OKTAY EROL

OKTAY EROL

23 Nisan 2025 Çarşamba

Bugün 23 Nisan; Ya çocuklar…

Bugün 23 Nisan; Ya çocuklar…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

OKTAY EROL

Bugün 23 Nisan; Ya çocuklar…

Özel günler üzerine “yazmak” içimden gelmez nedense! “Günün” içini doldurmak, “anlamına” varsıllık kazandırmak yerine, “herkes görsün/ bakın neler söylüyorum” densin diye yapılan “kutlama” açıklamaları “hiç” içine sinmez! Ulusal olsun, dinsel olsun değişmiyor…

Daha geçtiğimiz aylarda yaşanan Şeker Bayramı’nı düşünün… Çocuklara “bayramlık” alabilmek değil, “geçimlerini” sağlayabilmek için çırpınan yurttaşların “çığlıklarını” duyduk her köşede! Çalışıyorlar, çabalıyorlar, çocuklarına “şeker bile” alamadan “bayram” yaşıyorlar! İnsanların acılarından yükselen “çığlıkları” gördük; ne suçları vardı da ailelerinden uzakta “beton duvarlar/ demir parmaklıklar” arkasında bırakıldılar! Tüm bunlar olmamış/ yaşanmamış gibi “iyi dileklerde” bulunmalar…

***

Bugün 23 Nisan ulusal Egemenlik, Çocuk Bayramı… Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının, ulusal egemenliğin tüm dünyaya duyuruluşunu simgeleyen gün… Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, bu “özel günü” çocuklara armağan etmekle kalmamış, “çocukların” geleceğin güvencesi olduğunu vurgulamış! 23 Nisan, yalnız ülkemizde değil dünyada “çocuklara” adanmış “tek ulusal bayram” olma özelliğini taşıması bakımında da önemli bir gün… “Çocuk” denilince, bambaşka bir anlamı olmalı, dünyanın “özeneceği/ örnek sayabileceği” bir yanı olmalı… Öyle mi?

“23 Nisan hem bağımsızlık mücadelemizin hem de çocuklarımızın umut dolu yarınlarının en önemli simgesidir.” Bu tümceyi bu zamana dek öyle çok duyduk ki; üstelik ülkeyi “iyi” yöneteceklerinin sözünü veren politikacılardan! Tamam, 23 Nisan anlamı bakımından “çok” içerikli bir olgu… Öyle de, günümüzde “bağımsızlık” vurgusu ne denli anlamlı, çocukların “gelecekleri” ne denli umut dolu… Bir başka politikacı da “milli egemenliğin sembolü olan bu tarihi günü çocuklara armağan edilmesi, geleceğimizin teminatı olan nesillere verdiği önemin en güçlü ifadesidir” demiş! Bir tümce içinde “dört Türkçe olmayan sözcüğü” kullanarak düşüncesini söyleyen bir başka politikacının sözleri…

***

Özel günler üzerine “yazarken”, söylenen “iyi dilekli” açıklamalarla kalamıyorum! Nasıl kalırsınız? “Bağımsız” olmaktan söz ediyorsunuz; dilinizin içinde “bir sürü” kemirgen sözcüklerin varlığından, o “sözcükleri” kullanmaktan uzak durmuyorsunuz! Çocukların “gelecek güvencesi” olduğunu her zamanki gibi yineliyorsunuz; günün karanlığında okula gitmesine, beslenme çantasının boş olmasına, aç kalmasına, soğuk ayazlara karşı koşmasına, iyi beslenmeden büyümesine sessiz kalıyorsunuz!

Yapılan araştırmalar var; 2024 yılında çocukların yeterli/ dengeli beslenemediği, demir/ kalsiyum/ d vitamin/ çinko eksiğinin yaygın biçimde görüldüğü belirtildi! İki yılı aşkın süre önce ülkemizi yasa boğan, binlerce insanının yaşamını yitirdiği, bulunmayanların olduğu “yüzyılın yıkımı” deprem bölgesinde şu an bile sorunlar sürerken, beş yaş altı çocukların beslenmesinde ciddi sorunların yaşandığı vurgulanmış, gıda/ temiz su konusunda sıkıntıların varlığından söz edilmişti! Duydunuz mu?

***

Bugün 23 Nisan… Dünyada çocuklara armağan edilen “tek” ulusal gün! Bana kalırsa politikacıların dediklerine takılıp kalmayın! Onlar yine tüm ülkeyi olduğu gibi, “çocukları” da içine sürükledikleri bungunlukları değil, daha önceden söylenenleri yineleyerek 23 Nisan’a ilişkin bir sürü “ucu açık” sözler verecek! Ama hepsi, önlerindeki metni okuyacak, bir yıl sonraki güne dek unutacaklar!

