07 Aralık 2024 Cumartesi
Türkeş Manga Kozan İlçe Milli Eğitim Müdürü Gazi Keleş'i Ziyaret Etti
Portakal Mevsiminde Kuran Dersleri
"VEFA"BİR SEMT ADI DEĞİLDİR
Anadolu’yu konuşturan usta bir yazar: AHMED HAMDİ TANPINAR
Kurban Nedir? Kurban’ın Dinimizdeki Önemi?
Bugün Benim Doğum Günüm...
OKTAY EROL
Ülkemizin dar gelirli, emekli, ücretli çalışan katmanının “büyük dilekler” tutularak başlayan 2014 yılı bir ay sonra bitecek! Anımsadınız mı, geçtiğimiz yılın aralık ayında asgari ücrete onyedibin lira verilmiş/ ardına da iki lira eklenmişti; harca harca bitmez! Yine emeklilere “bu yıl emeklilerin yılı olacak” denmişti; nasıl iyi misiniz, geçen bir yılda iyi yaşadınız mı, iyi doydunuz mu, iyi günler gördünüz mü, istediğinizi tüketebildiniz mi?
Bir ay sonra birbiri ardına açıklanacak “kutlama iletilerini” şimdiden bilmenin “erinçsizliği” var bende! Aynı kanıda değil misiniz? geçen yıl verilen sözlerin yineleneceğini, yine “dilekler” tutulacağını, yine tuttukları dileklerin gerçeklememesi için kendilerinin “üstün” çaba harcayacaklarını, dargelirli yurttaşların ekmeklerini daha da küçülmeye çalışacaklarını öngördüğünüzü sanıyorum…
***
Büyük olasılıkla yanılmıyorum kanısındayım! Önümüzdeki günlerde asgari ücretin ne kadar olacağına ilişkin yapılacak toplantılara tanık olacaksınız! Her yıl olduğu gibi toplantıda işçileri Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş), işveren de Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) temsil edecek. Bir de göstermelik emekçi katmandan bir iki kişi olacak, konuşması dinlenecek, ancak asgari ücret belirlenirken “emekçinin” hiçbir istemi karşılık bulmayacak!
İlki Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ev sahipliğinde gerçekleşecek olan toplantı Türk-İş’in TİSK’i zora koymayacak biçimde sürecek! Her ne denli işçilerin daha iyi yaşamalarını, bir ücret almalarını sağlama sözü vermişseler de, üstelik televizyon ekranlarında “işçimizi koruyacağız” demişlerse de Türk-İş’in bu güne değin “sevindirecek” bir ücret aldığına tanık olunmadı! Şimdi olacağı söyleyeyim; Türk-İş yüzde elli/ altmışlardan söz edecek! Aşağısının benimsenemeyeceğini sıkça yineleyecek! TİSK, Türk-İş’in istediğini vermenin olanaksızlığını söyleyecek! “İktidardan”, işverenleri zora sürüklemeyecek bir ücret önerilecek! Kimsenin aklına “çalışanın açlığı/ doyumsuzluğu” gelmeden aylardır dillendirdikleri, IMF’in yinelediği rakamı asgari ücret olarak belirleyecekler! Hiç şaşırmayalım!
***
Şu soru akla gelebilir: 2024 yılı nasıl geçti? Abartmadan söylemek gerekirse ne asgari ücretliler, ne emekliler, ne küçük esnaf için “iyi geçti” denileceğini düşünmüyorum! Büyük firmalar, zincir mağazalar/ marketler, bankalar, bir de “iktidara” sırtını dayamış olanlar! Onları da toplasanız nüfusun yüzde onu etmez! Yükselen beton yapılar, yolları dolduran son model araçlar, asgari ücret fiyatına giyim eşyalarının dizili olduğu vitrinler, dargelirlilerin yıllık kazancına bir haftalık dinlence faturası çıkaran oteller, çocuklarına yurtdışından seçtikleri okullar, eşlerine dargelilerin üç/ beş yıllık gelirlerine deri çanta/ ayakkabı aldıkları mağazalar… Tümü yüzde on için, ülke yoksulluğa sürüklenirken kazanan için… Evet, emekçi için 2024 yılı iyi geçmedi!
