İBRAHİM FAİK BAYAV

İBRAHİM FAİK BAYAV

20 Aralık 2024 Cuma

Araf Suresi 187: ‘Saat’ Olayı Kıyamet Olayından Farklıdır. Belirti Vermez

Araf Suresi 187: ‘Saat’ Olayı Kıyamet Olayından Farklıdır. Belirti Vermez
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Araf Suresi 187: ‘Saat’ Olayı Kıyamet Olayından Farklıdır. Belirti Vermez

Hz. Muhammed’in içinde yaşadığı toplumun ileri gelenleri, içinde ‘helaket’ barındıran bir konuyu merak etmişler. Hz. Muhammed’e sormuşlar. Araf Suresi’nin 187’nci ayetindeki ifade şu:

”Yes’elüneke ani’s-saati eyyane mürsaha”. Yani, sana helak saatinin zamanını ve şeklini  soruyorlar.

İfadedeki ‘saat’ terimini, tüm mealciler ve tefsirciler, ‘kıyamet’ şeklinde Türkçeye çevirmişler. Halbu ki, sorulan, kıyamet hakkında değil,  ‘Saat’ denen şeyin vakti ve şekli hakkında. ‘Saat’ sözcüğünün anlamı kıyamet olsaydı, bir çok ayette kullanıldığı gibi bu ayette de ‘kıyamet’ sözcüğü kullanılırdı.

Hz. Muhammed bu soruya cevap verebilir miydi? Cevabı ayetin devamındaki ifadede:

”Kul; innema ılmüha ınde rabbi. La yücelliha li vaktiha illa hüve”.  Yani, onlara, onun ilmi sadece Rabbimin katındadır, de. ‘saat’ olayının vaktini ve şeklini ondan başkası  TECELLİ ettiremez.

Rabb’den başkasının tecelli ettirmeyeceğini ayet ”la tetiküm illa beğteten” ifadesiyle kesinleştirmiş.

Fark ediydiyse ifade iki ayrı cümleden oluşuyor. Birinci cümlede İLİM dikkate veriliyor. Yani, ‘saat’ olayının ne olduğu, nasıl bir şey olduğu… İkinci cümlede ise onun TECCELLİsi…

Peki vaktini ve şeklini sordukları ‘saat’ olayı nasıl bir olaydır?

Ayetin devamındaki ifadede şöyle anlatılıyor:

”Hüve sekulet fi es-semavati ve’l-arzı”. Yani, o, göklerde ve yerde ağır bir şeydir.

O kadar da değil. Devamı ifadede de şu belirtiliyor:

”La tetiküm illa bağteten”. Yani, size ummadığınız bir anda gelir.

”Size ummadığınız bir anda gelir” uyarısında ‘siz’ zamiri ile Hz. Muhammed’in zamanındaki o toplum mu kast ediliyor?.. Yoksa, her zamanda her millet bu uyarının muhatabı olur mu? Kelimeleri irdeleyelim:

‘Bağteten’: بَغْتَةً Bu fiil mastarı, ansızın gelme hareketini yaptırıyor. Gelme öncesi hiç bir belirti göstermez. Hareket olur ve biter. Mesela, kişi caddede giderken silah patlar, o kişi vurulur ve düşer.

‘Mürsa’: مُرْسي Bu kelime, bir yerde sabitlenmiş bir şeye verilen addır. İfadede ”saat’ olayının sabitlenmiş vakti için kullanılmış. Mesela; şu ayın, şu gününün şu saati, gibi. Bir maddenin tanımlanması için de kullanılabilir. Mesela bir büyük harp aletinin bir alanda konuşlanıp sabitlanmesi gibi. Haccacı Zalim’in Kabeyi yıkmak için konuşlandırdığı mancınık, mesela.

‘Saat’: اَلسّاعَةِ Bu terim kıyamet olayından çok daha ileri bir olayın adıdır. Olacak olan o olay, o zamandaki insanların zihinlerinin kavrayamayacağı kadar korkunç bir şeydir.

Toplumun ileri gelenleri anlamak için tekrar sormuşlar. Gelen ayet ile cevap verilmiş: ”Yeselüneke keenneke hafiyyün anha”. Yani, sende, o konuda bir bilgi varmış gibi soruyorlar”.

Sormalarının sebebi ne acaba?..

