İBRAHİM FAİK BAYAV

İBRAHİM FAİK BAYAV

17 Mayıs 2025 Cumartesi

Maide Suresi 116: Hazreti İsa’yı Niçin ‘İlah’ Bilmişler? İlah Ne Demektir?

Maide Suresi 116: Hazreti İsa’yı Niçin ‘İlah’ Bilmişler? İlah Ne Demektir?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Maide Suresi 116: Hazreti İsa’yı Niçin ‘İlah’ Bilmişler? İlah Ne Demektir?

Maide Suresi’nin 116’ncı ayeti şaşıracağımız bir konuyu anlatıyor: Ayeti bir kaç cümleye bölüp irdeleyelim:

Birinci cümle: ”Ve iz kale allahü; Ya ısa ibni meryem!.. E ente kulte li’n-nasi, ittehızuni ve ümmiyye ilaheyni min dünillah?”.

Allah, Hzreti İsa’ya, ”kendini ve anneni, insanlara birer ilah olarak mı tanıttın” diye sormuş.

Bu soru ifadesini okuyunca şaşırmayalım da ne yapalım? Çünkü biz Müslümanlar, ‘ilah’ denince tek ilah olan Allah’ı biliyoruz; Allah’tan başka ilah yok, diyoruz. Hatta boynumuzu büküp ellerimizi açtığımızda ”Ya ilahi!..” diyerek O’na yalvarıyoruz. O zamanda Hz. İsa’ya ”kendini ve anneni, insanlara birer ilah olarak mı tanıttın” diye sorulmuşsa, toplumda İsa’yı ilahlık mertebesine çıkartan olay olmuştur. Soru şu: Böyle bir olay nasıl olabilir?

Bu soruya cevaplayabilmek için, ‘ilah’ kelimesinin anlamını bilmek gerekiyor.

İlah: اِلهٌ Türkçe sözlük, ‘ilah’ terimini, MABUD ya da TANRI olarak belirtmiş. Lakin tüm İslami eserler ‘ilah’ terimini, tapılan, kulluk edilen ve gönülden bağlanılan varlık, şeklinde tanımlıyorlar. ‘Kulluk’ nasıl bir olay diye sorulsa… o sorunun da cevabı sözlükte ‘tapınma ve ibadet etme şeklinde gösteriliyor. Burada ‘ibadet etmek’ kelimesinin ne demek olduğunu bilmeden ‘ilah’ teriminini anlamak mümkün olmaz.

‘İbadet’; Emredilenleri yerine getirme olayıdır. Hangi güç, yapılması ve yapılmaması gerekenleri bildirmişse, bildirilenlerin yerine getirilmesi ibadet olur.

Soru: İlah bilinen varlık, ilahlık vasfını nasıl kazanmıştır?

Cevabı bulmak için ‘ilah’ terimini Arapça gramer çerçevesinde de irdeleyelim:

‘Falen’ فَعْلً mastarından oluşan ‘elehe’ اَلَهَ fiili, bir zata veya bir kuruma, toplumu hakimiyet altına alma hareketini yaptırıyor. ‘Elehe’ fiili, gerektiğinde, o toplumu ya da fertlerini himaye etme hareketini de yaptırıyor. ‘Elehe’ fiili, -Arapça Türkçe lügatte belirtildiğine göre- toplumun bazı fertlerini kendine sığındırma, hareketini de yaptırabiliyor. Koruma ve himaye etme hareketi insanlar üzerinde vuku bulduğunda, koruyan ve himaye eden zat veya kurum, korunan ve himaye gören o insanların ilahı sayılıyor.

