İBRAHİM FAİK BAYAV
Araf Suresi’nin 40’ncu ayetinde CENNET adı verilen yer dikkate verildi. Oraya kimlerin gireceği veya giremeyeceği belirtildi. 43’ncü ayette, Hz. Muhammed’in zamanındaki topluma, cenetin nasıl bir yer olduğunun bilgisi veriliyor. Bakalım:
Araf Suresi 43: Birinci cümle:
”Ve nezeana ma fi sudurihim min ğıllin, tecri min tahtihim el-enharu”. Yani…?
Yanisi şu:
Görülmeyen cennetten bahsedildiğinden, günümüzdeki mealcilerin çevirileri farklı olmuş. Sadece Diyanet’in iki farklı çevirisine bakalım:
Diyanet, Kur’an Yolu meali: ”(Cennette) onların altından ırmaklar akarken kalplerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız”.
Diyanet İşleri, yeni meal: ”Biz onların kalplerinde kin namına ne varsa söküp attık. Altlarından da ırmaklar akar”.
Diyanet’in, ayet cümlesini Türkçeye çevirme şekline bakılınca, şu sorulur:
a) Irmaklar, onların (yani cennete girenlerin) altında mı akıyor?.. Cennetin altında mı akıyor.
b) Onların kalplerindeki kin, cennete girdikten sonra mı çıkarlıp atılıyor?.. Yoksa cennete girmeden önce çıkarılıp atılmış mı olacak?
Biz, anlatılanı anlayabilmek için ayet cümlesinin kelimelerini irdeleyelim:
‘ğıllin’: غِللٍّ Bu sözcüğün karşılığı, lügatte, ‘düşmanlık’ ve ‘gizli kin’ olarak gösterilmiş. ‘ğıllin’, bu anlamda kabul edilirse, ‘ğalilen’ fiil mastarından türediği kabul edilmiş olur. Nasıl bir kin ve düşmanlıktır bu? ‘Ğalilen’ غَلِلًا fiil mastarı, hilelik ve sahtekarlık hareketini yaptırıyor. Kalbinde hile ve sahtekarlık anlamındaki kin ve düşmanlık olan kimselerin cennete girmesi, girebilmişse orada kalabilmesi nasıl mümkün olur?
‘Ğıllin’ sözcüğü, cennete girenler için kullanılacaksa, bu sözcüğün çok şiddetli susamak durumunu belirten ‘ğullen’ ve ‘ğulleten’ fiil mastarıyla ilişkili olduğu anlaşılmalıdır. Devam edelim:
‘sudur’: صُدورِ Bu sözcük ‘Sadr’ sözcüğünün çoğuludur. Bu sözcüğün Türkçe karşılığı, lügatte, ‘göğüs’ olarak belirtilmiş. Peki ‘göğüs’ ne?.. İnsanın gövdesinin, (hayvanların da…) içinde kallp ve akciğerlerin bulunduğu ön kısımı. Sorulur: ‘Kin’ ve ‘düşmanlık’ denen şey kalpte mi, ciğerlerde mi? Mealciler ”kalpte” demişler. ”Gönülde” diyenler de olmuş.
Sadr, صَدْرِ ‘vukubulmak anlamındaki ‘suduren’ صُدورًا fiil mastarıyla ilişkilidir. Bu sebeple ‘sadr’ sözcüğü, her şeyin önü ve başlangıcı için isim oluyor. Mesela; cennet oluşumunun başlangıcı.
”Ve nezeana ma fi sudurihim min ğıllin” ifadesi, ‘Ashabü’ül-cennet’ şeklinde tanımlanan kişilerde, hile ve sahtekarlık olmadığını belirtir. İman etmişlerdir, her kötü hasleti bırakmışlardır. Bölgeyi ya da ülkeyi düzenleme ve geliştirme olayının başlangıcında, ‘ğıll’ denen kötü hasletin insanlarda olmaması gerekiyor. Günümüz Türkiye’sinde hile ve entrika ile iktidara gelen parti mensupları, ülkeyi geliştirme çabası gösteriyorsa da, yaptıkları iyi eyler, içlerindeki ‘ğıll’ sebebiyle, bir zaman sonra bozuluyor, çöküyor ve insanlara acıyı yaşatıyor. Cennet ülke cehennem ülkesine dönüşüyor.
”tecri min tahtihim el-enharu” ifadesi, Bir yerde, veya bir beldede sıvı hareketini tanımlar. Hatta sıvıdan da öte… Suyun ‘enerji’ olarak kullanıldığı hatırlansın. Bu hareket, cennette yaşam süren insanların bulundukları yerin altındadır.
Hz. Muhammed’in bulunduğu zamanda ve ortamda, su ihtiyacı, derin kazılmış kuyudan karşılanırdı. Cennet denen yerde çeşitli akıntıların nasıl olacağı hayal bile edilemezdi. ‘Tahtında’ (altında) مِنْ تَحْتِهِمْ zarf ifadesi, enharın, konumlanan yerin aşağısında şeklinde anlaşılıyordu. Ayet ifadesinin anlattığı ise, ”bizzat altında… altlarında”.
‘Nehr’; نَهْرٌ bir ülke içindeki ‘Dicle’ ve ‘Fırat’ gibi nehirlere verilmiş ad olarak biliniyor. Halbuki ‘nehere’ نهَرَ fiili, suyun yada sıvının ya da başka şeyin (Mesela elektriğin) bir yerden hızlı geçiş herkertini belirtir. ‘Enhar’, اَلاَنْهارُ böyle hareketin üç adetten fazlası için çoğul isimdir. Yaşadığımız zamanda, bulunduğumuz yerin altından akarak geçen su var… Hem soğuğu var, hem sıcağı var. Doğalgaz var… Elektrik var. İnternet var. Yüksek katlı binaların her katında her dairede yaşayanların altında ayrı geçiyor.