Hz. Muhammed’e iki sebepten sorulmuş olabilir:

a) Onun mutlaka aydınlatıcı cevap vereceğine güven duydukları iç.. Soranlar müminlerdşr.

b) Ya da, verilemeyecek cevap ile Hz. Muhammed’i zora sokmak iç Bunlar münaffıklardır.

Her iki şıkta da olsa, ayette soranlara şöyle cevap verilmesi emrediliyor: ”Kul; innema ılmüha ınde allah”. Yani, Onun ilmi sadece Allah’ın katındadır. Bu cevabın anlamı ise şu: Hz. Muhammed, saat olayı sorusunu cevaplayacak vasıfta değil.

Bir olayın ilmi Rabb’den insanlara… İnsanlardan da diğer insanlara aktarılabilir. Lakin konu edilen ‘saat ilimi”, o zamanın insanlarının zihninin kavrayabileceği bir şey değil. Tecelli ettirmek ise, kim, hangi güç karar verdiyse, ona aittir.

Soru: Bu zamanda yaşayan biz, ‘saat’ olayının ne olduğunu… nasıl bir şey olduğunu merak edemez miyiz? Ya da Müslümanların alimleri, fakihleri ve hocaları hiç mi merak etmemişler?

Merak etmişlerdir. Belki bulunduğumuz zamanın alimleri hissetmişlerdir de… Lakin, anladıklarını anlatabilecek kelime bulamamışlardır… Anlatamamışlardır.

Kur’an’ın ayetlerinin her yüzyıl için mesaj verdiğine inandığımız için… ‘saat’ olayının ne olduğunu merak ederiz.

Mesela, Kamer Suresi’nin ilk ayeti olan ”İkterabet es-saat, ve inşakka’l-kamer” ifadesi, saat olayının nasıl bir şey olabileceği hakkında fikir edinmemizi sağlayabilir. Lakin, kitaplardaki bilgileri ezber şeklinde zihnine dolduran müsümanların, bu ifade ile bile ‘saat’ teriminin mahiyetini anlamaları mümkün olmayacaktır.

Araf 187’deki iki terimimi irdeleyelim:

‘Tecelli’: تَجَلّي Bu terim Arapça Türkçe lügatte, açık ve zahir olma, açılıp aydınlık olma, şeklinde belirtilmiş.

‘Sekulet’: ثَقُلَتْ Bu kelime lügatte ‘ağırlık’ anlamında gösteriliyor. Fiziki anlamda tartma ve ağırlığını görme hareketini yaptırıyor. Mecaz olarak, birinin diğerinin davranışına baskın gelmesini de belirtebiliyor. Ağırlığını koydu, meseleyi halletti, gibi.

Sekulet, ayet ifadesinden anlaşıldığına göre, önce atmosferde, yükseklerde görülecektir. Yere basınç yapacaktır. Oluştuğu alanda veya bölgede, onun ağırlığı altında kalan insan, hayvan ve bitkilerin artık yaşaması mümkün değil.

İbrahim Faik Bayav

(20.12.2024 09:40)

Devamını Oku

Araf Suresi 181-186: Müslüman Yönetim Bozulursa Bir Daha Düzelmez

Araf Suresi 181-186: Müslüman Yönetim Bozulursa Bir Daha Düzelmez
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Araf Suresi 181-186: Müslüman Yönetim Bozulursa Bir Daha Düzelmez

Araf Suresi’nin 186’ncı ayetinde, ”Allah kimi saptırırsa, ona yol gösteren bulunmaz” anlamında bir uyarı ifadesi var. Bu uyarının, -o zamanda- İslam dinine girmiş kimseler için olduğu anlaşılıyor. Bu uyarı, bu zamanda, tüm ‘Müslüman’ bilinen kimseler içindir.

Önce bir not: Türkçeye ”Allah kimi saptırırsa” şeklinde çevrilen bu ifade, Allah saptırma hareketi yaptırıyor şeklinde anlaşılamaz. Anlamı bulmak için 181’nci ayetten itibaren irdelemeye başlayalım:

Araf 181. Birinci kelime: ”Ve mimmen halakna ümmetün”. Yani, meydana getirdiğimiz toplumun içinde bir cemaat bulunur.

‘Mimmen halakna’ مِمَّنْ خَلَقْنا  ifadesi, boş bir alanda, köy, mahalle veya şehir meydana getirilmesini belirtir. Oluşturulan her birim ülkenin birer parçası olacaktır.

