31 Mayıs 2025 Cumartesi
CHP'li 5 belediye başkanı görevden uzaklaştırıldı
Portakal Mevsiminde Kuran Dersleri
Değerlerin Farkında Olmak
Anadolu’yu konuşturan usta bir yazar: AHMED HAMDİ TANPINAR
Kurban Nedir? Kurban’ın Dinimizdeki Önemi?
Neden mi mutluyum,
İBRAHİM FAİK BAYAV
Maide Suresinin sonuna gelindi Hz. İsa’ın Allah ile mukalemesi bitiyor:
Maide Suresi 118: ”İn tüazzibhüm, fe innehüm ibadüke”. Bu ifade, İsa’nın, Allah’a böyle dediğini belirtiyor. Yani, eğer onlara azap edersen… Ama onlar senin kulların!..
Şu soru akla gelir: Allah İsa’nın içinde bulunduğu toplum fertlerine azab etmeye mi hazırlanmıştı? Neden?..
Üstte, Allah ve Rabb inancının toplumda henüz anlaşılamadığı belirtilmişti. Bu durum azabı gerektirir miydi? Acaba, mit etkisi, Allah’tan gelen emir ve tavsiyelerin uygulanmasını şüpheye mi düşürüyordu? Halbu ki, İsa’nın sözleri şüpheye imkan vermeyecek kadar kesindi.
Önceki ayetlerde İsa’yı ve annesini ilah edinme olayı konu edilmişti. Allah ise kendinden başka ilah olmadığını deklare ediyordu. Anlaşılıyor ki Allah’tan başkasını, kim olursa olsun, ilah edinmek azap gerektiren yanlış tavır oluyor.
Ayetin ‘fe innehüm ibadüke’ فَاِنَّهُمْ عِبادُكَ kelimesi, Hazreti İsa Allah’ın ‘ğafur’ sıfatının tecelli etmek istediğini belirtiyor; ”onlar senin kullarındır… eğer azab edersen?..” diyor. Toplum bireyleri yoksulluktan ve hastalıklardan zaten muzdariptir. Bir azap daha gelmesi, ortada toplum diye bir şey bırakmayacaktır.
O söz üzerine Allah, Resulü İsa’ya vaadini şu şekilde bildirmiş:
Maide Suresi 119 Birinci cümle:
”Kale allahü haza yevmü yenfeu es-sadıkine sıdkuhüm”. Yani… Bugün sadık kullara doğru sözleri fayda verir.
Sadık kul, bizzat Hazreti İsa’dır. Hazreti İsa’nın dediğini onaylayan ve tekrar eden kadın veya erkek her fert ‘sadıkun’ şümulüne girecektir. Yapılan hatanın kabul edilmesi ve o hatanın terk edilmesi ‘sıdk’ işaretidir. Acaba İsa’ın içinde bulunduğu toplumun fertleri, Allah’tan başkasını ilah bilme hatasından vazgeçmiş miydi? Ayette bu belirtilmiyor. Fakat ayet ifadesi Allah’ın ‘ğafur’ sıfatının o toplum fertleri üzerinde tecelli ettiğinin veya edeceğinin işaretini taşıyor.
‘Haza yevmü‘ هذا يَوْمُ kelimesi, Hazreti. İsa’nın Rabb ile mukaleme ettiği o günü veya o zamanı belirtir. Lakin, ilerideki her zamanda, ortaya çıkan hakikat ie, hataların belirtildiği ve terk edildiği gün, ‘haza yevmü’ şeklinde anlaşılacaktır.
Maide Suresi 119 İkinci cümle:
”Lehüm cennatün tecri min tahtiha el-enharu halidine fiha ebeden” Yani onlara altlarından nehirler geçen cennetler var. Orada uzun zaman kalırlar.
