02 Kasım 2024 Cumartesi
SELMA ERDAL
KÖPEKİSTAN
Her yerde köpek kavgası, her yerde köpekleri insanlardan üstün sayan Köpekistan tayfası… İlla ki toplu taşıma araçlarına köpekleriyle binecekler; sonra da yolcularla kavga edip, onlara hakaret edecekler…
Daha dünlere kadar köylü horozunu kolunun altına alıp otobüse binemezken
Köpekler üstün yaratık sayıldı ansızın
Oysa daha dünlere kadar Çinliler ve köpekler hiç bir yere giremezken Amerika’da
Büyük Aga buyurdu 1982 Rio Konferansı’nda Üçüncü Kuşak Haklar başlığı altında bir takım ayrıcalıklar; kadınlara, eşcinsellere, çocuklara, hayvanlara yönelik…
Ama her nedense; kadınlara, eşcinsellere, çocuklara her türlü saldırılar olurken, köpekler ayrıcalıklı, köpekler baş tacı…
Yakında Kürdistan’dan sonra, Köpekistan eyaleti talebinde bulunanlar da çıkarsa; sakın şaşırma ey Türk halkı!…
Bilindiği gibi
1982’de Rio’da Dünya Çevre Konferansı toplanana kadar, bu denli KÖPEKÇİLİK yoktu.
O konferansta siyasal ve sosyal hakların yanında, üçüncü kuşak haklar adıyla yeni bir haklar dizini duyuruldu tüm dünyaya… Üçüncü kuşak haklara göre; çevre hakkı, kadın ve çocuk hakları, özellikle de eşcinsel hakları veeee hayvan hakları sıralandı…
Küresel egemenler / efendiler; ulus devlet yerine, küreselleşme kuramı bağlamında KÜRESEL DEVLET kavramını tüm dünyaya dayatmaya, ulus devletleri yıpratmaya yöneldi.
Dolayısıyla KÜRESEL DÜŞÜN, YEREL DAVRAN ilkesiyle de bu üçüncü kuşak alt başlığı altında sıralanan “türedi” haklar aracılığıyla, insanlara birbirinizle tartışın / kavga edin / bölünün / ayrışın, birbirinizle uğraşırken de ulusal devletiniz, ulusal kimlik bilinciniz, ulusal birliğiniz bozulsun amacını uygulamaya sokmuş oldu.
Özünde Machiavelli’nin BÖL-YÖNET ilkesini uygulamaya koydu.
Sonuç ortada; insanlar pek çok alanda ve anlamda kamplara ayrıldı, birbiriyle didişiyor.
Oysa 90’lı yıllara kadar bütün dünyada köpeklerin bu denli üremesine asla izin verilmiyordu.
Üstelik küresel iklim değişikliği bağlamında; yok oluş sürecine giren dünya ve insanlık… ki önce insanların yok olacağı, insanların yok olmasının ardından insanlar tarafından beslenen kedilerin ve köpeklerin; kolaycı beslenmeye alıştıkları için besin bulamadıklarından kitlesel olarak ölecekleri bilimsel araştırmalarla öne sürülmektedir.
İnsanlara hakaret eden şu “bilinçsiz” hayvan aşıkları, günü birlik değil, uzun dönemli düşünmeyi, geleceği görmeyi öğrenseler iyi olur.
BATIL
13 sayısı kimilerine göre uğurlu… Kimilerine göre uğursuz. Ve de olunca bu halk kitap okumayan bir şuursuz… Bilmez ki gerçeğini, aslını İsa ve havarilerini tanımlayan, simgeleyen bu 13 sayısının… Yine de 13’ün uğuruna ya da uğursuzluğuna takar mıydı kafasını yüzde 99’u Müslüman geçinen bu halk?…
Din adına ya da geleneksel yaşamlar bağlamında; batıl, bağnaz, yoz, yobaz ne varsa ekinimizde, kültürümüzde ya İsa’nın, ya da Musa’nın mirasıdır.