Ümmetün’: اُمَّةٌ Bu sözcük ile, meydana getirilen şehir veya ülke içindeki belirli kişilerdir.  ya da bir kurum ima edilir.

Araf 181. İkinci kelime: ”Yehdüne bi’l-hakkı ve bihi yeadilün”. Yani şehir veya ülke içindeki belirli o kişiler, hak üzere yol alırlar; ve hak ile toplumda adaleti sağlarlar.

‘Hakk’ بِالْحَقِّ terimi, sosyal hayatın her safhasında olması ve yapılması gereken kuralları tanımlar.

Verilen mesajı Müslüman Türkiye için düşündüğümüzde;

a) Ülkenin sağlam kalabilmesi, belirlenen kurallarla mümkün olacaktır.

b) Hak, belirli o kişilerin kurallar çerçevesinde hareket etmesiyle gerçekleşir.

”Yehdüne bi’l-hakkı ve bihi yeadilün” ifadesinin tecellisi, ülke yönetimindeki kişilerden başlar. Yönetimdekiler, ‘hak’ ile yol almıyorsa, ülke içinde adaleti sağlayamazlar.

Soru şu: O zaman toplumun ya da ülkenin akıbeti ne olur?

Cevap: 182’nci ayetteki ”senestedricühüm min haysü la yalemun

مِنْ حَيْثُ لا يَعْلَمونَ سَنَسْتَدْرِجُهُمْ

ifadesiyle belirtilen olur. Müslüman ülke, yöneticiler sayesinde çökmeye ve bitmeye doğru yürütülür. Çünkü, ülkeyi sağlam tutacak kurallar, zıddına icra ediliyordur.

Kuralların zıddına icrası, kuralların tekzib edildiği anlamını taşır. Hz. Muhammed’in çevresindeki Müslümanlar için gelen ”Vellezine kezzebü bi ayatina” ifadesi, bu zamanın Müslüman yöneticilerinin suratına tokat gibi vurur. Kendilerine gelirler mi, bilinmez. Gelemezlerse ”Senestedricühüm min haysü la yalemun” ifadesine muhatap olurlar. Yani… Artık, o Müslüman yöneticiler, zıt icra ile, kendilerini kaybedecekler, ne olduğunu anlamadıkları bir yol ve usulde ilerlemeye başlayacaklardır. Yıkılış ve bitiş kaçınılmaz olur.

Araf Suresi ayet 183: ”Ve ümli lehüm; İnne keydi metinün”.

Bu ifade, kural zıddına icra eden Müslüman yöneticelerinin, yıkılışının hemen olmayacağını belirtiyor. Zıt icradan dönüş mümkün. Fakat ‘İnne keydi metinün’ ifadesi, kural zıddına icra eden yönetimdeki müslümanların ‘hile’ yaparak ve ‘tuzak’ kurarak hareket ettiğini belirtmiş oluyor. Üstte belirttiğimiz yıkılışın ve bitişin sebebi bu olacaktır. Tabi, dönüş yapmazlarsa.

Araf Suresi ayet 185: Bu ayet, hile ile iş gören, kural zıddına icra eden Müslüman yöneticilerin, göklerin ve yeryüzünün melekütüne bakıp bakmadıklarını soruyor. Demek ki bakmıyorlar; bakmak istemiyorlar. Hele ki bu ifade ile, zıt icra ile yönetenlerin ecellerinin gelmiş olabileceği ima ediliyor.

Ayet ifadesinden şu anlaşılıyor: Kural dışı icra eden Müslümanlar, belki, yer ve hava üstünlüğü kurma merakındadırlar. Lakin ecellerinin geldiğinine aldırış etmiyorlar. Ayetin ”fe bi eyyi hadisin badehü yuminün” ifadesi, bu safhadan sonra, öyle Müslümanların, kendilerine doğru icra için uyarı yapılsa da kabul etmeyeceklerini haber veriyor. Neden?.. 186’ncı ayette, yolunu şaşıranlara Allah’tan başka yol gösteren olmaz” diyor da ondan.

İbrahim Faik Bayav

(09.12.2024 12:05)

Devamını Oku

Araf Suresi 179: İNS ve CİN… Onların Çoğu Neden Cehennem İçin?

Araf Suresi 179: İNS ve CİN… Onların Çoğu Neden Cehennem İçin?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Araf Suresi 179: İNS ve CİN… Onların Çoğu Neden Cehennem İçin?

