İBRAHİM FAİK BAYAV

İBRAHİM FAİK BAYAV

27 Mart 2025 Perşembe

Enam Suresi 112: Şeytanlar Nebilere Düşman… Şeytanlar Toplum İçinde…

Enam Suresi 112: Şeytanlar Nebilere Düşman… Şeytanlar Toplum İçinde…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Enam Suresi 112: Şeytanlar Nebilere Düşman… Şeytanlar Toplum İçinde…

Enam Suresi’nin 111’nci ayetinde, Hz. Muhammed’e inanmayanların alaycı istekleri anlatılmıştı. Alaycılıkla mesele bitmiyordu. Hz. Muhammed’in toplum içinde etkili olması, muarızlarda ‘düşmanlık’ vasfını da ortaya çıkardı. Sonraki ayet, şeytanların tüm nebilere düşman olduğunu belirtiyor. Bakalılım:

”Ve kezalike caalna li külli nebiyyin adüvven”. Bu ifade, nebilerin karşısına ‘düşman’ vasıflı kişilerin mutlaka çıkacağını belirtiyor. Bu ifade ile Hz. Muhammed’in nebilerden bir nebi olduğu da belirtilmiş oluyor.

Hz. Muhammed’in öncelikli vasfı nebi’dir. Daha sonra ‘resul’ sıfatını alıyor.

‘Nebi’ ne demektir?..

Istılahta ‘nebi’ teriminin karşılığı ‘peygamber’ olarak gösteriliyor Peygamber sözcüğü de Allah’tan vahiy alan zat şeklinde Müslümanların zihinlerine yerleştiriliyor.

Arapça Türkçe lügatte ‘nebi’ نَبى nebee fiilini işleyen kişi olarak gösterilmiş.

‘Nebee’ نَ بَ اَ fiili, kişiye yükseğe çıkma ya da ‘yükselme’ hareketini yaptırıyor. (manevi yükselme olarak da anlaşılabilir) Bu anlama göre, yükseğe çıkabilen, ya da yükselebilen kişi ‘nebi’ sıfatını almış oluyor. Tabi yükseğe çıkma olayı iş olsun diye değil. Oradan ya bir olayın haberini getirecektir, ya da orayla ilgili müşahedesini topluma iletecektir.

Hz. Muhammed yüksek yer olarak Hira dağına çıkıyordu. Müşahedeler orada oluştu. Bir zaman sonra orada edindiği bilgileri aşağı topluma iletmeye başladı.

Ayet, nebilerin karşısına düşman vasıflı kişilerin mutlaka çıkacağını belirttiğine göre, Soru şu: Nebilerin karşısına ‘düşman’ vasıflı kişiler neden çıkıyordu?.. O zamandan sonraki zamanlarda neden çıkacaktı?

Cevabı şu Nebilerin düzen oluşturucu tavsiyeleri, bozuk düzenden semiren ağaların keyfini kaçırdığından. Bozuk düzen, toplumu zelil ve perişan etmiştir.

Ayet ifadesinin devamında nebilere düşmanlık yapanlar ”Şeyatıne’l-insi ve’l-cinni” şeklinde tanımlanmış. Yani, ins ve cin şeytanları.

Tüm Müslümanlar şeytanı düşman bilirler. Hata ettiklerinde ”şeytana uydum” derler. Şeytana lanet bile okurlar. Birikim yapabilirlerse, Cidde’ye hacc yapmaya giderler; ŞEYTAN TAŞLAMA mahallinde ufak ufak sayılı taşları, onun sembolüne atmayı  görev bilirler. Sonra, Şeytanı ezalandırmışlık, günahlardan da kurtulmuşluk inancıyla ülkelerine dönerler.

Bu safhada ‘şeytan’ شَيْطانِ denen şeyin ne olduğunun, kim veya kimler olduğunun bilinmesi gerekir.

Arapça Türkçe lügatin belirttiğine göre şeytan; toplumdan uzak tutulması gereken kişi, demektir. Ayette ‘şeyatin’ شَياطينِ sözcüğü dikkate verilmiş ise, toplumdan mutlaka uzak tutulması gereken kişiler akla gelir. Şeytanlar sözleriyle huzursuzluk yayarlar… Moral bozarlar… Kin kapısını açarlar… Fırsat bulduklarında insanı insana kırdırırlar.

