17 Kasım 2024 Pazar
İBRAHİM FAİK BAYAV
‘Onlar’ dediği, kimler?..
‘Hüm – onlar’ هُمْ zamiriyle belirtilenlerin, Musa öncülüğünde Mısır’dan çıkan kavim olduğunu anlıyoruz. Ayet, Hz. Muhammed’in çevresine, geçmiş zamandaki bir olayın hatırlatmasını yapıyordur.
Sonraki ifade: ”Minhüm es-salihune ve minhüm düne zalike” Yani, onların içlerinde… (Yani, Musa’nın kavminin içinde, diye anlıyoruz) hem salih olanlar vardı; hem salih olmayanlar vardı.
Demek ki, bir toplum ‘müsbet’ ve ‘menfi’ iki davranışı sergileyebiliyor.
‘Salihun’ اَلصّالِحونَ sıfat kelimesi, uygun hareket edenleri, hayır getirecek iş yapanları, yapabilenleri belirtir. ‘Düne zalike’ دونَ ذلِكَ kelimesi ise, kendilerinde bu davranış bulunmayan ya da görülmeyen kişiler olarak anlaşılır.
Her milletin içinde aynı durum görülür. Peki ayet neden böyle bir hatırlatma yapmış?
Ayetin ikinci ifadesi şu: ”Ve belevnahüm bi’l-hasenati ve’s-seyyiati” Yani, onları güzelliklerle ve çirkinliklerle denedik.
Salih kişilerin faaliyetiyle güzel ve hoş ürünler ortaya çıkar. Diğerlerinin işe yarayacak faaliyeti yoktur. Sorumluluk da üstlenemezler. O zaman üretilen, meydana getirilen güzel şeyler, bakımsızlıktan bozulur ve çirkinleşir.
Sonraki ”Leallehüm yercüun” kelimesi, denenen o kimseler, belirlenmiş kural uygulamasına -belki- dönerler, anlamını verir.
Bu ayet, günümüzde ve ülkemizde nasıl tecelli ediyordur?..
Kur’an ayetleri iş olsun diye insanlara duyurulmaz. Anlatılan olay mesaj yüklüdür, Duyurulan ayetler, ‘Müslüman’ adı taşıyanlara, düşünme fırsatı verir. Tabi, okunan ayetleri anlayabiliyorlarsa…
Bir örnek:
Bu Eylül ayında okullar açılınca, Milli Eğitim rezaleti gündeme geldi. Okul hayatına başlayan çocuklar okulların çöpü ve kirliliği içinde ders görmeye başladılar. Ankara Büyükehir Belediye Başkanı sorumluluk alıp okulları temizletmeye başlayınca, Müslüman Hükümetin Milli Eğitim Bakanı buna engel oldu. Bu, Kur’an ayetinin işaret ettiği ‘SALİH’ ve ‘DÜNE ZALİKE’ örneklemesinden biridir. Bu rezaletin dünya kamuoyuna yansıması, hükümete, kişiliğinde ‘Leallehüm yercüun” ifadesinin tecelli edebilmesine yarayacaktır. Milli Eğitim Bakanı’na ve kadrosuna, konmuş sorumluluk kuralına dönebilme, ‘salihun’ safına geçme fırsatı tanır.
Araf Suresinin 168’nci ayetini analiz sonrası, ayet ifadesinin içindeki sır merak edilir. Bakalım:
‘Fi’l-arz’ kelimesi, -o zaman için- geniş toprak parçası anlamındadır. ‘Fi’l-arz’, bulunduğumuz zamanda, Dünya gezegeni ve gezegenin içindeki tüm kara parçaları olarak da anlaşılıyor. Kelimenin harflerinin toplamı 1122 sayısını veriyor. Bu, Miladi 1710 tarihinin karşılığıdır. 1400’lü yıllarda başlayan coğrafya keşifleri 1700’lü yıllarda tamamlanacaktır. Tüm coğrafya parçalrı ‘Fi’l-arz’ olur.