Bugünkü “eğitim” yapısıyla, bugünkü “çocuklara” bakışla, bugünkü “anlayışla” ne çocuklar iyi beslenebiliyor, ne çocuklara iyi eğitim alabiliyor, ne çocuklar gelecek için iyi hazırlanabiliyor… Karanlıkta kampa götürür gibi okul yoluna çıkarılarak, bir öğün bile beslenmesini sağlayamayarak, beslenme çantalarını boş bırakarak, eğitimi “parası olanın” hakkı saydırarak, eşit olmayan koşullarda yaşama hazırlayarak “çocuklar gelecektir” diyemezsiniz! Yalnız çocukları değil, kendinizi de kandırmış sayılırsınız! Anlayın artık!

Devamını Oku

Nüfusun yenileşmemesinden “siz” sorumlusunuz!

Nüfusun yenileşmemesinden “siz” sorumlusunuz!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

OKTAY EROL

Nüfusun yenileşmemesinden “siz” sorumlusunuz!

Bazen ne denli uğraş verirseniz/ verin; çabanız işe yaramıyor! Eksiklerinize bakıyorsunuz, başka yöntemler deniyorsunuz; ancak karşınızda duran, “değişmesini” istediğiniz gücün karşısında “yerinizde” saydığınıza tanık oluyorsunuz! Ne verdiğiniz rakamlar, ne yaşananlardan verdiğiniz örnekler istediğiniz sonuca ulaşmanızda etkili olmuyor! Baştan “inandırıldıkları” neyse, “nasıl” olmaları istenmişse “orada” dönüp durduklarını görüyorsunuz!

Hepsi de “geleceklerinden” kuşkusu olmayan, “yaşamın” hep böyle süreceğine inandırılmış isimler… Kendi bildiklerini/ kendi sorguladıklarını/ kendi ürettiklerini değil, “denilenleri” yineleyenlerden olması da “acı” veriyor size! Görünüşte “yaptırım gücü” olan gibi davranıyorlar, pamuk ipliğiyle bağlı oldukları koltukların istençleri “uğruna” sorumlu sayılmaları gereken alanda, sorumlu oldukları yurttaşların “yaşadıklarını” hiçe saymayı göze alıyorlar! Gelinen “nokta” bu!

***

Yurttaşın kış aylarını nasıl geçirdiği, emekli/ asgari ücretli/ dargelirlinin nasıl doyabildiği unutuldu; şimdi nüfusun “doğurganlığı konuşuluyor! Anneler çocuklarını okula aç göndermiş, çocuklar gerektiğince beslenememiş “hiç” önemli değilmiş gibi… Tüik’in yaptığı araştırma şöyleydi: 2024 yılı gelir dağılımı verilerinde en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay yüzde 48.1 olurken, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay yüzde 6.3 oldu. Gelir uçurumu, en zengin ve en fakir yüzde 5’lik dilimlerde dört kata kadar vardı…

Nüfusun yüzde yirmisi “toplam gelirin” yarısını alacak, en çok yoksulluk çeken yüzde yirmi de “toplam gelirin” yüzde altının üzerinde bir pay alacak, sonra da “doğurganlık neden azaldı” diye sorulacak! Bu konuda konuşan isimlerden biri de Aile/ sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş… 2025 yılının “Aile Yılı” olarak duyurulduğunu düşünürsek, bu konunun ana odağının Bakan Göktaş olduğunu söylemek yanlış olmaz! “Aile Yılı”, ancak insanlar “doğurganlıktan” uzak!

***

Başta şunu açıklığa kavuşturalım: Gençler “evlilik” yapmakta zorlanıyor! Aldıkları aylık yetmeyince ya “doğacak çocuklarını” bile borçlandırarak/ mamasından azaltarak evliliği gerçekleştirecekler, ya da yuva kurmamayı yeğleyecekler! Siz olsanız hangisini seçerdiniz? Her şey değiştiği gibi, insanların gereksinimleri de değişiyor! Her değişen gereksinim “yeni” bir masraf olarak gelire yansıyor!