Şeytanı uzak tutma iradesini toplum bireyleri gösteremezler. Toplum bireyleri sadece, bilgilendikleri ölçüde şeytanlardan uzak durabilirler. Lakin kötü olaylarla karşılaşmaktan kurtulamazlar. Kur’an ayetlerinde, sadee, ondan uzak durulması tavsiye ediliyor.

Hz. Muhammed’in Mekke’yi fethedip kurduğu İslami sistem genişlediğinde içlerinde şeytanlık tohumu taşıyanlar da sistem içinde kaldılar. Hz. Muhammed’in vefatı sonrasında onların tohumları patladı, şeytanların kendileri ortaya çıktı. Yeterince bilgilenemeyen Müslümanlar, şeytanların süslü laflarının tesirinde kalıp birbirlerini kırmaya başladılar.

”Şeyatıne’l-insi ve’l-cinni” kelimesi, toplumun hem içindeki şeytanları hem dışındaki şeytanları tanımlar. ”yuhi bazuhüm ila bazın zuhrufü‘l-kavli ğururan” ifadesi, toplum içinde kalmış şeytanların dıştaki şeytanların teşvikiyle hareket ettiğini belirtir. Hani, ülkemizdeki iktidar mensupları, bir kargaşa çıktığında, ”dış güçler” diyorlar ya!.. aynen onun gibi.

Düzene girmiş, İslamlaşmaya başlamış her ülkede, benzer olaylar tekerrür eder. Yönetimdekiler hak nedir biliyorsa, hukuku işletiyorsa, şeytan tiplileri toplum bünyesinden çekip etkisiz hale hale getirirler. Yoksa, nebilere düşman olan şeytanlar, nebisizleri hayda hayda rezil ve kepaze ederler.

İbrahim Faik Bayav
(27.03.2025 09:20)

Devamını Oku

Enam Suresi 111: Ölüler Konuşsa… 21. Yüzyılda Konuşur.  Kafir Değişmez

Enam Suresi 111: Ölüler Konuşsa… 21. Yüzyılda Konuşur.  Kafir Değişmez
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Enam Suresi 111: Ölüler Konuşsa… 21. Yüzyılda Konuşur.  Kafir Değişmez

Enam Suresi’nin 111’nci ayetinde, ilginç ve sırlı bir ifade ile karşılaşıyoruz. Önce ifadeye bakalım:

”Ve lev ennena nezzelna ileyhim el-melaikete; Ve kellemehüm el-mevta; Ve haşerna aleyhim külle şeyin kubülen…”. Yani; eğer onlara melekleri indirmiş olsak, ve ölüler onlara konuşacak olsalar; ve her şeyi onların üzerlerine çıkarmış olsak…

Her şeyin çıkarılması… ya da çıkarılacak her şey… Bu zikredilenler, şüphede olan insanların  inanmalarına sebep olacak ispat unsurlarıdır. Ayetteki ”ma kanü li yüminü ما كانوا لِيُؤمِنوا ifadesi, ispat unsurlarının -o insanlar için- işe yaramayacağını haber veriyor.

Kur’an’daki ayetler vahy olarak geldiğinde, genellikle Hz. Muhammed muhatap alınır. O bilgilendirilir; toplumun düzeni için tavsiyeler onun dilinden insanlara bildirilir. Lakin bu ayet ifadesi, aynı zamanda Hz. Muhammed’e hem teselli verir; hem, onu kafirlere karşı uzak tutma amacı taşır.

Akla gelen soru şu: Bu ifadenin ayet olarak belirtilmesinin sebebi nedir?..

Mekke’nin kafir zümresi, uyarıların ve hatırlatmaların Hz. Muhammed’le yapılmasını kabul etmiyordu. Çünkü, güç ve para kendilerindeydi… Güç ve para ile gelişen hakimiyet kendilerindeydi. Onlardan izinsiz fert ve ailelerin söz söyleme hakları yoktu.