Araf Suresi’nin 179’ncu ayetinde CİN ve İNS taifesi zikrediliyor. Bu iki taifenin çoğu, bedenlerindeki ”kalp’, ‘göz’ ve ‘kulak’ organları dikkate verilp,  kötü biçimde anılıyor. Ayet ifadesinden şu anlaşılıyor: Bu iki taifeye mensup bazıları kötü anılacak davranıştan kaçınıyorlar.

Soru şu: CİN ve İNS taifeleri, nasıl varlıklardır?

CİN’in varlığı hakkında genel kanaat, yeryüzünde yaşayan lakin görünmeyen yaratık olduğudur. Nasıl yaratık olduğunu, CİN’i kimler görebilmişse onlar anlatabilir.

Müslümanların uleması, İNS’in İNSAN türü olduğunu belirtiliyor. İslam Ansiklopedisi ‘İNS’ terimi için ”İNS, daha ziyade insan türünü ifade etmektedir” demiş. İyi.. O zaman CİN sözcüğünü ne türü diye anlayacağız?

CİN diye anlatılan da İNSAN türüdür. CİN sözcüğü ile, Hz. Muhammed’in o anda orada olmayan, başka bir mekanda bulunan muhatapları kast edilir. Örnek verilmesi istenirse… Hani, Türkiye’de MERKEZ ve TAŞRA teşkilatları tanımlaması yapılır ya!.. Aynen onun gibi. Bu iki tanım ile iki ayrı bölgede faal olan insanlar kast edilir. Merkezdekilerle yakın ilişki kurulurken, taşradakilerle kurulacak ilişki zaman alır.

Araf Suresi’nin 179’ncu ayeti ne diyor?.. Bakalım ve kelimelerini irdeleyelim:

”Ve lakad zereena li cehenneme kesiran min el-cinni ve’ll insi”. Yani?..

Yanisi şu: Mealciler. bu ifadeyi Türkçeye çevirirken, aynı anlamı verememişler. Eski mealciler, cin ve ins taifesinin çoğunun cehennem için yaratıldığını söylemişler. Yeni mealciler ise İNS ve CİN taifesinden çoğunun cehennem için hazırlandığını belirtiyorlar.

Hatırlatalım: ‘halk’ خَلَقَ fiilinin karşılığı olan ‘yarakmak’ sözcüğü, tüm müslümanların zihninde ”Allah’ın yoktan var etmesi” şeklinde yerleşmiştir. Ayet ifadesini, ”cehennem için yarattık” şeklinde Türkçeye çevirenler, -farkında olmadan- Allah’a kötü sıfat yakıştırmış oluyorlar.

Cehennem için hazırladık ifadesi, uygundur. Çünkü onların içinde cehennem gerektirecek davranışlar ve hareketler oluşmuştur. Cehennem, ifsad olayının neticesidir.

‘Zeraena’ ذَرَأْنا fiili, müteaddi fiildir; yaratılmış, var edilmiş bir şeyi, bulunduğu yerden açığa çıkartır. Açığa çıkacak olan şey, o toplum içinden ve başka toplum içinden pek çok ‘fesat’ kişidir. Açığa çıkartılan kişiler, ‘li cehenneme’ kelimesi gereğince cehenneme sürülecektir.

Soru: Neden öyle olacaktır?.. Şu sebepten..

”Lehüm kulübün, la yefkahüne bihaلَهُمْ قُلوبٌ لا يَفْقَهونَ بِها 

”Ve lehüm ayünün, la yubsırune biha” وَ لَهُمْ اَعْيُنٌ لا يُبْصِرونَ بِها

”Ve lehüm ezanün la yesmeune biha” وَ لَهُمْ آذانٌ لا يَسْمَعونَ بِها . Yani, bedenlerinde bulunan üç organ; kalp, göz ve kulak, o varlıklarca, görev yapamaz duruma getirilmiştir.

Ayetin kelimelerini irdelemeye devam edelim:

‘La yefkahüne” fiili, onlardaki ‘anlama’ melekesinin kaybolduğunu gösteriyor. Anlamadıkları konu ise, sosyal hayatta, hukuk kuralının olmasıdır. Bu kuralın gerekliliğini anlamıyorlardır. Çünkü, hukuk kuralının işlemesi ve işletilmesi diye bir sistemden uzak kalmışlardır.