***
Son bir ay… Bundan sonra ne olacak biliyor musunuz? yılın sonuna değin ilgisiz, kafa karıştırıcı, yurttaşın ekmeğini büyültücü yanı olmayan, özellikle “alay edici” yanı ağır basmasına karşın dile getirilmesi “suç sayılan” bir sürü olaya tanık olacağız! Hem öyle “çözümü” sağlanacak da değil, birbirine karıştırılarak medyada yer alacak, politikacılar karşılıklı söz kalabalığı yapacak!
Narin dosyasında, üç ayı geçmesine karşın, o günden bu yana söylenmeyen/ bilinmeyen/ gizlenen/ görüntüler ortaya çıkacak, yenidoğan çetesinin birbiriyle çelişen açıklamalarının ardından “her şeyi bilen” televizyon konuşmacıları oradaymış gibi “aydınlatmayıcı” düşüncelerini ortaya koyacak! O karmaşa içerisinde bir de bakmışsınız ki asgari ücret belirlenmiş! Karar vericiler hoşnut! “İktidar” yeni yılın yükünü dargelirlilere yükleyip/ patronu korumanın sevinci içinde kutlayacaklar! Yılında sonunda “yeni yıl için” yayınlayacakları iletilerde de dilek tutmayı sürdürecekler! Öyleyse, bugün 2024 yılının son yazısını yazmanın bir sakıncası yok; iyi yaşayın, iyi sevin, iyi anlayın…
OKTAY EROL
Her insanın bekleyişi vardır… Kimi işlerinin daha iyi olmasını, kimi çocuğunun iyi bir üniversiteye girerek/ iyi bir yaşam sürmesini sağlayacak işinin olmasını, kimi gebe eşinin sağlıklı bir bebek dünyaya getirmesini, kimi girdiği sınavda bildiği yerlerden sorunların çıkmasını, kimi biderini ektiği tarlasının bir an önce yeşermesi için dingin bir yağmurun yağmasını, kimi hasadını gerçekleştirdiği ürünün masraflarını karşılayacak/ emeğini değecek fiyattan satılmasını…
Bekleyişler/ beklentiler bitmez ki! Ülkeyi yönetenlerin de “benzer” bekleyişleri varır! Allandıra/ ballandıkları anlattıkları “ekonomi izlencelerinin” tutmasını beklerler! Beklenti gerçekleşene değin halkın, özellikle de emeğini satarak yaşamını kazanan dargelirli emekçinin ekmeğini küçülterek, alım gücünü düşürerek, yaşam alanını daraltarak, doymasını zorlaştırarak, soluduğu havadan vergiler almayı sağlayarak eylemlerini sürdürürler! Öyle yaşamıyor muyuz?
***
Gözler yumulup açıldığında çok güzel bir yaşamın sözünü verenleri, doların beklentisinin düşük olacağı öngörüsünü yineleyenleri, her içinde bulunulan yılın ardından gelen yılda her şeyin düzeleceğini, ülkede serin havaların eseceğini… Son yıllarda öyle çok duyduk ki bunları! Duymakla kalmadık, “her şeyin iyiye giden sinyallerini alıyoruz, dışsatımda rekorlar kırıyoruz, dünya ekonomik değerlendirme sıralamasında konumumuz yükseliyor” sözlerini duymadığımız an yok!
Peki, “beklentiler” iyiyse karşılığında neler yaşanıyor? Nüfusun yüzde on/ onbeşlik katmanı için her bungunluk kazanca dönüştürülebilmesine karşın, ücretli çalışanlar/ emekliler/ asgari ücretliler devletin kurumu Tüik’in verilerinde ortaya koyduğu “açlık sınırının” çok gerisinde aylıkla yaşama tutunmaya çalışıyor! İstediği besini tüketemiyor, doğru/ dürüst ısınamıyor, çocuklarının gereksinmelerini alamıyor, eskiyen giysisini değiştiremiyor, erinci/ gönenci/ doyumu/ sevmeyi/ yaşamayı/ bölüşmeyi/ gülebilmeyi özlemle bekliyor!