Enam Suresi’nin 7’nci ayetinde belirtildi: Mekke ağaları, Hz. Muhammed’in anlatımını alay ederek karşılamışlardı. Söylediklerinin bir kitap içinde kendilerine gösterimesini istemişlerdi. 8’nci ayette de, ağaların, uyarıları, bir melek tarafından yapılmasını istedikleri belirtilmişti. Tabi, istekleri istihza amaçlıydı. Bu ayet ile de, Mekke ağalarının, yüksek makamdan gelen ayetlerin, getiricilerini görmek istedikleri belirtiliyor. Mekke’nin ağalarının anlayışına göre, onların bildirdiği ve empoze ettiği otoriter makamdan daha yüksek makam yok.

Ayet ifadesinden, olayın cereyan şekli, böyle anlaşılırken, ileriye… yüzyıllar ötesine ait sır da bu ayetin içinde oluşuyor. Kelimelere ayırıp bakalım:

Birinci kelime: و لو انَّنا نَزَّلْنا اِلَيْهِمْ اَلْمَلَئِكَةَ ”Biz onlara melekleri indirmiş olsak!..”.

”İndirmiş olsak” لَو اَنَّنا نَزَّلْنا ifadesi, meleklerin indirilebileceğinin mümkün olduğu anlamını verir. Onlar, ummadıkları ve bilmedikleri yüksek makamdan, deni ve sefil makamdaki kendileri için ‘melaike’ unsurunun gelmesini istemişler. ‘İleyhim’ kelimesi, indirme olayınının onların içine veya arasına anlamında değildir. ‘İleyhim’, melekler indirilecekse, karşılarına veya karşı cephelerine anlamını verir. İstila edilerek varlıkları süpürülüp atılacaktır. Melekler indirilecektir ama herhalde zamanı vardır. Burada bilinmesi gereken, ‘melaike’ terimiyle kimlere işaret edildiğidir.

İkinci kelime: كَلَّمَهُمُ الْمَوْتى Ölüler onlara konuşacak olsa…”

‘Mevta’ اَلْ مَوْتى terimi, Müslüman toplumlarda, ruhu çıkmış insan bedeni olarak biliniyor. Ruhu çıkmış insan bedeninin konuşması muhaldir. Kötü bile olsa hiç bir akıllı kişi, ruhu çıkmış bedenden konuşma beklemez. ”Ölüler onlarla konuşacak olsalar” ifadesi, Mekke kafirlerinin, ya da sonraki zamanın kafirlerinin  ölüler kadar bile değeri olmadığını belirtir. Fakat biz ‘mevta’ terimini biraz irdeleyelim:

Ayet ifadesine dikkatli bakılmazsa, Mekke’nin ağaları, ölmüş insanlardan bilgilendirme istemişler gibi bir anlam ortaya çıkar. Lakin öyle değildir. İfadenin edebi değeri yüksektir. O anda bilinen her söz ve yazı, gemişteki kişilere veya zatlara aittir. Mekke ağaları kitaplaşmış o sözleri gizlemişlerdir… Açığa çıkarsa tahrif etmektedirler. Hz. Muhammed de zaten o kitap bilgilerini açığa çıkarıyor. Her kitap bilgisi geçmişteki zatların manevi şahsiyetini yansıttığından, o zatlar aynen karşılarına çıksalar, anında reddiye ile karşılık vereceklerdir.

‘Mevta’ terimi Arapça Türkçe lügatte, ‘meyyit’ isminin çoğul hali olarak gösteriliyor. ‘Meyyit’ ise, sakinliğe ve işlevsizliğe verilen ad olarak belirtilmiş. Mevta terimi, ölü hükmünde olanları ama aslında ölü olmayanları tanımlayan bir kelime. Mesela ‘Mate’ fiili, ekolojik ifade olarak rüzgarın durması ve sakinlemesi için kullanılıyor.