Ayette, Hazrei İsa’ya, ”insanlara kendini ve anneni ilah edinin mi dedin” sorusu, toplum fertlerinin İsa’yı ‘İlah’ gördüğünü ve ‘ilah’ edinmişliğini belirtiyor. Çünkü, Hazreti İsa aldığı vahiyle, toplum bireylerinin ihtiyaç duyduğu nimetleri yaşamlarına kazandırıyordu. Toplum ffertleri şuna inanmışlardı ve ona sığınma zorunluluğunu hissediyorlardı. İsa ne derse onun dediği mutlaka yapılacaktı. Bu olay Hazreti İsa’yı toplumun zihninde ve yüreğinde olağan üstü büyüttü ve ‘ilah’ mertebesine getirdi.

Toplum üzerinde İsrailoğulları’ndan bazılarının hakimiyeti vardı. O bazıları batıl inançla fertleri güdüyorlardı. Toplum fertleri o bazılarına sığınmak zorunda kalıyorlardı. Lakin hastalık ve perişanlık üzerlerinden gitmiyordu. Hazreti İsa’nın sözlerinin doğruluğu uygulama ile de kesinleşince, sevgi, saygı ve ihtiram otomatikman İsa’nın şahsına döndü. Ona sığınıyorlardı. Zihinlerde ve kalplerde o’na karşı ilahlık algısı oluşmaya başlamıştı. İşte o zaman Allah’tan Hz. İsa’ya ”sen mi o insanlara beni ve annemi ilah bilin dedin?” uyarısı gelmiş.

İkinci cümle: ”Kale: Sübhaneke, ma yekünüli en ekule ma leyse li bi hakkın. İn küntü kultühü; fe kad alimtehü”.

Bu ayet ifadesi, Hazreti İsa’nın öyle bir söz etmediğini, öyle bir davranış göstermediğini belirtiyor. Çünkü, İsa öyle söz deseydi veya o sözü hissettirecek bir davranış gösterseydi, Allah o an onu bilecekti.

Üçüncü cümle: ”Tealemü ma fi nefsi ve la ealemü ma fi nefsike. İnneke ente allamü‘l-ğuyub”.

Hz. İsa ”benim içimde olanı sen bilirsin ama be zatının içindekini bilemem” demiş. Yani ayet İsa’nın öyle dediğini belirtiyor.

Ayetteki ifadeden anlaşılıyor ki ‘ilahlık’ vasfının bir özelliği de insanların gönlüne varıncaya kadar gizlenen her şeyi bilme gücüdür. O vasıf da sadece Allah’a ait oluyor.

İbrahim Faik Bayav
(16.05.2025 08:40

Devamını Oku

Maide Suresi 113-115: Allah Rızkı Gönderir. Sadece Gerekenler Yapılsın

Maide Suresi 113-115: Allah Rızkı Gönderir. Sadece Gerekenler Yapılsın
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Maide Suresi 113-115: Allah Rızkı Gönderir. Sadece Gerekenler Yapılsın

Maide Suresi’nin 112’nci ayetinde şu anlatıldı: Havariler Hazreti İsa’ya ”Rabbi’nin sofra indirme gücü var mı?” diye sorduklarında, İsa onlara ”Allah’a ittika edin” cevabı vermiş. Sonraki ayette havarilerin İsa’ya sormalarının amacı konu ediliyor.  Bakalım:

Maide Suresi 113: ”Kalü… nüridü en ne-küle minha ve tatmainne kulübüna”. Yani, havariler, o sofradan yemek istiyoruz ki kalplerimiz huzur bulsun, demişler.

Bu ifade, o beldede aşırı yoksulluk olduğunu akla getiriyor. Yoksulluk perişanlık alameti olduğu gibi, toplum huzursuzluğunun da sebebidir. Demek ki, havariler de dahil, toplum bireyleri rızk edinme gücünü bulamıyorlar. Gücü olandan yardım bekliyorlar.

Luka İncili’nin 4’ncü bülümünde 18’nci ayetinde Hazreti İsa kendini tanıtıyor. Aynı zamanda toplumun yoksul ve perişan durumu belirtiliyor:

İsa demiş: ”Rabb’in ruhu benim üzerimdedir. Çünkü o beni, müjdeyi YOKSULLARA iletmem için meshetti”. ‘Meshetti’ kelimesini ‘hazırladı’ şeklinde anlamak gerekir. Yani Allah İsa’yı yoksulların selameti için o topluma göndermiş.