Son yıllarda çalışanın “gelirinin”, gereksinimlerini karşılamak için alım gücünün artması beklenirken “gelinen noktayı” sokağa çıkabilirseniz/ kime sorsanız söyleyecektir! Ekrem İmamoğlu’nun, “gizli tanıkların” açıklamalarına dayanarak bir ayı geçkin zamandır içeride tutulmasına “tepki” olarak mitinglere katılan gencin, çalışan ücretlinin, emeklinin, dargelirlinin sorunları “dağ gibi” büyük!

***

Bir araştırma sonucu daha var: 2023 yılında, boşanan çiftlerin sayısı 173 bin 342 iken 2024 yılında 187 bin 343 olmuş! TÜİK’in yaptığı araştırmaya göre, yirmi yılda boşanmalar %47 oranda artmış. Nedeni olarak da teknolojik gelişme, ekonomik, sosyal geçimsizlik gösterilmiş! Oysa Bakan Göktaş, doğurganlık hızının 1.51, nüfusun kendini yenileme oranının 2.1 olduğunu belirtirken “Şu an Türkiye kendini yenileyemiyor. Yaşlanıyoruz. 65 yaş nüfusumuz yüzde 10’u aştı. Çocuk sayımız azalırken bakıma muhtaç olan nüfusumuz artacak. Ekonomik sebeplerin doğru olduğunu düşünmüyorum. Avrupa, Kore gibi refah seviyesi yüksek ülkelerde de aynı sorun var” diyor.

Diyorum ya; ne yaparsanız yapın “bazen” anlatamıyorsunuz! Bundan “iki on yıl” kadar önce emeklinin/ ücretli çalışanın ev/ araba alma olanakları bulunurken, bugün çocuğunun “beslenme çantasını” dolduramayan anne/ babanın çığlıklarını görmüyorlar/ bilmiyorlar demek ki! insanın kendisi doyacak, “doğacak” çocuğunu doyuracak olanağı olacak ki hem ailesinin sürekliliğini sağlasın, hem de nüfus yenilensin! İnsanların “alım gücünü” artıramıyorsanız; nüfusun yenileşmemesinden de, yaşlanmasından da, boşanmaların artmasından da, evliliklerin azalmasından da “siz” sorumlusunuz! Anlayın artık!

Devamını Oku

Yaşam “hak, hukuk, adalet” olunca güzel…

Yaşam “hak, hukuk, adalet” olunca güzel…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

OKTAY EROL

Yaşam “hak, hukuk, adalet” olunca güzel…

Türk Belediyeler Birliği (TBB) Başkan Vekili/ Adana Anakent Belediye Başkanı Zeydan Karalar, geçtiğimiz hafta ANFAŞ Fuar Merkezi’nde düzenlenen 10. Antalya Şehircilik ve Teknolojileri Fuarı ile Yerel Yönetimler Sempozyumu’na katıldı, gündeme ilişkin önemli açıklamalar yaparken ülkemizde gencinden yaşlısına, emeklisinden çiftçisine, gazetecisinden akademisyenine, öğrencisinden işsizine değin herkesi “kıskaca” alan tutuklamalara ilişkin değerlendirmelerde bulundu…

Tutuklama salt “tutuklananları kapsamıyordu; sokaktaki insanın, pazardaki esnafı, tarımsal don olayından zarar gören üreticiyi, herkesi ilgilendiriyordu, Karalar açıklamasında “Belediyeler Birliği Başkan Vekili olarak, keyfi uygulamalarla görevden alınan her belediye başkanının, her meclis üyesinin yanında olacağımı buradan belirtmek istiyorum” sözlerine yer verdi, haklı olarak; yanında olmak gerekiyordu! Ardından da hak/ hukuk/ adalet beklentisini vurgulayarak “bir belediye başkanının, bir yurttaşın işlediği bir suç varsa yargılanıp, suçun kesinleşmesinin ardından, yasa gereği ne yapılması gerekiyorsa gerçekleştirilmesine elbette kimsenin itirazı olmaz” dedi.

***

Şunu abartmadan söylemek olası; son bir ayda yaşananlar salgın kadar, deprem süreci kadar yurttaşın kaygılarını artırdı! İnsanlar zaten sorunlu, zaten içinden çıkmaya çalıştıkları onlarca sorunla boğuşuyor, zaten gelecek için hayal kurmakta zorlanan gençlerin sayıları artıyor, zaten “doymuyoruz/ açız/ yaşayamıyoruz” diyenlerin her gün bir yerden sesleri yükseliyor! Milyarca dolar yitirmeye gerek var mıydı? Üstelik salt “gizli tanıklar”, televizyonlara çıkıp “bilgiyi nereden aldıkları belirsiz” isimlerin sözlerini dayanak göstererek “yaşamları” dayanaksız bırakmaya gerek var mıydı?

