02 Kasım 2024 Cumartesi
Herkes Ankara’daki konserlere bakarken İzmir’de olanlar oldu: Genç Parti’den bakana zor sorular!
Portakal Mevsiminde Kuran Dersleri
SAMİMİYET, SEN NEREDESİN?
Anadolu’yu konuşturan usta bir yazar: AHMED HAMDİ TANPINAR
Kurban Nedir? Kurban’ın Dinimizdeki Önemi?
Bugün Benim Doğum Günüm...
OKTAY EROL
“Beni anlayın” dediğiniz olmadı mı, ya da “beni anla” diyeni duymadınız mı hiç? Her ikisi de olmuştur! En ince ayrıntısına değin anlatırsınız, akılda soru işareti kalmayacak biçimde dile getirirsiniz, karşınızdaki habire “başka telden” çalar, çileden çıkarsınız! “Anladığı dilleri” ararsınız, onları da denersiniz; yine durum değişmez! Ne “anlattığınızın” karşılığını bulabilirsiniz, ne de “duyduklarınızın” anlattıklarınızla ilgisini… “Gündüz” dersiniz/ “geceyi” tanımlar, “alım gücünü” sorarsınız/ patronun büyümesinden söz eder, yaşanan “enflasyonun” can yakar duruma geldiğini gösterirsiniz/ kimsenin “enflasyon altında ezilmediğini” dile getirir!
Olmuyor mu? Bir yaşadıklarınıza bakın, bir de dönün “iktidarın” anlattıklarına! Siz açlığınızı köreltmeye çalışırken bile, çizilen “pembe tablolar” karşısında “neden anlaşılamıyoruz” sorusunun yanıtını arıyorsunuz, delicesine/ haklı olarak!
***
Aynı ülkenin sınırları içinde yaşıyoruz! Alınan kararlar küçük bir “doymaz” azınlık için hiçbir anlam taşımasa da; meclisteki küçük bir anlaşmazlık, komşu ülkelerde ortaya çıkan bir olgu emekçi yurttaşın ekmeğinden götürdüğünü herkes biliyor! Her emekçi/ dargelirlinin ekmeğinden koparılan parça, “doymazların” ekmeğine ekleniyor! Büyük anaparadarın “daha da” büyüdüğünü, küçük yatırımcının “daha da” küçüldüğünü, “iktidarın” açıkladığı “büyümenin”, aslında “doymazların” kasasında biriktiğini, ekranları bölüşen “üç/beş” her şeyi bilenin bunların çığırtkanlığını yaptığını görüyoruz!
Dün yine bir açıklama geldi, her zamankinden ayrı olmayan, ekonomi yönetiminden “en kötüsü geride kaldı, enflasyon düşüyor, sıkı maliye ve para politikası sayesinde düşmeye devam edecek, Türkiye büyüme sorunu yaşamıyor” deniyordu, bir de üstelik inanılması isteniyordu!
***
Siz hiç, “en kötüsü geride kaldı” denilen bir süreçte, yılsonuna dek belirlenmesi gereken asgari ücret için, Merkez Bankası’nın politika faizinin yüzde elli olmasına karşın, Amerika’daki yatırımcılara “kıyak” olsun diye “asgari ücret yüzde yirmibeşlerde olacak” denilmesini uygun buldunuz mu? Söz konusu olan bu yurdun “ücretli çalışanı”, bu yurdun gelir kaynağı/ lokomotifi… Amerika’daki yatırımcıların, “insan emeği sudan ucuz” diyeceği rakamları dillendirmek “kötünün geride” kaldığının kanıtı mı?
İstedikleri kadar “enflasyon düşüyor” desinler, İMF bile “asgari ücreti fazla artırmayın, gerektiğinde sosyal destekler verin” diye direktifte bulundu anımsarsınız! Ne demek “sosyal destek”? Açlığı artırın demek, emeğin karşılığını vermeyin demek, çalışanı/ emekliyi aylığı ile geçinemez durumda bırakın demek, yurttaşı “açlıkla sınayın” demek…
***
Hafta sonları mitingler düzenleniyor! Bir tane “iktidara” yakın olan dernek ya da birliğin mitinglerin içinde bulunduğunu gördünüz mü; göremiyorsunuz! Birçoğu yurttaşa kapalı salon toplantılarında konuşanın söylediklerine baş sallıyorlar! Mitinglerde “açız, doymuyoruz, geçinemiyoruz, kira bedeline yetişemiyoruz, temel besinleri alamıyoruz, doyamıyoruz” diyor! En önemlisi, “iktidara” seslenirken “yeter artık, bizi anlayın” diyorlar! Duyan, “anlayan” var mı; her şey ortada!
