29 Mayıs 2025 Perşembe
Başkan Tanburoğlu: "Bir adım geri atmak yok"
Portakal Mevsiminde Kuran Dersleri
Değerlerin Farkında Olmak
Anadolu’yu konuşturan usta bir yazar: AHMED HAMDİ TANPINAR
Kurban Nedir? Kurban’ın Dinimizdeki Önemi?
Neden mi mutluyum,
SELMA ERDAL
Türkiye’de son aylarda en çok konuşulan ama en az anlaşılan konulardan biri “İklim Yasası” olmuştur.
Devlet yetkilileri Paris İklim Anlaşması’nı imzalayıp, 2053 Net Sıfır Emisyon hedefini açıklarken; sokaktaki insanın düşüncesinde bambaşka sorular yankılanmaktadır:
“Acaba bu yasalar bizim yaşam alanlarımızı mı kısıtlayacak?”
“İklim bahanesiyle yeni vergiler mi geliyor?”
“Çiftçinin, köylünün, küçük üreticinin canına mı okunacak?”
Haklılar mı? Belki.
Yanılıyorlar mı? Olası.
Ama kesin olan şu: İklim politikaları ile halk arasındaki güven boşluğu artık gözle görülür bir uçuruma dönüştü.
İklim Yasası: Neden Gereklidir?
Öncelikle madalyonun bir yüzüne bakalım.
Dünya, artık bilimsel olarak inkâr edilemeyecek bir gerçekle karşı karşıyadır:
Türkiye, Akdeniz Bölgesi’nde bulunuyor ve bu bölge bilim insanları tarafından “iklim değişikliğinden en çok zarar görecek bölgeler” arasında gösteriliyor.
Bir başka anlatımla Türkiye için iklim değişikliği bir “uzak gelecek senaryosu” değil; bugünün ekonomik ve toplumsal krizlerinin tetikleyicisidir.
Bu nedenle bir İklim Yasası, kağıt üzerinde yalnızca çevreyi korumak için değil; tarımın, su kaynaklarının, kentlerin ve dahası enerji bağımsızlığının geleceğini korumak için de bir zorunluluktur.
Öyleyse halk Neden Kuşkulu?
Şimdi madalyonun diğer yüzüne dönelim.
İklim Yasası denildiğinde halkın düşüncesinde neden “komplo teorileri” canlanıyor?
Çünkü:
Bir de bilgi kirliliği eklendiğinde, sosyal medyada dolaşan “İklim Yasası ile herkesin tarlasına el konulacak” gibi spekülasyonlar halkın daha da endişelenmesine yol açıyor.
Tarafsız bir değerlendirmeyle acaba ne yapılmalı?
Eleştirel ama adil olmak gerekirse; hem yasa taraftarlarının hem de yasa karşıtlarının bazı haklı yanları var.
Birincisi:
Evet, Türkiye’nin bir İklim Yasası’na gereksinimi var. Bilim, ekonomi ve coğrafya koşulları nedeniyle bu yasa kesinlikle gereklidir.
İkincisi:
Ama böyle bir yasa toplumun katılımı, şeffaf tartışmalar, yerel halkın ve küçük üreticilerin çıkarlarının korunması sağlanmadan yapılırsa, yalnızca yeni bir merkezî dayatma algısı üretir.
Üçüncüsü:
İklim politikaları yalnızca “karbon emisyonu” ölçmekle kalmamalı; gıda güvenliği, su kaynakları, kırsal üretim, enerji yoksulluğu gibi halkın doğrudan yaşamını etkileyen başlıkları da kapsanmalıdır.
Dördüncüsü:
Yasal metinler anlaşılır, şeffaf ve halkla doğrudan diyalog kuracak biçimde hazırlanmalı; teknik jargonla, halka üstten bakan bir dille değil, yalın, açıklayıcı bir dille yazılmalıdır.
Sonuç olarak; iklim değişikliği gerçektir. Ama halkın kaygıları da gerçektir. İşte sorun da bu iki gerçeğin arasındaki uçurumda yatıyor.
Şu anda yapılması gereken; bilimsel gerçekleri bir yanda tutarken, korkularını reddetmeden halkı dinlemek, yasa yapıcılarla halk arasında güvene dayalı şeffaf, katılımcı bir köprü kurmaktır. Kesinlikle göz ardı edilmemelidir ki iklim krizinin faturası bir gün kapımıza dayandığında, yasal metinlerin inceliği değil; toplumsal dayanışmanın gücü bizi ayakta tutacaktır ve bu güç, ancak “birlikte oluşturulursa” bu ülke bu ulus iklim değişikliğinin olumsuz koşullarına yenilmeden gönenç içinde varlığını sürdürebilecektir.
Selma Erdal; Didim, 27 Nisan 2025