20 Kasım 2024 Çarşamba
OKTAY EROL
Yaşanan/ sıkıntısı süren yüzyılın yıkımı nedeniyle; hiçbir şey olmamış/ binlerce can kaybı yaşanmamış/ aradan geçen bir ayı aşkın süre sonra bile, “eskisinden” daha da acımasız/ fahişçi/ umarsız tutum içinde olanları nasıl tanımladınız bilmiyorum!
Deveye “hörgüçlerini düzgün değil” dediklerinde, “nerem düzgün ki” diye sormuş ya; “iktidarı” da, muhalefeti de, yerel yönetimi de, yüklenicisi de, sokaktaki satıcı da, taksici de, otoparkçı da, koca kentler “bir avuca” kalsın istiyor sanki!
Sanki başka “birlikte” yaşayacakları, üzerine basarak ayakta duracakları, emeğini sömürecekleri, yeri geldiğinde kızacakları, yeri geldiğinde korkutacakları, yeri geldiğinde “orantısız güç” kullanacakları başkaları var!
İnsanları çıkarın, sokaklarda robotların dolaştığı bir kente dönüştürün isterseniz yaşam alanlarını…
***
Altı şubat öncesi oto park gereksinimim olmadı! Bu gün oldu işte! Otopark ücretleri kiminde otuz lira, kiminde ilk yarım saat yirmibeş lira/ sonrasında her yarım saatte bir beş lira, kaldırım kıyılarının on dakikası ücretsiz/ sonrasında bir saat dokuz lira/ ardından da her yarım saatte bir üç lira…
Adana’da birçok kişinin evlerinde yaşayamadıklarını, arada bir gereksinmelerini alıp/ çıktıklarını, kiminin çadırda, kiminin bir tanıdığın “müstakil” evinde, kiminin varsa bildiği yakın köylerde korkularını yenmeye çalıştıklarını duymayan yoksa öğrensin; insanları bu denli ergilerden uzaklaştırmanın, bu denli yaşamın her alanında “fahişle” karşılaştırmanın bedeli çok ağır ödenir!
***
Adana en az “hasarlı” kent olmasına karşın, kentten ayrılacak olanları biliyorum! Öncesinde ekonomik sıkıntılar içerisinde yaşamını sürdürmeye çalıştıklarını, depremle birlikte de sıkıntılarının daha da büyüdüğünü biliyorum!
Toplumu sömüren üç tane “fahişçiden” uzak durmayı yeğliyordu!
***
Daha bir ay önce, şatafatlı tanıtım reklamlarıyla insanların belleğinde duran beton yapıların yerle bir olduğu kentlerde yaşayanların, kentlerini terk etmek için; üstelik nereye gideceklerini/ gittikleri yerde ne yapacaklarını/ nasıl bir gelecek kuracaklarını/ geçimlerini nasıl sağlayacaklarını bilmeden kentlerinden ayrılma isteklerini enine/ boyuna düşünün derim!
İnsanın “yaşam alanını”, doyabilecek kanallarını, geçimini sürdürebilecek olanaklarını ellerinden aldığınızda, sokağında temel gereksinmelerine ulaşılmaz engeller koyduğunuzda başka ne yapması kalıyor ki “emekçi/ dar gelirli” yurttaşın yapacağı?
İşte “o zaman”, dar gelirlinin emeğinden/ alın terinden geçinenlerin, “fahiş” yaşamı meslek edinenlerin, üretmeden yaşadıkları şatafat nedeniyle kendilerini “seçilmiş/ ayrıcalıklı” bilenlerin yüzyılın yıkımından almadıkları dersi alacaklardır!
İşte “o zaman” yaşamı sorgulamak için zaman geç olacak!