Ayet’in ‘hüm fi’l-arz ümemen’ هُمْ فِى الْاَرْضِ kelimesi, ebceden 1249 ve 1299 sayılarını verir. Bu sayılar, Miladi 1833 ile 1882 yıllarının karşılığıdr. Ayet ifadesinden anlaşılır ki, Musa’nın kavminin soyu, bu tarih aralığında, tüm dünya coğrafyasında ümmetler halinde yerleşmeleri tamamlanacaktır. Ayet ”Onların içinde salih olanlar var, salih olmayanlar da var” diyor. Salih olanları, salih olmayanlar yüzünden pek tanınmıyorlar. Filistin’de, bazılarının İSRAİL adıyla kurdukları devlet, hem Musa kavminin orada yerleşen torunlarına hem de çevre ülkelere kin ve nefretten başka bir şey oluşturmuyor.
İbrahim Faik Bayav
(17.11.2024 09:45)
İBRAHİM FAİK BAYAV
Peki bu kurala uymayan ve kıradeten hasiin sıfatı alanların akıbeti nasıl olmuş? Sorunun cevabını sonraki ayette bulmaya çalışacağız:
Araf Suresi 167: ”Ve iz teezzene rabbüke…”. Bu ifadeden anlaşılan şu: Rabb, önce onları o davranışlarından vazgeçmesi için hem uyarı yapmış hem tehdit etmiş.
Görmedikleri ve tanımadıkları Rabb idi uyaran ve tehdit eden. Demek ki, Musa’nın kavminin fertleri işin nereye varacağını idrak edemiyorlardı. Tehdidin açıklaması ayetin şu cümlesinde belirtiliyor:
”Le yebasenne aleyhim ila yevmi’il-kıyameti men yesumühüm süi’l-azab”. Yani, Rabb, ‘kıradeten hasiin’ şeklinde anılanların üzerine, bazı kimseleri gönderecek. O kimseler onlara, kıyamet gününe kadar sürecek azabın kötüsünü uygulayacak.
Göndermiş mi?..
Kur’an’da, ”Allah, vaad etmişse vaadinden dönmez” hükmü var. Öyleyse, göndermiştir.
Soru şu: Azabın kötüsü nasıl bir şey?.. Süre bitiminin kıyamet ile ilgisi ne?
Cevabı bulmak için kelimeleri irdeleyeceğiz:
‘Men’: مَنْ Bu zamir sözcük, nasıl birileri olduğu bilinmeyen insanları işaret eder. O kimseler, idaresinden kurtuldukları Firavun ve avanesi gibi birileri mi acaba?
‘Le yebasenne’: لَيَبْعَثَنَّ ‘Gönderecek’ anlamında bu fiil kelime, kesinlik ifade eder. Sebep giderilmezse, sonuç kötü biçimde görülecektir.
‘Süi’l-azab’: سوءَ الْعَذابِ Bu kelime ”azabın kötüsü’ demektir. ‘Kıradeten hasiin’ benzetmesi henüz azap değildir. Onlara azabı, gönderileceği bildirilen kimseler tattıracaktır.
‘Yesumü‘ يَسومُ fiili, kötü tıynetlilerı uzaklaştırma hareketini yaptır. Demek ki, kıradeten hasiin vasfı alanlar, içlerinde o kadar şer ve zarar oluşturma potansiyeli barındırıyorlarmış ki, onları başka insanlardan ve belki canlılardan uzak tutma gereği duyulmuş. Yani, Musa kavminin ‘kıradeten hasiin’ vasfı alan fertleri, herhalde, harice çıkamayacakları karantina ortamına sürüklenmişlerdir.
Sonra ne olmuştur?..
”ila yevmi’il-kıyameti” kelimesi, olayın sonucunu belirtir.
