OKTAY EROL
Gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi, ya da bir başladı mı durmak bilmeyen sorunlar, ya da devenin hörgücüne bakarak “nerem doğru ki” demesi… Ülkede “gidişten” hoşnut olan yok! Herkes birbirinden kuşkulanıyor! Sokakta “kimin” karşısına dikilip namluyu doğrultmayacağının, kimin günün bir saatinde “aile faciası” yaşamayacağının, kimin çocuğunun uyuma hırıltısına sinirlenmeyeceğinin, hangi köşede kimin/kime “yan baktı” diye saldırmayacağının, hangi çocuğun karanlıkta okula giderken taciz edilemeyeceğinin güvencesi yok!
Günlerdir katledilen çocukların, sokak ortasında kurşunlanan kadınların, hastane odalarında canları alınan bebelerin haberleriyle yatıp/ kalkıyoruz! Bir yandan da kimin/ kime ne yedirdiğini, yediklerimizin ne denli sağlıklı olduğunu bilmiyoruz! Maşanın ucundaki közle ilgileniyoruz, maşanın başında kim/ kimler olduğunun araştırılmasını erdem saymayan “iktidarın” baştan/ tırnağa ne sorgulanması gerektiğine, ne de sorgulamayan “muhalefetin” eksiğini yüzlerine vuramıyoruz!
***
İnsanlar doymadan “maşayı tutanların” kim olduğunu söylemiyor; açık! Nasıl söylesin ki? Güç onda, sistem onda, yasa onda… Adına istediğiniz kadar “orantısız güç” deyin! Daha geçtiğimiz günlerde bir Akp milletvekilinin maden ocağındaki emekçilerin günler süren eylemini duymayan kalmamıştır! İstedikleri hakları olmasına karşın güvenlik güçlerinin gözdağı verdikleri işçilerdi! Zorla sadaka istenmiyordu, ya da zorla hak etmedikleri bir “bedel” de değildi istedikleri; asıl zorda kalması gereken, asıl üstüne gidilmesi gereken, asıl hesap sorulması gereken, asıl yasaların sorgulayacağı “o” patron olması gerekirken işçiler “işlerinden” kovulma yitimi bile yaşadılar; unutmadık!
Şu bebelere ne demeli ya? Daha yaşamı soluyamadan “kuvözün” içinde tutsak edilmeler… Sözde hasta olarak doğmuşlardı, sözde hastalıklardan korunmaları gerekiyordu, sözde gelişimlerini tamamlayana dek bakımları yapılacaktı, sözde anne/ babalar için umuttu! Ne için olduğunu sürekli anlatıyorlar; doymazlık, para, hırs… Kimlerin yaptığı sorulunca iki/ üç kişinin üzerine çıkılmıyor, kimlerin koruduğu/ kolladığı, bebelerin canları alınırken kimlerin olanları izlediği, “işin başında” kimin olduğu ortaya çıkılmıyor!
***
Hani soluyoruz ya; adı yaşamak olmalı! Öyle tanıklıyorlar! “Soluyorsan yaşıyorsun!” insanların içinde bulunduğu bunalımların “nedenleri” üzerine düşünülmesi gerektiğini düşünürken, bu yurdun çalışanının, işçisinin, emekçisinin, emeklisinin hiç “önemi” yokmuş gibi, taa Amerikalarda yatırımcılara “pazarlanış biçimini” duydunuz sanıyorum! Merkez Bankası’nın faizi yüzde elli biliyorsunuz, “asgari ücret” için ABD’li yatırımcıya “yüzde yirmibeşi geçmez” güvencesi veriliyor! Bunun anlamı şudur: ülkemize gelin, yatırım yapın, emeklerini çalacağınız işçileri ucuz yoldan kullanırsınız…
Bu demek? İkibinyirmidört balında onyedibin lira olan aylık, yirmikibin lirayı geçmeyecek demek! İnsanaşkına, bu denli yirmiüç yıllık beceriksizliğin bedeli nasıl emekçilere ödetilir, demiyor musunuz? hepsini geçelim; kirayı, elektriği, doğalgazı, mutfak masrafını, okula giden çocuk giderlerini karşılasınlar yeter! Emekçiler geçen yılların giysisini, ayakkabısını giyerler, ancak “temel gereksinim” denilenleri karşılamadan yaşamlarını sürdüremezler!
***
Gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi, ya da bir başladı mı durmak bilmeyen sorunlar, ya da devenin hörgücüne bakarak “nerem doğru ki” demesi… Bunları neden düzeltemiyoruz, düzeltmeyi gerçekleştiremiyoruz? İnsanaşkına kimse yurttaşın gözüne bakmasın, kimse “açlık sınırı” altında aylıkla yaşamını sürdürenlere bakmasın! Sorun da, sorunu çözecek de sizsiniz! Çıkmış bir kendini bilmez “şeriatla yönetilen ülkeler daha olaysız” benzeri tümce kurmuş, sanki kendini “şeriatla” yönetilen bir ülkede yaşamasını engelleyenler var! Ayrıca, “çocuğunun eğitimini nerede aldırmak istersin” diye sorsanız, hiç düşünmeden başını döndüreceği yön batı olacaktır! Böyle düzeysizler!
Her zaman diyorum: bu yurdun insanı doymak istiyor! Birisi kayrılsın, diğeri üvey avlat sayılsın istemiyor! Bu yurdun tüm değerleri korunsun, bu yurdun insanı için harcansın istiyor! Gerçekten yurttaşın kaygılarını dinliyor musunuz, yoksa umursamazlığınızı sürdürüyor musunuz?