Hz. Muhammed S.A.V Hoşgörülüydü

Hz. Muhammed S.A.V Hoşgörülüydü

ABONE OL
Haziran 17, 2024 12:38
Hz. Muhammed S.A.V Hoşgörülüydü
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Hoşgörü bir şeyi anlayışla karşılamak hoş görmektir. İnsanın kendisine yapılan kusur ve kabahatleri kabalık ve görgüsüzlükleri insanların hatalarını onları kırmadan düzeltmeye çalışmaktır.

Hz. Peygamber (sav) kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi affeder bağışlar ve hoş görürdü. Hiç kimseye beddua etmez herkesin iyiliğini isterdi. Hiç kimsenin kusurunu açığa çıkarmaz kimsenin ayıbını ortaya koyup utandırmazdı. Bir kimsede uygunsuz bir davranış gördüğü zaman o kişinin adını anmaksızın düzeltmeye çalışırdı. “Bazılarına ne oluyor ki şöyle şöyle diyorlar şöyle şöyle yapıyorlar” diyerek onun kaçınılması gereken bir davranış olduğunu belirtirdi.
“Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse Allah’ta Kıyamet günü onun ayıbını örter”
Hz. Aişe Validemiz şöyle buyuruyor: ” Ben Hz. Peygamberin kendi şahsına yapılan bir haksızlığın öcünü aldığını hiç görmedim. Yalnız Allah’a hürmetsizlik ifade eden durumlar hariç. Eğer biri Allah’a hürmetsizlikte bulunmuş ise Allah Resulü bu konuda insanların en öfkelisi olurdu.”
Enes b. Malik şöyle anlatıyor: “ Allah’ın Resulüne on sene hizmet ettim. Bana hiçbir zaman öf bile dememiştir. Yanlış bir iş yapsam niçin yapmadın demezler. Lüzumlu bir işi terk ettiğim zaman niçin terk ettin demezlerdi. Rasulullah (sav) insanların en güzel ahlaklısı idi”

Hz. Muhammed (sav) zamanının en iyi şekilde değerlendirirdi. O gününü üç bölüme ayırmıştı. Bir kısmını ibadet için bir kısmını aile bireyleri için bir kısmını da insanlar için ayırmıştı. Onun hayatı her zaman planlı ve düzenli idi. Müslümanlarla her konuda sohbet ederdi. Hatta zaman zaman onlara gönül alıcı şakalar da yapardı. Onun şakaları bile ders verici öğretici idi.
“İki nimet vardır ki çoğu zaman insanlar onun kıymetini iyi bilmezler. Sağlık ve Boş vakit”
“Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini iyi biliniz. Ölüm gelmeden önce hayatın Hasta olmadan önce sağlığın Meşguliyet gelmeden önce boş vaktin İhtiyarlıktan önce gençliğin Yoksulluktan önce zenginliğin”