”La yubsırune” fiili, Bakamama hareketini belirtir. Bir hareketin veya işlemin sonucu belirgin olmuştur. O sonucun görülmesi istenmez. Mesela; inşa tekniğine uymayan bina çökmüştür. Bir daha öyle yapılmasın diye çöküntüye bakılması gerekir. Bakmazlar; ve gerekli kişilere de baktırmazlar.

”La yesmeune” fiili, duymamazlık hareketini belirtir. Ses ile kulak arasında engel oluşmuştur. İnşa faaliyetinde olanlara denir ki; ”Tekniğe uygun hareket et”… Duymaz.. Aslında bunun örneği Türkiye siyaset sahnesinde görülüyor. Bir ülke ekonomik kriz ile sarsılmaya başlamıştır. Uzmanlar, yönetimi tek başına elinde tutan kişiyi ve yandaşlarını ”İsraftan kaçının, tasarruf edin sarsıntı dursun” diye durmadan uyarırlar. Lakin o kişiler duyamazlar. Çünkü içinde yaşadıkları ortamda, saltanat zevki, uyarı ile kulaklar arasında set oluşturmuştur. Bunlara, ayet ile uygun görülen benzetme; ”Ke’l-en’aam” كَلْاَنْعامْ imiş.

Ülkemizdeki bu gibi insanların cehenneme sürülecekleri zaman ne zamandır acaba?

İbrahim Faik Bayav

(02.12.2024 09:40)

Devamını Oku

Araf Suresi 170: Salat Nedir? Muslih Kimdir? Kitaba Sarılmak Nasıl Olur?

Araf Suresi 170: Salat Nedir? Muslih Kimdir? Kitaba Sarılmak Nasıl Olur?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Araf Suresi 170: Salat Nedir? Muslih Kimdir? Kitaba Sarılmak Nasıl Olur?

Araf Suresi’nin 170’nci ayetinin sonunda, ”Biz sadece muslih olanların ecrini zayi etmeyiz” ifadesi var: ”İnna la nuzıu ecre’l-muslihin” Bu ifade ‘muslih’ olmayanların emeklerinin işe yaramaz olabileceğini ima ediyor.

Anlatım geniş zaman kipiyle sunulduğu için, o anki zamanı ve gelecek her zamanı şümulüne alır. Sebebi; topluma güven vermek ve faaliyete teşvik etmektir.

Ecir nedir?

Ecr, اَجْرَ Arapça Türkçe lügatte, ‘karşılık’ ve ‘mükafat’ olarak belirtilmiş. Öyleyse, bir toplum içinde, her bir ferdin… ülke içinde her bir kurumun, yaptığının, ettiğinin, ürettiğinin hak ettiği bir karşılığı olacaktır.

‘La nuzıu’ لا نُضيعُ fiili, kaybolmaz veya telef edilmez, anlamını verir.

Ayet, sadece, muslih kişilerin veya muslih kurumların yaptığının ve ürettiğinin ecrinin zayi olmayacağını belirttiğine göre muslih olmayanlar talihlerine küssünler.

Merak edilen soru şu: Kişide ve kurumda ‘muslih’ vasfı nasıl oluşuyor?…

Ayet ifadesinden anlaşıldığına göre İki şekilde:

a) ”Vellezine yümessiküne bi’l-kitabi” ifadesi gereğince… Mealciler, bu ifadeyi, kitabı sımsıkı tutarak, onu bırakmayarak, şeklinde Türkçeye çevirmişler.

b) ”Ve ekamu’s-salate” uyarısı gereğince salata devam ederek. Mealciler ‘salat’ terimini ‘namaz’ şeklinde Türkçeye çeviriyorlar galiba

Kelimeleri irdeleyelim:

‘Yümessiküne’ يُمَسِّكونَ fiili, tutulması gereken şeyi mutlaka tutma ve bırakmama hareketini belirtiyor. Tutulması ve bırakılmaması gereken şey ise kitaptır.

Ayetteki ‘kitap’ zikredildiğinde ülkemizdeki hocalar, ‘kitap’ terimini Kur’an mushafı anlıyorlar. Müslüman cemaatlere, Kur’an’a sarılmayı ve onu bırakmamayı tavsiye ediyorlar. Müslümanlar da hocaların tavsiyesini o kadar güzel benimsemişlerdir ki… Kur’an’ı iki kolları arasında göğüslerine sıkı sıkı bastırıp tilavet etmek için toplanırlar. Lakin ‘Yümessiküne bi’l-kitabi’ kelimesiyle anlatılanın bu olmadığını öğrenme fırsatı bulamamışlardır.