‘Onlar’ şeklinde işaret edilen kimseler, Hazreti İsa ile bildirilen hükümlere ittiba edenlerdir… İttiba ettikçe yoksulluktan kurtulanlardır ve hastalıklardan sıhhat bulanlardır. İttiba, cennetin oluşumunu kolaylaştıracaktır. Yoksulluk ve hastalıktan kurtulunması ise zaten beldenin ya da bölgenin cennete dönüştüğünün belirtisi olur.
Ayetin ifadesi, İsa’nın yaşadığı dönemi anlatıyorsa da, aslında, her zamanda ve her coğrafyada, sıkıntılı yaşam süren toplumlar, İsa’nın öğretilerini rehber edinirse… o yaşamdan sonra mutlu yaşama kavuşacağını haber veriyor. İsa MUAALİM idi. öyleyse her toplum için olması gereken tavsiyeleri anlatacak muallim veya muallimler (öğretmenler) gerekiyor. Yoksulların yoksulluktan kurtulması için de… Perişan ülkelerin cennete dönüşmesi için de…
Maide Suresi 119 Üçüncü cümle:
”Radıyallahü anhüm ve radu anhü. Zalike el-fevzü‘l-azim” Yani İsa’nın öğretisi üzere yaşam sürenlerden Allah razı olmuştur. Allah ‘ğafur’ sıfatıyla topluma yaklaşmış, toplum da Allah’tan razı olmuştur. İşte bu değeri ölçülemeyecek kadar büyük feyizdir. Tabi, anlayanlar için.
İbrahim Faik Bayav
(31.05.2025 09:15)
İBRAHİM FAİK BAYAV
Maide Suresi 117 Birinci cümle:
”Ma kultü lehüm illa ma emerteni bihi en eabüdü allahe rabbi ve rabbeküm”. Yani İsa diyor ki; ”Onlara senin bana emrettiğinin haricinde bir şey demedim. Allah benim de rabbimdir, sizin de rabbinizdir; ona kulluk edin, dedim”.
Ayetteki ”Allah, rabbi ve rabbeküm” اللّه رَبّى و رَبَّكُمْ ifadesi, toplumun ‘Allah’ ve ‘rabb’ kelimelerini henüz kavrayamadığını gösteriyor. Acaba toplum bireyleri Etrüks mitelojjisinin etkisinde miydiler? Belki de bu etki, İsa’yı ‘ilah’ mertebesine çıkarmalarına sebeb oluyordu.
‘En abüdü allahe‘ اَنْ اَعْبُدُوا اَللّهَ kelimesi, toplum bireylerinin yönünü Allah’a döndürme anlamını taşır; İsa, Allah’ın gücünü yansıtma görevi almıştır. Yani İsa, Allah’tan gelen emir ve tavsiyelere uyulmasını, onun hükmüne boyun eğilmesini istemiştir.
Maide Suresi 117 İkinci cümle:
”Ve küntü aleyhim şehiden madümtü fihim”. Yani, İsa diyor ki; ”Ben onların arasında bulunduğum sürece… emredileni söyledim”.
Emredilenler, Tevrat’ın içindeki hükümlerdir.
Önceki ayetlerde, Hazreti İsa’nın olağanüstü görünen davranışları anlatılmıştı. Biz Müslümanlar o duruma ‘mucize’ diyoruz. Olağanüstü haller onun alimlik vasfından geliyordu. Lakin bu ayet ifadesi, İsa’daki ilmin de emredildiği şekilde kullanıldığını belirtiyor. Bu şu demektir: İlmin cüzlerinin kullanılması şarta bağlı olacaktır.
Maide Suresi 117 Üçüncü cümle:
”Felemma teveffeyteni künte ente er-rakıbe aleyhim”. Yani…
Bu ifade Türkçeye ”ne zaman ki beni içlerinden aldın gözetici sen oldun” şeklinde çevriliyor.
Mealciler, ‘felemma teveffeyteni’ فَلَمّا تَوَفَّيْتَنى kelimesine ”vefat ettirince” anlamı veriyorlar. Neden?..
‘Vefat’ terimi Türkçe’de ‘ölüm’ olayının karşılığı olarak kullanılıyor.