Luka İncili’nin 6’ncı bölümünde de şu olay anlatılıyor: ”Bir sebt günü İsa ekinler arasından geçiyordu. Öğrencileri başakları koparıyor, avuçları içinde ufalayıp yiyorlardı”.

Zihne gelen sorular:

Hazreti İsa’nın toplumunda yoksulluk nasıl oluşuyordu? İsrailoğulları’nın bazıları İsa’dan uzaklaştırıldığına göre rızık edindirme yetkisi, İsrailoğulları’nın bazısının tekelinde miydi? Onlar önce kendilerini beslediklerinden, acaba, toplum bireylerinin beslenmesine sıra mı gelmiyordu?

Luka İncili’nin 6’ncı bölümünde anlatılan olay bu sorulara cevap olabilir: ”İsa Tanrı’nın evine girdi. Kahinlerden başkasının yemesi yasak olan adak ekmeklerini alıp yedi ve yanındakilere de verdi”.

Anlaşılıyor ki halk, batıl inançla uyutulmuş… Halk, yoksul iken, hahamları besleyip semirtiyor.

Maide Suresi 113’ncü ayette havariler konusuna devam ediliyor:

”Ve ne-alemu en kad sadaktena ve neküne aleyha min eş-şahidine”.

Havariler, Hazreti İsa’ya, bize doğru söylemişliğini bilelim ve kendi kendimize tanık olalım demişler. Ya da sadece biri diğerleri adına demiştir; diğerleri suskun kalmıştır.

Havarilerin sözleri İsa’nın söylediklerine karşı şüphe içerir miydi?.. Sonraki ayette bakalım:

Maide Suresi 114: ”Kale isa ibni meryem!.. Allahümme, rabbena!.. Enzil aleyna maideten min es-semai. Tekünü lena ıyden lievvelina ve ahirina ve ayeten”.

Allah’a dua eden Hz. İsa, Allahımız!.. Rabbimiz!.. Bize semaden sofra indir, öncemiz ve sonramız için hem bayram hem de gücünü gösteren bir deilil olur. demiş.

Hz. İsa, acaba, havarilerin şüphesini gidermek için mi dua etmişti? Yoksa duası önemli bir sır mı içeriyordu?

Hazreti İsa’ya vahiyle şu cevap gelmiş:

Maide Suresi 115: ”Kale allahü, inni münezzilüha aleyküm”. Yani, Allah dedi: Size onu indiririm.

Ayetin bu ifadesinden Allah’ın, Hazreti İsa’nın duasını kabul ettiği, havarilerle beraber tüm toplum bireylerini rızıklandıracağı anlaşılıyor. Fakat şartı var… Aynı zamanda da uyarı var: Ayetin sonraki ifadesi şu: ”Fe men yekfür ba-dü minküm…”

Şart, sadece Allah’ın rızk vericiliğinin inkar edilmemesidir.

Peki, rızıklandırma nasıl oluyor?

Luka’nın 5’nci bölümünde cevabı var:

”İsa gölün kıyısında iki kayık görmüş. Simun’a ait olanına binmiş. Simun, ”Bütün gece çabaladık, hiç bir şey tutamadık” diyerek yakınmış. İsa, ağlarınızı denize salın dediğinde salmışlar. Ağları yırtılacak şekilde çok balık çıkarmışlar.

Burada şu hükme varılır: Balıkların gelmemesinin mutlaka bir sebebi vardı. Hazreti İsa’nın ”ağlarınızı denize salın” demesi, o sebebin ortadan kaldırıldığı anlamını verir. ‘inni münezzilüha aleyküm’ kelimesi o şekilde tecelli etmiştir.