***
Ülkeyi yönetenler gülen yüzleriyle eğri/ anlaşılmaz/ kafa karıştıran tümceler kurarak anlattıkları ekonominin geldiği nokta ile ilgili sözleri yurttaşı sevindirmeli miydi, daha da düşündürmeli miydi; orası belirsiz! Örneğin “şu an amaçlarımız doğrultusunda gelişme gösteriyoruz” deniliyor ya; yurttaş “demek ki bu andan sonra sıkıntılar bitecek, daha iyi doyacağız, artık alım gücümüz de iyileşecek, çocuklarımızı da sevindireceğiz” diye anlıyor! “İyiye gidiyoruz” sözünün başka bir anlamı olur mu?
Gerçekten insanlar beklenti içerisinde; sus/ pus oldu, evinin dar alanlarında tutuklu gibi! Yıllarca çalışmış, emekli olmayı hak etmiş birinin arkadaşlarıyla bir yerde oturup söyleşmesi zor! Aldığı onikibinbeşyüz lirayı evin gereksinmelerine yetirsin, yoksa sosyalleşmesine mi? Biliyorsunuz “iktidarın” ağza pelesenk ettiği “eski/ yeni” sözcükleri artık yinelenmekten bıktılar, üstelik anlamını da yitirdi! Her şeyi bir yana bırakın “eski” denilen süreçte emekli ya da asgari ücretin yarısıyla çok güzel konutlar kiralanır, artanı ile de “gül gibi” geçinilir gidilirdi! “Yeni” de bunu söyleyebilen var mı?
***
Tamam… Halkın büyük bir katmanının ekmeği azaldı, alım gücü düştü, doymuyor/ yaşayamıyor/ sevinemiyor… “İktidar” sözcülerinin konuşmalarından “artık sıkıntı yok, bu hızla yükseliş yeterli, bundan sonra sırada ekmeklerin büyütülmesi, emeklilerin/ ücretlilerin aylıklarının alım güçlerinin artırılması var” sözlerini beklememiz gerekmiyor mu? İnsanlar yaşamlarını sürdürebilmek için her şeyi böldü, parçaladı, bir yana koydu; ama bu kadar!
Önümüzdeki ay içinde asgari ücretler belirlenecek, çalışanın ekmeğinin daha da küçüleceğinin belirtileri yansıyor; haksız mıyım? Yine bir “iktidar” partisinin milletvekili açıkladı. “Aile hekimliklerinden alınan örneğin ehliyet raporu gibi bazı raporlar ücretlendirilecek” dedi! “Beklentiler” denildiği gibi iyiye gidiyorsa bu neden, yok/ açık kapatılamamışsa neden “iyiye gidiyoruz” deniliyor, neden emekçinin yaşama tutunabilmesi daha da zorlaştırılıyor? Evet, yanıt…
OKTAY EROL
Neyin nasıl çözüleceğinin “bilinmediği” bir boşlukta bir o yana/ bir bu yana savrularak gidiyoruz! Bu savrulmayı, bu bilinmezliği durdurmak için de en küçük bir çaba olmadığı gibi, her gün daha da büyümesine neden olacak yaptırımlarla karşı karşıyayız! Gerçekten bunca insan çocukluğunda neden büyümek istedi, büyüyünce neden aile kurmayı özledi, neden aile kurmasının ardından çocukları olsun istedi? Bunları yaşamak için mi? Olmamalı ama, yaşam bu denli anlamsız, bu denli karmakarışık, bu denli birilerine “kul/ köle” olarak sürmemeli! İnsanın yemesi, içmesi, düşünmesi, yaşaması, sevmesi bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak söze bağlı kalmamalı; yaşam bu denli ucuz olmamalı! Bunlara hiç kimse fırsat vermemeli!