İsa, ecel geldiğinde elbette vefat edecekti… ya da ölecekti. Lakin bu ayette ‘teveffa’ kelimesi biyolojik ölümü anlatmıyor.
‘Teveffeyteni’ kelimesini irdeleyelim:
Üç harfli ‘vefeye’ وَفَىَ fiili, herhangi bir kimseye sözünü ve vaadini yerine getirme hareketini yaptırıyor.
‘Teveffa’ تَوَفّى fiili, ancak, güç sahibi birine ait oluyor ve o güç sahibine, kişiye verdiği yetkiyi tamamlama ve sonlandırma hareketini yaptırıyor. Hazreti İsa’nın ”teveffeyteni” demesi, bana verdiğin görevi sonlandırdın, anlamına geliyor.
”künte ente er-rakıbe aleyhim” كُنْتَ اَنْتَ اَلرَّقِبَ عَلَيْهِمْ kelimesi onların üzerinde gözetici sen oldun, şeklinde Türkçeye çevriliyor. Böyle çevrilince, ben varken gözetici bendim, görevim bitti gözetici sen oldun, anlamını veriyor. Sanki halef-selef ilişkisi!!!.. Ayet ifadesi sözcük karşılığı şeklinde Tükçeye çevrildiğinde, İnsanların zihninde İsa ile Allah’ı denk gösteren sakat bir anlam ortaya çıkıyor.
Mealciler, ayet ifadelerini Türkçeye çevirirken oluşacak anlamlara dikkat etseler iyi olur.
Maide Suresi 117 Dördüncü cümle:
”Ve ente ala külli şeyin şehidün”. Bu ifade, Hazreti İsa’nın Allah’ı nasıl bildiğini belirtiyor. Her an her yerde hazır; toplumun her ferdinin yaşantısıyla ilgili. Kendisinden gizlenilmesi ve saklanılması mümkün olmayan güç. Bu güç, toplum bireylerine zatıyla aynen görünmez.
İbrahim Faik Bayav
(23.05.2025 10:30)
İBRAHİM FAİK BAYAV
Maide Suresi’nin 116’ncı ayeti şaşıracağımız bir konuyu anlatıyor: Ayeti bir kaç cümleye bölüp irdeleyelim:
Birinci cümle: ”Ve iz kale allahü; Ya ısa ibni meryem!.. E ente kulte li’n-nasi, ittehızuni ve ümmiyye ilaheyni min dünillah?”.
Allah, Hzreti İsa’ya, ”kendini ve anneni, insanlara birer ilah olarak mı tanıttın” diye sormuş.
Bu soru ifadesini okuyunca şaşırmayalım da ne yapalım? Çünkü biz Müslümanlar, ‘ilah’ denince tek ilah olan Allah’ı biliyoruz; Allah’tan başka ilah yok, diyoruz. Hatta boynumuzu büküp ellerimizi açtığımızda ”Ya ilahi!..” diyerek O’na yalvarıyoruz. O zamanda Hz. İsa’ya ”kendini ve anneni, insanlara birer ilah olarak mı tanıttın” diye sorulmuşsa, toplumda İsa’yı ilahlık mertebesine çıkartan olay olmuştur. Soru şu: Böyle bir olay nasıl olabilir?
Bu soruya cevaplayabilmek için, ‘ilah’ kelimesinin anlamını bilmek gerekiyor.
İlah: اِلهٌ Türkçe sözlük, ‘ilah’ terimini, MABUD ya da TANRI olarak belirtmiş. Lakin tüm İslami eserler ‘ilah’ terimini, tapılan, kulluk edilen ve gönülden bağlanılan varlık, şeklinde tanımlıyorlar. ‘Kulluk’ nasıl bir olay diye sorulsa… o sorunun da cevabı sözlükte ‘tapınma ve ibadet etme şeklinde gösteriliyor. Burada ‘ibadet etmek’ kelimesinin ne demek olduğunu bilmeden ‘ilah’ teriminini anlamak mümkün olmaz.