‘Mate’ ماتَ fiili günümüzde, teknolojik ifade olarak kullanıldığında, imal edilmiş nesnelerin hareketlerinin durduğu anlamını veriyor. Trafikteki canlılığın bitmesi, yolların sakinlemesi gibi. Mesela, fabrikaların işleyen makinelerinin zaman dolduğunda stop etmesi gibi.

Zaman ayarlı teknolojik nesneler, programlandığında, kendileri harekete geçiyorlar ve yine kendi kendilerini durdurup sakinliyorlar.

”Kellemehümü‘l-mevta”: كَلَّمَهُمُ الْمَوْتى  ifadesi, 21’nci yüzyıl içinde, önümüze getirilen YAPAY ZEKAyı hatırlatmıyor mu? Masamızın üstündeki bilgisayar, ”Sor merak ettiğini, cevap verelim” diyor. Günümüzün harikasını o zamanın Mekke kafirleri akıllarına getirmemişlerdir herhalde. Lakin, yüzyıllar ötesinindeki olay, Enam Suresi’nin 111’nci ayetindeki ”Ve kellemehümü‘l-mevta” kelimesi içinde gizlenmiş.

Soru şu: Ülkenin ‘hak’ nedir bilmeyen, hukuktan anlamayan, dediğim dedik kafirleri, mevtanın konuşması olayı sonrasında hukuku benimseyecekler mi?

”Ma kanü li yüminü illa en yeşaallah” ifadesi, kafir olanların kafirlikte devam edeceğini belirtiyor.

İbrahim Faik Bayav
(20.03.2025 09:40)

Devamını Oku

Enam Suresi 22, 23: Kıyamet Günü Gelir; Zalimler ve Müşrikler Hesap Verir

Enam Suresi 22, 23: Kıyamet Günü Gelir; Zalimler ve Müşrikler Hesap Verir
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Enam Suresi Ayet 19: Müşrikleri Allah’ı Biliyormuş Ama Yanlış Biliyormuş

Mekke’nin zalim ileri gelenleri, inanç istismarı yaparak toplumu güdüyordu. Hz. Muhammed ortaya çıktı, toplumu güdülmekten kurtarmak için, güdülme inancının batıllığını anlatmaya başladı. Batıl inanç, ilahların çokluğu idi.  Her ilah, bir sembolle topluma tanıtılıyordu. Hz. Muhammed, tek ilah inancını ortaya sürdü. Söyledikleriyle ‘ilah’ bilinen her sembol darbe yemiş oluyordu. Aslında darbe yiyenler, sembollerin arka planında hüküm süren Mekke ağaları idi.

Ağalar, değişik sembollerle ortaya koydukları ilahları, Allah’ın yardımcıları ve ortakları olarak cahil topluma empoze etmişlerdi. Doğruyu anlatmaya çalışan Hz. Muhammed’e, ağalardan fazla, ağaların yalakaları cephe almıştı.

Hz. Muhammed’e ”Kul; innema ilahün vahidün” şeklinde gelen vahiy, ona, tek ilah ısrarında devam etmesini emrediyordu. O da öyle yaptı; Tek İlah ısrarının hak olduğunu Tek İlah olan Allah’ı şahit göstererek, sembollerin arkasındaki Mekke ağalarını yıpratmaya başladı.

Ayet, ”uyduruk laf’ diyordu, ağa yalakalarının dediklerine. Mekke’nin her bir ağasına ZALİM üfürüğü gönderiliyordu. Nihayet gelen ayet ile ağa yalakalarına, böyle devam ederlerse, felah bulamayacakları uyarısı yapıldı.

O kadar mı?.. Hayır!.. Sembollerin arka planındaki ağaların görünen yalakalarına akıbetlerinin kötü olacağı da haber verildi. Ayeti kelimelere ayırıp bakalım:

Enam Suresi Ayet 22: Birinci kelime: ”Ve yevme nehşuruhüm cemian”. Yani, günü gelince hepsini toplarız.

İfadeye dikkat edildiyse, ağa yalakaları muhatap alınmıyor, direkt Hz. Muhammed ve müminler bilgilendiriliyor. Bu ifade aynı zamanda sıkıntı çeken Hz. Muhammed’e bir müjdedir.