Hiç bir insan topluluğu, ‘esaret’ de denebilecek karantina yaşamında uzun süre kalmak istemez. Hele, zararlı ve şerli iseler… Bir şekilde kurtulmak isteyeceklerdir. Belki ölmeyi göze alacaklardır. Gönderilen ama ne olduğu bilinmeyen o kimselerin, -belki de- zayıf anında, kıyama kalkışacaklardır. Kıyam, zaten öldürmeyi ve ölmeyi gerektirir. Kıradeten hasiin vasıflı insanların içlerindeki şer potansiyeli patlamış olur.
”İla yevmi’l-kıyamet” اِلى يَوْمِ الْقِيمَةِ ifadesi, kent insanlarına, azabın bu olay vaktine kadar süreceğini işaret etmiş. Bunların ne kadarı ölmüştür, ne kadarı sağ kalmıştır, bilinemez. Belki de hepsi hayattan çekilmiş olabilir. Artık azap uygulamaya gerek kalmamıştır.
167’nci ayette ‘İla yevmi’l-kıyamet’ ifadesinden sonra, hem ”İnne rabbeke seriu’l-ıkab” tanımı var; hem ”Ve innehü le ğafurun rahimun” bilgilendirmesi var. Bu tanım ve bilgilendirme kime yapılmıştır?.. Niçin yapılmıştır?
Geçmiş zamandaki kent içindeki olay ve sonucu, Hz. Muhammed’in çevresindeki insanlara hatırlatılıyor. Demek ki, çevresindeki insanların geçmiş zamandaki insanların yaşantısına benzerliği var. Bu anlatım ile o yaşıntı tekrarlanmasın, uyarısı yapılıyor.
Geçmiş zamanın kent olayının bir benzeri, Müslüman bilinen bir ülkede görülür ise, Hz. Muhammed’in uyarısı gibi bir uyarı, gerekli olmayacak mı? Kim veya kimler üstlenecek uyarma görevini?.. Ulema taifesi, ”Hz. Muhammed son peygamber” demişti galiba. Öyleyse, uyarısız kalan Müslüman toplumlara gelecek azab çok kötü olacaktır… Ve kıyameti oluşturacaktır. Sonra, le ğafurun rahimun kimler için gerçekleşir, bilinemez.
İbrahim Faik Bayav
(10.11.2024 09:50)
İBRAHİM FAİK BAYAV
Araf Suresi’nin 165’nci ayetinde, geçmiş zamandan bir olay dikkate veriliyor. İfade şu:
”Felemma nesü ma zükkiru bihi. enceyna ellezine yenhevne ani’s-süi”.
Ayet ifadesinden anlaşılan şu: Geçmiş zamandaki bir kentte, birileri tarafından, yaşamla ilgili hatırlatmalar ve uyarılar yapılmış. Anlaşılıyor ki etkili olmuş. Bir zaman sonra, ‘nesü ma zükkiru’ kelimesiyle belirttildiğine göre, uyarılar unutulmuş. Unutulduğu andan itibaren, kötü bir yaşamın oluşma safhası başlamış.
‘Ani’s-süi’ عَنِ السُّوءِ kelimesi ile ima edilen kötü yaşamın nasıl bir kötü yaşam olduğunu bilmiyoruz. Arapça Türkçe lügatte ‘süi’ sözcüğü, ‘afet’, ‘felaket’ isimlerinin karşılığı olarak gösteriliyor. Lakin; nasıl bir afettir?.. Nasıl bir felakettir bu?.. bilgimiz yok. Lügat, sadece, ‘alaca’ adı verilen bir hastalığın ‘süi’ olarak anıldığını belirtiyor.