‘Bi’l-kitabi’: بالْكِتابِ Bu, özel isim gibi görünüyor. Öyle göründüğü için, ulema, bu kelimeyi Hz. Muhamed’e indirilen kur’an sanıyor. 160’ncı ayetten itibaren anlatılanlar Musa’nın kavmi hakkında olduğundan, ”yümessiküne bi’l-kitabi” ifadesindeki ‘el-kitab’ Tevrat’tır. Tevrat, Hz. Muammed’in ve ileri gelenlerinin ya yanındadır, ya bilgisindedir.

Ayet içinde ”ekamü‘s-salate” اَقاموا اَلصَّلوةَ  ifadesi de var. Yani, o kimseler salatı ikame etmişlerdir. Öyleyse salatı ikame eden o kimseler, emeklerinin karşılığını almışlardır.

Milat öncesi oluşan Tevrat hükümlerinin anlaşılır olması gerekir. Anlaşılması için söylenen her söz, yeni bir kitap oluşmasına sebep olur. Olmuştur da… Kitap, hükümler içermektedir. ‘Yümessiküne’ fiili, kitapta belirtilen hükümlere aksatmadan uyulduğunda, emeklerin zayi olmayacağını, haber verir.

Şu anda yirmibirinci yüzyıldayız. Kur’an ayetleri, Hz. Muhammed zamanının insanlarına hüküm vaz ederken bu yüzyıl insanlarına da mesaj veriyor: Şunu demek istiyor: ”Kitaba önem veriniz, kitapta belirtilen hükümlere göre icra ediniz…”

Kur’an mesajı bugün Müslüman ülkelerde nasıl tecelli ediyor?

Sosyal hayat (İçtimai hayat), zirai ve ticari faaliyet gerektiriyorsa da, sınai faaliyeti de gerekli kılıyor. Yaşamı daha iyi edecek ihtiyaçlar üretilecektir. İmarat genişleyecektir. Barındırma ve bir yerden diğer yere ulaştırma sistemi oluşacaktır. Planlamalar yapılır; projeler hazırlanır. Bunlar sayfa sayfa toplanır, dosya (kitap) haline getirilir. Uluslararasında ilmen onaylanır. Artık her ülkede her kişi veya kurumun yapmak istediği çalışma, bu kitap bilgilerinin dışına çıkmadan olacaktır. (Ekamü’s-salate)

Ayetin sonundaki ifade ”İnna la nuzıu ecre’l-muslihin” idi. Muslihlerin çalışmasıyla ortaya çıkarılan eserler, ”yümessiküne bi’l-kitabi” gereğince zayi olmayacaktır. Mimar Sinan’ın camileri gibi… Japonların İzmit Körfezi’ne kurduğu köprü gibi… ‘Muslih’ vasfı olmayanlar, kitap bilgilerine önem vermediklerinden, onların her bıranşta yaptığı işler, sadece kendilerine menfaat amaçlıdır. Öyle kişilerin ve kurumların diktiği binalar yıkılır; yaptığı yollar çöker; nakledici trenler raydan çıkar; maden ocakları çöker, mezara dönüşür.

İbrahim Faik Bayav

(24.11.2024 09:17)

Devamını Oku

Araf Suresi 168: Bir Milletin İçinde Hayırlısı da Vardır; Hayırsızıda Vardır

Araf Suresi 168: Bir Milletin İçinde Hayırlısı da Vardır; Hayırsızıda Vardır
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Araf Suresi 168: Bir Milletin İçinde Hayırlısı da Vardır; Hayırsızıda Vardır

Araf Suresi’nin 168’nci ayeti, ”Ve kattanahüm fi’l-arzı ümemen” ifadesiyle başlamış. Yani, onları yeryüzünde ümmetler şeklinde bir birinden ayırdık.

‘Onlar’ dediği, kimler?..

‘Hüm – onlar’ هُمْ zamiriyle belirtilenlerin, Musa öncülüğünde Mısır’dan çıkan kavim olduğunu anlıyoruz. Ayet, Hz. Muhammed’in çevresine, geçmiş zamandaki bir olayın hatırlatmasını yapıyordur.

Sonraki ifade: ”Minhüm es-salihune ve minhüm düne zalike” Yani, onların içlerinde… (Yani, Musa’nın kavminin içinde, diye anlıyoruz) hem salih olanlar vardı; hem salih olmayanlar vardı.

