçilerin kendiliğinden dayanışmasını, bilinçli dayanışma durumuna getirir.
İşçileri bölen nesnel ve öznel faktörlerin etkisine karşı sistemli bir mücadele yürüterek tüm emekçilerin meslek, tabaka, milliyet, din, köken, cinsiyet ayrımlarından uzak ortak çıkarlarını esas alan bir politikanın bayraktarlığını yapar.
Emekçiler arasındaki rekabete, ayrımların beslediği ön yargılara ve dar görüşlere karşı koyar, emekçilerin siyasal birliğini sağlayacak bir eğitim, örgütlenme ve eylem çizgisi belirler.
Emekçilerin sol partisi ideolojik, siyasal ve örgütsel bir birliktir. Partinin bu üç niteliği birbirinden ayrılamaz.
1-Parti, ideolojik bir birliktir. Aynı dünya görüşünü paylaşanların birliğidir. Parti, emekçi sınıfının parti üyeleri dışında kalan temel kitlesiyle karşılaştırıldığında; emek dünyasında ki hareketinin koşullarını, gelişim doğrultusunu ve temel amaçlarını teorik olarak kavramış kesimini oluşturur.
Unutulmaması gereken şey ideoloji ve amaçtır. “İdeolojik içeriği olmayan örgüt, pratikte halkı iktidar sahibi güçlerin acınacak uyduları haline dönüştüren bir bozukluktur.” Partinin ideolojik birliği programında ifadesini bulur
2-Parti, siyasal bir birliktir. Aynı dünya görüşünü paylaşanların, sömürgeci ve sömürü dünyasını kendi görüşleri doğrultusunda değiştirmek için siyasal iktidar olma çabasının temel aygıtıdır.
Emekçi sınıfları, sömürü sisteminin güçleri karşısında siyasal olarak temsil eder. Yaşamın her alanındaki mücadeleleri birleştirerek, mücadeleyi siyasal iktidar hedefine yöneltir.
Parti, siyasal yol gösterici önderliktir.
Tüm ezilenlerin en üst örgütlenme biçimi olmayı hedeflemelidir. Hak ve özgürlükler adına mücadele veren örgütleri gönüllü olarak çevresinde toplama ve harekete geçirme yeteneğine sahip olmalıdır.
Bu yetenek gökten zembille inmez.
Geniş halk kesimlerinin yaşamsal çıkarlarını yansıtan politikaları; içtenliği, dürüstlüğü, fedakarlığı, dostluğu, aklı ve bilgisiyle çevresinde sevgi ve saygı kazanmış üyeleri aracılığıyla kitlelere
benimseterek kazanılır.
Somut koşullara uygun, mücadeleyi güçlendiren, siyasal iktidar hedefine yaklaştıran doğru mücadele yöntem ve biçimlerini seçer ve uygular. Hiçbir yöntemi ve biçimi ön yargıyla reddetmez, hiçbir
yöntemi ve biçimi mutlaklaştırmaz.
Öncülük görevini aksatmadan kitle bağlarını geliştirmeye hizmet eden her aracı yerine göre kullanmaya hazır olur.
Partinin siyasal birliği, programında ve stratejik taktik kararlarında ifadesini bulur.
Parti programında ve stratejik taktik kararlarında saptanan politikalar, partinin eylem çizgisini oluşturur ve parti örgütü tarafından yaşama geçirilir
3-Parti, örgütsel bir birliktir. Aynı dünya görüşünü benimseyen ve temel stratejik taktik sorunlarda anlaşan insanları kurallı olarak bir araya getirir. Parti, emekçi halk öncüsünün ideolojik ve siyasal birliğini maddileştirir, kurumsal bir yapıya dönüştürür.
Emekçiler ancak bu kurumsal yapı çevresinde kendi özlemlerini ve iradesini cisimleştirir.
“Öncünün bilinçliliği, başka noktalar yanında, kendini en çok örgütlenmeyi bilmesinde gösterir. Öncü örgütlenerek tek bir irade elde eder ve ilerici binlerin, yüz binlerin, milyonun; bütün halindeki iradesi emekçinin iradesi haline gelir.”
Partinin örgütsel birliği, tüzüğünde ifadesini bulur.
“Program sorunlarında ve taktik sorunlarında birlik, partinin birleşmesi, parti çalışmasının merkezileştirilmesi için zorunlu, ama henüz yeterli bir koşul değildir. Bunun için, bir aile topluluğu
çevresini bir ölçüde aşmış bir partide saptanmış bir tüzük olmaksızın, azınlığın çoğunluğa uyması olmaksızın, bölüğün bütüne uyması olmaksızın düşünülemeyecek bir örgütün; birliği de gereklidir.”
