29 Ekim 2024 Salı
Ümit Özdağ'dan Devlet Bahçeli'ye cevap
Portakal Mevsiminde Kuran Dersleri
SAMİMİYET, SEN NEREDESİN?
Anadolu’yu konuşturan usta bir yazar: AHMED HAMDİ TANPINAR
Kurban Nedir? Kurban’ın Dinimizdeki Önemi?
Bugün Benim Doğum Günüm...
İBRAHİM ORTAŞ – Ç.Ü. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
iortas@cu.edu.tr
İnsanın kültürel bir varlık olarak insanlaşması sürecinde, zorunlu olarak oluşturduğu toplumsal sözleşmeler arasında bireyi yaşamda söz sahibi kılan yönetim biçimi, halk iradesine dayanan cumhuriyettir. Doğayı anlamlandıran, toplumun davranışlarını okuyup yorumlayan, sistem geliştiren; toplumu eğiterek düşünsel özgürleşme ve bilinçlenme yolunda iradesini savunan filozoflar, aydınlar ve bilginler sayesinde insanlık, insan hakları, evrensel değerler ve serbest seçimler gibi kazanımlara ulaşmıştır. Bu yönetim anlayışı, ırk, cinsiyet ve inanç farklılıklarına bakılmaksızın bireylerin yasalar karşısında eşit yurttaş olduğu bir sistemi öngörür.
Cumhuriyet yönetim modeli, insanı merkeze alan ve bireyin kendi iradesini sağladığı bir sistem olarak çağın gereklerine uygun bir şekilde sürekli gelişerek topluma daha fazla hizmet etmelidir. Ancak, dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de, vatandaşların yönetimde söz sahibi olma konusunda dönem dönem aksamalar yaşanabilmektedir. Buna karşın, yasalar karşısında eşit birey olma talebi hemen herkes tarafından benimsenmiştir. Doğanın bize öğrettiği gibi, büyük bir ağacın dibinde yetişen bir çimenin aynı topraktan beslenebilmesi gibi, biz de birlikte var olan imkânları değerlendirebiliriz.
Cumhuriyetin ilk 30 yılı, bugünkü kurumsal altyapının temellerinin atıldığı dönemdir. Bu dönemde, eğitim, plan, proje ve stratejilerle kazanılan nitelikli gelişim, ülkemizin bugünkü eğitim ve gelişmişlik düzeyinin temelini oluşturmuştur. Cumhuriyet; bireyin özgür, bağımsız ve laik bir hukuk düzeni içinde yaşama hakkını güvence altına alan, toplumun egemenliğine dayalı yurttaşlık bilincine dayalı bir yönetim şeklidir. Cumhuriyet, halkın belirli dönemlerde kendi temsilcilerini seçerek yönetimde söz sahibi olmasını sağlayan en uygun sistem olarak, bireylerin yetenek ve çabalarıyla kamusal alanda fırsat eşitliğine dayalı bir varoluş alanı sunar. Bir arada doğanın bize öğrettiği gibi büyük ağacı dibindeki bir çim bitkisi ile aynı topraktan beslenebildiği gibi bizlerde hep beraber var olan olanakları değerlendirebiliriz.
Tarih boyunca insanlık; feodal ağalık, krallık, padişahlık ve diğer dikta yönetimlerinden sonra, yurttaşlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti anlayışına dayalı Cumhuriyet yönetimine, büyük lider Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ulaşmıştır. Sanayi Devrimi sonrasında Batı uygarlığının ulaştığı en üst gelişim noktasında, aklın özgürleşmesi ve bireyin yaratıcı düşüncesinin vurgulandığı Cumhuriyet fikri, Türkiye’nin de bu yolda önemli adımlar atmasını sağlamıştır.
Sanayi Devrimi’ni kaçırmış ve dünya gelişmelerini zamanında okuyamamış olan topluma yurttaşlık bilinci ve kendi kendini yönetme imkânı sunan Cumhuriyet; Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının çabalarıyla toplumsal birliği, çağdaşlaşmayı ve bilim ışığında ilerlemeyi amaç edinmiştir. Cumhuriyet, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” bireyler yetiştirme gayesiyle, toplumun demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti çatısı altında bir arada, birbirine üstünlük sağlamadan yaşamasını sağlayan en yüksek bilinç olgusudur. Cumhuriyet, yönetimin soy, sop ve aile bağlarına değil, halkın kendi geleceğini belirleme iradesine dayandığını vurgular ve bu yönetim anlayışını genç nesillere emanet eder.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Benim karakterim bağımsızlıktır ve özgürlüktür” ifadesini rehber edinerek sorunları bilimsel yöntemle çözebiliriz. Atatürk’ün “Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin” sözü ve “Benim manevi mirasım bilim ve akıldır” ifadesi, bizlere akıl ve bilim yolundan şaşmadan, Cumhuriyet ilkeleri ile yol alma görevini bırakmıştır. İnsan olarak, güvenilir bir yurttaş olmak ve insanca bir arada yaşamak için nitelikli eğitimle donatılmış, bilinçli, kültürlü ve entelektüel, 21 yy yetkinliklerini kazanmış bir toplum oluşturma iradesine sahibiz.
Cumhuriyet ilkelerine uygun bir ortam sağladığımızda, bu hedefe birlikte ulaşabiliriz.
Cumhuriyetin kazanımlarının önemini ve değerini gün geçtikçe daha çok fark ediyoruz. Cumhuriyetin kurucuları ve taşıyıcılarına minnettarız!