‘İbadet’; Emredilenleri yerine getirme olayıdır. Hangi güç, yapılması ve yapılmaması gerekenleri bildirmişse, bildirilenlerin yerine getirilmesi ibadet olur.
Soru: İlah bilinen varlık, ilahlık vasfını nasıl kazanmıştır?
Cevabı bulmak için ‘ilah’ terimini Arapça gramer çerçevesinde de irdeleyelim:
‘Falen’ فَعْلً mastarından oluşan ‘elehe’ اَلَهَ fiili, bir zata veya bir kuruma, toplumu hakimiyet altına alma hareketini yaptırıyor. ‘Elehe’ fiili, gerektiğinde, o toplumu ya da fertlerini himaye etme hareketini de yaptırıyor. ‘Elehe’ fiili, -Arapça Türkçe lügatte belirtildiğine göre- toplumun bazı fertlerini kendine sığındırma, hareketini de yaptırabiliyor. Koruma ve himaye etme hareketi insanlar üzerinde vuku bulduğunda, koruyan ve himaye eden zat veya kurum, korunan ve himaye gören o insanların ilahı sayılıyor.
Ayette, Hazrei İsa’ya, ”insanlara kendini ve anneni ilah edinin mi dedin” sorusu, toplum fertlerinin İsa’yı ‘İlah’ gördüğünü ve ‘ilah’ edinmişliğini belirtiyor. Çünkü, Hazreti İsa aldığı vahiyle, toplum bireylerinin ihtiyaç duyduğu nimetleri yaşamlarına kazandırıyordu. Toplum ffertleri şuna inanmışlardı ve ona sığınma zorunluluğunu hissediyorlardı. İsa ne derse onun dediği mutlaka yapılacaktı. Bu olay Hazreti İsa’yı toplumun zihninde ve yüreğinde olağan üstü büyüttü ve ‘ilah’ mertebesine getirdi.
Toplum üzerinde İsrailoğulları’ndan bazılarının hakimiyeti vardı. O bazıları batıl inançla fertleri güdüyorlardı. Toplum fertleri o bazılarına sığınmak zorunda kalıyorlardı. Lakin hastalık ve perişanlık üzerlerinden gitmiyordu. Hazreti İsa’nın sözlerinin doğruluğu uygulama ile de kesinleşince, sevgi, saygı ve ihtiram otomatikman İsa’nın şahsına döndü. Ona sığınıyorlardı. Zihinlerde ve kalplerde o’na karşı ilahlık algısı oluşmaya başlamıştı. İşte o zaman Allah’tan Hz. İsa’ya ”sen mi o insanlara beni ve annemi ilah bilin dedin?” uyarısı gelmiş.
İkinci cümle: ”Kale: Sübhaneke, ma yekünüli en ekule ma leyse li bi hakkın. İn küntü kultühü; fe kad alimtehü”.
Bu ayet ifadesi, Hazreti İsa’nın öyle bir söz etmediğini, öyle bir davranış göstermediğini belirtiyor. Çünkü, İsa öyle söz deseydi veya o sözü hissettirecek bir davranış gösterseydi, Allah o an onu bilecekti.
Üçüncü cümle: ”Tealemü ma fi nefsi ve la ealemü ma fi nefsike. İnneke ente allamü‘l-ğuyub”.
Hz. İsa ”benim içimde olanı sen bilirsin ama be zatının içindekini bilemem” demiş. Yani ayet İsa’nın öyle dediğini belirtiyor.
Ayetteki ifadeden anlaşılıyor ki ‘ilahlık’ vasfının bir özelliği de insanların gönlüne varıncaya kadar gizlenen her şeyi bilme gücüdür. O vasıf da sadece Allah’a ait oluyor.