Anlaşılıyor ki, Allah’ın rızık edindirme şartı toplumda kabul edilmiştir; Allah sofrayı göndermiştir. Hazreti İsa’nın isteği üzerine o gün bayram olmuştur.

Ayette belirtilen bu şart, tüm zamanlarda, tüm fertler, tüm toplumlar ve tüm milletler için geçerlidir. Allah’ın rızıklandırması inkar edilmedikçe rızıklanma olacaktır.

Soru: rizkın indirilmesi için gereken şart unutulursa… ya da Allah’tan geldiği ret edilirse ne olur?

Herhalde ayetin devamında belirtilen şey olur.

fe inni üazzibühü azaben la üazzibühü ehaden min el-alemine”.

Yani olacak olan, o ana kadar alemde hiç görülmemiş bir azabın içine ferdin veya toplumun veya milletin sokulmasıdır. Kurunun yanında yaş da yanar misali, olgun insanlarla beraber çocukları, bebekleri ve masum hayvanları da içine katarak…

İbrahim Faik Bayav
(08.05.2025 09:15)

Devamını Oku

Maide Suresi 111-112: Havarilere Vahiy Gelmiş. İsa Resul mü, Peygamber mi?

Maide Suresi 111-112: Havarilere Vahiy Gelmiş. İsa Resul mü, Peygamber mi?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Maide Suresi 111-112: Havarilere Vahiy Gelmiş. İsa Resul mü, Peygamber mi?

Maide Suresi’in 111’nci ayeti, Hazreti İsa’nın hizmetinde bulunan havarileri konu ediyor. Ayet kelimelerini irdelediğimizde bir hakikati daha öğreneceğiz.

”Ve iz evhaytü ila el-havariyyine en aminübi ve bi resuli”.

Bu ifade, geçmiş bir zamanda, Allah’ın, Hazreti İsa’nın hizmetinde bulunan havarilere vahyettiğini bildiriyor. ”Havarilere vahyettim” diyor”

Şoru şu: Vahiy nedir?.. kimlere vahiy gelir?..

Türkiye Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisi’nde VAHYETME hakkında şu bilgi var: ”Allah’ın dilediği emir, hüküm ve bilgileri peygamberine bildirmesi anlamında terim”. Yani, ‘vahiy’ konu edildiğinde Müslümanların bilmesi gereken mana bu imiş.

Diyanet Vakfı, ‘vahiy’ teriminin sözlük bilgisini de veriyor: “hızlı bir şekilde ve gizlice söylemek, işaret etmek, ilham etmek” (Lisânü’l-ʿArab, “vḥy” md.).

Demek ki, Allah, emrini ya da tavsiyesini peygamberine ya da peygamberlerine hızlı bir şekilde ve gizlice iletiyormuş.

Maide Suresi’nin 109’ncu ayetinde, Allah’ın, belli bir günde resulleri toplayacağı, bir araya getireceğ bildirilmişti. Konu o ayetin birinci bölümünde yorumlandı.

Şu sorulur: Diyanet kurumu ve onun İslam Ansiklopedisi Allah’ın vahyettiği kişileri,  neden ayetteki gibi ‘resul’ olarak belirtmiyor da ‘peygamber’ kelimesiyle tanımlıyor?

Bazı mealciler de ‘resul’ رَسولٌ terimini ‘elçi’ şeklinde Türkçeye çeviriyorlar.

‘Vahiy’, وَحْيٌ hızlı bir şekilde ve gizlice söylemek ise, ayet ifadesinden, Allah, İsa’nın havarilerine hızlı bir şekilde ve gizlice bir şeyler söylemiş anlamı çıkar. Soru şu: Havariler peygamber mi, resul mü?

Şimdi bakalım… Allah havarilere ne vahyetmiş?..

Allah, ”Aminübi ve bi resuli” آمِنوابى وَ رَسولى demiş. Yani, Bana ve resulüme iman edin, demiş.