Demek ki, bir toplum ‘müsbet’ ve ‘menfi’ iki davranışı sergileyebiliyor.

‘Salihun’ اَلصّالِحونَ sıfat kelimesi, uygun hareket edenleri, hayır getirecek iş yapanları, yapabilenleri belirtir. ‘Düne zalike’ دونَ ذلِكَ kelimesi ise, kendilerinde bu davranış bulunmayan ya da görülmeyen kişiler olarak anlaşılır.

Her milletin içinde aynı durum görülür. Peki ayet neden böyle bir hatırlatma yapmış?

Ayetin ikinci ifadesi şu: ”Ve belevnahüm bi’l-hasenati ve’s-seyyiati” Yani, onları güzelliklerle ve çirkinliklerle denedik.

Salih kişilerin faaliyetiyle güzel ve hoş ürünler ortaya çıkar. Diğerlerinin işe yarayacak faaliyeti yoktur. Sorumluluk da üstlenemezler. O zaman üretilen, meydana getirilen güzel şeyler, bakımsızlıktan bozulur ve çirkinleşir.

Sonraki ”Leallehüm yercüun” kelimesi, denenen o kimseler, belirlenmiş kural uygulamasına -belki- dönerler, anlamını verir.

Bu ayet, günümüzde ve ülkemizde nasıl tecelli ediyordur?..

Kur’an ayetleri iş olsun diye insanlara duyurulmaz. Anlatılan olay mesaj yüklüdür, Duyurulan ayetler, ‘Müslüman’ adı taşıyanlara, düşünme fırsatı verir. Tabi, okunan ayetleri anlayabiliyorlarsa…

Bir örnek:

Bu Eylül ayında okullar açılınca, Milli Eğitim rezaleti gündeme geldi. Okul hayatına başlayan çocuklar okulların çöpü ve kirliliği içinde ders görmeye başladılar. Ankara Büyükehir Belediye Başkanı sorumluluk alıp okulları temizletmeye başlayınca, Müslüman Hükümetin Milli Eğitim Bakanı buna engel oldu. Bu, Kur’an ayetinin işaret ettiği ‘SALİH’ ve ‘DÜNE ZALİKE’ örneklemesinden biridir. Bu rezaletin dünya kamuoyuna yansıması, hükümete, kişiliğinde ‘Leallehüm yercüun” ifadesinin tecelli edebilmesine yarayacaktır. Milli Eğitim Bakanı’na ve kadrosuna, konmuş sorumluluk kuralına dönebilme, ‘salihun’ safına geçme fırsatı tanır.

Araf Suresinin 168’nci ayetini analiz sonrası, ayet ifadesinin içindeki sır merak edilir. Bakalım:

‘Fi’l-arz’ kelimesi, -o zaman için- geniş toprak parçası anlamındadır. ‘Fi’l-arz’, bulunduğumuz zamanda, Dünya gezegeni ve gezegenin içindeki tüm kara parçaları olarak da anlaşılıyor. Kelimenin harflerinin toplamı 1122 sayısını veriyor. Bu, Miladi 1710 tarihinin karşılığıdır. 1400’lü yıllarda başlayan coğrafya keşifleri 1700’lü yıllarda tamamlanacaktır. Tüm coğrafya parçalrı ‘Fi’l-arz’ olur.

Ayet’in ‘hüm fi’l-arz ümemen’ هُمْ فِى الْاَرْضِ kelimesi, ebceden 1249 ve 1299 sayılarını verir. Bu sayılar, Miladi 1833 ile 1882 yıllarının karşılığıdr. Ayet ifadesinden anlaşılır ki, Musa’nın kavminin soyu, bu tarih aralığında, tüm dünya coğrafyasında ümmetler halinde yerleşmeleri tamamlanacaktır. Ayet ”Onların içinde salih olanlar var, salih olmayanlar da var” diyor. Salih olanları, salih olmayanlar yüzünden pek tanınmıyorlar. Filistin’de, bazılarının İSRAİL adıyla kurdukları devlet, hem Musa kavminin orada yerleşen torunlarına hem de çevre ülkelere kin ve nefretten başka bir şey oluşturmuyor.

İbrahim Faik Bayav

(17.11.2024 09:45)

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.

teslabahis casinoport pashagaming betkom mislibet casino siteleri
istanbul eşya depolama