İbrahim Faik Bayav
(16.05.2025 08:40
İBRAHİM FAİK BAYAV
Maide Suresi’nin 112’nci ayetinde şu anlatıldı: Havariler Hazreti İsa’ya ”Rabbi’nin sofra indirme gücü var mı?” diye sorduklarında, İsa onlara ”Allah’a ittika edin” cevabı vermiş. Sonraki ayette havarilerin İsa’ya sormalarının amacı konu ediliyor. Bakalım:
Maide Suresi 113: ”Kalü… nüridü en ne-küle minha ve tatmainne kulübüna”. Yani, havariler, o sofradan yemek istiyoruz ki kalplerimiz huzur bulsun, demişler.
Bu ifade, o beldede aşırı yoksulluk olduğunu akla getiriyor. Yoksulluk perişanlık alameti olduğu gibi, toplum huzursuzluğunun da sebebidir. Demek ki, havariler de dahil, toplum bireyleri rızk edinme gücünü bulamıyorlar. Gücü olandan yardım bekliyorlar.
Luka İncili’nin 4’ncü bülümünde 18’nci ayetinde Hazreti İsa kendini tanıtıyor. Aynı zamanda toplumun yoksul ve perişan durumu belirtiliyor:
İsa demiş: ”Rabb’in ruhu benim üzerimdedir. Çünkü o beni, müjdeyi YOKSULLARA iletmem için meshetti”. ‘Meshetti’ kelimesini ‘hazırladı’ şeklinde anlamak gerekir. Yani Allah İsa’yı yoksulların selameti için o topluma göndermiş.
Luka İncili’nin 6’ncı bölümünde de şu olay anlatılıyor: ”Bir sebt günü İsa ekinler arasından geçiyordu. Öğrencileri başakları koparıyor, avuçları içinde ufalayıp yiyorlardı”.
Zihne gelen sorular:
Hazreti İsa’nın toplumunda yoksulluk nasıl oluşuyordu? İsrailoğulları’nın bazıları İsa’dan uzaklaştırıldığına göre rızık edindirme yetkisi, İsrailoğulları’nın bazısının tekelinde miydi? Onlar önce kendilerini beslediklerinden, acaba, toplum bireylerinin beslenmesine sıra mı gelmiyordu?
Luka İncili’nin 6’ncı bölümünde anlatılan olay bu sorulara cevap olabilir: ”İsa Tanrı’nın evine girdi. Kahinlerden başkasının yemesi yasak olan adak ekmeklerini alıp yedi ve yanındakilere de verdi”.
Anlaşılıyor ki halk, batıl inançla uyutulmuş… Halk, yoksul iken, hahamları besleyip semirtiyor.
Maide Suresi 113’ncü ayette havariler konusuna devam ediliyor:
”Ve ne-alemu en kad sadaktena ve neküne aleyha min eş-şahidine”.
Havariler, Hazreti İsa’ya, bize doğru söylemişliğini bilelim ve kendi kendimize tanık olalım demişler. Ya da sadece biri diğerleri adına demiştir; diğerleri suskun kalmıştır.
Havarilerin sözleri İsa’nın söylediklerine karşı şüphe içerir miydi?.. Sonraki ayette bakalım:
Maide Suresi 114: ”Kale isa ibni meryem!.. Allahümme, rabbena!.. Enzil aleyna maideten min es-semai. Tekünü lena ıyden lievvelina ve ahirina ve ayeten”.
Allah’a dua eden Hz. İsa, Allahımız!.. Rabbimiz!.. Bize semaden sofra indir, öncemiz ve sonramız için hem bayram hem de gücünü gösteren bir deilil olur. demiş.
Hz. İsa, acaba, havarilerin şüphesini gidermek için mi dua etmişti? Yoksa duası önemli bir sır mı içeriyordu?
Hazreti İsa’ya vahiyle şu cevap gelmiş:
Maide Suresi 115: ”Kale allahü, inni münezzilüha aleyküm”. Yani, Allah dedi: Size onu indiririm.