‘Hüm’ هُمْ zamiriyle belirtilenler, ağalardan fazla ağalık yapmaya özenenlerdir… Yalakalık gereği ‘yalan’ ve ‘iftira’ üzerinde yol alanlardır… Belki, onların peşine takılanlar ve uyarıya lakayt kalanlardır.

Onlara bildirilen toplama (haşr) hareketinin hangi gün olacağı belli değil. Lakin davranışların karşılığı olarak gerçekleşeceği belli. Karşılığı ne?.. İlk akla gelen muhakeme safhasıdır.

İkinci kelime: Sümme nekulü lillezine eşrekü”. Yani, sonra… yani toplanma sonrasında… işrak etmiş kişilere hitap edilir.

‘Lillezine eşreküلِلَّذينَ اَشْرَكوا kelimesi, muhakeme için toplananların arasında, semboller arkasındaki ağaların olmadığı ima ediyor. İnançları istismar edilenler resmen ortada kalmıştır.

Üçüncü kelime: ”Eyne şürekaüküm ellezine küntüm tezumün”. Yani, inandığınız ve ne derlerse yaptığınız ilahlarınız neredeler? Bu soru cümlesi, haşr gününde, sembollerin arkasındaki ağaların toplananların arasında olmayacağını onlara net bildiriyor. Sonraki ayette ise şu belirtiliyor:

Enam Suresi Ayet 23: ”Sümme lem tekün fitnetühüm illa en kalu vallahi rabbina ma künna müşrikin”. Yani, o gün toplanıp muhakeme safhasına girdiklerinde yemin ederler, müşriklerden değildik, derler.

”Müşriklerden değildik” ifadesi, ‘müşrik’ olmak ya da müşrik görünmek zorundaydık, anlamına gelir miydi acaba? Öyleyse ağalardan gelen ulufe ve ihsanlar, kişileri istemesler bile müşrik yapmıştır. Günümüzdeki politika arenasındaki görüntüler fark ediliyor mu?

‘Fitnetühüm’ فِتْنَتُهُمْ kelimesi, toplananların sorgulanmaları durumudur. ‘İlah’ yerine konan sembollerin arkasındaki ağalara yalakalık yapmalarının sebebi sorulacaktır.

Burada ‘ilah’ teriminin ne demek olduğu merak edilecektir. Belirtelim:

‘İlah’; اِلَهٌ Kendisine kulluk edilen güç sahibi, demektir. Mekke’de güç ağalardadır; cahil toplum fertleri, çaresiz kalmış, her denileni yaparak, onları ilah bellemiştir.

Yakın geçmişte, Türkiye’de, gençler, para sahibi güç odakları tarafından bazı vaadlerle anarşiye teşvik edilmişti. Birgün oldu, o geçlerin cümlesi toplanıp karantinaya alındı. Sonra sorguya çekildiler. Teşvikçi güçlerden hiç kimse aralarında yoktu. İçlerinden uygun görülenleri bu dünyadan göçtürdüler.

‘Tezumün’ تَزْعُمونَ fiili, birini, topluma ’emir’ veya ‘reis’ belletme hareketidir. Bu fiil yakın geçmişte tecelli ettirildiğinde, Türkiye’deki otorite ya bertaraff edilecekti; ya da bazı güçler otoriteye şerik/ortak edilecekti. Mekke ağalarının yalakaları, dikili sembollerin arkasındaki gücü, topluma, otorite sahibi olarak bellettikleri ve onlara her istenileni yaptırdıkları gibi.

‘Müşrikin’ مُشْرِكينَ kelimesi, Tek İlah’a başka ilahları ortak edenler anlamındadır. Lakin ayetteki ‘müşrikin’ kelimesi ile, bu anlayış çerçevesinde bozucu ve yıkıcı eyleme karışanlar kast edilir. Zamanımızda, bozuk düzenin devamı için toplumu güdenler, vaadlerle kandırıp boyun eğdirenler, o zamanın Mekke ‘müşriklerinin’ değişik versiyonudur.