Ayetteki ”enceyna ellezine yenhevne ani’s-süi” ifadesi, bazı insanların kötü olan o durumdan kurtarıldığını belirtiyor. Sebebi, kurtarılan o insanların konmuş kurala riayet etmeleri. Yani, kurtarıldığı belirtilen insanlar, yasaklanan hareketi yapmamışlar. Toplumun diğer fertleri, uyarıyı unuttukları için yasaklanmış davranışta bulunmuşlar. Bu tip kişileri ayet, ‘ellezine zalemu’ اَلَّذينَ ظَلَموا kategorisine sokmuş. Yani, zalimler güruhu…
Günümüzde ülkemiz toplumları için hüküm şu olur: Konulmuş kural ile yasaklanan hareketi yapan, uygulayan, uygulatan her kişi, -ister cumhurbaşkanı olsun, ister vekil olsun, ister vali olsun, isterse vatandaş olsun- ‘zalim’ sıfatına layık görülürler.
Peki o toplum fertleri nasıl bir sosyal değişilkiğe uğramışlar?
Sonraki ayette ilginç tanımlama var:
Araf Suresi 166: ”Felemma atev an manühü anhü; kulna lehüm ”künü kıradeten hasiin”. Yani, yasak edilenden vaz geçmediler. Biz de onlara ”kıradetenen hasiin” olun dedik.
Ayetteki ”kıradeten hasiin” قِرَدَةً خاسِئينَ kelimesi,. meal ve tefsirlerde, ‘aşağılık maymunlar’ şeklinde anlamlandırılmş. Açıklaması yok. Müslüman kişiler, ”kün fe yekün” inancına sahip olduklarından, ”kulna lehüm, künü kıradeten hasiin” ifadesini, o zamanın insanlarının gerçekten biyolojik maymuna çevrildiğini sanabilirler.
‘Kıradeten’ sözcüğü biyoloik maymunlar anlamında değildir. Kur’an ifadesini edebi sanattan habersiz kişiler, bu ifadeyi okuduğunda veya açıklamasız dinlediklerinde, gerçekten beden değişikliği olmuş şeklinde anlarlar.
Peki bu ifadeden ne anlatılmak istenmiş?..
‘Kıradeten hasiin’ bir benzetmedir. Bu benzetmenin yapıldığı insanların, sağlıklı toplum içinde kalmaları ve yaşamaları uygun değildir.
Kıradet: قِرَدَةً Bu sözcük, maymunlara verilmiş çoğul isimdir. Maymunlar ‘ka-re-de’ fiilini işleyerek karakterlerini belli ederler.
karade: ق ر د Bu fiilin ‘karden’ قَرْدًا mastarı, anormal vaziyette mal toplama ve biriktirme hareketini yaptırır. İhtiyacının olup olması önemli değildir. Hindistan’da maymunların insanların ellerindeki yiyecekleri ve eşyaları çalıp kaçtıkları haber olmuş.
‘Hasiin’: خاسِئينَ Bu sözcük, kendilerini zavallı etmişler ya da göstermişler anlamında sıfat isimdir. Bunlar, bir anlamda günümüzdeki bazı haberlerden öğrendiğimiz dilencilerdir.
‘Kıradeten hasiin’ kelimesi insanları tanımlamak için kullanıldığında, o insanların, kendilerini dilenci pozisyonuna soktukları, mal için hırs gösterdikleri, -belki kapkaça ve zorbalığa özendikleri için-, topluma veya ülkeye hayrı olmayan değersiz varlıklar oldukları anlatılmış olur.
O kentte, fertlerin çoğu bu vasfı almışsa, bu vasfı almaktan kaçınanlar, o toplum içinden çıkarılıp kurtarılacaktır. Haysiyetin ve şerefin korunması olayıdır bu.
Demek ki, binlerce yıl öncesindeki bir toplumda dilencilik etmek, zorbalık yapmak hırs göstererek mal toplamak, kenarda köşede biriktirmek, yasak imiş.