Ayetin bu ifadesinden Allah’ın, Hazreti İsa’nın duasını kabul ettiği, havarilerle beraber tüm toplum bireylerini rızıklandıracağı anlaşılıyor. Fakat şartı var… Aynı zamanda da uyarı var: Ayetin sonraki ifadesi şu: ”Fe men yekfür ba-dü minküm…”
Şart, sadece Allah’ın rızk vericiliğinin inkar edilmemesidir.
Peki, rızıklandırma nasıl oluyor?
Luka’nın 5’nci bölümünde cevabı var:
”İsa gölün kıyısında iki kayık görmüş. Simun’a ait olanına binmiş. Simun, ”Bütün gece çabaladık, hiç bir şey tutamadık” diyerek yakınmış. İsa, ağlarınızı denize salın dediğinde salmışlar. Ağları yırtılacak şekilde çok balık çıkarmışlar.
Burada şu hükme varılır: Balıkların gelmemesinin mutlaka bir sebebi vardı. Hazreti İsa’nın ”ağlarınızı denize salın” demesi, o sebebin ortadan kaldırıldığı anlamını verir. ‘inni münezzilüha aleyküm’ kelimesi o şekilde tecelli etmiştir.
Anlaşılıyor ki, Allah’ın rızık edindirme şartı toplumda kabul edilmiştir; Allah sofrayı göndermiştir. Hazreti İsa’nın isteği üzerine o gün bayram olmuştur.
Ayette belirtilen bu şart, tüm zamanlarda, tüm fertler, tüm toplumlar ve tüm milletler için geçerlidir. Allah’ın rızıklandırması inkar edilmedikçe rızıklanma olacaktır.
Soru: rizkın indirilmesi için gereken şart unutulursa… ya da Allah’tan geldiği ret edilirse ne olur?
Herhalde ayetin devamında belirtilen şey olur.
”fe inni üazzibühü azaben la üazzibühü ehaden min el-alemine”.
Yani olacak olan, o ana kadar alemde hiç görülmemiş bir azabın içine ferdin veya toplumun veya milletin sokulmasıdır. Kurunun yanında yaş da yanar misali, olgun insanlarla beraber çocukları, bebekleri ve masum hayvanları da içine katarak…
İbrahim Faik Bayav
(08.05.2025 09:15)
İBRAHİM FAİK BAYAV
Maide Suresi’in 111’nci ayeti, Hazreti İsa’nın hizmetinde bulunan havarileri konu ediyor. Ayet kelimelerini irdelediğimizde bir hakikati daha öğreneceğiz.
”Ve iz evhaytü ila el-havariyyine en aminübi ve bi resuli”.
Bu ifade, geçmiş bir zamanda, Allah’ın, Hazreti İsa’nın hizmetinde bulunan havarilere vahyettiğini bildiriyor. ”Havarilere vahyettim” diyor”
Şoru şu: Vahiy nedir?.. kimlere vahiy gelir?..
Türkiye Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisi’nde VAHYETME hakkında şu bilgi var: ”Allah’ın dilediği emir, hüküm ve bilgileri peygamberine bildirmesi anlamında terim”. Yani, ‘vahiy’ konu edildiğinde Müslümanların bilmesi gereken mana bu imiş.
Diyanet Vakfı, ‘vahiy’ teriminin sözlük bilgisini de veriyor: “hızlı bir şekilde ve gizlice söylemek, işaret etmek, ilham etmek” (Lisânü’l-ʿArab, “vḥy” md.).
Demek ki, Allah, emrini ya da tavsiyesini peygamberine ya da peygamberlerine hızlı bir şekilde ve gizlice iletiyormuş.
Maide Suresi’nin 109’ncu ayetinde, Allah’ın, belli bir günde resulleri toplayacağı, bir araya getireceğ bildirilmişti. Konu o ayetin birinci bölümünde yorumlandı.
Şu sorulur: Diyanet kurumu ve onun İslam Ansiklopedisi Allah’ın vahyettiği kişileri, neden ayetteki gibi ‘resul’ olarak belirtmiyor da ‘peygamber’ kelimesiyle tanımlıyor?