Ne yazık ki halkımız da Batılı’dan batıl olan ne varsa almış da… Bilimsel, uygar, çağdaş olan ne varsa onlardan uzak durmuş, onlardan yana etkilenmemiş de, esinlenmemiş de…
Durum böyle olunca ne demokrasi, ne insan hakları, ne hoşgörü; kişilik yapılanmasında yer edinememiş. İşte böyleleri için daha ilk çağlarda “Sizin sessizliğiniz onayınızdır” demiş PLATO… Gerçi buna benzer bizimkiler de “sükut ikrardan gelir” demiş.
Yoksa bu düzende “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” dercesine, ülke genelinde olan, bitene susanlar için mi bu sözler söylenmiş?…
EFENDİLİK
Avrupa Birliği’nin Bütçesi’nin yüzde 50’si tarım işkoluna yönelik yatırımlara ayrılıyormuş. Türkiye’nin Bütçesi’ninse yalnızca yüzde 4’ü tarım işkoluna ayrılıyormuş.
Üstelik Türkiye bir zamanlar Rusya ile birlikte buğday üretiminde başa güreşir, dört mevsim Güneş’le kucaklaşan bu topraklarda bolluğun, bereketin tohumları yeşerirdi.
Ne yazık ki Bütçe’nin yüzde 4’lük tutarı tarımsal yatırımlara ayrılınca, sonucunda bu ülke de açar elini yabana patates için, soğan için, arpa için, buğday için…
Elbette ki yönetenleri sorumsuz, yönetilenleri de tembel olunca… Bebelerinin de, dedelerinin de açlıktan benizleri solunca… Ne ülke kalkınır, ne de gönenç içinde yaşar ulus… Ne tezgah dokur, ne makina işler. Bu gidişle aç kalanlar, tokları da şişler.
Nasıl gerçekleşti bu akıl almaz işler?… Mezarında kemikleri sızlar Kurucumuz, Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal’in; “Türk Milleti çalışkandır” dedim ama nasıl olur da ben gerçekleri göremedim derken… Ve tembelliğin koynunda özbenliği yitip giderken Ulusun Efendisi Köylü’nün; yabanın ürettiklerini afiyetle yerken…
Acaba der miydi tek bir söz “çalışkanlık” meziyeti hakkında şu TEMBEL milletine O Ulu Önder ve acaba EFENDİLİK payesi verir miydi bugün köle konumundaki o köylüsüne?…
YAPAY ZEKA
Yapay Zeka gelecek; pek çok meslek uzmanı işsiz kalacak
Örneğin; siyasetçisi, hukukçusu, akademisyeni, hatta yazılım mühendisi bile (25 yazılımcıdan ancak 1 tanesi iş bulabilecek)…
Taksi sürücüleri, kuryeler, garsonlar; bütün bunlar dile getirilenler de…
Pekiyi de aşiret / cemaat / tarikat / siyasal yandaş başlıkları altında öbekleşen ve alımlarından, çalımlarından geçilmeyen şu şımarık dizi oyuncuları ne olacak?
Yalnızlara ısmarlama sanal sevgili bile üreten Yapay Zeka; çuvalla paraları götüren dizi oyuncularının yerine sanal oyuncular mı yaratamayacak?…
Y.Z. ol diyecek; elbette ki olacak!..
Onların da saltanatının bitmesine, paparazilerin onların peşlerinden gitmesine; böylece Y.Z. ile son verilmiş olacak…
Onlar da son demlerinin keyfini sürsünler bakalım; iyi günler ilerde…
Yapay Zeka demişken…
Sınavlarda YAPAY ZEKA kopyacılığı ya da kurnazlığı…
Y.Z. için geçenlerde YÖK bir karar aldı ve 20 sayfalık bir PDF yayınladı.
Bu yönetmeliğe göre; Y.Z. (ChatGPT) kullanıldığında, çalışmanızın neresinde ondan yararlandığınızı dipnot olarak verilecek.
Geçenlerde Amerika’da bir avukat savunmasını ChatGPT’ye yazdırmış, elbette ki bu anlaşılmış, sonuçta avukat Baro’dan atılmış.
Geçmişte hesap makinaları ile sınava girmek yasaktı; çünkü herkesin hesap makinası yoktu (fırsat eşitliği anlayışıyla; sınavlarda hesap makinasına izin yoktu).