Havariler, Allah’ın uyarı içeren vahyetmesine cevap vermişler:

”Amenna ve eşhed bi ennena müslimun”. Yani, İman ettik; bizim Müslümanlar olduğumuza şahit ol” demişler. Bu ifadeden anlaşılıyor ki Hz. İsa’ya ve başka her resule inanmış kişi, ‘Müslim’ sıfatını alıyor.

‘Amenna’ آمَنّا ifadesi, havarilerin, İsa’nın sözünün hakikat olduğunu, yaptığını onayladıklarını belirtir. Buna rağmen havarilerin içlerinde şüphe oluşmuş mudur? Bakalım:

Maide Suresi 112: ”İz kale havariyyun: ya isa ibni meryem!.. Hel yestetıu rabbüke en yünezzile aleyna maideten min es-semai?”.

Bu ifade, havarilerin, Hazreti İsa’ya, İsa’nın rabbinin semadan bir sofra indirmeye gücü yetip yetmeyeceğini sorduklarını, bildiriyor. Masum bir soru gibi görünüyor, değil mi?.. İsa havarilere cevap vermiş:

”İtteku allahe!.. in küntüm müminun”. Bu ifadeden anlaşılan şu: Hz. İsa havarileri ‘mümin’ olmaya çağırıyor.

Hazreti İsa, havarilerin sorusuna ‘indirebilir’ ya da ‘indiremez’ anlamınde bir cevap vermemiş. İma bile etmemiş. ”Müminler iseniz Allah’a ittika edin” demiş.

Neden?..

‘İttikae’ اتَّقاء fiil masdarı, bir şeyden sakınma hareketini yaptırıyor. Müslümanlar ‘ittika’ terimini Allah’tan korkma şeklinde anlamışlar. Nasıl korkulacağı belirsiz kalmış.

İttika sözcüğünün türediği ‘veka’ وَقى fiili, bir şeyi ıslah etme, düzene koyma anlamında kullanılıyor. İttika etmek gerekiyorsa, var olan uygulama ya bozulmasın diye korunacaktır… ya da var olan şey ıslah edilecek, düzenlenecektir. Semadan sofra indirilecekse, indirme yolunun oluşması gerekir. Belki de o yol var idi… Belki de rızık geliyor ve sofra oluşturuluyordu. Eğer böyle idiyse… O zaman, ‘sema’ teriminin ne anlamda olduğu merak edilir.

Mealcilerimiz ve tefsircilerimiz ‘sema’ sözcüğünün Türkçe karşılığının ‘gök’ olduğunu belirttiklerinde, ayet ifadesi anlaşılmaz olmuş. Müslümanlar, gökten sofra inmesi meselesini, bulutların oluştuğu semadan sofra inebilir, sanıyorlar.

Havariler ‘Hel yestetıu rabbüke’ هَلْ يَسْتَطيعُ رَبِّكَ dediğinde, ‘rabbüke’ senin rabbin, demek oluyor.

Havariler, demek ki, İsa’nın Rabbi’ni henüz kendi rabbleri olduğunu bilememişler. Kendilerinin de Rabbi olmasını bekliyorlar. ‘Hel yestetıu rabbüke’ şeklinde sormalarının sebebi o. Ya da içlerinden sadece biri diğer havariler adına sormuştur.

İbrahim Faik Bayav
(01.05.2025 09:42)

Devamını Oku

Maide Suresi 109-110 Bölüm 4: İsrailoğulları İsa’dan Neden Uzaklaştırıldı?

Maide Suresi 109-110 Bölüm 4: İsrailoğulları İsa’dan Neden Uzaklaştırıldı?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Maide Suresi 109-110 Bölüm 4: İsrailoğulları İsa’dan Neden Uzaklaştırıldı?