***
İnsan, neden “var olduğunu” göstermek istemez, üstlendiği ödevi yapmaktan kaçınır, kendine güvenen/ inananları zorda bırakmayı erek sayar, “algıdan” beslenir ki hep? Onaltıncı yüzyıl Fransız filozoflarından Rene Descartes’in sözünü anımsadım, “düşünüyorum, öyleyse varım” diyordu ya; aradan geçen yaklaşık beşyüz yıla karşın birçokları nedense anlayabilmiş değil! Descartes, “varlığı kesin olan tek şeyin düşünmek olduğuna inandığından, düşündüğü an var olduğunu benimsediği, düşünmenin var olmanın ön koşulu” olduğunu vurgular.
“Var olmanın koşulu düşünmek…” Yirmibirinci yüz yılda “var mıyız” peki; nasıl? Önce “düşünmek” gerekiyor ama… Başta içinde bulunulan çağı, çağın gereksinmelerini, yaşamı kolaylaştıracak yeni buluşları, doğaya zarar vermeden “nasıl yararlanılır” sorusunun yanıtını, doğan her şeyin yaşama haklarının yadsınamayacağını, toplumcu gerçekçiliği düşünmek gerekiyor; haksız mıyım?
***
Yaşadığımız süreçte çok ilginç olaylara tanık oluyoruz… Çevresindeki doyumsuzluğu, erinçsizliği, yaşamsızlığı, karmaşıklığı görmeyen/ anlamayan var mı bilmiyorum! Eğer varsa “en büyük sorun” bu! Konut kirasının onbin liranın altında olmadığı bir dönemde, emeklilere/ çalışanlara onikibinbeşyüz lira ile onyedibin lira arasında aylıkla “sana bu yeter, bununla geçin, buna şükret” diyen, şatafatı/ savurganlığı ilke edinen anlayışın ardında alkışçıları bir türlü eksilmiyor! Sorulduğunda bu ya da benzer tüm sorunların olduğunu yadsımıyorlar, ancak yine de “yaparsa bu iktidar” yapar diyorlar! Başkasını bilemem, yirmiüç yıllık “iktidarın” bunları yapmıyor olmasına “düşünmek” diyemiyorum!
Adana’da yaşanılan, “yanlış” olduğu her geçen gün can sıkıcı biçimde ortaya çıkan, “yanlışta” diretilen bir olay var; Şakirpaşa Havalimanı… Yapılan uyarılar, tepkiler, eleştiriler karşısında “iktidar” partisinin il örgütü, milletvekilleri “umursamaz” olmakla birlikte, Şakirpaşa Havalimanı’nın kapatılacağını/ bunun Adanalıya olduğu kadar yolcular için de sorun oluşturacağını ileri sürenlerin “yalancılıkla” suçladığı bir süreç yaşandı, geçtiğimiz aylarda! Bugün Şakirpaşa Havalimanı’nın uçuşlara kapanmasının, Çukurova Havalimanı’na taşınmasının ardından birçok olumsuzlar ortadayken bile “yalancı” suçlamaları sürüyor! Her şey ortadayken bile bu nasıl bir bilememezlik”, nasıl bir “düşünememezlik” ki? Anlaşılması zor!
***
Kime sorarsanız sorun; sorunluyuz! insanlar yaşamlarından hoşnut değil! Çalışanlar da dertleniyor, çalıştıranlar da! Pazardaki satıcılar da fiyatlardan yana tepkili, alıcılar da! Politikacılar da sorunların büyüdüğünden söz ediyor, yurttaşlar da! Tek anlaşılmayan, tek düşünülmeyen, üzerinde durulmayan konu “kimin/ nasıl” yaptığı… Ülkenin yarısı, yirmiüç yıl gibi bir süreçtir başta bulunan” iktidar” için övgüler dizmekten geri durmadığı gibi, yaşananlardan “iktidarı” da sorumlu tutmuyor! Bunu azalan alım gücünde de görüyoruz, Şakirpaşa Havalimanı’nın uçuşa kapanmasında da… Sorsalar “düşünüyoruz” diyorlar ya, öyleyse “varlar mı” sizce?