Ayrıca Parti programı ve strateji taktikleri donmuş kalıplar değildir.
Koşullarda köklü değişiklikler meydana geldiğinde, canlı bir düşünce alışverişi sonucunda bunlar da yenilenir; somut deneyimlerden elde edilen dersler partinin teorik kazanımlarına dönüştürülür.
Bu üç özelliği tamamlayan diğer çalışmalar, en az bu üç özellik kadar gerekli ve vaz geçilmezdir.
Parti, gücünü mistik bir kaynaktan değil, kendi üyelerinin bilincinden ve pratik çalışmasından alır.
Parti, kitleler üzerindeki etkisini, tarihin en devrimci dünya görüşünü gönüllü olarak benimseyen üyelerinin sorumluluk ruhuyla sağlar ve sürdürür. Parti üyelerinin bilinci, demokrasi mücadelesine aktif katılımla ve devrimci teoriyi öğrenip özümsemekle yükselir.
Partinin örgütsel ilkesi demokratik merkeziyetçiliktir.
Partinin iç yaşamı, tek tek her üyenin eşitliğini ve özgürlüğünü garanti altına alan demokrasi ilkesi ile bütün üyelerin kolektif iradesini yaşama geçirmeyi sağlayan merkeziyetçilik ilkesinin diyalektik birliğidir. Parti gönüllü bir birliktir; ortak iradesini yaşama geçirmek için gerekli işleyiş kurallarını da gönüllü olarak benimser.
Demokratik merkeziyetçiliğin anlamı, eşitlik, özgürlük, her göreve seçilebilme, tartışma ve eleştirme hakkı; bu temelde oluşan ortak iradenin ortak disiplinle eyleme dönüştürülmesi, azınlığın çoğunluğa, alt örgütlerin üst örgütlere uyması; bütün yöneticilerin hesap verme zorunluluğu ve gerektiğinde görevden alınabilmesidir.
Demokratik merkeziyetçilik, her üyenin parti işlerine tam ve eşit haklı katılımını sağladığı gibi; kolektif yönetim ile kişisel sorumluluğu da birleştirir. Demokratik merkeziyetçilik, demokrasi mücadelesinde ortak iradenin güç kaynağıdır.
Devlet, sistem, parti ve kurtuluşun ön cephesini ana başlıklarla izaha çalıştım. Feodal Osmanlı devletini ve kulluk bağını Cumhuriyetle kestik; özgür yurttaşla taçlandırdık. Ama kuruluş hedefine
önderlik eden yapının görevlerini tam getirmemesi, yoldan saptıran iş birlikçi partilerin mandacı ruhuyla sömürgecilere teslim olmaları nedeniyle; ülke yeni sömürge zincirinin 20. yüzyılda ki halkası olurken; insanlarda özgürlüğünü bir lokma ekmek uğruna kaybetti.
İşin ilginç yanı her geçen gün her şey daha da kötüye gidiyor. Ama ortada Türkiye’yi ayağa kaldıran bir ses, bir çığlık, bir kıpırdama yok!
Her şey sus pus.
Oysa Anadolu dağları hala bir türküyle sabahlara yol gösteriyor.
Koca tepeden dalga dalga yayılan; kurtuluş önderinin isteği yankılanıyor. ‘’ya istiklal! ya ölüm!’’
Kulaklarımı çınlatan, beynimi tırmalayan bir soru var.
Mustafa Kemal’in önemsediği ve övündüğü iki şeyden biri ne yapıyor?
İslam cumhuriyeti ilan etme çalışmaları ayyuka çıkarken, devrim yasaları yok sayılırken, emek dünyası yerlerde sürünürken, ülkemizi yönetenler hıyanet ve delalet içindeyken, üretimsizliği at başı
yapılırken, eğitimi dinciler kuşatırken; CHP ne yapıyor?
Ya da sol ve emekten yana bir partide olması gereken niteliklere sahip değil mi?
Bu sorulara verilecek yanıt hiçte pozitif olmaz. Yönetenlerde pozitif yanıt veremez.
Unutulan bir şey var.
CHP Türk halkını partisidir. Gücünü her koşulda halktan alan, halkla iç içe yaşamın kavgasını veren; halkın acısına ve sevincine sahip çıkan, çağdaş dünya koşullarını halkı için yaratmaya çabalayan emek dünyasının partisi olması!
O gücünü varoşlardan, köyden, fabrikalardan ve halkından alır.
O gücünü kendisine sahip çıkan gönüllü yurtseverler den alır.
O gücünü örgütlü olmaktan alır.
O gücünü devrimci çözümlerden ve halkçılıktan alır.
O gücünü eleştiri öz eleştiriden alır.