29 Ekim 2024, Adana
İBRAHİM ORTAŞ – Ç.Ü. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
iortas@cu.edu.tr
Güzel ülkemde, son günlerde kadınlara ve çocuklara yönelik artan şiddet, sokak çatışmaları, cinayetler ve keşmekeş halindeki trafik, toplumun iç dünyasını rahatsız etmenin ötesinde derin bir kaygı yaratmaktadır. Öte yandan, yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, çözülemeyen sorunlar ve kurumlara olan güvenin zedelenmesi; adalet ve hukukun sağlanmadığına dair yaygın bir duygu, pek çok insanda güvensizlik, yılgınlık ve motivasyon kaybına yol açmaktadır. Son günlerde basına yansıyan yeni doğan hasta bebekleri anlaştıkları özel hastanelerin yenidoğan ünitelerine sevk edip SGK üzerinden haksız kazanç ve çıkar sağlayan ve bebeklerin ölümüne yola açan bu ve benzeri birçok olayda rol alan insan(lar)ın varlığı da ciddi bir çürümüşlüğü gösteriyor. Taklit-tağşiş yapılan et, süt, yağ, peynir, bal, tahin vs. yüzlerce gıda ürünü üzerinden haksız kazanç sağlamanın ötesinde toplum sağlığının bozan faaliyetler doğrudan insanın canına kast etmektir. Bu artan her gün bilmem hangi mafya, sokak çeteciliği, terör, uyuşturucu vs. gibi birçok organize kişilerin toplumda oluşturduğu korku ve güvensizlik ortamı hukuka ve kolluğa olan güveni ve kişilerin kendilerini güvensiz hissetmelerine yol açmaktadır. Bütün bunları ötesinde insanlığın birikimli değer yargılarının saygının ve sevginin kaybolduğu, bencilliğin arttığı, kardeşin kardeşi çıkar, miras ve para uğruna resmen boğduğu bir ortam, maalesef geleceğe dair bir arada yaşama, iş görme beklentilerine umut vermemektedir. Toplumun çoğunluğu özelde de eğitilmiş kesimler ve gençler birçok yönden çok rahatız ve yorulmuş durumda. Basından yeni öğrendim, çocuk, genç ve erişkin psikiyatristi Prof. Dr. Bengi Semerci ve Türkiye Psikiyatri Derneği Medya Kurulu Üyesi Prof. Dr. Burhanettin Kaya “Türkiye’de son 2010-2021 yılları arasından antidepresan kullanımında yüzde 60 artış yaşandığını, “100 bin kişiye düşen günlük antidepresan dozu da 32’den 52’ye kadar yükselmiş bu da dozda yaklaşık yüzde 40 artış olduğunu” gösteriyor. Bu durum çok sağlıklı bir durumda oluğumuzu göstermiyor.
Gençler Gelecekten Umutsuz Gözüküyor
Üniversitenin ilk haftasında öğrencilerle yaptığım sohbetlerden ve gözlemlerimden, gençlerin ülkenin ve kendi geleceklerine dair umutsuzluk ve güvensizlik hissettiklerini görmek, insanı gerçekten üzüyor. Yapılan birçok saha araştırması ve anket sonuçları daha karamsar tablolar sunuyor. Çoğunluğu fırsat geleceğini yurtdışında arayacak. Bizler belirli konuları eleştirmekle birlikte, toplumun huzuru ve güveni için çalışmaktan, üretmekten ve düşünce üretmekten asla vazgeçmedik. Gençlerin daha coşkulu ve geleceğe umutla bakmalarını istiyoruz. Sevgi ve umut kaybolursa, toplum içten içe çöker.
İnsani İlişkiler Unutulmaya Başlanıyor!
İnsani ilişkilerin unutulduğu, her şeyin çıkar ve maddiyata indirgendiği bir dünya, yaşaması kolay bir dünya değildir. Oysa benim kuşağım, doğadaki tüm canlıları kapsayan bir anlayışla, herkesin kendi yeteneklerine göre iş tutarak varlığını sürdürdüğü ve kardeşçe bir arada yaşamayı benimsediği bir dünyada doğmuştu. Sevgi ve saygıda karşılık beklemeksizin bulunduğu ortama değer katmak için gece gündüz çalışan bir kuşaktık. Herkesin işi, aşı olsun; her canlının bu dünyada yaşama hakkı olduğunu düşünerek, karıncanın kanadını bile incitmeden herkesin barınma ve beslenme hakkını savunuyorduk. Hümanist bir yaşamın yeryüzüne hâkim olmasını arzuluyorduk.
Başta hayat pahalılığından dolayı misafirliğe gitmeyen, eşi dostu ile ayda bir de olsa dışarıda yemek vesilesiyle bir araya gelemeyen insanlar birbirinden kopar, yalnızlaşır. Geçmişte bütün kamu kurumlarında özelliklerde üniversitelerde var olan lokal, sosyal tesislerin bir takım kaygılar ile işletilemediği, açılış kokteylleri, mezuniyet balolarının olmadığı, öğrenci etkinliklerinin olmadığı yerde öğrenciler nasıl kaynaşacak-buluşacak birbirine bir şeyler anlatacak, öğretecek. Öğrencilik yıllarımda değişik etkinliklerde üst yönetim, idari personel, öğrencilerin buluştuğu etkinliklerde arkadaşlarımız ve hocalarımızla tanışma fırsatı buluyorduk. Çok yönlü, uluslararası saygınlığı olan iletişimi güçlü bilim insanlarının rol modelliği yanında, zeki, yaratıcı, sanat ile uğraşan, çok kitap okuyan arkadaşların barlığı hepimizi karşılıklı olarak zenginleştiriyordu. Şahsen ben arkadaşlardan ve hocalarımdan esinlenerek süreçlere dâhil oldum. Bugün bu etkinlikler iletişim tekniklerinin de etkisi ile nerdeyse minimize olmuş durumda. Bırakın öğrencileri, öğretim üyelerinin bir araya geldiği ortam ve koşul bile yok. İnsanların yenide bir araya gelmesi belirli yerlerde buluşması için üniversite, belediyeler ve kamu yönetiminin yöneticilerinin ortamlar yaratması insan ruh sağlığı açısından kaçınılmaz gözüküyor. “Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşır” sözü boşuna söylenmemiştir. Bu yaşadığımız sorunları çözmeyecektir. Ancak iletişim ve dayanışma ile kişiler yalnızlığa itilmekten kurtulur.
Sevgi ve Karşılıklı İnsani İlişkilerin Yeniden Kurulması Sağlanmalı
Kaybolan sevgiyi şimdi daha çok arıyorum; öyle bir sevgi ki içinde insanlığın tüm inceliklerini barındırsın, karşılıklı sevgi ve saygı ile dolu olsun. İnsanlar, çıkar ve rant peşinde koşmadan, haset ve kıskançlık duymadan, bir başkasını alt etmeye çalışmadan, hak etmediği bir yeri kendine reva görmeden, sade ve temiz duygulara sahip olsun. Yeniden dostluklar, imece usulü yardımlar ve karşılıksız el uzatmalar menfaat üzerine değil, içtenlikli olsun. Kaybolan sevgi, onuru, şerefi ve haysiyeti yeniden insan olma bilinciyle kazandırılsın, insanlar birbirlerine güven duysunlar. İnsanlar iç dünyalarında bilinçli sevgi taşısınlar, geleceğe umutla ve güvenle bakarak yollarını çizebilsinler. İnsan, insanın kurdu değil, dostu olsun. Ellerinde silah, bıçak, taş veya sopa değil; kalem, kitap, güller ve çiçekler olsun. Yeryüzünün tüm renkleri yaşamda yer bulsun, dostluk ve kardeşlik temelli her türlü farklı düşünce kendine yaşamda bir alan bulsun. İnsan aklı özgür olsun, herkes kendisi olsun. Empati yapsın, hayal kursun, ütopyası olsun.