OKTAY EROL
Şunu anlamaya çalışmak neden zor? Birine, bir davranışından/ sözünden/ kullandığı yönteminden dolayı tepki gösterirken, ya da eleştirirken salt “en son” yaşanan değil, öncesi de göz önünde bulundurularak tutum sergilenir! Doğrusu da bu değil mi? İnsan “şaşar/ beşer” denilerek, kimi zaman şaşırmasını, yanılmasını hoş görmek anlamında kullanır! Ama bu yinelenmekteyse, üstelik bu olgu öncesinde öngörülerek dillendirilmesine karşın dinletilememişse, biraz daha ileri gidilerek “yalancı onlar” suçlaması yapılmışsa, bildiklerini gerçekleştirmekten uzak durmamışlarsa… Orada durmalı!
***
Önceki gün, 24 Kasım Öğretmekler Günü nedeniyle, Adana Anakent Belediye Başkanı Zeydan Karalar “hava muhalefeti” nedeniyle, karayolu ile çıktıkları Ankara yolunda kaldıklarını sosyal medya hesabı üzerinden duyurunca “iktidar” yanlıları açtılar ağızlarını, yumdular gözlerini! Karaların sözü neydi, ne anlatmak istiyordu, salt Öğretmenler Günü için mi konuşuyordu, bunun daha öncesiyle bağlantısı var mıydı düşünülmemiş olmalı ki “yalancılıkla” suçlandı!
***
Başkan Karalar, sosyal medya paylaşımında “Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel’in davetiyle Ankara’da gerçekleştireceğimiz 24 Kasım etkinliği için saat 6.30’dan beri yoldayız. Çukurova Havalimanı’nda sürekli uçuş iptali olduğu için arabayla gitmeye karar verdik. Karayollarının yolu açmasını bekliyoruz” sözlerine yer vermiş, yayınladığı videoda da “Çukurova Havalimanı’nda uçuşlar iptal edildi, bizde karayolu ile Ankara’ya gitme kararı aldık, ama yolda kaldık, karayollarının yolu açmasını bekliyoruz, çok uyardık, buraya havalimanı yapmayın dedik, zaman bizi haklı çıkarı” diyordu. Başta, “24 Kasım etkinlik değildir” demeyeceklerdir kanımca! Peki, “Çukurova Havalimanı’nda sürekli uçuş iptali olduğu” konusu… Şu ana dek bunu hiç kimse yadsımadığı gibi, birkaç gün önce Adana Milletvekili Burhanettin Bulut’un Çukurova Havalimanı ile ilgili bakana yönelttiği soruları anımsarlarsa yerinde olacağı kanısındayım.
***
Karalar, paylaşımında “Çukurova Havalimanı’nda uçuşlar iptal edildi, bizde karayolu ile Ankara’ya gitme kararı aldık, ama yolda kaldık” diyor. Şöyle mi denilmeliydi? “Çukurova Havalimanı’nda uçuşlar iptal edilmiyor, herkes gideceği saate uçuşunu yapıyor, dışarıdan gelenler sorunsuz havalimanından ayrılıyor, Şakirpaşa Havalimanı’nın kapanmasını istememiştik ama yanılmışız, yolcular yeni havalimanından uçmayı çok sevdi, buna karşın biz bu rezilliği bile bile karayolu ile yolculuğu seçtik!”
Yapmayın, CHP’li Bulut’un sorularına dün bu köşede yer vermiştim, yineliyorum şöyle: Kaç uçağın Çukurova Havalimanına inemeyip “pas geçerek” başka havalimanına indiğini, bu uçuşların kaçının iç/ kaçının dış uçuşlar olduğunu, uçakların Çukurova Havalimanına inemeyiş gerekçesini, havalimanının açılışından bu yana kaç uçuşun iptal edildiğini, son dört yılda Şakirpaşa havalimanına inemeyip “pas geçen” uçağın olup/ olmadığını…
***
Bu köşede Başkan Karalar’ı zaman zaman eleştirdiğim olmuştur! Ancak, havalimanı konusunda “acımazlık” değil mi bu yapılan? Başından bu yana Çukurova Havalimanı’nın yeri konusunda “tepkisi” olduğunu, özellikle Şakirpaşa Havalimanı’nın uçuşlara kapatılmasında haksızlıklar bulunduğunu, bunu “iktidara” yakın sözcülerin/ politikacıların/ medyanın umursamazlığı nedeniyle yitirildiğini sıkça vurgulayanlar arasında başta gelen isimdir! Bulut, bugüne değin kaç uçağın Çukurova Havalimanı’na inerken “pas geçtiğini” soruyor ya, asıl önce oraya odaklanmak gerekir kanımca! Son Kayseri olayından sonra, birçok tanıdığım Çukurova Havalimanı ile yolculuk yapmak istemediğini, daha kış başlamadan “hava muhalefetinden” söz edilir durumda olmasından kaygılandığını söylüyor! Ayrıca “Şakirpaşa kapanacak” dendiğinde “yalan söylüyor bunlar, bunlar yalancı” diyenler, havalimanı uçuşlara kapanmasının ardından da şimdi “bunlar yalancı” diyerek yeni gerekçelere kılıflar uydurmakla Adana’ya/ Adanalıya zarar veriyorlar; bilsinler!