Dünya sistemleri gelecek insanlık yaşamına kendi eksenlerinde yeniden evrilirken, geçmişte yaşanan tüm birikimlerle bizlerde kendi geleceğimizi yaratmak zorundayız.
Kaybettiğimiz gücü inancımızla, ön görümüzle, örgütlü konumumuzla, halkımızla omuz omuz yeniden alabiliriz.
Yeter ki emekçi halka dayanmayı, sabırla örgütlenmeyi, devrimciliği ve enternasyonalizmi modası geçmiş kavramlar saymayalım.
Yeter ki, düşünmeye cesaret edelim.
Yeter ki, başkalarının yarattığı gündemin peşine takılmadan; harekete geçmeye cesaret edelim.
Yeter ki, il ve ilçe binalarının duvarlarına gizlenen ‘’emek en yüce değerdir’’ sloganını yeniden aydınlığa çıkaralım!
Korkuyu yenmek için araştır ve uygula.
Kısaca yanlışa teslim olma!
MEKİN ŞAHİN
Günlerdir düşünüyorum, ne oldu ki ansızın Türkiye’de Abdullah Öcalan üzerinden Kürt sorunu gündeme getirildi.
Kürtlerin yoğun yaşadığı illeri, o bölgedeki arkadaşlara sordum. Halkın ayrılma ve devlet kurma talebi varmı? Sorusuna verilen yanıt minimum düzeyde oldu. Federasyon, eyalet talebi varmı sorusuna yanıt hayır.
Ana dilde eğitim yada ana dilini gramer olarak yapılması istekleri varmı sorusuna yanıt, Kürtçe gramer ders olarak verilmesi isteği var dedi.
Tüm bunların ötesinde açlık, yoksulluk, işsizlik, adaletsizlik ve hukuksuzluk karşıtı talepleri var.
Bu tablo yeni değil.
Kırk yıl aynı. Hal böyleyken ansızın Bahçeli neden Abdullah Öcalan’a çağrı yaptı? Yumağın ucunu bu soruyla yakalamak gerekir.
Komik olan bir şeyde “Apo” bir çağrı yapacak ve Türkiye’de, Suriye’de, Irak’ta ve İran’da tüm Kürt örgütleri kendini fesh ederek, silahı bırakacak!
Türkiye’de yaşayan halkın dimağıyla dalga geçiliyor.
Yıllarca yazılarımda Anadolu halkı kavramını kullandım. İç içe giren, birlikte yaşayan, yarınlara aynı umutla bakan, biri diğeri için vaz geçilmez olan Anadolu halkı.
Devleti yöneten siyaset böylesine iç içe girmiş halkı özellikle ötekileştirme politikalarıyla Anadolu halkını param parça ederek, Anadolu halkının ülkesini emperyalist dünyanın önüne atıyor. Bu gün son tango oynanıyor.
Oynanan oyunu anlamak için tarihi geçmişe bakmak gerekir.
Osmanlı tımar sistemi adı altında feodal üretim sistemine sahip devlet. Eyalet ilişki içinde bütünlüğü olan devlet. Kürdistan’da denilen coğrafyada Eyalet. Aşiret sistemi güçlü.
“Ağalık ” adı altında feodal üretim yapılan eyalet. Ağa, bey tek belirleyici. Şeyhler müritleri nasıl yönetiyor ve istediği her şeyi yaptırıyorsa, Ağa yada bey Kürtleri aynı biçimde yönetmektedir. Osmanlı devletinin sahibi olduğunu söyleyen sultanlar bu nedenle Ağa yada beyi muhatap aldı.
Osmanlı sonrası cumhuriyet kuruluş felsefesi gereği yurttaşlık esasına dayanan yönetim hedefledi. Kürdistan coğrafyasında cumhuriyet karşıtı isyanlar yüzünden devlet yeniden ağalara yöneldi.
Kapitalist sistemin yukarıdan aşağı inşası, feodal kültürün etkili olduğu Kürtlere yıllarca uğramadı.
68 kuşağının aydınlanma ve devrim mücadelesi Kürt coğrafyasını ciddi etkiledi.
Doğudan; batıya, Akdeniz ve Karadeniz bölgelerine başlayan göçte evrile evrile feodal üretimi ve feodal kültürü zayıflattı.
Bilgi çağına girdiğimizde hala seçilen milletvekili, belediye başkanı aşiret bağları güçlü kişiler.
Anlamı aşiret ilişkisinin güç ve etkisidir.
Bahçelinin başlattığı süreç nereye gider. Hedefe ulaşabilirmi?
Bu merakı gidemek için Irak ve Suriye’de olana kabaca bakalım.
Irak savaşmadan ABD ve ittifaklarına teslim oldu. Saddam yakalandı.İdam edildi. Ama Irak üç parçaya bölündü.