İbrahim Faik Bayav
(14.03.2025 09:34)

Devamını Oku

Enam Suresi Ayet 19: Müşrikler Allah’ı Biliyormuş Ama Yanlış Biliyormuş  

Enam Suresi Ayet 19: Müşrikler Allah’ı Biliyormuş Ama Yanlış Biliyormuş  
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Enam Suresi Ayet 19: Müşrikleri Allah’ı Biliyormuş Ama Yanlış Biliyormuş

İlim ehli bir arkadaşım, Kur’an ayetlerini tefekkür ederken, günümüzdeki ‘ateizm’ hastalığı hatırına gelmiş. Yazmış düşüncesini bana göndermiş. Yazısını okudum ama düşüncesini tasdik etmediğimi kendisine bildirdim.  Bugün Enam Suresi’nin 19’ncu ayetini tefekkür okudum.

Enam Suresi ayet 19. Birinci cümle:

”Kul; eyyü şeyin ekberu şehadeten? Kul; Allahü şehidün beyni ve beynekim”. Yani, şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür, diye sor? Sonra onlara de ki; Allah benimle sizin aranızda şahittir.

Bu ayet ifadesi, Hz. Muhammed’in içinde yaşadığı toplumun Allah’ı bildiğini gösteriyor. Sıfatları yönünden yanlış biliyorlardır; lakin Allah’ı biliyorlar. Bildikleri için, Hz. Muhammed, onların bildikleri Allah’ı kendisinin resul olduğuna şahit gösteriyor. Toplum fertleri, Allah’ı doğru bilmiş olsaydılar Hz. Muhammed’in risaletini kabul ederlerdi. Yanlış bildiklerinden Hz. Muhammed’in ‘şahit’ tuttuğu Allah’ı kendi bildiklerine benzetemediler.

Günümüzün ateistleri Allah’ı kabul etmiyorlar. Sebebi ne?

Ateistler, Allah’ı değil ‘Allah’ diye anılan varlığı kabul etmiyorlar. Belki ‘ilah’ diye gösterilen her şeyi ret ediyorlar. Sebebi, geçmişte, hem Hıristiyan güçlerin Allah adına ortaya koydukları engizisyondur… Hem, Müslüman güçlerin ”İla-yı Kelamullah” taassubuyla savaşa yeltenmeleri, fikri ve felsefi gelişmelerden uzak kalmalarıdır.

Enam 19. İkinci cümle:

”Ve ühıye ila haza el-kur’an li ünziraküm bihi ve men beleğa”. Yani, bu Kur’an, bana, sizi ve toplumdaki herkesi uyarmam için vahyedildi”.

Ayetin bu cümlesi, Hz. Muhammed’e, topluma böyle söylemesi gerektiğini ifade ediyor. O da emredildiği gibi topluma söylemiş. Peki söylem nasıl gerçekleşecek?

”haza el-kur’an” kelimesi’ni günümüzün Müslümanları evlerinde olan, açıp tilavet ettikleri, ok kere de sallana sallana okudukları Kur’an mushafı olarak anlıyorlar. Halbuki, ”haza’ işaret zamiri, o anda içinde sosyal hükümler bulunan ve birilence okunan kitabı işaret eder. Mekke toplumunda var olan ve bazı kişilerce okunan kitap İncil’dir. Çünkü, Hz. Muhammed’e vahiyle gelen istekler ve öneriler henüz yazılıp kitap haline gelmemiştir.

‘Nezire‘ نَذِرَ fiili, kötü bilinen şeyi yapmaktan kaçınma hareketidir. Ferdi zarara karşı ihtiyatlı oldurur. Bu fiilden türeyen ‘Enzere’ اَنْذَرَ fiili ise, kötü sonuç getirecek hallerden fertleri sakındırma davranışıdır. Bu davranış, belirlenmiş kuralların duyurulmasıyla mümkündür. Kurallar o anda ‘İncil’ adı verilen kitabın içindedir. Hz. Muhammed ‘bihi‘ (o İncil ile) uyarma görevini yürütecektir. Toplumun, Allah’ı yanlış bilmesi, İncil okuyanların, Allah’ı yanlış anlatmalarından kaynaklanıyordu.