Yaşamadan Zevk Almak ve Mutu Olmak İçin Yeteneğimize, Zekâmıza ve Çabalarımıza Dayalı bir İş Tutma Anlayışı ve Bilince Sahip Olmak Gerekir.
Üç kuruş daha fazla kazanacağım diye yeni doğan çocukları ölüme sürüklemek, evlatları (kız ve oğulları) öldürmek, fidye, kapkaç, dolandırıcılık, yalan üzerine kurulu bir hayat ne kadar vicdan ve merhametle yaşanabilir? İnsan olmanın temiz özelliklerinden, önyargısız, tertemiz duygularla, karınca kararınca yeteneğine göre bir hayat sürdürmeliyiz. Gündüz vakti fenerle insan arayan Diyojen ’in dönemine geri dönmeyelim. 21. yüzyılın geniş iletişim ve teknolojileri çağında, insan artık bilgeliğe ve iç özgürlüğüne sahip olmalı, sadece kendisi için değil, birlikte yaşadığı çevresi ve ülkesindeki tüm insanlar için hizmet aşkıyla yanıp tutuşmalı, çalışmalı, mücadele etmelidir. Bu sevgi, sadece bireyin değil, toplumun ve ülkenin umudu ve geleceği olsun. Yurttaşlar sözleşmesi olarak kurduğumuz Cumhuriyet’e dayalı demokrasimiz, herkes için eşit haklar ve güven sunan bir hukuk devleti olarak yerini alsın. Ayrıcalıklı kişiler yerine, yeteneği ve liyakati olan herkes kendisini en iyi ifade edebileceği bir yaşam bulsun. İnsanlar birbirlerine korku ve endişe değil, güven ve huzur versinler. Para-pul ile değil insani duygular ile çalışarak, üreterek, paylaşarak mutlu ve esenlikli bir yaşam kurmak olmalı amaç.
Ne Yapmalıyız?
Türkiye’nin yeniden siyaset üstü bir anlayışla yeniden paragöz, çıkarcı, çıkarları insanı ve değerleri yok eden, ortamı yaşanamaz hale getiren yapıda yeniden insani değerlere yönelmemiz gerekir. Yaşanan süreçler ve sonuçlar uygulanan ekonomik ve sosyal politikaların bir yerde toplumun değerlerini bozduğu ve hasta ettiği görülüyor. Yeni bir paradigma yaratmak ve insanca yaşmak için birlikte bir şeyler yapmak gerekiyor.
Kimse unutmasın, insanın karnı her türlü doyar. Karın doyuyor ama önemli olan, yediğin yemeğin tadını alabilmektir. Yalan, dolan ve haksız kazançla değil, insana yakışan bir yaşam anlayışıyla bu tadı alabilirsin. Huzurlu, kendisiyle barışık ve sevgi dolu insanlar, daha mutlu ve yediğinin tadını çıkaran insanlardır. Yoksa ne yemeğin tadına varır ne de akşam yastığa başını koyduğunda huzurlu bir uyku uyuyabilir. İnsana yakışan; birlikte çalışmak, paylaşmak ve empati yapmaktır. Arıyoruz, umuyoruz, bekliyoruz!
İBRAHİM ORTAŞ – Ç.Ü. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
iortas@cu.edu.tr
Orman yangınlarına karşı bütünlüklü önlemler alınması, top yükün sorumluluk almak tabii yetkili organlar önceki risk durumuna uygun hazırlık yapmalı. Yoksa her yıl aynı sorunlar yaşanır durur.
Son yıllarda, özellikle yaz aylarında Türkiye’nin Akdeniz ve Ege kıyılarında meydana gelen orman yangınları, geniş alanların yanmasına ve zaman zaman insan ölümlerine neden olmaktadır. Son yangınlarda bazı mahalleler yanmış, birçok insan evini kaybetmiştir. Ayrıca yangınlar, doğaya beklenenden çok daha büyük zararlar vermekte, atmosfere salınan sera gazları ve biyoçeşitliliğin yok olması insanın vicdanını derinden yaralamaktadır.
Yangınların oluşmasında, bölgenin coğrafi yapısı gereği yaz aylarında 40°C’nin üzerine çıkan aşırı sıcaklıkların etkili olduğu bilinmektedir. Ancak, resmi kayıtlarda da belirtildiği gibi, bir çok orman yangınının kundaklama sonucu çıktığı da bir gerçektir. Bölgenin turizm alanı olması, yazın tatilcilerin, piknikçilerin ve arsa rantı peşinde olan kişilerin varlığı, insan faktörünün bu olaylarda ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Basında sıkça yer bulan kundaklama olaylarının ardındaki başlıca sebep, yangın sonucu zarar gören alanların yeniden ağaçlandırılması değil; “nasıl olsa yandı” denilerek, bu alanların orman vasfından çıkarılıp konut alanı, turizm ve madencilik faaliyetleri gibi ormancılık dışı amaçlarla kullanıma açılmasıdır. Bu tür kundaklamalar, zaman zaman ülke sınırlarını aşarak mafyalaşmış şebekelerin bile ilgisini çekmektedir.
Bu bağlamda, TMMOB Yönetimi’nin ülke çapında yaşanan son orman yangınlarına ilişkin yaptığı basın açıklamasındaki “Orman yangınlarını önlemek için kamucu politikalara ihtiyacımız var” önerisi son derece önemlidir. Bütüncül bir yaklaşımla sebep-sonuç ilişkisini analiz ederek soruna kalıcı çözümler sunmuşlardır. TMMOB’nin önerilerine katılmakla birlikte, önlemler konusunda toplumun her kesiminin sorumluluk alması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Ülkemizde ve bölgemizde orman yangınları neredeyse bir yaz rutini haline gelmiş durumda. Ancak 20 yıl önce gördüğümüz eksiklikler, yetki sorunları ve organizasyonsuzluklar maalesef hala devam ediyor. OGM geçmişte ülkemizin en iyi orman mühendislerinin yetiştiği önemli bir kurumuydu. Antalya’da düzenlediğimiz bir toplantıda ziyaret ettiğimiz Antalya’daki yangın eğitim merkezi, gözetme kuleleri ve tesislerinde çok yetkin kişilerin anlatılarından çok etkilenmiştik. Şimdilerde o eğitim tesisleri ve alt yapılar ne durumda bilmiyorum. Ancak basına yansıyan bilgiler, orman alanların, madenciliğe açılması, özeleştirme ve yetkin olmayan kişiler ile iş tutulması yangınla mücadelede önleyici önlemler almayı sekteye uğrattığı vurgulanıyor.