Neden savaşmadan teslim oldu: 1950 yılında ABD ve CIA tarafından kurulan Keşnizani tarikatı, darbeyle yönetimi eline geçiren Saddamı destekler. Saddam döneminde ordu, polis teşkilatında ve illerde yüksek düzeyde yönetici oldu.
Hatta Saddamın eşi ve çocukları Keşnizani tarikat üyeleri.
ABD işgaline karşı devleti yöneten tarikat üyeleri savaşmadan ülkeyi teslim eder.
Arap baharıyla Suriye işgal edildi. Rusya ve İran desteğiyle 13 yıl Esat direndi.
2024 yılında 18 değişik radikal islamcı örgütlerden oluşan HTŞ, 17 gün gibi kısa zamanda İblid’den çıktı ve Şama girdi.
Suriye ordusu savaşmadı.
Yönetimi kendi eliyle HTŞ radikal islamcı örgüte teslim etti.
Çünkü ordu komutanları bir biçimiyle savaşı bıraktı. Yada bıraktırıldı.
İki ülke savaşmadan, ABD ve ittifakının BOP uygulamasına teslim ettiler.
ABD ve ittifakının hedefi net. Savaşmadan BOP’nin hedefindeki coğrafyayı teslim almak!
Türkiye’de Ekim ayında başlatılan sürecin püf noktası, savaşız BOP hedefinin önünü açmak.Emperyalist istekler doğrultusunda “kardeşlik ve barış,” içinde yaşam iddiasıyla Türkiye’de uygulamak.
Yıllarca suni düşman yaratarak, yurttaşın milli ve dini duygularıyla oynayarak halk desteği yaratanların timsah göz yaşıyla kardeşlikten bahsetmesi pekte hayra alamet değil.
İnandırıcı’da değil.
Kısaca Anadolu halkının birliği ve kültürüyle oynanıyor.
Tuzaklar tüm Türkiye halkının ve Türkiye’yi yönetme iddiası taşıyan partilerin gözü önünde kuruluyor. Özellikle siyaset halktan kopuk popülizm ruhuyla gündelik çırpınışla “politika” yapıyor.
Tuzağı ortadan kaldıracak tek güç Türkiye halkıdır.
Ülkesine ve kendine yapılan ihanete dur demeli. Kimliğine, inancına ve ortak kültürlerine uzanan elleri kırarak; Türkiye üzerine kurulan tüm oyunları yok etme görevini yerine getirmelidir.
ABD ve ittifakları, işbirlikçileri Türkiye ve Türkiye halkının baş düşmanıdır!
Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Arapı,Rum’u ve Ermeni’si bu ülkede birlikte yaşayan kardeştir.
Kardeşler birlikte ve omuz omuza barış ve huzuru Türkiye’ye getirir ve yaşatır.
MEKİN ŞAHİN
Kar suyunun berraklığı, onun erirken içinde taşıdığı faydalı mineraldir.
Sel suları ne berraktır ne de için de faydalı mineral taşır.
Kar suyu yatağında akar, sel suları rast gele akar.
Siyaset kar suyu gibi yatağında akarak, halkın sorununa çözüm getiren politika üretmelidir.
Rastgele konuşmalar, rast gele çözümler uçar gider.
Sorunu gideren politikalar halka huzur ve bereket getirir. Kar suları da erirken içindeki minerallerle toprağın verimini artırır.
Cekli, caklı iddialar kimliksiz dalkavuk gibidir. İniş ve çıkışlarda kendine yer bulmaya çalışır.
Gerçek karşısında kaybolur gider.
Sıkıntı yaşayan elini açar dua eder. Sıkıntısını sıralar ve yardım ister. Umutla yapar duayı. Ona göre Allah her şeye kadir. Çabasız Armut piş ağzıma düş.
Çevremiz iki kimlikli kişilerle dolu. Onlar yaptığı pisliği çok rahat gizleyebiliyor.
Kul hakkı yedirmem der!
kime?
Kendi dışındakilere.
Ama kendi yer.
Bizim insanımız duyduğunda ne yapar? Elini açar dua eder. Hey rabbim sen büyüksün, kul hakkı yiyenin Allah belasını versin.
Amin!
İşte bizim insanımız bu.
Hakkını kendi aramaz, başkasına havale eder.
Havale edecek birini bulamazsa Allah’ına havale eder.
Yusufçuk Yusuf kitabını okudunuz mu? Okumanızı tavsiye ederim.
Buna ihtiyacımız var.
Neden mi?
Kör olmayan ama görmeyen gözlerin ne duruma düştüğünü anlamak amacıyla.