Maide Suresi’nin 110’ncu ayetinde Hazreti İsa ile ilgili bir konuyu daha dikkate veriliyor. Bakalım:

”Ve iz kefeftü beni israile anke. İz ci-tehüm bi’l-beyyinati Fe kale ellezine keferu minhüm in haza illa sihrun mübinun”.

Bu ayet ifadesi, İsrailoğulları’nın Hz. İsa’dan uzak tutulduğunu anlatıyor. Neden uzak tutumuşlar?Hasta ve dertli toplum bireyleri Hz. İsa eliyle şifaya kavuşuyor da ondan… İsrailoğulları’ndan bazıları, bu olaydan hoşnut olmuyor da ondan.

Hz. İsa’nın anlatma ve öğretme faaliyetine reddiye göstermeleri, Hz. İsa’nın yakınından uzaklaştırılmasının diğer sebebidir. Kelimeleri irdeleyelim:

İz ci-tehüm bi’l-beyyinati”: اِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّناتِ  Bu ifade, İsa’nın öğretilerinin doğruluğunu belirten delilin İsrailoğulları’na da iletildiğini bildiriyor. İsrailoğulları kabul etmiş midir?

”ellezine keferu minhüm” اِلَّذينَ كَفَروا مِنْهُمْ ifadesi, İsrailoğulları içindeki bazılarını dikkate veriyor. O bazılarının haricinde olanlar, kabul etmeseler bile herhalde tarafsız kalmışlardır. Peki ‘kefere’ fiilini işleyen o bazıları ne yapmıştır?

”in haza illa sihrun mübinun” اِنْ هذا الّا سِحْرٌ مُبينٌ kelimesiyle bildirileni yapmışlardır. Hz. İsanın öğretiyi uygulaması ile ortaya çıkan gerçeği ret edebilmek için, uygulama sonucunun sihir’ olduğunu iddia etmişler.

Soru: İsrailoğulları’ndan bazıları neden ‘keferu’ fiiliyle tanımlanmış?

Cevap: Hz. İsa’nın uygulamasını istemedikleri için.

İsrailoğulları’nın bazıları, toplumun perişanlığından çıkar sağlıyorlardı. Derde düşmüş toplum bireyleri, batıl inançla oyalanıyor, ikna edici söz ile insanlar her yönden kendilerine ram ediliyordu.

Hz. İsa’nın öğretisi ve öğretisini uygulaması, o bazılarının çıkarlarını zedeledi. Topluma gelen fayda ve moral üzerine Hz. İsa’nın hareketinin sihirden başka bir şey olmadığını iddia ettiler.

Sihir, سِحْرٌ bir çeşit aldatma hareketidir. Gerçeğe ‘sihir’ diyenler sihir yapmayı iyi biliyorlardır.

Mesela, ayette ‘ebras’ adı verilen cüzzam hastalığının tedavisine İsrailoğullarını o kefere zümresi mi bakıyordu acaba? Hasta iyileşiyor muydu?.. Yoksa hastalar helak mı oluyordu?

Hz. İsa tedavisini yaptığında hasta iyilişiyordu. Peki nasıl oluyordu bu? Bugünün tıp ilmine göre cüzzam hastalığı mikrobik idi. Mikrobun izale edilmesi gerekiyordu. Demek ki Hz. İsa mikrobu izale etmenin usulünü biliyordu.

Luka İncilinde cüzzamlı bir adamın Hz. İsa’nın yanına geldiği ve temizlenmesi için yalvardığı anlatılıyor. İsa adama dokunmuş. ”Temiz ol” dediğinde, adam, hemen o anda cüzzamdan kurtulmuş.

Luka İncilinde, İsa’nın iyileşen adama ”bu olayı kimseye anlatma” dediği belirtiliyor. Ama adam, olayı insanlara anlatmış. Hastalıktan kurtulmak isteyen insanlar akın akın Hz. İsa’nın yanına gelmeye başlamışlar.