Bu nedenle, sorunları çözmek ve analitik yöntemlerle yaklaşmak gerekiyor. Yangınların yaşandığı yaz dönemine uygun risk analizleri yapılarak, afet yönetmelikleri çerçevesinde gerekli altyapı, ekipman ve uzman personelin hazırlanması şarttır. Aksi takdirde, her yıl aynı yerde kendi etrafımızda dönüp dururuz. Bu şekilde devam edersek, büyük kayıplar vermeye devam ederiz. Hepimize lazım olan oksijenin korunması için, herkesin yangınlara karşı önlem alması ve sorumluluk üstlenmesi gerekmektedir. Tabloda görüldüğü üzere yıllar içinde artan yangınlar ile insan aktivitesi arasında bir ilişki olmaktadır.
Orman Genel Müdürlüğü yangın verilerinden derlenen bilgiler üzerinden Orman yangınları, 1988-2023 yıllar itibarı ile artan oranda yangın sayıları artıyor ve bu arada geniş miktarda alanlar artıyor. Bu arada verilerden ortalama biyokütle analizi yapıldığında ciddi miktarda biokütle yanarak atmosfere sera gazı olarak yansımaktadır. Tabloda görüleceği gibi Türkiye’de orman yangınlarının yıllar içerisinde sayıca artması ile toprak canlıları ve diğer biyoçeşitlilik kaybolmaktadır. Özellikle 2021 yılında Akdeniz’den Egeye kadar yaşanan yangınlar hem yanan alan miktarı hem de biokütle miktarı açısından dikkat çekici niteliktedir. Ekolojik açıdan yer hiç girdi ile doldurulamayacak nitelikteki orman ekosisteminin bu genişlikte yangınla ortadan kalması tam bir afet ve doğal bütçe çöküşüdür. Bu bağlamda Anayasanın 169 ve 170’inci maddelerine uygun orman varlığının korunması görevi yerine getirilmeli ve bu alanlar amaç dışına çıkarılmadan yeniden ekolojik varlığına kavuşturulmalıdır. Öncelikle, yakılan orman arazilerinin konut alanı yapılması kesinlikle yasaklanmalıdır.
Tablo 1980-2023 yılları arasında çıkan yangın sayısı ve yanan alanlar
Yıl |
Yanan Alan (ha) |
Yangın Sayısı | Tahmini Yanan Biyokütle Miktarı (ton) |
1980 |
13,000 |
1,190 |
1,500,000 |
1985 |
16,500 |
1,870 |
2,000,000 |
1988 |
18 210 |
1 372 |
2,145,000 |
1990 |
13 742 |
1 750 |
2,200,000 |
1995 |
7 676 |
1 770 |
2,100,000 |
2000 |
26 353 |
2 353 |
2,000,000 |
2005 |
2 821 |
1 530 |
2,800,000 |
2010 |
3 317 |
1 861 |
1,900,000 |
2015 |
3 219 |
2 150 |
3,000,000 |
2020 |
20 971 |
3 399 |
2,600,000 |
2021 |
139 503 |
2 793 |
17,000,000 |
2022 |
12 799 |
2 160 |
1,800,000 |
2023 |
15 520 |
2 579 |
2,800,000 |
Orman alanlarının elden çıkarılması, vasfını kaybetmesi ve 2B türü düzenlemelerin yasa ile değiştirilemez olması sağlanmalıdır. Ormanlar, ekolojik dengeyi sağlayan ve iklim değişikliklerini azaltmada en önemli rolü oynayan unsurlardır. Ekosistemin biyolojik dengesinin korunması, toprak erozyonunun önlenmesi, yağışların tutulması ve çölleşmenin engellenmesi için orman varlıklarının korunması gerekmektedir. Toplumların bu konuda ilkokuldan itibaren eğitilerek bilinçlendirilmesi şarttır. Yangınları önleyecek önlemlerin alınmasında, kamu ve toplum birlikte hareket etmelidir. Kamunun, mevcut orman yasası ve birikimli bilgisi ile bütüncül bir orman koruma politikası geliştirmesi gerekmektedir. Bu konuda daha sistematik bir bilinç ve tutum sahibi olmalıyız.
Bu bağlamda, Türkiye, İspanya ve Yunanistan’da son günlerde yaşanan ve kentleri tehdit eden yangınlardan çıkan bir diğer ders, tek tek ülkelerin bu tür büyük sorunlar karşısında yetersiz kaldığıdır. Yunanistan’da başlayan yangınların Atina’nın tarihi yerlerine yaklaşmasıyla uluslararası yardım talep edildiğinde, Türkiye’nin de aynı anda acil uçak ve helikoptere ihtiyaç duyduğu görülmüştür. Türkiye’nin Yunanistan’a bir uçak ve helikopter göndermesi, iki ülkenin dayanışma içinde olması gerektiğini göstermiştir. Bu durum, aynı anda birçok yerde başlayan yangınların söndürülmesinde zorluk yaşandığını ve yetkililerin çoğu zaman çaresiz kaldığını ortaya koymaktadır.
Bu ve benzeri durumlarda, orman yangınlarına karşı bütüncül bir yaklaşımla ulusal ve uluslararası ölçekte plan ve programlar geliştirilmelidir. Ülkelerin toprak, bitki örtüsü, coğrafi yapısı ve su kaynakları doğru analiz edilerek ekolojik yapıya uygun önlemler alınmalıdır.
Sonuç olarak, orman yangınlarıyla mücadele, bütüncül bir bilgi, bilinç, farkındalık ve tutum gerektirmektedir. Sorunun, insanın bilerek veya bilmeyerek gerçekleştirdiği faaliyetlerden kaynaklandığı gerçeğiyle herkesin sorumlu davranması gerekmektedir. Orman Genel Müdürlüğü’nün bu konudaki görev alanı, tek başına sorunu çözmeye yetmemektedir. Başta yerel yönetimler olmak üzere, sivil toplum örgütleri, diğer kamu kurum ve kuruluşları, orman köylüleri ve gönüllülerin de bu sürece aktif bir şekilde katılması gerekmektedir. Tüm bu paydaşlar arasında koordinasyon sağlanmalı ve bütünleşik bir yaklaşımla hareket edilmelidir.
