OKTAY EROL
İnsanların “neler oluyor böyle” sorusunu sıkça sorması, o toplumun gelişmişlik düzeyini de gösteriyor olmalı! Her gelen yabancının “hayranlıkla” havasını soluduğu ülkemizde, “neler oluyor böyle” sorusunun sorulmadığı bir zaman aralığı anımsamıyorum! Verimli topraklarımız var, birçok tarımsal ürünleri dışalımla sağlıyoruz! Ülkemizin çalışkan insanları var, sınırlardan elini/ kolunu sallayarak geçen sığınmacı kaçaklardan oluşan “iş kolları” oluşturuyoruz! Bu zamana değin “yerli üreticiler” toprağı işlerken/ hayvancığı sürdürürken “dışalım” yapılmayan ürünler artık kolayca dışarıdan getiriliyor! Bu yurdun üniversitelerinde eğitim gören gençler “yurt dışına” çıkmak için birbiriyle yarışıyor! “İktidarın” etrafını saran “doymazlar” şatafatlarından öcün vermezken, sınırlarımız içerisindeki yurttaşların her geçen gün ekmeği azalıyor! Bu nedenle de dünü, bugünü, yarını sorgulamak zorunda kalanların “neler oluyor böyle” sorusu bitmiyor!
***
Albert Einstein, “tarımsal alanları olmasına karşın, tarımsal alanlarını işlemek yerine savsaklayan ülkeler intihar ediyor demektir” diyor! Topraktan söz ediyor! Verimli topraklarımız var, ölçülü kullanılacak olursa “işlenen toprakta” kullanılacak suyumuz da var, nadassa bırakılmasına gerek olmayan varsıllıkta bölgelerimiz var; öyleyse tarımsal çalışmalarda/ kazanımlarda Konya kadar toprak parçası olan Hollanda, ya da birçok kentimizin büyüklüğünde toprak parçası olmayan İsrail neden ürünleriyle dünyaya başkaldırırken “neler oluyor böyle” dedirten edilgenlik içindeyiz?
İkiyüzün üzerinde üniversitenin, kırküçünde Ziraat Fakültesi olduğu, her yıl yaklaşık beşbin öğrencinin okulu bitirdiği, toplamda otuzbeşbin Ziraat Mühendisinin işsiz olduğu, birçok Ziraat Mühendisinin de eğitim gördüğü tarımın dışında çalıştığı belirtiliyor! Demek ki, toprak sahibi köylü/ çiftçinin dışında, toprağı bilimin ışığında inceleyip işleyecek insanlarımız da var! Bu bir “intihar” olmalı!
***
Teknoloji, insanların yaşamlarını kolaylaştırmak içindir; doyurmak için değil! Cep telefonuyla iletişim kurma kolaylığı bulursun, hızlı uçak/ terenle yolları daha kısa sürede alırsın, televizyonla uzaktaki dünyayı “evinin içinde” izlersin, asansörle çıkmakta zorlandığın yüksekliklere çıkarsın… Ama hiçbirisi suyun, ekmeğin, tuzun, biberin, şekerin, etin yerini tutmaz! Teknoloji olmadan da yaşamını sürdürebilirsin, ancak ekmek, su olmadan asla! Uzayda “su” izine rastlamak için yerinen çabayı anımsayın!
Tarımsal toprakları bizdeki gibi verimli olan ülkelerin “ilk” başta yapması gerekenin, toprağın işlenmesinde zorunlu olan girdileri “öz kaynağı” ile üretmesi olmalı! Toprağa atılacak tohumu, tohumu zararlılardan koruyacak tarımsal ilacı, tohumun yetişmesi için gerekecek girdileri “ülkenin doğal yapısına” göre yönlendirecek bilim insanını üniversitelerde yetiştirmeden “bu işin” kazanım olmayacağı belli değil mi? Toprakların var, üniversitelerin var, ancak girdilerin çoğunu dışalımla sağlıyorsun, en küçük bir ekonomik sarsılmada “üretim girdilerinin” fiyat artışlarına tanık oluyorsun! Üstelik “neler oluyor böyle” dedirten cinsten!
***
Yaşananlara “neler oluyor böyle” demek bitmiyor! Her tür olanak olmasına karşın, girdilerin akıl almaz biçimde artması; ürüne hasat zamanına dek yapılan masraf belirlenen “taban fiyatının” her zaman üstüne çıkıyor! Sistemin “doymazları” işlerini biliyor, hasat zamanları “ürün dışalım” kapıları açılıyor! Bir de, “dışarıdan, daha ucuz fiyata ürün sağlıyoruz” diyerek, üreticiye “kumpas” kurulmasına gerekçe de buluyorlar! Bu yurdun çiftçisi/ köylüsü çalışıyor, zorlukları aşmak için uğraş veriyor, “doymazlar” yabancı üreticinin ürününü getirmek için yarışıyor!
Sürecek…