Günümüzde, ‘Müslüman’ bilindiği halde, hırs gösterip mülk üstüne mülk edinenler, ihtiyaçları olmadığı halde kasalarında döviz ve altın biriktirenler, daha da artsın diye döviz ve altınları yurtdışı bankalara taşıyanlar, güç bulduklarında vatandaşların mülküne ve arsasına el koyanlar, -merak bu ya- ‘aşağılık maymunlar’ şümulüne ne kadar girerler acaba?
İbrahim Faik Bayav
(03.11.2024 09:30)
İBRAHİM FAİK BAYAV
Araf Suresi’nin 163’ncü ayeti, Hz Muhammed’e ittiba etmede nazlananlara, nazlananların bildiği bir konuyu hatırlatıyor. Lakin biz, bu ayetin Hz. Muhammed’in yaşadığı zamandan sonraki zamanın insanlarına mesaj veriyor şeklinde anlayacağız.
Araf Suresi 163’teki ilk ifade şu: ”Ves’elühüm an el-karyeti, elleti kanet hazırate’l-bahri” Yani, onlara o karyeyi sor; hatırlasınlar. O karye deniz yakınında kurulu idi.
Denizlerin yakınlarında geçmişten günümüze çok karyeler ve şehirler vardır. Lakin bahsedilen karye, Musa’nın kavminin üzerinden geçtiği Kızıldeniz’in yakınındaki karyedir.
Ne olmuş Kızıldeniz kıyısında kurulu olan o karyede?
”Kezalike neblühüm bima kanü yefsükun” ifadesiyle belirtilen olay olmuş. Yani, karyede yerleşik kişiler denenmişler… Tecrübe edilmişler… İmtihana tabi tutulmuşlar.
Olayın sebebi merak edilir: Acaba, Musa’nın Mısır’dan çıkardığı kavmi, kendilerine vaad edilen coğrafyaya layık mı idiler? Yerleşecekleri coğrafyada kurallara uyacak mıydılar?.., Hak üzere mi yaşayacaktılar?
Ayetten anlaşıldığına göre, Musa’nın kavminin fertleri, o karyede, belli ki kurala uymamışlar… ya da çoğu uymamış. Kural haftanın yedinci gününün tatil edilmesidir. Karye insanları emredilen haftanın altı günü faaliyet, yedinci gün tatil kuralını ihlal etmişler. Ayetteki ”bima kanü yefsükun” ifadesi, o zamanki o toplumun ‘bozulmuş toplum’ olduğunu işaret ediyor.
Bu ayet ifadesinden, biz Müslümanlar için çıkacak hüküm şu: Sağlıklı toplum ya da sağlık kazanacak toplum, konmuş kurala uyarak yaşayan toplumdur. Kuralın dışına çıkıldığında o toplum bozulmuş (fasık olmuş) toplum sayılacaktır.
‘Yefsükun’ يَفسُقونَ fiili, fısk etmeyi, yani, konmuş kurala uymamayı belirtir.
Eğer bir ülkede kural konmuşsa, toplum o kurala uymuyorsa, o toplumun başına gelecek var demektir. Konmuş kuralın kaldırılacağı bir safha gelir. O safha kurala sebep olan şeyin kaybolmasıdır.
Soru: zamanımızda, bizim ülkemizde, o kenttekine benzer bir şey oluyor mu? Bakalım;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğunda, yönetimdekiler geçmiş zamandaki karye yaşamına benzer şekilde, Pazar günü tatil olacak kuralını koydular ve 394 Sayılı kanun ile uygulamayı başlattılar. Kanun, Pazar günlerinde dükkan, mağaza ve işyerlerinin kapatılacağını vaz ediyordu. Tüm ülke bu kanun ile belirtilen kurala uyuyordu. Aradan yıllar geçti; Müslümanlarda kural ihlali başladı. Bu ihlal hareketi, iktidara gelenlerce, kural şartının ortadan kalktığı şeklinde algılandı. Yönetimdekiler 2017 yılında 7033 sayılı kanun ile, 1924 yılında çıkarılmış olan 394 sayılı kanunu meriyetten kaldırdılar.