Bu “anlaşılmamak” neler doğurur biliyor musunuz? Piyasayı durdurur, ülkenin “vergi gücünü” aşağı düşürür! Fabrikalardaki emekçilerin ürettiği ürünleri “dargelirlilerin” alım gücü olmazsa kime satacaksınız? Ürettiğini satamayan fabrikanın zamanla çalışan sayısını da düşüreceğini, en sonunda kepenk indireceğini düşünsenize! Onun için üreten elleri “anlamak” zorundasınız, “alım gücünü” sağlamak zorundasınız, “doyması” gerektiğini bilmek zorundasınız! Son, her zaman öyle kısa ki!
OKTAY EROL
Ahmet Arif, “biz ki, ustasıyız vatan sevmenin/ umut saklımızda ölümsüz bayrak/ kırmızı-kırmızı/ dalga-dalgadır” dizelerini yazalı yarım yüzyılı aşmıştır! Nazım’ın “mutluluğun resmini yapabilir misin” dediği gibi, “vatan sevmenin” de ustası olunur elbet! Toprağını sever, insanını sever, değerlerini sever, varsıllıklarını sever… Toprağına, insanına, varsıllıklarına zarar verenin karşısında durur! Emeği bilir, canı bilir, yaşamı bilir, sevmeyi bilir… Bir yurttaşının “kaygısını” kendi kaygısı sayar, “tek yürek” olmanın zorunluluğunu savunur, “sorunun” üleşilmesini ilke edinir!
“Hep benim olsun” demenin “vatan sevgisi” olmaz! “Vatan”, kimine göre kendini/ gücünü/ ekonomisini korumak içindir! Kimi için de “vatan” ödün vermeyeceği değerdir! Bu yurdun yurttaşını sevmeden “vatansever” olamazsınız, bu yurdun insanının “doymasının” önündeki dikenli çalıları/ cam kırıklarını/ betondan duvarları kaldırmadıkça “hele” hiç!
***
Daha birkaç gün önce kutlanan Cumhuriyet’in yüzbirinci yılı nedeniyle düzenlenen törenleri birlikte izledik! Cumhuriyet’e, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e sosyal medya üzerinden denilemedik söz bırakılmadı yine; “değersizleştirme” yarışına girildi! Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Atatürk’ü anmama kararlılığı ya da çeşitli çevrelerin Atatürk’ü ulusal günlerden uzak tutma çabası gözlerden uzak değil! ayrıca, yine Anıtkabir’de “özel yer” ayrılan “iktidar” çığırtkanları geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi “engelsiz” seslerini yükseltti!
Böyle mi seviliyor “vatan”? Sorsanız, bu yurdun tüm “acısını” yaşayan emekli/ asgari ücretli/ dargelirli sokaklara inip “açız/ doymuyoruz” diyerek “muhalefetle” yan yana yürüdükleri için “vatan hayınıdırlar!” Baş nedeni, “iktidar” istemesine karşın “biat etmemiş/ şükür göstermemiş/ dinlememiş” olmalarıdır!
***
Emeğinin karşılığını isteyenlere karşı nasıl “orantısız güç” kullanıldığını birçok eylemlerde görüyoruz! Onlar üreten yurttaşlar; kimi yerin onlarca metre altında, kimi Çukurova’nın sarı sıcağında, kimi çeşme suyunu donduran zemleri soğukta, kimi fabrikada… Çalıştıkları gibi, işlerini yaptıkları gibi, gecelerini gündüz saydıkları gibi doymak, çocuklarına/ geleceğe “umut saklımızda ölümsüz bayrak” demek istiyorlar! Ama öyle değil işte, “iktidar” yurttaşının kaygılarına çözüm bulmakta isteksiz olduğunca, “doymazların” kasalarını doldurmada “eşsiz” başarılı!