Enam 19. Üçüncü cümle:

”E inneküm le teşhedüne enne mea allahi aliheten uhra?”. Yani, siz ilahları Allah ile beraber şahit mi tutuyorsunuz?”.

Bu ifade, Allah’ı bilen kişilerin, Allah’ı ilahlardan bir ilah sandıklarını gösteriyor. Ayet cümlesinden anlaşıldığına göre, toplum, Hz. Muhammed’in risaletini diğer ilahların onaylamasını bekliyor. Burada anlaşılması gereken şu: Allahı ilahlardan bir ‘İlah’ sanan toplumun ilahları, çeşit tipteki putlar ve heykeller değildir; putların ve heykellerin arkasındaki güçlerdir. Halbuki o güçler, bilakis, toplum fertlerine, Hz. Muhammed’e inanmamalarını telkin ediyorlardı.

Batıl inancın cenderesinde kalmış kişilere uyarı yapılmasının zorluğu bellidir. Vahy ile Hz. Muhammed’e de uyarı gelir:

”Kul!.. La eşhedü!..” قُلْ لآ اَشْهَدُ  Yani, sizin ilah bildiklerinizi kabul etmiyorum, de…

”Kul!.. İnnema hüve ilahün vahidün!.. قُلْ اِنَّما هُوَ اِلهٌ واحِدٌ  Ve inni beriün bima tüşrikün”. Yani… O, ancak tek ilahtır, de… Şirke bulaştırdığınız şeylerle benim işim olmaz, de.

‘Beriün mimma tüşrikün’ بَرىءٌ مِمَّا تُشْرِكونَ kelimesi, tek hüküm sahibininin yanına getirilen ek veya yardımcıların olamayacağını belirtir. Allah’ın yanına ek eya yardımcı getirmeye alışanlar, köleciler, kadın satıcıları ve hak gaspçısı olanlardır. TEK ilah olarak zikredilen gücün hükmü, onların batıl ve bozuk sistemini iptal etmek ve ortadan kaldırmaktir. Hz. Muhammed, onların köleci ve hukuksuz anlayışlarından uzak duracak, hakkı yenenleri kendi safına çekip ‘küfür’ sistemini yıkacaktır.

İbrahim Faik Bayav

(08.03.2025 09:20)

Devamını Oku

Enam Suresi 18: Allah’ın KAHİR İsmi, Hangi İnsanlara Nasıl Etki Eder?

Enam Suresi 18: Allah’ın KAHİR İsmi, Hangi İnsanlara Nasıl Etki Eder?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Enam Suresi 18: Allah’ın KAHİR İsmi, Hangi İnsanlara Nasıl Etki Eder?

Enam Suresi’nin 18’nci ayetinde ”Ve hüve el-kahiru fevka ıbadihi” ifadesi var. Bu ifade Türkçeye aynı anlamda çevrilemiyor. Çevirme zorluğu ‘el-kahir’ ile ‘ıbad’ kelimelerinin bir biriyle ilgisinin tam bulunamamasından kaynaklanıyor.

KAHİR sıfat ismi -ayet ifadesiyle- Allah’a yakıştırılmış. Lakin, kelimedeki anlam genişliği sebebiyle, bugün ayete Türkçe karşılık vermeye çalışanları, anlam oluşturmada birbirine uyumsuz duruma düşürmüş.

Türkçeye çevirenlerin kimi EL-KAHİR kelimesine, TASARRUF SAHİBİ yakıştırması yapmış… Kimi, bu kelimeyi KAHREDİCİ EGEMEN şeklinde anlamış… Kimi, KAHİR kelimesine OTORİTE SAHİBİ şeklinde anlam vermiş…

Günümüzün popüler bilinen Süleymaniye Vakfı, EL-KAHİR kimesinin anlamını Türkçeye HAKİMDİR; DOĞRU KARARLAR VERİR biçiminde aktarmış.

Cumhuriyet dönemiminin mealcisi ve müfessiri Hamdi yazır da Ve hüve el-kahiru fevka ıbadihi” ifadesine Türkçe şu karşılığ vermiş: ”Kısaca, o kadirdir; kullarının üstünde kahredicidir. Alttan tesir etmeye çalışır ve mağlup olması ihtimalli değildir”.