……………………………………………………
CHP SOKAKLARA
CHP sokakların partisidir. Kuruluş öncesi ve sonrası daima sokakta ve halkla iç içe oldu. Programındaki 6 oktan biri halkçılık!
1950 sonrası CHP ne vakit özüne döndü, halktan çok ciddi destek aldı.
CHP sokaklarda propaganda ve örgütlenme çalışmasını birlikte yürüttü.
Köyde örgütlendi.
Fabrikada örgütlendi.
Mahallede örgütlendi.
Gençlik ve kadın örgütlenmesini verilen mücadelenin önderliğinde güçlü kıldı.
Sivil toplum örgütlerinin tümünde CHP kimliğiyle iddia sahibi oldu.
Halka net çözümler sundu. Örgütlü yaşamı hak aramanın ekseni yaptı.
CHP umut oldu!
Seçim kazandı.
Bu sürecin tüm dönemlerinde il ve ilçe örgütleri aktif oldu. Gecesini gündüze kattı.
Bugün CHP kendi gerçeğini görmekte zorlanıyor. Sokakların partisi olduğunu, geçmişin başarılarına bakarak görmüyor.
CHP İl ve ilçe örgütleri nasıl çalışma yapacağını unutmuş. Bekliyor. MYK bir genelge göndersin, il ve ilçe örgütleri genelgenin gereğini yapsın.
Oysa şeri hukuk devletin iki ayağı yerel ve genelde egemen olacak. Beklemek ve sonuç getirmeyen çabalar şeri hukuk isteyenlerin önünü kesmiyor.
CHP sokaklara çoktan inmeliydi!
Zaman geçmeden CHP Sokaklarda halkla buluşmalı.
CHP tüm ilişkileriyle, çözüm ve iddialarıyla sokaklara inmelidir!
İşte o vakit zafer halkın desteğini alan CHP’nin olacaktır.
CHP SOKAKLARA!
Tanrıya sığınarak BOP’un saldırısından Türkiye’yi kurtaramazsın.
Kendi işini yapmayanı tanrı sevmez.
İlelebet Türkiye yaşayacaksa, CHP halkla sokaklarda buluşmalı!
MEKİN ŞAHİN
Savaşları, acıları, ölümleri ve fiili ilhakları anlamanın tek yolu kapitalizm ve emperyalizmi bilmektir. Günümüzde birçok argümanın geçersiz olduğunu, sömürgeciliğin emperyalist sistemin devamına gerek duyduğu işgal olduğunu görmeliyiz.
Burjuva ideolojisinin toplumun geniş kesimlerine hitap eden neredeyse tüm temel argümanları, kapitalizmin “serbest rekabetçi” dönemine aittir. Sözgelimi, “fırsat eşitliği” denen şey bile, tekellerin egemen olduğu bir düzende mutlak olarak geçersizleşir.
Burjuva ideolojisine karşı yürütülen mücadelede bu durumun değerlendirilmemesi düşünülemez. Buna göre kapitalizmin ulaştığı en yüksek basamak emperyalizmdir ve kapitalist devletler kendi çıkarları doğrultusunda pazar bulma amacıyla başka uluslara müdahale etmektedir.
Emperyalizm nedir? Emperyalizm kavramı, bir siyasal topluluğun diğeri üzerinde doğrudan veya dolaylı biçimde siyasal, ekonomik veya kültürel tahakküm kurmasını, yayılmasını ifade eder. Uluslararası sistem bağlamında az gelişmiş ülkelerin, siyasal, ekonomik ve kültürel açıdan sömürülmesidir.
Emperyalist-Kapitalist sistem ancak devrimci yollarla verilen bir mücadeleyle yıkılabilir. Sermaye gücünün merkezileşmesi, bilgi ve teknolojinin kontrol edilmesi, askeri araç ve gereç hakimiyeti; emperyalist güç olarak, sömürge pazarı olan ülkeler üzerinde korku yaratmıştır. Korku; sömürge ülkelerde ciddi kırılma yaratarak, emperyalist sisteme hizmet eden işbirlikçi kurum ve kişileri kaçınılmaz olarak var etti. 1914 dünya savaşı, kapitalist sistemin kendi içinde Pazar rekabeti savaşıdır. Bir biçimiyle emperyalist odaklara hizmet eden devletler arasındaki savaştır. Dünya halklarının yıkıma uğradığı savaştan sonra emperyalizmin korku gücünü aşarak yeni bir sistem doğdu. Emperyalizme hizmet eden devletlerin; içi boş kâğıttan aslan olduğu anlaşıldı. Pazar ve egemenlik hırsıyla dünya halklarına acı, zulüm, eziyet ve sömüren emperyalist-kapitalist sisteme karşı devrimci ilkelerle, emekçi halkın destek ve direnişiyle yenileceği ortaya çıktı!