Duymayan kalmamıştır; ekonominin kötü gidişinden emekliler sorumlu tutulduğu gibi, çalışanlara verilecek “asgari ücret” konusunda Amerikalı yatırımcıya yüzde “yirmibeş zam yapılacak” güvencesi verildi! Öncesinde İMF’nin “asgari ücreti fazla artırmayın, sosyal destekleri artırın” direktifi de gelmişti; unutmayalım! Fransa, ekonomide yaşanan “zorluklar” için ne yaptı biliyor musunuz? “Fransız milletvekilleri Cuma günü, 1 milyar Euro’nun (37 milyar Türk Lirası) üzerinde mal varlığı olan kişilerin yüzde iki oranında vergilendirileceği yeni bir düzenlemeyi uygun bularak oy kullandı.” Bunun adını siz söyleyin!
***
“Biz ki, ustasıyız vatan sevmenin/ umut saklımızda ölümsüz bayrak/ kırmızı-kırmızı/ dalga-dalgadır…” Öyle olmalı “vatan sevgisi”… Şiirler okuyarak, her yılın kalıplaşmış “kutlama iletilerini” yineleyerek, bu yurdun yurttaşının “alım gücünü” her gün biraz daha tırpanlayarak, “doymanın” önündeki engelleri artırarak olmaz ki “vatan sevgisi”! Yurttaşın kaygılarının doruk yaptığı bir süreçte hangi “sevgiden” söz edebilirsiniz ki?
OKTAY EROL
2017 yılında, “Ağlatılmış çocuk gözlü antik kent; Anavarza” başlıklı yazıda yaşananları anlatmam bazılarını rahatsız etmişti! Gerçekten öyleydi ama, Anavarza, ağlatılmış çocuk yüzlü bir kentti! Gidenler bilir, Anavarza’da, bir köy bahçesinde bulunan evin avlusunda kral kızının ‘mozaik’ havuzu vardı. Bahçe sahibi Hatun Teyze elinde tüfeğiyle kral kızının mozaik havuzunu beklerdi! Yağmurdan, hava koşullarından bazı yerleri zarar görünce, Hatun Teyze yetkililere bilgi verdi, korunmasını, üzerine koruyucu cam geçirilmesini istedi; olmadı!
Dilekkaya köyünde bulunan Anavarza’nın mozaik havuzunu, gelen yetkililer “koruma altına alacağız, buraya da aslından ayrılamayacak biçimde mozaik havuz yapacağayız” diyerek havuzun içerisindeki tarihsel mozaikler önce ispiralle parçalara bölüp, daha sonra da keski kullanılarak altlarından patlatılarak bezlere sarılıp Adana’ya götürülmüş… Şimdi yerinde neler var görenler söylesin!
***
Yurdumuzun her yeri tarihsel varsıllıklarla dolu, ancak kimi “nedeni” bilinmez gerekçelerle bozuluyor, kimi tanınmasına/ bilinmesine/ görülmesine izin verilmiyor, kimi çalışılıyormuş gibi gösterilip aslında bilinmezliklere terk ediliyor! İşte Anavarza bugüne dek öyle; yadsıyın haydi!
Antalya’nın Manavgat sınırları içinde kalan Side Antik Kenti gezerken, gerek yerli gerekse yabancı turistlerin gösterdiği ilgi karşısında sıkça düşündüğüm olmuştur! Antik kent, yalnız kendi başına bir kent değil, bölgenin yurtiçinden/ yurtdışından gelenlerin bulunak noktası olmuştu! Sorsanız, kimse Manavgat’a gideceğini söylemiyor, “Side” demeyi yeterli buluyordu! Side’ye gitmek isteyen de mutlaka “bir kez” olsun antik Kent’i gezme gereği duyuyordu!
Girişte, kontrol noktasından geçiyorsunuz, ardından yüzlerce metre süren yol boyunca tarihsel yapıtlar/ göçütler/ yıkıtlar arasından geçerek “asıl” kent alanına vardığınızda, yerli turistten çok yabancının olduğuna tanık oluyorsunuz! On/ onbeş metre genişliğindeki yolda yürürken, “sıkça” karşınızdan gelenle burun buruna geliyorsunuz! Yolun kıyısı boyunca şekerlemesinden takıcısına, lokantasından kafesine, çantacısından bijutericisine, dövmecisinden antika eşya satıcısına değin konukların “mutla” ilgileneceği “bir şeyler” bulabileceği bir yer Side Antik Kenti… Kent, ayağınızın altında, kalın camların üzerinde “Antik Kentin” üzerinde yürüyorsunuz!