Bazı mealciler de ‘resul’ رَسولٌ terimini ‘elçi’ şeklinde Türkçeye çeviriyorlar.
‘Vahiy’, وَحْيٌ hızlı bir şekilde ve gizlice söylemek ise, ayet ifadesinden, Allah, İsa’nın havarilerine hızlı bir şekilde ve gizlice bir şeyler söylemiş anlamı çıkar. Soru şu: Havariler peygamber mi, resul mü?
Şimdi bakalım… Allah havarilere ne vahyetmiş?..
Allah, ”Aminü–bi ve bi resuli” آمِنوابى وَ رَسولى demiş. Yani, Bana ve resulüme iman edin, demiş.
Havariler, Allah’ın uyarı içeren vahyetmesine cevap vermişler:
”Amenna ve eşhed bi ennena müslimun”. Yani, İman ettik; bizim Müslümanlar olduğumuza şahit ol” demişler. Bu ifadeden anlaşılıyor ki Hz. İsa’ya ve başka her resule inanmış kişi, ‘Müslim’ sıfatını alıyor.
‘Amenna’ آمَنّا ifadesi, havarilerin, İsa’nın sözünün hakikat olduğunu, yaptığını onayladıklarını belirtir. Buna rağmen havarilerin içlerinde şüphe oluşmuş mudur? Bakalım:
Maide Suresi 112: ”İz kale havariyyun: ya isa ibni meryem!.. Hel yestetıu rabbüke en yünezzile aleyna maideten min es-semai?”.
Bu ifade, havarilerin, Hazreti İsa’ya, İsa’nın rabbinin semadan bir sofra indirmeye gücü yetip yetmeyeceğini sorduklarını, bildiriyor. Masum bir soru gibi görünüyor, değil mi?.. İsa havarilere cevap vermiş:
”İtteku allahe!.. in küntüm müminun”. Bu ifadeden anlaşılan şu: Hz. İsa havarileri ‘mümin’ olmaya çağırıyor.
Hazreti İsa, havarilerin sorusuna ‘indirebilir’ ya da ‘indiremez’ anlamınde bir cevap vermemiş. İma bile etmemiş. ”Müminler iseniz Allah’a ittika edin” demiş.
Neden?..
‘İttikae’ اتَّقاء fiil masdarı, bir şeyden sakınma hareketini yaptırıyor. Müslümanlar ‘ittika’ terimini Allah’tan korkma şeklinde anlamışlar. Nasıl korkulacağı belirsiz kalmış.
İttika sözcüğünün türediği ‘veka’ وَقى fiili, bir şeyi ıslah etme, düzene koyma anlamında kullanılıyor. İttika etmek gerekiyorsa, var olan uygulama ya bozulmasın diye korunacaktır… ya da var olan şey ıslah edilecek, düzenlenecektir. Semadan sofra indirilecekse, indirme yolunun oluşması gerekir. Belki de o yol var idi… Belki de rızık geliyor ve sofra oluşturuluyordu. Eğer böyle idiyse… O zaman, ‘sema’ teriminin ne anlamda olduğu merak edilir.
Mealcilerimiz ve tefsircilerimiz ‘sema’ sözcüğünün Türkçe karşılığının ‘gök’ olduğunu belirttiklerinde, ayet ifadesi anlaşılmaz olmuş. Müslümanlar, gökten sofra inmesi meselesini, bulutların oluştuğu semadan sofra inebilir, sanıyorlar.
Havariler ‘Hel yestetıu rabbüke’ هَلْ يَسْتَطيعُ رَبِّكَ dediğinde, ‘rabbüke’ senin rabbin, demek oluyor.
Havariler, demek ki, İsa’nın Rabbi’ni henüz kendi rabbleri olduğunu bilememişler. Kendilerinin de Rabbi olmasını bekliyorlar. ‘Hel yestetıu rabbüke’ şeklinde sormalarının sebebi o. Ya da içlerinden sadece biri diğer havariler adına sormuştur.
İbrahim Faik Bayav
(01.05.2025 09:42)