20 Kasım 2024 Çarşamba
OKTAY EROL
Deprem ne savaşa benziyor, ne corona virüs sürecine; bugünün teknolojisiyle nerede olabileceği bilimsel verilerle “ne zaman/ hangi saatte” oluşacağı bilinemiyor, salt öngörülerle uyarılar yapılıyor, neler yapılması/ hangi önlemlerin alınması gerektiği anlatılıyor!
İki gün önce gerçekleşen depremin ardından, “yine” çok katlı apartmanlarda oturanlar sokağa indi! Yaşamın son on beş günü daha küçük artçılara alışılır olunmuştu oysa! “Yine” ilk günküne benzer, üstelik altı şubatta olduğu gibi sabaha karşı/ uykuda değil de yatmadan önceki bir saatte olması daha da çok korkuya neden olmuş gibiydi!
Yine aynı sarsıntı, yine aynı ağaç dalları gibi sallanma; yarın ne olacağı belirsiz!
***
İnsanın ekonomik durumu iyi olmaz, kazancı azdır, ancak ay sonunu getirmek zorunda olunca “bir şeylerden” kısarak yaşamını sürdürebilir! Bu öyle bir şey değil! Oluşacağı konusunda öngörüler olsa da, zamanı/ saati belli değil!
Öyleyse ne yapılması, nasıl bir önlem alınması gerekiyor?
İnsanlara “teslimiyetçiliği” yaymakla, bilimsel çalışmaları yadsımakla görevlendirilmiş gibi “yazgı” diyerek yanlışlarının örtenlere hiçbir zaman katılmadım!
Kırkbini aşkın can kaybını “yazgı” diye yorumlayanları dinleyemiyorum, umursayamıyorum!
***
Savurgan davranmama konusunda Almanlardan, dürüst çalışma denildiğinde de Japonlardan söz edilir hep; haksız bulanlar, yalanlayanlar olabilir!
Ancak Japonya’da daha büyük şiddette oluşan bir depremde, Japonya halkı işini/ gücünü bırakmayıp sürdürüyorsa, normal yaşamından kopmuyorsa; “orada” neden “yazgının” iş başında olmadığını, halkın neden sokaklara inmediğini, neden Kırkbin can kaybı yaşanmadığını sorması gerekiyor kanımca…
Sosyal medyada karşılaşan olmuştur mutlaka; inşaatın temeline, sık aralıklarla, bir adam boyu, bildiğimiz inşaat demiri örüyorlar!
Bizdekilerle karşılaştırmasını yapmak isteyen yapsın!
***
Şunu iyi anlamamız gerekiyor:
Ülkemiz, deprem fay hatlarının yoğun olduğu bir bölge! Bugün olmasa da “bir gün” yeni sarsıntıların olma olasılığı çok büyük!
Ülkemiz insanının sıkça yaşadığı ekonomik sıkıntılar gibi, politikacıların “ucuz” atışmaları gibi, sabahları uyandığımızda karşılaştığımız zamlar gibi, üç günlük yaşamlar için pompalanan haksız kazançlar gibi, ganyan atlarına dönüşmüş öğrenci sınav maratonları gibi, çalmaya kılıf bulmak gibi, sokak ortasında tanık olunan taciz/ şiddet olayları gibi, eğitimin/ bilimin/ hukukun içler acısı durumu gibi…
Kanımca aynı biçimde depremlere de alışmamız gerekiyor!
Ancak “yazgı” sayarak değil, gerek önlemini alarak, daha sağlam yerlere/ daha sağlam yapılar kurarak…