SELMA ERDAL

SELMA ERDAL

02 Kasım 2024 Cumartesi

AMENNN

AMENNN
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Üniversitelerin İktisadi ve İdari Bilimler Fakülteleri’nin hangi bölümünde öğrenci olursanız olun; Maliye, İşletme, İktisat, Ekonometri, Kamu Yönetimi, Uluslararası İlişkiler… Hangi bölümün öğrencisi olursanız olun; birinci sınıfta Mikro İktisat ve Makro İktisat derslerini alırsınız.
Bencileyin de birinci sınıfta olduğumda, Mikro İktisat dersinin ilk gününde; Uludağ Üniversitesi’nin çok değerli İktisat Profesörleri’nden aldığım ilk bilgi neydi, öylesine iyi anımsıyorum ki…
Değerli öğretim üyemiz, derse girişte kurduğu ilk tümcesinde bize şöyle demişti:
-Sıradan insanın, sokaktaki adamın; Mikro İktisat ya da Makro İktisat umurunda bile olmaz. O cebindeki parayla ve sofrasındaki ekmekle ilgilidir. Ekonomistler ne demiş?… Siyasetçiler ne söylemiş?… O bunlara hiç aldırmaz. O; yalnızca cebindeki para, evine ekmek götürmeğe yeter mi, işte ona bakar. Arz-talep eğrileri, Keynezyen kuramlar, Harold-Domar Modelleri onu hiç ırgalamaz. Onun yüzü evine ekmek götürdüğü sürece güler.
Ne zaman ki siyasetçiler; ekonomik girdiler, çıktılar, enflasyon, deflasyon, kriz ve nasılsa bu halk keriz… Özellikle de siyasetçiler rakamlarla, anlaşılmaz sözlerle halkın gözünü boyamaları, aklını karıştırmak için verdikleri söylevleri; insanın beyninin içine oya, oya yerleştirme girişimleri olduğunda… Hemen anılarımdan çıkar gelir; üniversitedeki ilk İktisat dersimiz…
Ve bizler 6 Şubat 2023 gününe değin; yalnızca ekonomik sorunlarımızdan yakınırken…
Öyle büyük bir felaket geldi ki ülkemizin başına; Ölüm Meleği düştü halkımızın peşine…

Yastayız; yurdumuzda yaşanan yer sarsıntısı nedeniyle… Acılıyız; yitirdiğimiz canlar için… Sıkıntılıyız; ülkemizde yıllardır süregelen ekonomik sorunların olumsuz etkileriyle…
Yine de…
Ekonomi, para, ekmek bir yana; ille de yaşamak var ya… Ne güzel bir şey!…
Yaşamak, yaşıyor olmak, canlı olmak… Üstelik de yaşamakla, ömürle ilgili güzel ve umut verici açıklamalar da geldikçe bilim insanlarından, işte o zaman değmeyin keyfimize!…
Ozan Cahit Sıtkı Tarancı; “yaş 35 yolun yarısı” demiş, 40 yaşını görmeden gidivermiş bu dünyadan…
Biz çocukken de “yaş yetmiş, işi bitmiş” derdi insanlar…
Ne güzeldir ki o günler geçmişde kaldı; bilim insanları insan ömrünün 150 yıl olduğunu açıklıyorlar sürekli… Elbette ki bu süreyi tamamlamak, tamamlayabilmek birazcık da insanın kendi bilgi, beceri ve çabasına da bağlı… Örneğin; alkolsüz, nikotinsiz, stressiz, hırssız, kavgasız bir yaşam sürebilmek bağlamında… Gerisi de kalmış; Tanrı’ya, Doğa’ya ve genetik mirasınıza…
Gelirsek bilim insanlarının sözlerine ki onlardan birisi Prof.Dr. Servet Arıoğlu’nun verdiği bir bilgidir bu…
Şöyle ki…
18 yaş; zekada zirve… 25 yaş; kemik yapısında zirve, fiziksel güçde zirve… 35 yaş; osteoporoz başlangıcı (ki kemiklerde erime başlangıcı, bu nedenle spor, spor, spor gerekli)… 45 yaş; gözler bozulur ve kadınlarda menopoz başlangıcı, doğurganlık gücü azalıyor… 55 yaş; kadınlarda menopoz, erkeklerde andropoz… Ve eğer bedenin yanı sıra, beyni de tembel bırakırsa insan; zekası 12 yaş seviyesine düşüyor (öyleyse ne yapmalı?… İşleyen demir ışıldar. Hep okumalı, yeni bir şeyler öğrenmeli, yenilikleri izlemeli, anlamalı, beyni tembelleştirmemek için)… Eğer akıllıca yaşarsa insan; bu yaşla birlikte başlıyor altın yıllar… Çünkü bilim insanlarına göre 65 yaş; genç yaşlılık başlangıcı…
75 yaş; orta yaşlılık dönemi… 85 yaş ileri yaşlılık başlangıcı… 95 yaş; sizin kendinize ne kadar iyi baktığınızla ilgili bir süreç… 105 yaş ve sonrası; Tanrı’nın, Doğa’nın size armağanı…

Yaşam sürecinizin çok uzun olmasını istiyorsanız eğer; sigara ve alkolden uzak durmanın yanı sıra, şu herkesin dile getirdiği üç beyaz zehir ki un-şeker-tuz üçlüsünden uzak durulacak… Özellikle de tuz; kemik erimesinin nedeni ve böbreklere de çok zarar verdiği gerçeği kesinlikle bilinmeli…
Öyleyse ne demeli?…
Yaşamı çok ama çok seven herkese Tanrı; çok ama çok uzun ömür vermeli… AMENNN !…

Selma Erdal