ABD ve ittifakları SSCB dağıldıktan sonra bilgi çağında yeniden tüm dünya pazarlarını sömürge yapmak amacı taşıyan BOP ile tüm dünyaya vahşet yaşattı. Özellikle İslam dinine tepki duyulacak katliamlar için kurduğu radikal İslami örgütleri ve ılımlı İslam algısıyla kurdurduğu partilerle ülkelere dolaylı ya da direk müdahale yaptı. Afganistan ve Arap devletlerinde yaşananlar canlı örneklerdir. Dünya halklarını korkuyla itaatkâr halk yapmak istediler. Çoğu kez ülkelerde doğru önderlik olmadığından başarılı oldular. BOP yine sahnede. Üçüncü aşamasında. Dördüncü aşamanın kapısı aşındırılıyor. Her politik taleplerinde olduğu gibi yine korku pompalıyorlar.
Bugün Korkunun iki adı var! İsrail- Netanyahu. ABD-Trump. Netanyahu Gazze’yi işgal etti. Lübnan’a saldırdı. İran’a hava saldırısı düzenledi. Hamas yöneticilerini öldürdü. Suriye’de Golan tepelerini işgal etti. Suriye ordusunu mevzilerini bombaladı. Ne BM kararları ne savaş suçları umurunda olmadan ülkelere saldırıyor ve katliamlarla binlerce insanı öldürüyor. Korku öyle bir noktada ki; Israil’e hiç kimse müdahale etmiyor. ABD başkanlık seçimini Trump kazandı. Seçim süreci çok alavere dalavereyle geçti. Trump’a suikast yapıldı. Vs. Yeniden dünya gündemi Trump efsanesiyle dalgalanmaya başladı. Öyle anlatılıyor ki insan ağzı açık söyleneni dinliyor. Rusya, Ukrayna savaşını bitirecek! Ortadoğu’dan çekilecek! Trump Suriye’de Kürtleri bırakacak mı? Yoksa araksın damı duracak? Trump AB birliğini parçalayacak! Yok Suriye’de Trump gelmeden ‘’Suriye iç savaşında’’ taraf olanlar, yeni Suriye’de rol almak için acele ediyorlar. Vb. onlarca söylem ve eylem. Tümünün ortak noktası ABD ve TRUMP ‘’demir yumruğu’’.
ABD ve ittifakı olan devletler dünyadaki finans oligarşilere hizmet eden devletlerdir. Kapitalizm ulaştığı en son evresinde ciddi sorunlarla karşı karşıya. Dünya pazarlarını tümüyle ele geçirse de kendi içinde uzlaşma sağlayamıyor. Kendi aralarında rekabet ve çatışma bitmiyor. 1950 sonrası her fırsatta başvurduğu bölgesel ya da lokal savaşlar sıkıntılarına son vermediği gibi yeni sorunların kapısını açıyor. Çözüm getirmeyen projelerle çözüm yolu bulma savaşını veriyor.
Ama BOP yumağında ipin bir ucunu tutuyor. İpin ucunu bırakmadan yola devam etmek istiyor. Ne ülkelerde demokratik yönetim ne insanların ve halkların özgürlüğü ve insanca yaşamı umurunda değil. Tek hedefleri dünyaya hükmetmek! Bilgi çağında dünyanın tanrısı olmak!
Bu amaçla Israil’i her bakımdan güç, Trump’a tanrısal gücün simgesi diyorlar. Tüm amaç sömürge yapılacak pazarların yeniden düzenlemesi kapısını aralamak.
Türkiye halkına sözde ‘’güç’’ olan Trump ve Israil korkusunu taşıyan AKP genel başkanı ve MHP genel başkanı. Hiç çekinmeden Türkiye halkına değişik tarihlerde; halka gözdağı verecek şekilde açıkladılar. Aslında Israil ve Trump güç falan değil. Israil ve Trump, emperyalist odakların desteği olmadan hiçler. Ayrıca asıl güç haklı savaşın ana ekseninde olan halktır. Bizim ülkemizin gücü emperyalist dünyaya baş kaldırarak 600 yıllık feodal Osmanlı devleti yerine Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Anadolu halkıdır! Dünyada en güçlü silah İnsandır. Türkiye’de Türk’tür. Kürt’tür. Laz’dır. Çerkez’dir. Rum’dur. Ermeni’dir. Arap’tır. Binlerce yıl barış ve kardeşçe yaşayarak; ülkelerine saldırana top yekûn karşı durmuşlar. Koşullar ne olursa olsun yine omuz omuza yaşamaya ve sömürgecilere karşı savaşmaya devam edecekler. Ülkesine hainlik yapanın ve ihanet edenin yüzüne ilk fırsatta tükürecektir.