İstişare; yapılacak bir iş konusunda uygun görülen kimselere danışmak onların fikir ve düşüncelerine başvurmak ve yararlanmak demektir.
Allahu Teala Kuranı Kerimde Hz. Peygamber (sav)’e istişare etmesini emretmiştir. “Onlarla istişare et. Karar verdin mi Allah’a güven. Doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever “ Ali İmran Suresi 159
Hz. Peygamber (sav) de bu emir doğrultusunda dinle ilgili olmayan konularda veya hakkında vahiy bulunmayan dini konularda daima arkadaşlarına danışarak karar vermiştir.
Bedir Uhud ve Hendek savaşlarında Ashabıyla istişare etmiş ve çoğunluğun kararına göre hareket etmiştir. Mesela hendek kazma fikri Selman’ı Farisi isimli bir sahabeden çıkmıştır.
Herhangi bir konuda danışarak iş yapmak Yüce Allah’ın bir emridir. Bu aynı zamanda Müslüman’ın bir özelliğidir. Yüce Allah bu konuda “ Onların işleri aralarında hep istişare iledir “ buyurmaktadır. Şura Suresi 38
Atalarımızda “ Akıl akıldan üstündür”
“ Danışan dağlar aşmış danışmayan düz yolda şaşmış” demişler
O bir Peygamberdir ve bizim için en güzel örnektir. Bizde aynı şekilde işlerimizde bilenlere büyüklerimize danışarak işlerimizi yapmalıyız. Böyle yapınca hem Peygamberimizin sünnetine uymuş hem de işlerimizde yanılma payını azaltmış oluruz.
“Allah’ım beni ahlâkın en güzeline yönelt. Kötü ahlâktan uzaklaştır”(464).
Rasûlüllah (s.a.s.)Efendimiz simâca insanların en güzeli ahlâk yönünden de insanların en üstünüydü(465). “Sizin en hayırlınız ahlâken en üstün olanınızdır.” (466) “Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim”.(467) buyurmuştu. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de “Aziz Peygamberim şüphesiz sen en üstün bir ahlak üzeresin” buyurulmuştur.(468)
Rasûlüllah (s.a.s.)’in yaşayışı Kur’ân-ı Kerîm’in sanki canlı bir tablosuydu. Eşi Hz. Âişe’den Rasûlüllah (s.a.s.)’in ahlâkı sorulunca:
-“Siz Kur’ân-ı Kerîm okumuyor musunuz? O’nun ahlâk’ı Kur’ân’dan ibâretti”” diye cevâp vermişti.(469) Çünkü O’nun yaşayışı ve bütün davranışları Kur’ân-ı Kerîm’in insanlara gösterdiği hidâyet yolunun uygulanmasıydı. Nitekim sâdece sözleriyle değil yaşayışı fiil ve davranışlarıyla da uyulması gereken en güzel örnek olduğunu Yüce Kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm beyân etmektedir: “Sizin için Allah Rasûlünde en güzel örnek vardır”.(470)
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) güler yüzlü nâzik tabîatlı ince ve hassas rûhlu idi. Katı yürekli sert ve kırıcı değildi. Ağzından sert ve kaba hiç bir söz çıkmazdı. Kur’ân-ı Kerîm’de bu konuda: “Allah’ın rahmeti eseri olarak sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalbli olsaydın şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi.”(471/1) buyrulmaktadır.
Rasûlüllah (s.a.s.) başkalarını tenkit etmez kimsenin ayıbını yüzüne vurmazdı.(471/2) Yanlış ve hoşlanmadığı bir davranış görürse “içinizden bazı kimseler şöyle şöyle yapıyorlar…” şeklinde bu davranışları yapanların kim olduklarını belli etmeden ve hiç kimseyi kırmadan yanlış ve hataları düzeltirdi.(472) Kimsenin sözünü kesmez konuşması bitinceye kadar dinlerdi. Tartışmayı sevmez sözü gereğinden çok uzatmazdı. Kendini ilgilendirmeyen şeylerle meşgul olmaz; kimsenin gizli hallerini araştırmazdı. Allah’a hürmetsizlik olmadıkça şahsına yapılan kötülükleri ne kadar büyük olursa olsun bağışlar eline imkân geçince öc almayı düşünmezdi. Ancak Allah’ın yasaklarını çiğneyenlere hak ettikleri cezâyı verirdi.(473) Nitekim Mekke’nin fethedildiği gün daha önce kendisine her türlü kötülüğü ve hakareti reva gören Mekke müşriklerine:
-“Bugün size geçmişten dolayı azarlama yok” (Yûsuf Sûresi 92) serbestsiniz diyerek hepsini affetmişti.(474)
İffet ve hayâ yönünden köşesinde oturan bâkire kızdan daha utangaçtı.(475) “Hayâ imandandır”.(476) “Hayâ ancak hayır getirir”(477) buyurmuştur. Bir şeyden hoşlanmadığı zaman açıkça söylemez bu durum yüzünden anlaşılırdı.(478) Hiç bir yemeği beğenmezlik etmez arzu etmezse yemezdi(479). Elini yıkamadan ve “Besmele” çekmeden yemeye başlamaz. Allah’a hamdetmeden de sofradan kalkmazdı.
Bütün insanları eşit tutar zengin-fakir efendi-köle büyük-küçük ayrımı yapmazdı. Mekke’nin fethi esnâsında Fâtıma adlı bir kadın hırsızlık yapmış soylu bir âileden olduğu için bu kadına cezâ verilmemesi istenmişti. Bu olayla ilgili hutbesinde Rasûl-i Ekrem:
“Sizden önceki ümmetlerin helâk edilmeleri ancak şu sebepledir: Onlar içlerinden zengin ve soylu bir kimse hırsızlık yaptığı zaman onu bırakırlar fakir ve zayıf bir kimse çaldığında ise ona cezâ verirlerdi. Allah’a yemin ederim ki Muhammed (s.a.s.)’in kızı Fâtıma da çalmış olsaydı cezâsız bırakmazdım” (480) buyurdu.
Her bakımdan kendisine güvenilirdi. Verdiği sözü mutlaka zamanında yerine getirirdi. Dürüslükten ayrıldığı şaka bile olsa yalan söylediği hiç görülmemiştir. Bu yüzden O’na henüz Peygamber olmadan “Muhammedü’l-emîn” denilmişti. Nitekim Peygamberliğini ilan ettiği zaman iman etmeyenler bile O’na “yalancı yalan söylüyor” diyememiştir.(481) En yakın hısımlarını Safâ tepesine toplayıp onları İslâm’a dâvet için “Size şu dağın arkasında düşman atlılarının bulunduğunu söylersem bana inanır mısınız?” dediği zaman: “Hepimiz inanırız çünkü Sen yalan söylemezsin” diye cevâp vermişlerdi.(482) Kendisi böyle olduğu gibi herkesin dürüst olmasını isterdi. “Doğruluktan ayrılmayınız çünkü doğruluk iyilik ve hayra götürür İyilik ve hayır da kişiyi Cennet’e ulaştırır. Kişi doğru söyleyip doğruluğu aradıkça Allah katında sıddîkler zümresi’ne yazılır. Yalan sözden ve yalancılıktan sakınınız. Çünkü yalan insanı kötülüğe sevkeder. Kötülük de kişiyi Cehennem’e götürür İnsan yalan söylemeğe ve yalanı aramağa devâm ede ede Allah katında nihayet yalancı yazılır” (483) buyurmuştur.
Rasûlüllah (s.a.s.) insanların en cömerdi ve en kerîmiydi. (484) Eline geçen her şeyi muhtaçlara dağıtır kimseyi eli boş çevirmezdi.(485) “Ben ancak dağıtıcıyım veren Allah’tır” der(486) ihtiyâcından fazla bir şeyin kendinde veya evinde bulunmasını istemezdi. “Uhut Dağı altına çevrilip de benim olsa borcum için ayıracaklarım müstesna ondan tek bir dînârın bile üç geceden çok yanımda kalmasını istemezdim” (487) buyurmuştur.

Bu yazı yorumlara kapatılmıştır.


HIZLI YORUM YAP