Luka’daki ”İsa adama dokundu” ifadesi, tedavi etmek için adama dokundu, anlamındadır. İnsanların akın akın ona gelmeleri ise toplumun nasıl bir feceat içinde olduğunu gösterir. Mikrop nasıl oluşmuş ise artık… insanlar perişan durumdadır.

Hazreti İsa’nın adama kimseye anlatma demesi, belki de, İsrailoğullarının kefere zümresinin Hz. İsa’ya düşmanlığını celb ediyordu. Allah, topluma merhametini göstermek için İsrailoğulları’nı Hz. İsa’dan uzaklaştırmış. Ayet ifadesi şu:

iz kefeftü beni israile anke”. اِذْ كَففْتُ بَنى اِسْراءيلَ

‘Anke’ عَنْكَ kelimesindeki ‘ke’ كَ zamiri, İsa bilinse de, ileri zamandaki İsa sevenlerinin sembolü olarak tevil edilebilir. Yani İsa, ileri zamanda İSEVİ dünyasıdır. İsevi alemi İsrailoğulları’nın bazılarıyla uğraşmak zorunda kalacaktır.

İspanya ENDÜLÜS devletinin, Hıristiyan dünyasının gelişmesine yardımı olmuş. Medeniyet oluşumunda İsrailoğulları’nın bazılarından olumsuz tavır görmüş olmalılar ki, 1492 yılında İspanya Kraliçe’nin fermanı ile İsrailoğulları toptan İspanya’dan uzaklaştırılmışlar.

Ayetin ‘kefeftü beni israile’ kelimesi, 935 sayısını veriyor. Miladi 1529 yılıdır.

İbrahim Faik Bayav
(24.04.2025 09:25)

Devamını Oku

Maide Suresi 109-110: Bölüm 3: Hazreti İsa’nın Kuşları Bugün Uçak Filosudur

Maide Suresi 109-110: Bölüm 3: Hazreti İsa’nın Kuşları Bugün Uçak Filosudur
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Maide Suresi 109-110: Bölüm 3: Hazreti İsa’nın Kuşları Bugün Uçak Filosudur

Maide Suresi’nin 110’ncu ayetinde Hz. İsa’ya ait ilginç bir olaydan bahsediliyor. Ayet ifadesi şu:

”Ve iz tehluku min e’t-tıni ke heyeti’t-tayri bi izni. Fe tenfuhu fiha fe tekünü tayran bi izni”. Yani?..

Yani, bu ayet ifadesinin Türkçe açıklaması şu: Hz. İsa çamurdan kuş şeklinde nesneler yapıyormuş. Sonra o kuş nesnelerin içine üflüyormuş… İçine üflediği kuşa benzeyen nesneler uçar hale geliyormuş. Doğru anlaşılmış mı?..

Maide Suresi’nin 110’ncu ayetinde bahsedilen, ‘ebrasa’, ‘ekmehe’ ve ‘ihya’ olayları İncilde anlatılıyorsa da, Hz. İsa’nın çamurdan kuş heyeti yaptğı bilgisini İncil’de göremedim.

Kur’an ayetleri içinde bir olaya ait ifadeler var ise,  Kur’an içine girmesinin bir anlamı vardır diye düşünürüz. Müslümanlar, bu zamana kadar, anlatılan olaya doğru mu yanlış mı diye bakmamışlardır; ”mucizedir” şeklinde hüküm vermişlerdir. Biz, ifadeyi edebiyat çerevesinde değerlendiriyoruz ve tevil etmeye çalışıyoruz. İfadenin içinde mutlaka bir sır vardır. O sır yüzyıllar ötesinde… belki bin beş yüz yıl sonrasında insanların önüne çıkacaktır. Bir soru sorarak o sırrı bulmaya çalışalım:

Hz. İsa’nın mesleği neydi?

Matta İncilin’de Hz. İsa, ”Marangozun oğlu şeklinde tanıtılıyor. İsa, Markoz İncilinde, ‘Marangoz’ olarak gösteriliyor.