Ne diyelim?.. Ayetin bu ifadesine daha başka Türkçe karşılık veren olmuş mudur acaba?

Önceki ayete baktığımızda, bu ayetteki Ve hüve el-kahiru fevka ıbadihi” ifadesindeki ‘hüve’ zamirinin Allah’ı işaret ettiğini anlayabiliyoruz.

”Ve hüve el-kahiru fevka ıbadihi” ifadesinin Türkçe anlamı tefsir ve meallerde böyle yazılmış ise, bu ifadeye yeni anlam bulmaya çalışacak değiliz. Belki, ayet ifadesinin bulunduğumuz zamana bakan tarafı var mıdır diye merak edip lügat ışığında zihin çalışması yapacağız.

Soru: Allah’ın kahredicilik vasfı tüm kullar için midir? Yoksa şartı var mıdır? Terimi irdeleyelim:

‘Kahir’ ne demektir?

‘Kahir’; اَلْقاهِرُ sifat isimdir. Allah’ın isimlerinden biri olarak ESMA’ÜL-HÜSNA içine girmiş. Bu sıfat isim Arapça Türkçe lügatte,  ka-he-re fiilini işleyen şeklnde gösteriliyor. Yani lügat aıklamasına göre KAHİR, birine galip gelen, ona zorla istediğini yaptıran, demek oluyor.

Ayet ifadesindeki ‘fevka ıbadihi’ kelimesinin Türkçedeki karşılığı ‘kullarının üzerinde’ anlamını verdiğine göre… anlaşılması gereken bir soru ortaya çıkıyor: Bu ayette zikredilen ‘Allah’ın kulları’ kimler oluyor?

Soruyu cevaplamak zor. Cevabı, ‘Kahir’ kelimesiyle birlikte düşünüldüğünde ortaya çıkar.

‘Ibad’: عِبادِ Ya da Türkçede yerleşmiş şekliyle İBAD… Bu sözcük, ‘abd’ sıfat isminin çoğul halidir. Bu sıfat isim, boyun eğenler, itaat edenler anlamına geliyor.

KAHİR sıfat isminin sahibi, kimleri zorla boyunduruk altına almış ise… dediklerini zorla yaptırıyorsa… Bu ayette IBAD kelimesiyle belirtilenler onlar oluyor.

Soru şu: ”Ve hüve El-Kahiru”, yani ”O, Kahir’dir” kelimesindeki ‘O’ (hüve هُوَ) diye işaret edilen zat, kimleri zorla boyunduruk altına almıştır?.. Dediklerini kimlere zorla yaptırmıştır?.. Hz. Muhammed’in çağrısını kabul edip ”Sen Allah’ın resulüsün, amenna” diyen kişiler midir onlar?

Hayır!..

GOOGLE’da Arapça lügatte KAHİR sözcüğünü aradığımda, lügat KAHİR teriminin anlamını veriyor. Örnek olarak da şu ifadeyi gösteriyor:

الذي غلب المعاندين بما أقامه عليهم من الآيات الدالة على وحدانيته

Bu örnek ifade, ayetteki IBAD sözcüğüyle, vahdaniyeti yani, hüküm sahibinin tekliğini kabul etmemekte direnenler olduğunu belirtilmiş oluyor. KAHİR sıfatının üzerlerinde tecelli edilenler, boyunduruk altına alınanlar, onlardır… Onlar hukuk dairesine zorla sokulanlardır. Onlar, Mekke’nin fethi ile Hz. Muhammed’in tüm muarızları, gelen İslami hükümlere uymaya, hakkı olanlara haklarını vermeye zorlanmışlardır. Tabi, Hz. Muhammed’in, Hz. Ebubekir’in ve Hz. Ömerin vefatlarına kadar.

İbrahim Faik Bayav
(27.02.2025 10:15)

Devamını Oku
teslabahis casinoport pashagaming betkom mislibet casino siteleri
istanbul eşya depolama