Türkiye halkı size bir dip not: ABD jandarmalığı, işgal ettiği hiçbir ülkede savaş kazanamadı. Yenileceğini anladığı an işgale son verdi. En son Afganistan! İnanın Ortadoğu halkıda yenecek. Türkiye’ye hiç yaklaşamazlar.
‘’Dostum A. Telli ne güzel ifade etmiş: Yabanıl ot kokuları getiriyor bir rüzgar kıpırdatıyor suları Belki sonbahar vurgun yapamayacak yol vermeyecek sular
Ve neşeli bir ıslık tutturmuş şimdi ova nice acıya karşılık Aşkı savunmada doğa’’
MEKİN ŞAHİN
Parti programı adına bir kaç söz.
65 yaş üstü, Farklı inançlar, farklı etnik yapılar, kadınlar, gençler, engelliler, dezavantajlı çocuklar; genel anlamda insan yaşam sürecinin evrelerindeki tanımlardır. Değişik evrelerde olsalar da sorunları, özlemleri, sevinçleri, arzuları, sorunlarının çözümü ortaktır!
Kaba başlıklar altında barınma, korunma, geleceğe nesline aktarma kültürünü; devleti yönetenler tarafından, kurumların ana eksenine taşınması gerekmektedir.
Her şey sorunsuz ve kesintisiz devam etmeli. Üretimde, sosyal yaşamda, hukukta, adaletin uygulamasında, özgürce insanlaşmasında; bugün ve yarın kaygı duymamalı. Türkiye son 44 yıl bu kaygıdan kurtulmadı.
Yarını değil bugünü konusunda nelerle karşılaşacağını görmüyor, bilmiyor, çaresizce yoksulluğunda debelenip duruyor. Sorunların ana temeli üretimdir. Üretim kuruluş sürecindeki özünden koparılarak, dünyayı yönetenlerin isteklerine göre davranan işbirlikçilerin keyfiyetine göre yapılıyor.
Üretimin iki gücü var. Sermaye ve Emek. Sermaye üretim aracına sahip olan güçleri, Emek üretim aracında üretim yapan güçleri ifade eder.
İki gücün oluşturduğu üretim sürecinde kurulan (pazarlama ve tüketim) malın dağıtımı, paylaşımı, bölüşümü ve tüketimiyle birlikte; sağlıklı biçimde eğitim ve öğretim ilişkilerin bütünü; insanın tekil ya da sınıfsal konumunu belirler.
Sorun ve çözümler bu ilişki aşamasında ortaya çıkar. Çözümü milli gelirin artırılması ve eşit paylaşımını sağlayacak politikaların hayata geçirilmesidir.
Milli gelirin artırılması içi üretimin yeniden koordine edilerek kamu sektörü, devlet sektörü ve özel sektörle güçlü üretimlerle ürün desenlerinin çeşitlenmesi gerekir. Kurulan sistemin korunmasını sadece yasa ve kurumlara bırakmayan, halkın denetimini güçlendiren örgütlü toplum güçlenerek yaygınlaştırılmalı.
Üretimin yeniden koordinesi için ilk adım kamu sektörünün doğuracak kırsal değişim projesidir!
Kamu sektörü tarımla başlayarak, gıda ve tekstil sanayiinde entegre tesisleşmeyle iç ve dış pazara planlı üretimle; sistemin içine sokulmalı. Devlet sektörü, özel sektörün ve kamu sektörünün olmadığı alanlarda üretimin baş aktörü ve yön vericisi olmalı.
Özel sektör kendi gücünü ve üretim alanını yapacağı yatırmalarla kendi belirleyerek; ülkedeki üretimin bir parçası olmalıdır. Sonuç: Üretim eksiksiz ve ülke halkını ihtiyacını karşılayacak ürün çeşitleriyle, alım gücü yükselen yurttaşın döngüyü devam ettireceği tüketimiyle yeni ve insanca yaşam ilişkileri doğacaktır. Şunu unutmamalıyız! Ülkede yaşanan her şeyin nedeni üretimin eksensiz yol almasıdır.
Öne çıkarılan (etnik ve inanç farkı) insanların bilinçli tercihi değildir. Aile, çevre ve ülke eğitim ve ahlakıyla öne çıkarılan farklılıktır. Açlık, yoksulluk, işsizlik, alım gücünün düşüklüğü, çaresizlik; insanların inanç ve etnik kimlikleri tarafından yaratılmadı.
Devletin yönetim biçimi ve üretim ilişkilerinden kaynaklı sonuçlardır. Aç, yoksul, işsiz olanlar kimliği ayrı olan her kesimi kapsamaktadır. Farklı inanç ve etnik kimliğe saygı duyulmalı, bu temeldeki arz ve talepleri görülmeli, duyulmalı ve çözülmeli.