Bu bağlamda, Orman Genel Müdürlüğü’nün sorumluluk alanında olan ve insan kaynaklı yangınların önlenmesi konusunda sorunun çözümüne odaklı, liyakate dayalı bir yapılanma sağlanmalıdır. Ayrıca, yangın önleme ve söndürme konularında mevzuat yeniden gözden geçirilerek güncellenmeli, eksiklikler giderilmelidir. Gerekli denetim ve önlemler alınmalı, her yönüyle hazırlıklı olunmalıdır. Özellikle yangınların aktif olduğu yaz aylarında, piknik gibi etkinliklere kısıtlamalar getirilmesi faydalı olabilir.
Sonuç olarak, hepimizin oksijen kaynağı olan ormanlar için topyekûn bir mücadele gerekiyor. Başta ilgili ve yetkili birimlerin, yangınların önlenmesi konusunda çok önceden gerekli hazırlıkları yaparak donanımlı hale gelmesiyle, bu felaketlerin kontrol altına alınması mümkün olacaktır.
İBRAHİM ORTAŞ
iortas@cu.edu.tr
Hayvanlardan Öğreneceklerimizden Biri de Cesaret ve Öncülük Emektir.
Sosyal medyada, videoya alınmış bir görüntüde; bir gölde küçük bir su aralığı geçmek için bir ağaç parçasının üzerinden suyun başına kadar gelen birkaç tavuktan suyu geçmeyeceğini düşünenler geriye doğru dönerken geriden gelen bir tavuk suya atlayarak karşıya geçiyor ve diğerleri de öncünün geçtiğini görerek geri dönerek tek tek suyu geçiyorlar. Bu durum, Antony Robbins’in “imkânsız olduğuna inanılan her şey, sadece birisi onu yapana kadar imkânsızdır” ifadesini akla getiriyor. Hayvanların bu davranışını iletişim teknolojileri kullanılarak yapılan belgesellerden nefeslerimizi keserek izliyoruz. Evet, doğada bizim dışımızdaki yüzbinlerce canlı ev yapıyor, yuva yapıyor ve bazen bizim hayal edebildiğimiz şekilde kendilerini güvenceye almak için yapıyorlar. Cesaret, iç öngörü ve öncülük yapan hayvanların tutumu ve varlığı sürünün geride kalanlarında gıdaya erişim ve çoğalması için yeni ortamlara ulaşmasını sağlamaktadırlar.
Hayvanların bu davranışı kadar insanların da bu konuda zengin bir deneyimi ve birikimi vardır. Hâlâ hayvanların biyolojik ihtiyaçlarını ve varlıklarını sürdürmek için yaptıklarını deşifre ederek ekosistem mühendisliği yolu ile yeni ürünler üretiyoruz. Ancak öğrendiklerimizi salt varlığımızı devam ettirmek için değil, doğa ve insanlık yararına hizmet etmek için bilinç ve bilgi ve geliştirdiğimiz yeteneklerimizi de kullanarak gerçekleştiriyoruz. Bu durumda hayvanların öncülüğünden farklı olarak insanların bazıları öncülük ve liderlik yaparak tarihin seyrini de değiştirebilmektedirler. Yoksa kılını kıpırdatmayan, sıkıştığında geriye dönüp kaçan pısırıklar ve korkaklarla ne yol alınır ne de dönüşüm sağlanırdı. Muhtemelen insanlar hâlâ mağarada, karnını doyurmak için ava çıkar ve bulduğu ile yetinir kalırdı. Sanırım insan, bu bağlamda kazandığı beyin gücü sayesinde hayvanlardan bir adım daha öne geçerek daha çok analiz yaparak yaratıcılığını geliştirdi.
Yeryüzünün Bugünkü Birikimli Varlığı Bilgi Sahibi İnsanlarının Cesaretli Çıkışına Borçlu
Bugün dünyanın sahip olduğu mevcut durum, binlerce yıllık birikimli kültür sayesinde hep meraklı, öngörülü, cesur ve girişken insanların katkılarıyla gerçekleşmiştir. Bu anlamda taş üstüne taş koymayı bilinç ve bilgi ile kuranların tutum ve gayretli mücadelesi önemlidir. Evet, bugün yeryüzünün doğanın on binlerce yıl önceki insan eseri olmayan o çıplak kayalarının üzerinde çıkan binalar, teknoloji vs. o cesur insanların eserleridir. Vasco da Gama, Hindistan’ın keşfini gerçekleştiren ilk denizci der ki: “Fırtınalar çıktığında tayfalar korksalardı, bugün Amerika hâlâ keşfedilmemiş, Hindistan’ın nerede olduğu bilinmiyor olacaktı” anlamında bir ifade kullanır. Bu bağlamda Antony Robbins’in “imkânsız olduğuna inanılan her şey, sadece birisi onu yapana kadar imkânsızdır” ifadesi bilgi, öngörü ve cesaretin yanı sıra liderlik yapan insanlara çok borcumuz olduğunu gösteriyor. Yine Vasco da Gama der ki: “Hani limanını bilmeyen gemiye hiçbir rüzgâr yardımcı olamaz.” Bilgi görmek, öngörü ve analiz yapma yeteneği kişiyi farklılaştırıyor.
Geçmiş dönem Cumhurbaşkanlarından Sayın Süleyman Demirel bir TV söyleşisinde bahanesi olanlar ile ilgili yaşadığı bir anekdotunu anlatmıştı. ABD’ye baraj yapımı konusunda yüksek lisans yapmak için gittiği bölümde, sık sık danışmanına gider ve bir takım ihtiyaç ve bilgiler sorar. Danışmanı kendisine der ki “Amerika’ya gelen ilk Avrupalılar burada senin gibi her şeyi hazır arasalardı, bugün ABD bu denli gelişmezdi” der. Yani bahane arama yok der. Sayın Demirel o anda itibaren sorunlara kendisinin çözüm araması gerektiğinin farkına varır ve kendisini geliştirmesine yoğunlaşır. Bu bağlamda bahanesi olmayan, yapabileceğine inanan ve risk almayı gözüne kestiren kişiler bu bağlamda diğerlerinden daha şanslı ve olanaklardan daha çok yararlanmaktadır. Sıradan yığınlar ve niteliksizler ile bir yol alınmadığı gibi sorunların içinde ezilip kalitesiz yaşamak da görülmektedir. İyi ki cesurlar var bu dünyada. Yoksa bugün hâlâ on binlerce yıl öncesinden kalırdık.