***
Side Antik Kenti’nin canlılığını görüp, ardından bir de Anavarza Altık Kente geldiğinizi düşünsenize! Düşünmesi bile can sıkıcı, kaygı verici… Adana’nın, Kozan İlçesine bağlı Dilekkaya Köyündeki Anavarza Antik Kenti’nin istenen yerde olmamasına tepki benimki! Bugüne değin yerel yönetimlerin, milletvekillerinin, görevlendirilen araştırma görevlilerinin ne yaptığını gerçekten merak ediyorum!
Başka yerde değil, Adana içinde yurttaşlara bir sorun, kaç kişi Anavarza’nın yolunu bilir, kaç kişi Anavarza’ya gitmiştir! Kendimden biliyorum! Yaşamım boyunca, ilk/ hem de son kez Kazım Özgan’ın ilk belediye başkanlığı döneminde gitmiştim. O da, Özgan’ın arayıp “İlber Ortaylı burada, Anavarza’ya gidiyoruz, sen de gel istersen” demesi üzerine girmiştim! Ondan sonrası yok, salt duyduklarımla var! Adanalının bu ilgisizliğinin nedeni yurttaşlar değil; gittiklerinde karşılaştıkları…
***
Şimdi yola çıksanız birkaç araç, Dilekkaya Köyü’ne varsanız, belki sizden başka birkaç araçla gelenlerin daha olduğunu göreceksiniz, belki de uzaklarda birkaç kişinin daha varlığını bileceksiniz! Geçtiğimiz günlerde, Adana Anakent Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ın Anavarza Antik Kenti’ne ilişkin bir çalışmasını duyduğumda sevindim. Açıklamasında, “Kozan ilçemizde bulunan ve dünya tarihinin en büyük antik kentlerinden biri olan Anavarza Antik Kent kazılarına desteğimizi içeren protokolü Kazı Başkanı Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Doç. Dr. Sayın Fatih Erhan ile imzaladık” sözlerine yer vermişti. Ancak her şeyi Karalar’ın üzerine yüklemek de acımazlık olur! Anavarza’da araştırmalar yapılırken; bir yandan konukların ağırlanacağı, bir yandan iç/ dış turistin ilgisini çekeceği, bir yandan gelenlerin gereksinmelerinin sağlanacağı yerler için özellikle “iktidara” yakın Adana milletvekillerinin Başkan Karalar kadar istekli olması gerek! Antik kentin varsıllıklarına zarar verilmeden, Side Antik Kenti gibi “cam geçitler” oluşturularak konukların ilgi odağı olması sağlanabilir! Kral kızı mozaiklerinin başına gelenler gibi değil! “Ağlatılmış çocuk gözlü antik kent; Anavarza”nın gözyaşlarının silinmesi gerek artık!
OKTAY EROL
Gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi, ya da bir başladı mı durmak bilmeyen sorunlar, ya da devenin hörgücüne bakarak “nerem doğru ki” demesi… Ülkede “gidişten” hoşnut olan yok! Herkes birbirinden kuşkulanıyor! Sokakta “kimin” karşısına dikilip namluyu doğrultmayacağının, kimin günün bir saatinde “aile faciası” yaşamayacağının, kimin çocuğunun uyuma hırıltısına sinirlenmeyeceğinin, hangi köşede kimin/kime “yan baktı” diye saldırmayacağının, hangi çocuğun karanlıkta okula giderken taciz edilemeyeceğinin güvencesi yok!
Günlerdir katledilen çocukların, sokak ortasında kurşunlanan kadınların, hastane odalarında canları alınan bebelerin haberleriyle yatıp/ kalkıyoruz! Bir yandan da kimin/ kime ne yedirdiğini, yediklerimizin ne denli sağlıklı olduğunu bilmiyoruz! Maşanın ucundaki közle ilgileniyoruz, maşanın başında kim/ kimler olduğunun araştırılmasını erdem saymayan “iktidarın” baştan/ tırnağa ne sorgulanması gerektiğine, ne de sorgulamayan “muhalefetin” eksiğini yüzlerine vuramıyoruz!