Yaşadığımız şu zamanda, ülkede daha değişik kural ihlalleri gözleniyor. Devlet yönetimine geçmek isteyenler, devleti yönetenlere, durmadan Anayasa kuralını hatırlatıyorlar. Yönetimdekiler, kanun tanımaz olduklarını gizlemek için, kural hatırlatanları, geçmişte cami kapatanlar, ezanı Türkçe yapanlar, Kur’an mushafı yasaklayanlar şeklinde tanımlıyorlar. Deniz yakınındaki o insanların davranışı gibi davranış, Müslüman bilinen kadrolarda görülmüş oluyor. Yani ”bima kanü yefsükun” ayet ifadesini yaşamlarında tecelli ettiriyorlar. Peki ne oluyor o zaman?
Araf Suresi 164: ”Ve iz kalet ümmetün minhüm; lime yeızune kavmen? Allah, mühlikühüm ev muazzibühüm azaben şediden”.
Bu ifadenin kelimelerine baktığımızsa saklı anlamı grebiliyoruz:
a) Deniz yakınında kurulu karyede bir grup varmış… O grup, kural ihlali sebebiyle, karyenin akıbetinin kötü olacağını fark etmiş.
Anladığımız şu: Konmuş kuralı ihlal, gelecek kötü olayın sebebidir.
b) Rabb tarafından gönderilen bazı zatlar, insanları uyarmaya çalışmışlar.
Yaşadığımız şu zamanda, ‘gönderilen’ zatları, bilimadamları diye bilmemiz gerekir. Bilimadamları kural ve usul harici davranışların getireceği zararı bilimsel olarak duyururlar.
c) Kötü akıbeti fark eden grubun fertleri, Rabb tarafından gönderilen uyarıcılara, sormuşlar: ”Allah, bu kavmi azap ederek batıracak. Niçin vaaz edip uyarmaya çalışıyorsunuz?”
Anladığımız şu: Bilimadamlarının uyarıları önemsenmez olduğunda bela ve azap günleri yakınlaşmıştır. Sadece akıl sahipleri fark edebilirler.
d) Uyarıcı zatlar açıklamışlar: ”Mazireten ila rabbiküm ve lakin leallehüm yettekun”.
Anladığımız şu: Kural ihlali sebebiyle gelecek bela durdurulamaz. Lakin diğer insanlara ittika etme ve kurala uyma fırsatı tanınır.
‘Mühlik’ ve ‘Muazzib’ sıfatları, Yapmaya ve yaptırmaya muktedir olan zata aittir. Ayet cümlesi sosyal boyutludur. Toplumda ya da bir şehirde ya da bir ülkede kural ihlali ile bozulma veya çürüme belirmişse, o toplum veya şehir veya ülke ortadan kaldırılır.
İbrahim Faik Bayav
(27.10.2024 09:39)
—————————————————————————————————-
bela: (be-lam-elif) (129)
Denemek. Tecrübe etmek.
Pazar tatili kanunu ve yürürlükten kaldırılması:
İBRAHİM FAİK BAYAV
Araf Suresi’nin 159’ncu ayetinde konu edilen Musa’nın kavmi, o tarihte, sıkıntılı bir hayatın içine düşmüş. O kavme Rabb’in merhameti gelmiş, 160’ncı ayette belirtilen şekilde sıkıntı hafifletici imkan oluşmuş. Bununla beraber Musa’nın kavminin fertleri bir takım emirlere de muhatap olmuşlar. Emirler Hz. Musa’nın dilinden onlara duyurulmuş.
Ayette Hz. Musa’nın kavmi için anlatılanlar, bu zamanda, bizim zihnimizden bazı sorular çıkmasına sebep oluyor.
Soru şu: Musa’nın kavminin fertleri, muhatap oldukları emirleri dikkate almışlar mı?
160’ncı ayetin sonundaki ”kanü enfüsehüm yazlimun” كانوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمونَ ifadesi, emirleri dikkate almadıkları anlamını veriyor.