Bu davranış hayvanlar âleminde de var. Genelde çok bilmiyoruz ancak belgeselleri izleyen ve çok yönlü ilişkiler aradığımda, cesaret ederek risk alarak öncülük eden hayvanlar daha cüsselilerdir. Gençler, yavrular değil; genelde güçlü, liderlik konumundaki ve biraz yaşlı olanların öncülük ettiği gözüme çarpar. İnsanlığın binlerce yıllık tecrübesi, bilgiye dayalı ve bilinçle yürütülen tüm işlerin arkasında cesaretli tutumun önemli bir yer tuttuğunu gösteriyor.
Öncü, Cesur, Liderlik Vakfına Sahip İnsanların Bir Takım Ortak Özellikleri Var Görülüyor. Şöyle ki; geleceği görme yetenekleri ile büyük resmi erken fark edebilir ve vizyoner harekete ediyor olmaları. Risk almaktan ve belirsizliklerle yüzleşmekten cesaret göstererek korkmadan zorluklarla başa çıkma yeteneği gösteriler. Kararlılık göstererek hedeflerine ulaşmak için yüksek bir azim ve kararlılık gösterirler. Bu kişilerin bir özelliği ise her türlü engellere rağmen pes etmeden yollarına devam etmesidir. Yenilikçi ve yaratıcı çözümler geliştirmede sorgulama ve alışılmışın dışında düşünme özelliğine sahip olmaları. Birlikte çalıştıkları kişiler ile etkili iletişim kurma, karşı tarafı ve duygularını anlamak ve güven inşa etme yeteneği. Empati ve iletişim kurma becerileri, ekip kurabilme, hedeflerine ulaşmada kendilerini organize etme ve motive etme yeteneğine sahiptir sahibi, Özgüven ve öz disiplinlerini korumaları. Problem Çözme becerisi ile sorunları analiz etme ve yaratıcı çözümler geliştirir ve etkili kararlar alabilir olmaları. Karizmatik kişilikleri sayesinde başkalarına ilham verirler. Sürekli öğrenme ve gelişim sahibi olması ile bilgi ve becerilerini sürekli olarak geliştir ve değişimlere uyum sağlarlar. Adaptasyon ve yeteneği ve değişen koşullara hızla uyum sağlayabiliyor olması yanında, idealizm ve tutku sahibi olarak yüksek ideallere sahipler. Aynı zamanda bu kişilerin uzun vadeli planlar geliştirme ve stratejik düşünme perspektifine sahipler.
Gençler, Sizi Geliştirecek ve İlham Olacak Kişiler ile İletişim İçinde Olun!
Bu bağlamda oğluma ve öğrencilerime yaşam yol haritanızda tutumunuzun kendi bilgi ve görgünüze uygun, bilinçli ve özgür iradenizle her olguyu araştırmaya değer görün. Araştırmadan, denemeden öğrenemezsiniz. Konuştuğunuz kişiler beyninize yeni bir şimşek çaktırmalı. Konuşmalar zihninizde yeni kapılar açmalı ve açılan kapılar yeni kapıların açılmasına yol açmalıdır. Sizin ufkunuzu geliştirmeyecek, risk almayan, öğretmeyen ve bilginize değer katmayacak insanlardan çok yarar gelmez. Bu bağlamda bazı insanlar ile görüşünce, sizin anlatım ve tutumunuzla hayatınızı anlamalı hale geldiğini görürsünüz. Konuşmak için can atarsınız; konuştukça size bir şey kattığını ve yeni şeyler öğrendiğinizi hissedersiniz. Ondan sonra da yaşama yeni bir pencereden bakmaya ve daha farklı sorgulamalarla düşünmeye başlarsınız. Bir kez farkındalığınız oluşmaya başladığında düşünme yapınız ve boyutunuz farklılaşır. Bu bağlamda yaşam pratiği ile problem çözme becerisi farklı olan, risk alan ve liderlik yapan cesurların sayısını artıran toplum ve ülke başarılıdır.
Cesaret Gösterenler Diğerlerine İlham Kaynağı Olmaktadır
Keşke bu insanlar ülkemizde liyakate dayalı olarak yetenekleri ve bilgilerine göre değerlendirilseler. Ayrıca bu insanlar ekonomiye değil, diğer insanlara örnek olacaklardır. İnsan, insandan etkilenir, imrenir ve empati duyar. Toplumda çalışkan, üretken ve farklılık yaratan insanların sayısının çok olduğu okul ve üniversitelere bakın; gençler birbirinden ne kadar çok öğreniyorlar. Lider vasıflı, bilgili gençler diğerlerine ilham olur, okuma alışkanlığı kazandırır ve kendine model gördüğü kişi gibi iş tutmaya başlar. Bu bağlamda bu kişiler size olumlu örnek olarak tecrübe edinmeniz ve kendinize yol belirleme, görgünüzü geliştirme ve dünyaya bakışınızı değiştirme konusunda önemlidir. Bu konudaki en iyi örnek Tebrizli Şems-i Mevlana’nın düşünce ve duygularını derinleştirerek onun şiirlerinde önemli bir ilham kaynağı olduğu belirtilir. Öyle ki Mevlâna, Şems-i, manevi arkadaşı, ilham kaynağı ve ruhsal gelişimine katkıda bulunan mürşitti olarak değerlendirilmiştir.
Ülkemiz Nitelikli, Farkı Düşünen İnsanına Sahip Çıkmadı ve Beyin Göçüne Göz Yumdu
Ne yazık ki ülkemizin bir diğer büyük yanlışı da düşünen, farklı bakan ve üreteni sevmedi, kendine daha çok benzeyeni tercih etti. Filozof Ömer Hayyam boşuna dememiş: “Bir hayır var sana kötü demelerinde.”
Diğer taraftan yanlışı da deşifre etmek bir aydın ve bilim insanı sorumluluğudur. Bu anlamda acı da olsa gerçeği söylemek gibi bir yükümlülüğümüz var. Bilim dünyasında üst düzeyde eğitim almış, yöntem bilen bilim insanının, aydının ve hocayım diyebilenlerin omuzlarında ciddi yükümlülük bulunmaktadır.