Herkes Y.Z. olanaklarını edinemiyorsa ve bir kişi düzenek kurup yararlanıyorsa; bu hukuken HAKSIZ REKABET olur, kurnazlık olur, sahtekarlık olur, elbette ki kopya çekmek olurDolayısıyla sınavın geçersiz sayılması kararı, doğru bir karardır.
Varsayalım ki bir kapı; anahtarı yoksa, kilitliyse döner gideriz. Ama hırsız bu kapıyı maymuncuğu ile kapıyı açıp, içerisini soyduğunda ona alkış mı tutarız?… Elbette ki HAYIR.
Kurnazların NEGATİF ÜSTÜN ZEKASI ne yazık ki toplumsal değer yargıları ve moral değerler bağlamında alkışlanası bir yetenek değildir.
GÖREV
Uluslararası toplantılarda Fener Rum Patriği’nin işi ne?
Bir düşünün bakalım; 23 Nisan 1920’de TBMM’yi açan ve İstanbul Hükümeti’nin bundan böyle muhatap alınmayacağını yedi düveline duyuran Gazi Mustafa Kemal; ne derdi bu işe?
İstanbul’a Ekümenlik ; 2. Cumhuriyetçilerce hortlatıldı. Çetin Altan bile savundu Ekümenlik’i…
Amaç; 1453’den beri Türkler’in olan İstanbul’u, Türkler’den geri almak…
PKK bölücüsünü Kürdistan kandırmacasıyla önüne bir parça kemik atarak, Güneydoğu için BOP masalı uydurarak; Kenan topraklarını İsrail’e bıraktırmak…
Ermeni soykırımı iftiralarıyla; Ağrı dağını Ararat’dan sayıp, Büyük Ermenistan ‘ı kurmak…
Son aşamada; türlü çeşitli kirli oyunlarla Misak-ı Milli sınırlarını parçalamak…
Görev tamamlanana kadar; durmayacaklar, eğer Türk uyanmazsa…
MÜLTECİLER
Bu ulusun büyük çoğunluğu mültecilerden yakınıyor ama söz söylemeye sakınıyor.
Oysa herkes görüyor ve biliyor ki
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti, O’nun ilkeleriyle var olan bu ulusu; bölmek, parçalamak, tozumaya uğratmak için her şey yapılıyor.
Bununla birlikte bu ülkede; varlığımıza, birliğimize, dirliğimize saldıranların söz hakkı var ama bu yanlışları eleştiren ulusalcıların söz hakkı yok.
Ola ki eleştirel bir tek söz söylerse ulusalcılar; ivedilikle saldırılara, sövgülere, suçlamalara ve sonra da (S)avcıların hedefine konuyor.
Ama bilinmelidir ki…
Gogol’un Ölü Canlar romanındaki Çiçikov’un Rusya’da şehir şehir dolaşıp, feodal kanunlara göre toprak sahiplerinin malı olan ÖLÜ köle köylüleri satın alıp, kurnazlıkla kendisini varlıklı göstermek istemesi ama aşağılanıp, eleştirilmesi gibi…
AB’den Euro karşılığında ülkeye doluşturulan mültecilerle “insan çöplüğüne dönüştürülen” ülkemiz; uluslararası alanda “insan haklarına saygılı, mültecileri kucak açan bir ülke olarak” saygınlık kazanmıyor, tersine Üçüncü Dünya Ülkeleri arasına itiliyor, çağdaş dünyadan dışlanıyor.
Bu dışlanmadan acaba kimler mutlu oluyor?…
Mültecilerden söz etmişken…
Danimarkalılar da caddelerde namaz kılan mültecilerden yakınıyormuş; ülkede 200 cami var neden sokaklardalar diye eleştiriyormuş.
Be hey Viking torunları !…
Aynı tiyatro gösterisi her yerde
Suç sizlerde
Türkler bu mültecilerden şikayet ederken sesiniz çıkmıyordu
ve onlara destek veriyordunuz.
Şimdi aynı dert kapınızda
Bir Türk atasözü der ki
Davulun sesi, uzaktan hoş gelir
Şimdi davul kulağınızın dibinde çalıyor
Mutlu musunuz?…