Başkan Karalar da “suçun kesinleşmesinin ardından” diyor! “Kesinleşmesini” dinleyen yok, “iktidara” yakın isimlerden! “Çaldı” denilmişse, “çalmıştır” deniyor! “Yolsuzluğa bulaştı” denilmişse, “bulaşmıştır” deniyor! Tüm bunlar aslında bize milenyum sonrasında “birlikte yürüdük biz bu yollarda” şarkısının söylendiği dönemi de anımsatıyor! Bir bakın çevrenize, “yasa gereği ne yapılması gerekiyorsa yapılsın” demeyen öyle çok ki! Herkes yasa, herkes yargıç!

***

Sosyal medyayı izlerken de üzülüyorum… Hesap sahipleri ikiye ayrılmış durumda! İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun “mahkeme süreci” başlamadan, yatacağı “hapis cezasını” bile dillendirenler var! Bir kendini bilmez, sonu nereye varacağını umursamaz “üç, beş sözcüklü paylaşım” yapıyor! O “üç, beş sözcüklü paylaşım” medyanın konusu oluyor! Yolda görse birbirini tanımayacak isimler “öyle” zıvanadan çıkmış “paylaşımlar” yapıyorlar ki; sanırsınız “iki ülke” savaşa girmiş, savaşta yakınını/ bildiğini yitirmiş gibi birbirine saldırıyor!

Teknolojiyi, teknolojiden yararlanmayı ne denli sevsem de bu denli “düzeyi düşük” iletişime dönüşmesini pek sevmediğim gibi, “hiç” olmaması gerektiğini düşünenlerdenim! Birbirini tanımayanlardan biri “suçluyu savunmakla” suçlanıyor, diğeri “her suçluyu” suçlu saymamakla…

***

TBB Başkan Vekili/ Adana Anakent belediye Başkanı Zeydan Karalar’ı bilen, izleyen biri olarak bilgi şöleninde (sempozyum) yaptığı konuşmasını anlamlı buldum. Konuşmasında “keyfi uygulamalarla görevden alınan her belediye başkanının, her meclis üyesinin yanında olacağım” sözleri de yinelemekten geçemeyeceğim! Eğer “hukuk devletinden” söz ediliyor, “Türkiye bir hukuk devletidir, Türkiye hukukta en önde gelen ülkedir, Türkiye özgürlükler ülkesidir” deniliyorsa “keyfi uygulamalarla” insanlar içeride tutulamaz, “suçluluğu” kanıtlanmamış hiç kimse “suçlu” sayılamaz!

Bunu yalnız şu an içeride olanlar için değil; dışarıda tutsak yaşamı sürdüren, ne yediği/ ne içtiği bilinmeyen, nasıl doyduğuna/ nasıl geçindiğine akıl erdirilemeyen, bu ülkede yaşamını sürdüren/ bu ülkeden gelecek beklentisi olan herkes için önemli… Yaşam “hak, hukuk, adalet” olunca güzel…

Devamını Oku

Tarımda “bu günler iyi günler” demek…

Tarımda “bu günler iyi günler” demek…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

OKTAY EROL

Tarımda “bu günler iyi günler” demek…

Başta, bölgemizde başlayarak yurdun birçok bölgesine yayılan “tarımsal don olayının” bilincinde miyiz? Öyle ya, akıl tutulması içinde olanlardan geçilmiyor! “Ne olacakmış” der gibi, bön bön bakışlarını uzaklara kaydıranlardan söz ediyorum! Tarım ürünlerinden “hiçbiri” geçtiğimiz sezon yakaladıkları verimi bulamayacak örneğin! Ağaç sürgüleri, sürgülerdeki meyveye duracak çiçekler kavruldu, yok oldu, kimi yerlerde ağaçları kuruttu!

Aklınıza ne geliyor şu anda bilmiyorum… Bazılarını saymak istiyorum; narenciyenin tüm türleri, elma, kiraz, badem, armut, fındık, üzüm, erik, dut… Tarla bitkilerinden buğdaygillerden tümü, domates, salatalık, soğan, patates, daha birçoğu “tarımsal don olayından” etkilendi! Her bölgenin kendine özgü bahçe bitkileri kurudu… Olacakların öngörülememesi sorunu daha da büyütecek!