Bu bağlamda son yıllarda en çok üzüldüğüm konu; ülkemizin kıt kaynakları ile aileleri tarafından iyi eğitim aldırılarak üniversite okumuş çok sayıda akademik bilgisi olan, farkındalığı yüksek, dil bilen, risk alabilen ve lider ruhlu gençlerin yurtdışında geleceğini aramasıdır. Bir ülkenin en büyük gücü olan nitelikli beşeri gücün uzaklaşması, ortamı her yönüyle istenmeyen erozyona/kurumaya doğru evrilir. Maalesef ülkemizin yaşadığı birçok yanlışlar ve yetersizliklerin altında yetenekli ve bilen insanlarını doğru yerde amaca uygun istihdam edemedi. En basitinden olimpiyatlarda aldığımız ve hak etmediğimiz sonuçlar ile konuyu ilişkilendirsek söylenmek istenen daha iyi anlaşılacaktır.
Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ,
Çukurova Üniversitesi,
Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
iortas@cu.edu.tr
Antroposen kavramı son dönemlerde çok duyulmaktadır. İtalyan jeolog Antonio Stoppani, 1873 yılında insanların dünya ekolojisi üzerindeki giderek artan etkisine atıfta bulunarak “antroposen çağ” terimini ortaya atmıştır. Ancak insanın doğa üzerindeki etkisi o dönemde çok hissedilmiş olmalı ki sonradan yeni jeolojik dönemin adı olarak Antroposen olarak önerilmiştir. Peki Antroposen ne anlama geliyor? İnsan faaliyetinin iklim ve çevre üzerinde baskın etki oluşturduğu dönem olarak görülen jeolojik çağı ifade etmektedir. Evet, maalesef çok az kişi insanlığın jeoloji ve iklim değişimleri üzerindeki etkileri konusunda mevcut bilgiye dayalı öngörü ve/veya kavrayışa sahiptir. Son dönemlerde artan iklim değişiklikleri yanında depremlerden ve özellikle de biyoçeşitlilikten, tarımdan yararlanan ve insan ilişkilerini kapsayan antroposen kavramını daha çok konuşur olduk. Ancak çoğumuz jeoloji ve jeomorfoloji ile iklim değişimleri üzerlerindeki insanın etkilerini çok derinlemesine bilemiyoruz. Buna karşın yer yüzeyinin oluşumu ve 4.5 milyar yıllık değişiminin geldiği yerin tarihsel verileri yer yüzeyinin derinliklerinde jeolojik katmanlarda kayıtlı olduğundan değerli bilgiler sağlamaktadır. Yeryüzünden yerin derinlerine doğru yapılacak bir kazı kesitin profilindeki her katmanın yapısı yanında geçmişte yaşanmış iklim ve benzeri doğa olaylarının kaydı niteliğinde bilgi vermektedir. İşte bu nedenle sanayi devrimi sonrası yaşanan değişimlerin etkisinin bilinmesi konunun geleceğimiz açısından önemini daha da artırmaktadır.
Mevcut bilimsel bilgilerimiz, doğanın tarihsel kimliği ve jeolojik katmanların varlığı ile sınırlıdır. Yeni araştırmalar ortaya çıktıkça bilgimiz daha da genişlemektedir, ancak insanın doğa ve jeoloji üzerindeki etkileri konusundaki bilgilerimiz, son bir kaç yıl öncesine göre çok daha fazladır. Bilimsel araştırmalar günden güne önümüzü açıyor ve teknoloji daha çok bilgi sahibi olmamızı sağlıyor.
Amerika Birleşik Devletleri’nden paleoiklim uzmanı Dr. William Ruddiman, bundan yaklaşık 12 bin yıl önce tarımın icat edilmesiyle Antroposen’in başladığını ifade ediyor. Bu görüşe göre, insanların tarımsal faaliyete geçişlerinin dünyayı etkilediği varsayılmaktadır. Bir diğer ifade ile insanların tarım yapması ile başlayan yeni yaşam tarzı olan “Tarım Devrimi” çağı ile bitkisel ve hayvansal ürünlerin insan tarafından üretilmesi için doğal alanlar ve ormanlıklar tahrip edilmesi kaçınılmazdı, sonucunda da yaşam alanlarını kaybeden canlıların bir kısmı da yok oldu. Tarım bilimcileri olarak biz daha halen tarımın doğa üzerindeki etkilerinin tam olarak ne zaman, nasıl ve hangi etkin(en)in sonucunda başladığını tam olarak bilmiyoruz. Yakın geçmişe kadar bilinenin ötesindeki Antroposen bilgileri günümüzden en az 12-13 bin yıl öncesine ait olan ve Güneydoğu Anadolu’da Göbeklitepe kazıları ile elde edilebildi ve biraz daha anlaşılır oldu. Harvard üniversitesinde Prof. Dr. David Reich, insanoğlunun 3 milyon yıllık avcı toplayıcılık düzeninden tarıma geçişini, ilk olarak Mezopotamya veya bereketli hilâl olarak adlandırılan bölgenin bugünkü Güneydoğu Anadolu’daki Harran bölgesinde başladığını belirtiyor. Bu bölgenin dünyanın diğer bölgelerinden en ayırt edici farklı özelliği, günümüzde insan gıdasının çoğunu oluşturan tarımsal ürünlerin yabani formlarının çoğunun bu bölgede var olmasıdır. Yanı sıra, Güneydoğu’nun içinde olduğu Mezopotamya ve Harran ovasının verimli toprak yapısını sağlayan Dicle ve Fırat nehirlerinin alüvyonları bölgeyi tarım alanlarına dönüştürmüştür. İklimin normalleşmesi ile bölgede yaşam alanı bulan bitki hayvan toplulukları yanında insanda bölgede kullanabileceği uygun bir yaşam alanında tarım yapma yetkinliğine erişti. Tarımın başlaması ile de halk göçebelikten yerleşik toplumlara geçiş yaparak gelişmiş ve tarım ile doğaya müdahale ederek doğayı değiştirmeye başlamışlardır. Zamanla yapay seçilim ve klasik ıslah yöntemleriyle tarım ürünlerinde genetik değişimlere de yol açtılar. Giderek türlerin yabani formları ile kültür formları arasında farklılıklar oluşmaya başladı. Tarım toplumunda metalin işlenmesi ile tarım alet ve ekipmanlardaki gelişmeler yanında, silah teknolojisinin gelişimini de koşulladı.