***
İnsanlar doymadan “maşayı tutanların” kim olduğunu söylemiyor; açık! Nasıl söylesin ki? Güç onda, sistem onda, yasa onda… Adına istediğiniz kadar “orantısız güç” deyin! Daha geçtiğimiz günlerde bir Akp milletvekilinin maden ocağındaki emekçilerin günler süren eylemini duymayan kalmamıştır! İstedikleri hakları olmasına karşın güvenlik güçlerinin gözdağı verdikleri işçilerdi! Zorla sadaka istenmiyordu, ya da zorla hak etmedikleri bir “bedel” de değildi istedikleri; asıl zorda kalması gereken, asıl üstüne gidilmesi gereken, asıl hesap sorulması gereken, asıl yasaların sorgulayacağı “o” patron olması gerekirken işçiler “işlerinden” kovulma yitimi bile yaşadılar; unutmadık!
Şu bebelere ne demeli ya? Daha yaşamı soluyamadan “kuvözün” içinde tutsak edilmeler… Sözde hasta olarak doğmuşlardı, sözde hastalıklardan korunmaları gerekiyordu, sözde gelişimlerini tamamlayana dek bakımları yapılacaktı, sözde anne/ babalar için umuttu! Ne için olduğunu sürekli anlatıyorlar; doymazlık, para, hırs… Kimlerin yaptığı sorulunca iki/ üç kişinin üzerine çıkılmıyor, kimlerin koruduğu/ kolladığı, bebelerin canları alınırken kimlerin olanları izlediği, “işin başında” kimin olduğu ortaya çıkılmıyor!
***
Hani soluyoruz ya; adı yaşamak olmalı! Öyle tanıklıyorlar! “Soluyorsan yaşıyorsun!” insanların içinde bulunduğu bunalımların “nedenleri” üzerine düşünülmesi gerektiğini düşünürken, bu yurdun çalışanının, işçisinin, emekçisinin, emeklisinin hiç “önemi” yokmuş gibi, taa Amerikalarda yatırımcılara “pazarlanış biçimini” duydunuz sanıyorum! Merkez Bankası’nın faizi yüzde elli biliyorsunuz, “asgari ücret” için ABD’li yatırımcıya “yüzde yirmibeşi geçmez” güvencesi veriliyor! Bunun anlamı şudur: ülkemize gelin, yatırım yapın, emeklerini çalacağınız işçileri ucuz yoldan kullanırsınız…
Bu demek? İkibinyirmidört balında onyedibin lira olan aylık, yirmikibin lirayı geçmeyecek demek! İnsanaşkına, bu denli yirmiüç yıllık beceriksizliğin bedeli nasıl emekçilere ödetilir, demiyor musunuz? hepsini geçelim; kirayı, elektriği, doğalgazı, mutfak masrafını, okula giden çocuk giderlerini karşılasınlar yeter! Emekçiler geçen yılların giysisini, ayakkabısını giyerler, ancak “temel gereksinim” denilenleri karşılamadan yaşamlarını sürdüremezler!
***
Gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi, ya da bir başladı mı durmak bilmeyen sorunlar, ya da devenin hörgücüne bakarak “nerem doğru ki” demesi… Bunları neden düzeltemiyoruz, düzeltmeyi gerçekleştiremiyoruz? İnsanaşkına kimse yurttaşın gözüne bakmasın, kimse “açlık sınırı” altında aylıkla yaşamını sürdürenlere bakmasın! Sorun da, sorunu çözecek de sizsiniz! Çıkmış bir kendini bilmez “şeriatla yönetilen ülkeler daha olaysız” benzeri tümce kurmuş, sanki kendini “şeriatla” yönetilen bir ülkede yaşamasını engelleyenler var! Ayrıca, “çocuğunun eğitimini nerede aldırmak istersin” diye sorsanız, hiç düşünmeden başını döndüreceği yön batı olacaktır! Böyle düzeysizler!
Her zaman diyorum: bu yurdun insanı doymak istiyor! Birisi kayrılsın, diğeri üvey avlat sayılsın istemiyor! Bu yurdun tüm değerleri korunsun, bu yurdun insanı için harcansın istiyor! Gerçekten yurttaşın kaygılarını dinliyor musunuz, yoksa umursamazlığınızı sürdürüyor musunuz?
OKTAY EROL
“Cumhuriyeti kutlamamak ne demek? Atatürk bile hasta yatağından kalkıp cumhuriyet kutlamasına katılmıştır!
Irkçılığı reddeden Atatürk milliyetçiliği bütünleştirici, birleştirici, yurt yüzeyinde ulusal birliği sağlayıcı bir milliyetçiliktir!