Bizim lügatimizde ‘marangoz’ sözcüğü ağaç doğrama ustası olarak gösterilir. Marangozlar işlenmiş ağaçtan konut veya baraka oluşturabildikleri gibi, beton yapıların kapı, pencere ve dolaplarını da ağaçtan ölçülü biçimde imal edebilirler.

İyi ama, ayetteki ifade, kuş nesnelerin çamurdan yapıldığını belirtiyor…

‘Marangoz’ sözcüğünün bizim bulunduğumuz zamandaki anlamı ile Hz. İsa’nın zamanındaki anlamı farklıdır. U.S.CATHOLİC adlı sitede açıklaması var. Bu sitede belirtildiğine göre, ‘marangoz’ sıfatı İbranicede duvar ustasına veya taş kesici kişiye veriliyormuş. ‘Oymacı’ anlamına da geliyormuş ‘marangoz’ terimi.

‘Marangoz’ sözcüğünün Yunanca karşılığı ise, ZANAATKAR imiş. Zanaatkar olan böyle bir kişi, istenilen şekilde taşı veya tahtayı oyabilir, güzel bir eser meydana getirebilirmiş.

”Ve iz tehluku mine’t-tıni ke heyeti’t-tayri bi izni” ifadesinde gizli özne olan İsa, bizzat İsa’yı değil; İsa’nın şahsı manevisini tanımlamaktadır. Yani, ‘İSA’ İsevi toplumlarının sembolüdür.

Peki, kuşa benzeyen uçucu nesneler nasıl yapılabilir?

Günümüzde marangozluk sanatının teknolojiye yansıması var. Olması istenen uçacak nesne UÇAK olacaktır. Uçağın parçalarının önce çizimi yapılır. Çizimi yapılan parçaların ahşap modelleri hazırlanır. Bu işi yapan kişi marangozdur. Sonra, ahşap model, çelik benzerinin yapılması için kalıp atölyesine gönderilir. Torna ve tesviye işlemiyle her parçanın çelik kalıbı hazırlanır. Sonra, kum kasalarda parçaların şekilleri oluştururlur. Potada eritilen metal eriyik kasalara dökülerek yüzlerce adet olarak ortaya çıkarılır. Metal parçalar atölyede işlenir, montaj edilerek uçak ortaya çıkarılır. Geriye kalır onun uçurulması.

”Fe tenfuhu fiha fe tekünü tayran bi izni” ifadesindeki, gizli özne İsa, şahsı manevisi olan Hristiyan mensuplarını işaret ettiğinden,  ‘tenfuhu fiha’ kelimesi, Hristiyan dünyası mensuplarının maharetine işaret eder. İçine üfleme olayı, yetiştirilmiş pilotlarla gerçekleşecektir.

Sır, açığa yeterince çıktı mı?.. Oluş ve olduruş şartları bilinmeyecek mi yani?

Ve iz allemtüke el-kitabe, ve’l-hikmete, ve’t-tevrate, ve’l-incile” ifadesiyle bilinecek tabi ki.

Hz. İsa’nın şahsı manevisi olan Hristiyanlar, İnci’i ve Tevratı mutlaka bileceklerdir. Hikmet, ‘felsefe’ olarak kendini gösterir. Kitap ise, tekniğin ve hendesenin işletiliş şeklini belirten sayfalar ve klasörlerdir. Ayet içinde ‘Kur’an’ unsuru zikredilmemiş. Demek ki Allah’ın nimeti, Hz. Muhammed’in zamanında, İsa inancıyla yaşayan Hıristiyan dünyasına layık görülmüş. Müslümanlar da bu nimete kavuşur birgün… Hıristiyan dünyasından ders alarak.

İbrahim Faik Bayav
(14.04.2025 09:20)

Devamını Oku
teslabahis casinoport pashagaming betkom mislibet casino siteleri
istanbul eşya depolama