Artan nüfusun yaratığı gıda güvencesi talebi, doğanın yaslarının yavaş yavaş deşifre edilerek anlaşılması ile bilimsel bilginin artması ile tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş sağlandı. İnsanlığın son 12-13 bin yıllık tarım kültürü birikimi doğa üzerinde çok fazla baskı yapmadı. Sonunda bundan yaklaşık 200 yıl kadar önce endüstrinin gelişmesiyle yer altındaki milyarlarca ton fosil kömür ve petrolün yakılması sonucu olarak da atmosferdeki 140 ppm’lik sera gazları artışı yaşadığımız birçok çevre ve sağlık sorununun kaynağı haline geldi.
Son birkaç bin yıllık insanlık tarihinde insanın tek taraflı çıkarının doğa üzerindeki baskısının artık taşınamaz boyutlara ulaşması, bizleri doğa kaynakları üzerinde daha dikkatli seçimler yapmamız için zorlamaya başladı. Yeraltındaki fosil yakıtlar ve madenlerin çıkartılması, işlenme prosesleri ve tüketilmesinin iklim ve çevre üzerinde baskın etki yarattığı dönem olarak görüldüğü bu jeolojik çağın farkında olunması/bilinmesi önemlidir. Biraz daha insanlık tarihinin geçmişine bakılacak olursa, bazı toplumların dünyayı daha hızlı ve sistemli bir şekilde etkilediği görülecektir. Prof. Dr. Jared Diamond’ın yazdığı Tüfek Mikrop-Çelik kitabından edindiğimiz bilgiler ışığında yeryüzünde büyük uygarlıkları kuran toplumların doğa ile etkileşiminin daha erken başlamasa da daha fazla olduğu söylenebilir. İklimin tarım için uygun olduğu buzul çağı sonrası Mezopotamya’da çok geniş bitki topluluklarının bulunduğu ortamdaki Sümerler ve Asurların çocukları değil, ancak kışın zorlu koşulları altındaki Avrupalılar doğanın zorlukları ile mücadele etmede daha sistematik bilgi edinme yöntemleri ve uygulama teknikleri geliştirdiler.
Her ne kadar doğanın gücünün farkında olsak da ekosistemin bütünlüğünün yarattığı etkilere karşı koymak mümkün değildir. Doğanın gücünün farkında olan insanın doğa ile ilişkisi temelde doğanın yapısını bozmadan dönüşümlere ayak uydurmayı gerektirir. İnsanın doğal süreçlere müdahil olması dönem dönem yer yüzeyinde toprak erozyonlarını arttırmakta ve biyoçeşitlilik kayıplarına neden olmaktadır. Kuşkusuz insan faaliyetinden kaynaklanmayan, önlenemez doğal erozyon ve iklim değişiklikleri de kendiliğinden kayıplara neden olabilmektedir ama onların zararlarının büyümesine de yol açılmış olunabilmektedir.
Dünyanın tarihsel sürecine baktığımızda, Antroposen döneminin; endüstri çağının başlaması ve giderek artan fosil yakıt tüketimiyle son üç yüzyılda giderek daha yıkıcı olan bir gelişme sürecine tanık olmaktayız. Hatta insanın doğaya çok daha büyük değişimler için müdahil oluğunu görmekteyiz. Bilim insanları, antroposen çağını yeni bir çağ olarak tanımlarken, insan dâhil dünya üzerindeki canlı varlıkların geri dönülemez bir yok olma sürecine evrildiğini iddia ediyor. Tarım devriminden yaklaşık 12 bin küsür yıl sonra sanayi devrimi ile insanın doğaya müdahalesi daha da artmaya başladı. Sanayi devrimi öncesi havadaki CO2 280 ppm idi 200 yıl sonra yani bugün 421 ppm seviyesine geldi. Atmosferde artan karbondioksit beraberinde küresel anlamda ısınmayı +1.2 ile 1.3 0C artışa neden olmuştur. Bunun sonucu kuzey ve güney kutuplarında buzların önemli derecede erimelerin yaşandığı ölçülerek belirlendi. Ancak şunu da not etmek gerekir ki, dünyanın bugün artık taşınamayan ve iklim, ekoloji krizleri olarak tanımlanan sorunlardan bilim ve teknolojinin gelişmesiyle ortaya çıkan medeniyet ve toplumsal düzen değil, her şeyi kâr olgusuna dayandıran ve bunu fütursuzca kullanan rekabetçi neoliberal kapitalist politikalar ve onların yandaşları sorumludur.
Temelde ekosistemin temel yasası olan “enerjinin ve yoğunlaşmış enerjiden oluşan maddenin sakımı yasası gibi temel değişmezlerin ilkesi “hiç bir şey yoktan var olmaz, var olan da yok olamaz” gerçeğidir Ancak doğadan öğrendiklerimiz ile doğanın korunması ve geliştirilmesi konusuna katkı sağlayabiliriz. Ayrıca doğanın yasalarını bilmek doğaya uygun yaşamayı da gerektirir; örneğin, iklim değişikliklerine karşı önerdiğimiz uygulamalar doğanın korunmasına da doğrudan katkıda bulunacaktır.
Sonuç olarak doğal işleyişi veya ekosistemin varlığını bütünlüklü kavramak için başlatılan insan aktiviteleri doğa üzerinde beklenenden çok daha fazla tahribat yaratmıştır. İnsanlığın son birkaç yüzyıllık sanayi devrimi ve iletişim çağında doğaya müdahalesi daha da artmış ve bugün SOS verir duruma gelmiştir. Gidişat Prof. Dr. Ali Demirsoy hocanın ifadesi ile “sona yaklaşmıştır”. Dünyanın içine düştüğü bu durum bir doğal sarmalın sonucu değilse artık geri dönülemez bir süreçteyiz ve çok fazla zamanda kalmamıştır görülüyor. Doğanın karbon döngüsüne uygun yapıya uygun yeni mekanizmalar ve yöntemler bulmak zorundayız. Yapılacak şey biline bilgi ışığında enerji üretiminde kullanılan fosil yakıtlar yerine yenilenebilir kaynak kullanımına yöneltilmeli. Atmosfere karbondioksit salımı başta olmak üzere, insan aktivitesi sonucu doğaya ve iklime zarar veren her faaliyetten radikal bir biçimde vazgeçilmelidir.
Pandemide iki hafta dünyada sokağa çıma yasağı sağlandığı sürede bir çok ver atmosfere salınan sera gazlarının azaldığı, çevrenin daha az kirlendiği ve kentlerin içlerine kuşların ve diğer doğal canlıların geldiği belirtildi. Kısa süreli yaşanmış bu tecrübe ne yapacağımızın göstergesi oldu!
8 Mayıs 2024, Adana
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.