Cumhuriyet Bağımsızlıktır, devrimdir. Cumhuriyet Atatürk’tür!
Eğer o olmasaydı biz şu an sömürgeydik. Sen de azınlık İngiliz bir ailenin yanında uşak olarak çalışıyordun eğer şanslıysan.
İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti; şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz!
Bu ülkenin Cumhuriyet sevdalısı, Atatürk’ün aydınlattığı tam bağımsız Türkiye yolunda yürüyen yurttaşlara gereksinim var.
Cumhuriyet Bayramı etkinlikleri iptal edilmesi yanlış bir karar! Birlikten beraberlikten söz ederken böyle sinmiş gibi bir karar almak yalnız fırsatçıları hoşnut edecektir, şimdi dağa yüksek sesle haykıracağız…
Şimdi daha güçlü daha gururlu Cumhuriyetimizin ilan edilişini Mustafa Kemal Atatürk’ün askerlerine yakışır şekilde bağıra çağıra kutlayacağız!
Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ ilkesiyle perçinlediği, kimsesizlerin kimsesi Türkiye Cumhuriyetimizin 101. yaşı kutlu olsun.
Uğur Mumcu diyor ki; ‘Cumhuriyet ne holding merkezlerinde kurulmuştur ne de Dünya Bankası ofislerinde! Cumhuriyeti kuran Türkiye halkıdır. Kuvayı Milliye’dir, ulusal kongrelerdir, ordudur, meclistir.’
Atatürk bu ülkenin DNA’sıdır genetiğidir! Genetiğiyle oynanmaz, gerisi boş laftır!
Sana söz! Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa edeceğiz!
Atatürk’ün kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı koltuğunda oturan Ali Erbaş, Cumhuriyetimizin 101. yılına denk gelen Cuma hutbesinde yine Atatürk’ü anmadı. Şaşırdık mı? Hayır! Anmış olsaydı şaşırırdık!
Yaşasın Cumhuriyet. Burası gönülden sevenlerin toplandığı yer, katla, makamla, torbalarla satın alınamaz. Bu sevgi saygı kuşaktan kuşağa, yürekten yüreğe akar. Buna gönül bağı, diyorlar.
Bütün dünya bilsin ki, benim için bir yandaşlık vardır: Cumhuriyet yandaşlığı, düşünsel ve toplumsal devrim yandaşlığı. Bu noktada yeni Türkiye topluluğunda, hiçbir bireyi bunun dışında düşünmek istemiyorum.
Ülkemizin kuruluş temelini atan anlaşmaya ev sahipliği yapan Mudanya’mızda, Cumhuriyetin 101. yaşını gurur ve coşkuyla kutluyoruz. 101 yıldır sahip çıktık, sonsuza dek aynı inançla yaşatacağız.
Sait Faik’in Atatürk tanımı: Mustafa Kemal ‘İnsanoğlu’ dur. Yaşasın Demokrasi, yaşasın ulus, yaşasın Cumhuriyet!
Bizim varlığımızın, özgürlüğümüzün, birliğimizin sembolü olan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız, daha bir heyecanla kutlanmalıdır…
İnsan olma uğraşıdır, onuru, bilgiyi, demokrasiyi kucaklayabilen, sevgi ve güvenle yürüyebilenlerle sürecektir. Artık bu sorun; “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür!” olanların varoluş sorunudur!
Cumhuriyetimizin 101. yılını coşkuyla ve gururla karşılıyoruz. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde, cumhuriyet değerlerinin yanındayız.”
***
Bu yurdun yurttaşının Cumhuriyet’e, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’e bağlılığının “nedeni” çok! Yukarıda derlediğim tümceler “kimseye” zorla, baskı kurarak söyletilmedi! Sosyal medyada birbirinden “özlü” paylaşımlar var. Hepsi birbirinden anlamlı… Söylev’i okuyanlar bilir; Cumhuriyet’in gerek kuruluş öncesi gerekse sonrasında söylenen ne varsa, gelecekte hangi sorunlar öngörülmüşse bugün yaşanıyor! Yurttaş Cumhuriyet’i kutlamayı, sahiplenmeyi, korumayı istiyor! Bazı çevrelerin yaşattığı “ilgisizliğe” karşın kucaklamak istiyor! Hem Cumhuriyet’in değerlerinden yararlanıp, hem de “değerleri değersizleştirme” peşinde olanların karşısında durarak…