***

Her tarımsal üretim yapılan yerde “üreticileri” de vardır! Bunlar güçleri yettiğince “girdileri” karşılamaya çalışırken, birçoğu da “hasada” borçlanarak işlerini yürütürler! Narenciye üreticisi de öyledir, buğday üreticisi de öyledir, fındık üreticisi de, soğan/ patates üreticisi de… Hasat ne denli verimli olursa, girdiler ne denli en aza indirilirse, ne denli yeterli fiyat verilirse o denli mutlu olurlar, o denli işlerine sarılırlar, o denli bir sonraki yıl için hazırlık yaparlar!

Üretici buğdayını ekti, narenciye/ fındık/ elma bahçelerinde ilaçlamalar yapıldı, gübresi atıldı… Soğuk kış günlerinde değil; “tam da kış bitti” denecek, “ilkyaz geldi” şenlikleri yapılacak, ağaçların çiçeğe durduğu/ tohumu toprağı araladığı aylarda “tarımsal don olayı” ile karşı karşıya kalmak… Bu olgu “üretici” için yıkım demektir! Hiçbir “beklentisi” olmadan “borçlarla” karşı karşıya karşıyadır artık!

***

Tarım Bakanlığı’nın görevi, “gıda üretimi, güvenliği ile güvenirliği, kırsal kalkınma, toprak, su kaynakları ile biyoçeşitliliğin korunması, verimli kullanılmasını sağlamak” diye açıklanır. Evet, “gıda üretimini, güvenilirliğini sağlamak”… “Gıda üretimini sağlamak” için öncelikle “üreticinin” üzerine abanan “gelecek kaygılarını” azaltmanız gerekir! Üretimde kullanacağı girdileri kullanırken zorlanmaması, ekimden hasada değin süren zamanda “elini havaya açıp” beklememesi, “zarar eder miyim/ ürün hasadında sorun yaşar mıyım” diye uykularının bozulmaması gerekir! Üreticilerin, Tarım Bakanlığı’na güvenmesi gerekir, zorluklarında destekleneceklerini bilmesi gerekir!

Ülkede çok sorunlar yaşandı, tarımda her geçen gün daha çok dışarıya bağımlı gelindi, yerli üreticiler hasat döneminde sıkıntıya sürüklendi; üretici başka şey de görmedi! Şeker fabrikaları vardı, üç kuruşa peşkeş çekildi, ardından pancar üreticileri ürettiklerini satamaz oldu, ardından ülkenin şeker tüketimi “daha pahalıya” dışarıdan sağlanmaya başlandı, aynısını hangi ürende yaşamamız olası değil ki?

***

Başta, bölgemizde başlayarak yurdun birçok bölgesine yayılan “tarımsal don olayı” ile önceden beri gelen “tarımsal umursamazlık” nedeniyle, önlemler alınmazsa “bu günler iyi günler” demek olası! Bahçede, tarlada ürün yok, ancak üretici borçlu; bunun anlamının “ne” olduğunu bilmeyen yok kanımca! Üreticiye uzun vadeli tarımsal krediler verilmedikçe, olan borçları ötelenmedikçe, önceki borçların faizleri silinmedikçe, tarımsal sigorta kapsamı genişletilmedikçe, üreticiye açılan icralar durmadıkça sorun daha da büyüyecektir!

Şunu da ek bilgi olarak vermek gerek: bir yıl içerisinde üçbine yakın üreticinin tarlası, yüzün üzerinde üreticinin traktörü, onlarca üreticinin Malta keçisi icra yolukla satışa çıkarılmış! “Tarımsal don olayı” ile hangi narenciye bahçesi, hangi buğday tarlası satışa çıkacaksa artık… Tarımsal kaygıların artması istenmiyorsa bugünden önlemini almak gerek!

Devamını Oku

“Günlük tartışmalarla zamanınızı boşa harcamayın…”

“Günlük tartışmalarla zamanınızı boşa harcamayın…”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

OKTAY EROL

“Günlük tartışmalarla zamanınızı boşa harcamayın…”

Nobel Kimya Ödüllü Türk bilim insanı olarak tarihe geçen Aziz Sancar, Cumhuriyet’in 100. yıl dönümüne ilişkin düşüncelerini dile getirirken, “Yeni kuşak çocuklarımıza tavsiyem, çok çalışın, günlük tartışmalarla zamanınızı boşa harcamayın. Hangi konuyu meslek olarak seçtiyseniz ona odaklanın. Batı’ya özenmeyin, onlar bizi özensin, özenilecek çok erdemlerimiz var” demişti.