Soru: Musa’nın kavminin fertlerine ne emredilmiş?..
”Külü min tayyibati ma razeknaküm” كُلوا مِنْ طَيِّباتِ ما رَزَقْناكُمْ ifadesinde belirtilen şey emredilmiş.
Ayetin bu ifadesini mealciler -başta diyanet- Türkçeye şu biçimde çevirmişler: ”Size verdiğimiz rızıkların temizlerinden yeyin”.
Diyanet ve mealciler ”Külü min tayyibati ma razeknaküm” ifadesinin bugünkü kelime karşılığı böyle, Musa’nın kavmi için söylendiğinde anlamı böyle mi olur? ‘Tayyibat’ sözcüğü -o zamanda- kirlinin zıddı anlamına mı geliyordu acaba? Öyle değil ise, açıklaması yapılmalıydı.
Hamdi Yazır, birazcık açıklama yapmış; tefsirinde, ayet ifadesine, ”rızıkların en iyisinden, en hoşa gideninden yeyiniz” anlamı vermiş.
İyi.. Bu ifade gereğince bu zamanın Türkiye’deki Müslümanları, rızıkların en iyilerinden, en hoşa gideninden yemeya çalışırlar.
Hamdi Yazır’ın açıklamasına göre, ayetteki ”ve lakin kanü enfüsehüm yazlimun” bilgilendirmesinden, Musa’nın kavmi’nin, verilen emrin tersini yaptıklarını, yani en iyisinden, en hoşa gideninden yemedikleri anlamı çıkar.
Şimdi soru şu: Musa ve kavmi, Mısırdan çıkıp çöle düştüğünde, rızıkların en iyisini, en hoşa gidenini bulabiliyor muymuş? Koca çölde iyi rızık, hoş rızık var mıymış?
Yoksa Musa’nın kavminin fertlerine, anlayamadıkları önemli emir gelmişti de o emri mi önemsememişlerdi?
Öyle olması gerekiyor. Ayetteki şu ifadeyi irdeleyelim:
”Kanü enfüsehüm yazlimun”. Yani, ”Onlar kendi nefislerine zulüm ediyorlardı”.
Ayetin ifadesini anlayabilmemiz için soru şu: Musa’nın kavminin fertleri nefislerine nasıl zulüm etmişler?
Cevabı, Tevrat’a baktığımızda bulabiliriz. Bakalım:
Araf Suresi’nin 160’ncı ayetinde, Musa’nın kavmine ‘mann’ اَلْمَنَّ ve ‘selva’ اَلسَّلْوى ihsan edildiği belirtiliyor. ‘Selva’ bıldırcın imiş. Peki ‘mann’ ne?
Tevrat’ta MANN hakkında bilgi veriliyor:
Musa, (mann için) ”Rabb’in size yemek için verdiği ekmektir bu” dedi.
Sonra, ”Rabbin buyruğu şudur: Herkes yiyeceği kadar toplasın” dedi.
Sonra, ”Sabaha kimse bir parça bile bırakmasın” dedi.
Bazıları, emre uymayıp sabaha bıraktılar. Bıraktıkları kurtlanıp kokmaya başlayınca Musa onlara öfkelendi”. (Mısır’dan Çıkış: BAB: 16)
Araf Suresi 160’da zikredilen ‘tayyibat’, ‘mann’ adı verilen rızkın, bekletilmeden, sabaha bırakılmadan, kurtlanmadan, kokutulmadan yenilecek halidir. Nefislere zulmetme anlamındaki ‘kanü enfüsehüm yazlimun’ ifadesi, fertlerin kurtlanıp kokan ‘mann’ ürününü yediklerini ima ediyor. Nefislerine yaptıkları zulüm ise o yedikleriyle gelen hastalıktır.
İbrahim Faik Bayav
(20.10.2024 09:15)