OKTAY EROL
Adana’da yaman yaz sıcağını yaşamak, ardından da sokakta/ caddede/ kaldırımda yaya olmanın zorluklarına tutsak olmak hoş değildir! Bir de kural vardır; bilirsiniz… Kaldırımlar gerek esnaf sergenleriyle, gerekse araçlarla doldurulamaz! 5326 sayılı “kabahatler yasasına” göre tutanak tutularak cezalandırılır! Var mı uyan, var mı uyulması için çaba harcayan; yok!
Adana’nın “işlek” caddelerinden geçerken, birbirinin üstüne binmiş pazaryeri araçları gibi “çirkin” görüntüleri görüyorsunuz! Yolun darlığına bakılmaksızın “her iki yana” park etmiş araçlar, yayaların geçecekleri alanların gaspı, trafikte yol alabilmek için temmuz sıcağında/ esintinin olmadığı havalarda ağaç dalları gibi kımıl kımıl ilerleyen araçlar… Anlaşılmayan “şey” şu; trafik yalnız “teneke parçası” araçlardan mı oluşuyor, yayaların hiç geçiş hakları yok, kaldırımlar kimin?
Yayalar, kaldırım gaspı deyince “kavis” konusuna da değinmek istiyorum! Küresel bir firmanın yaptığı araştırmaya göre, “kavislerin çokluğu” o ülkenin gelişmişliği ile birbirine koşutmuş! Sözüm ona, bir ülkede ne denli çok “kavis” varsa, yollarda karşınıza birden çıkan “kavislerin” sıklığı ne denli dikkatinizi çekiyorsa “o ülke” o denli geri kalmıştır! “Kavisler” ara sokaklardan çıkacak bir çocuğun, dalgın yürürken bir yayanın karşıdan karşıya geçeceğini düşünmeden “meskun mahal” de denilen “yerleşim yeri” hızı sınırını aşarak araç kullanmanın sonunda bir “önlem” olarak karşımıza çıkıyor! Sevinin haydi!
Kentlerde yaşamanın kurallarından ilki, “başkalarının da yaşadığını, hakları olduğunu bilmek” olmalı! Özellikle milyonluk araç sahiplerinin tutumu hiç de öyle değil! Yolun her iki yönü kendilerinin, kaldırımlar yayalardan önce kendilerinin, yollarda istedikleri hızı yapma hakları, “kuralları” yok sayma hakları kendilerinin… İşte tüm bunlar, başkalarının haklarını “yok saymak”, geri kalmışlığın kanıtıdır!
Buruk mezarlığına “seyyar çadır”…
Geçtiğimiz günler, bir yakınımızın yaşamını yitirmesi nedeniyle Buruk Mezarlığı’ndaydık! Öğleye yakın bir zamandı, hava sıcaktı, gelenlerin acısıyla birlikte Adana’nın yaman sıcağında araçlarla aşağılara indik! Uzun ağaçların altında kalan “geçtiğimiz yerlerde” ayrılmış, etrafı çevrili alanlar gözden kaçmıyordu! Art arda dizili araçlar beş dakika yol aldılar! Ağacın olmadığı, söylendiğine göre yüzyılın yıkımı şubat depreminde yaşamını yitirenlerin bulunduğu alana geldiğimizde araçlardan indik!
Daha önceden yan yana açılmış çukurlar vardı, yanımdaki arkadaş “mezara baş vuru sırasına göre numara verilip gömülüyor” dedi! Çukurlardan ilki “yakınımız” için temizlendi, uygun duruma getirildi! Eskiden olmazdı ama, son yıllarda kadınlar da mezara gidiyor, biliyorsunuz; yıllarca neden bunun çekincesi olduysa! Kimi aracın içerisinde, kimi öğle sıcağının altında “gömülme” işlemi bitene dek solgun/ bitkim biçimde kaldılar! Gelenler gölge yer olmadığı için, yaman sıcak altında kalmak zorundaydılar!
Şunu diyorum: Bununla Mezarlıklar Daire Başkanlığı ilgileniyor kanımca. Bilindiği gibi, daha önceden kazılmış yerlere gömülme işlemi yapılıyor! O bölgeye yakın, yaşamını yitiren kişinin yakınlarını bugün güneşten, kış ayı geldiğinde yağmurdan koruyacak bir “seyyar çadır” konulması yararlı olacaktır! Acılı yurttaşların, yakınlarının gömülmesi sırasında yaşadıkları zorluklar biraz olsun azalmış olacaktır; yanlış mı düşünüyorum?
Bilindik bir tümceyi yinelemek istiyorum: Acılar paylaştıkça azalır, sevinçler paylaşıldıkça çoğalır…