Bilim insanı Sancar, “yeni kuşak” için söylemişti ama; kim boş tartışmaların içinde değil, kim zamanını boşa harcamıyor ki… Üstelik ilgilenilmesi/ sorgulanması/ kafa yorulması gereken onlarca sorun savsaklanarak… İşin en üzücü yanı da bilerek bunu yapmak, insanları “asıl” düşünülmesi gereken sorunlardan uzaklaştırmak, ilkyazları bile kara kışa döndürmek, nisanda/ mayısta tarımda don sancısı yaşatmak, tarımla uğraşanların kaygılarına sessiz kalmak, yazgısına terk etmek…

***

Açıklamaları arasında Sancar, “toprağımız bize verilmez, toprağımızı biz alırız” sözünü de yer vermiş! Kimse yaşadığımız toprakları “altın kupada” sunmadı! Atatürk’ün önderliğinde, o dönemin tüm kışkırtmalarına/ karşı koymalarına/ yabancı işibirliklerine/ “katli vacip fetvaları” yaymalarına karşın, Kurtuluş Savaşı sayılan süreçte kazanıldı bu topraklar! Bu topraklar yurt sayılsın, bu topraklarda doyulsun, bu topraklarda gelecek kurulsun, yaşam anlam bulsun diye…

Hiç kimse ülkemizin bulunduğu coğrafyayı “verim” yönünden “yoksul” değerlendirmesi yapamaz! Bunun içine toprağı alın, iklimini alın, her mevsim üretim yapılabilecek bölgeleri alın… Bu arada “su varsılı” olduğu gerçeğini de buna ekleyin! Bu ülkede “açlık” konusu kitaplarda anlatılması gerekir, yaşanan “kıtlıklardan” örnek verilmesi gerekir bu gerçekler sorgulanabilmiş olsa… Duyan var mı?

***

Duyamayız! İklim değişikliği, kuraklık, yaşanan don olayı hiçbirine gerekçe değil! Üretici toprağını ekebiliyor muydu içinden geldiği gibi, hangi toprakta/ hangi ürünün ekilmesi gerektiği konusunda üretici bilgilendiriliyor muydu, iç piyasanın gereksinimi üzerine araştırmalar yapılıyor muydu, dışsatım düşünülürken “iç pazarın” erinci/ gönenci göz önünde tutuluyor muydu?

Bir ay sonra buğdayda hasat başlayacak… Geçtiğimiz yıl TMO’nun açıkladığı taban fiyatın, bir yıl içinde “girdilere” gelen zammın çok altında kaldığını gördük! Anımsayın; buğday fiyatında yüzde onikilik artış olmuştu! “O” bir yıl içinde buğday ürünlerine gelen zamların yüzde yüzü bulduğu görülmüştü! TMO’nun üreticiye vermediği zam fazlasıyla tüketiciye yaşatılmıştı!

***

İklim değişikliği, kuraklık, yaşanan don olayı derken, buğday ekilen birçok tarla bu yıl ya ekilmedi, ya da mısır ekilerek değerlendirdi! Adana/ Kozan arasını bilenler, nisan/ mayıs ayında yol boyunca buğdayın “ekin tarlaları” arasında yolculuk yapar, toprağı örten “yeşil örtü” arasından geçerdi! Ressamın ustaca kullandığı fırçasının sanat yapıtı gibi umutlandırırdı! Şimdi öyle değil! Ressamın boyası bitmiş, ya da fırçası çalınmış da; tablo yarım bırakılmış gibi…

Bilim insanı Sancar’ın sözünü ettiği, “günlük tartışmalarla zaman boşa harcanınca” bugün yaşananlara tanık olduk! İnsanın “doymasından” daha çok “kişisel hırslara” zaman ayırınca, gündemi “kin” üzerine oturtarak “algı” yapmak için çaba harcayınca bu güne geldik! Uğruna “savaşılan” topraklar üzerinde, “iklim değişikliği/ kuraklık/ yaşanan don olayı” gerekçe gösterilerek “ne acılar” yüklenecek yurttaşın sırtına birlikte göreceğiz! Beceriksizliğin, umursamazlığın, yanlışlarsın bedeli “yine” emekliye, dargelirli yurttaşa, ücretli çalışana ödetilecek “yaşanan örneklerde” olduğu gibi! Yeni kuyruklara, yeni kaygılara hazır olun!

Devamını Oku
teslabahis casinoport pashagaming betkom mislibet casino siteleri
istanbul eşya depolama