Ancak insanca yaşama koşulanlarını yaratmak, bu temeldeki sorunlarını çözmek özel değil toplumsal hedefi olan çözümlerden geçer.
Üretimin yeniden inşa edilmesi, demokratik devlet yönetiminin kurulması ve her ikisinin demokratik anayasayla korunması sorunu çözecektir.
Demokratik yönetimlerde yaşayan halk, hak ve görevini bilir. Çünkü örgütlüdür. İnsanca yaşamasına düşecek tehlike karşısında örgütlü gücüyle karşı durur ve izin vermez. Örnekler üzerinden gidecek olursak milyonlarca çalışan asgari geçim endeksinin altında üretime katılıyor. Bırakın yoksulluk sınırını, açlık sınırı altıda verilen ücreti direnmeden, karşı durmadan kabulleniyor.
Ama Metal işçileri direnerek, greve giderek, cumhurbaşkanının grevi erteleme kararına rağmen greve devam ederek, iş verenlerden istedikleri ücreti aldılar.
Asgari ücreti kabul edenler direnemez çünkü örgütlü güçleri yok. Ülkenin neresinde yaşarsa yaşasın, mesleki durumu ne olursa olsun ister çalışan ister emekli güçlü iradesi olan örgütler yaratmalılar. İster geri kalmış varoluşlarda ister köyde ister kıyılarda yaşasın hak aramasını bilmeli, sorununu bir başkasının çözmesini beklememeli. CHP misyonu bu noktada başlar. Doğru çözüm, doğru ağızda doğru çözümlerle halka önderlik ederek örgütlü güce dönüşmesini sağlamalı (Çok geniş değerlendirme ve çözüm yöntemleri var. İstenirse, gerekenler yapılır.)
STK’lar 12 Eylül darbesiyle sıradanlaştırıldı. Kendi özlük ve ekonomik durmalarını korumaktan ve savunmaktan acizler.
Çoğu gücün bir parçası olacak ilişkiler içindeler. 12 Eylül darbesinin yasakladığı evrensel ilkelere sahiplenme ve örgütlenme önündeki engeller kaldırılarak; ülke sorunlarına en duyarlı örgüt olmalarına fırsat yaratılmalı. Direnme ve hak arama alışkanlığı kazandırılmalı.
Bu amaçla sivil toplum kuruluşlarıyla çalıştaylar yapılarak, özel görüşmelerle bilgi alış verişi yapılarak STK’lar mücadelenin içine çekilmeli.
Adana tarım ve sanayi kenti. Yer üstü ve yer altı kaynakları çok çeşitli ve genç insan kaynağı oranı yüksek bir kent. Denizleri, ırmakları, nehirleri, meraları, Ormanları, madenleri, enerji kaynakları ve oldukça geniş tarım alanı, Türkiye ve dünyaya kolayca ulaşacağı deniz, kara ve hava yoları olan kent. Türkiye’nin mini karikatürü ve dünyanın ‘’en büyük köyü’’.
Tarihi geçmişi çağlar ötesine gider. Spor Turizmi başta olmak üzere her tür turizme açılabilecek kent.
Tek sorun kentin bu özelliğine rağmen, geleceğe dair öngörüsü olmayan ve günü düşünen yöneticiler tarafından yönetilmesidir.
Çözümü nitelikli yöneticilerle ve Türkiye geneline kurgulanan çözüm projelerinin yaratılarak, Adana’da uygulamaya geçilmesidir.
Kısaca Kırsal dönüşüm projesiyle ilçelerden kent merkezine göç engellenmeli.
Tarım üretim ve satış kooperatifleri kurularak; tarım, hayvancılık, balıkçılık ve bunlara bağlı entegre sanayi tesisleri kurulmalı.
Bu amaçla Çukobirlik aktif hale getirilmeli. Madenlerin işletilmesi ve üretime açılması sağlayan devlet kurumlarıyla yerinde madenlerin çıkarılarak mamul hale getirilmesi sağlanmalı.
Şehir merkezi başta olmak üzere, merkez ile kazalar arası, Adana iliyle diğer il ve ticari ihtiyaç bölgeleri arası ulaşım en üst seviyeye çıkarılmalı.
Özel sektöre cazip gelecek her yöntemin önü açılarak tarım ve sanayi güçlendirmeli.
Çukurova üniversitesi araştıran ve tarım ve sanayiye katkı koyacak teknoloji, ürün deseni ve üst düzey bilgiye sahip teknokrat yetiştirmeli.
Bu yatırım ve çözüm projelerini yerel yönetimlerin sosyal devlet anlayışıyla bütünleştiren hizmetleri kesintisiz sürdürülmeli.