OKTAY EROL
Bizim önce şunu öğrenmemiz gerekiyor: enflasyonun altında ezilmek ne demektir? Emekli asgari ücretli, dargelirli gün ışığında duruyor, “iktidar” enflasyona şimdiye dek kimseyi ezdirmediklerini söylerken de birbirinin gözlerine bakıyor, “bana mı söylüyor, diyor; ben mi enflasyon altında ezilmiyorum” diye de yineliyor! “İktidarın” sözünü ettiği “halk” ya da “ücretli çalışanlar” kim; bana sakının “doymazlar” ya da “kıyak aylıkçılar” demeyin! Bilmiyorum gerçekten, “enflasyon altında ezilmeyen” kim?
Enflasyon altında ezilmek, “ekonomik koşulların bireylerin alım gücünü ciddi şekilde bozması” olarak biliniyor! Enflasyon, fiyatların artması, sabit gelirlilerin alım güçlerinin azalması değil mi? Bakın, her ne denli Tüik’in verilerine dayanarak karar aldıklarını belirtmiş olsalar da gıda, kira, enerji gibi temel gereksinmelerin fiyatları akıl almaz biçimde artarken, çalışanların/ emeklilerin aldığı ücret aynı oranda artmıyor, insanlar aynı miktarda para ile daha az ürün alabilir duruma geliyor. Bu olgu da yaşam düzeylerinin düşmesine, borçlanma oranlarının artmasına, genel olarak ekonomik bungunluğun yükselmesine yol açıyor! Bunun adı “enflasyon altında ezilmek” değil de nedir? Bunun tersini ileri sürmek “çürümenin” de bir diğer adı olmalı!
***
Son zamanların en çok kullanılan sözü “aklımızla alay ediliyor” ya da “dalga geçiliyor” olsa gerek! Şu, “emeklimizi, memurumuzu, asgari ücretlimizi, toplumun hiçbir kesimini enflasyona ezdirmeyeceğiz” diyen kim ya da kimler varsa, “enflasyon altında ezilmemenin” bir başka tanımını ya da açıklamasını herkesin anlayacağı dilde anlatmalı! Ne bileyim, desin ki “emekli onikibinbeşyüz lira ile gül gibi geçinebilir, asgari ücretli onyedibin lira ile kirasını/ çocuğunun eğitimini/ mutfağının masrafını karşılayabilir” desin! Sonra ne bileyim, “ayda iki kez etli yemek yiyebilir, çocuklarıyla ayda bir kez dışarıya yemeğe çıkabilir, pazarda/ markette gereksinmelerini alabilir” desin! Çizelge oluştursun, emekliye/ ücretliye de dağıtsın ki, aldıkları ücretle nasıl yaşanılırmış öğrensin! Herkes “ekonomiyi” bilmek zorunda değil ki, ama bilen anlatmak zorunda!
Kentin kıyı mahallelerinde birkaç dolmuşla işe ulaştığınız yerlerde ev kirası onbin lira dolayında! Asgari ücretli, aldığının onbin lirasını kiraya verdiğinde kalıyor elde yedibin lira! Bunun ikibin lirasını elektriğe, suya, ısınma gereçlerine çık; kalıyor beşbin lira! Hani, “iktidar” ısrarla “üç çocuk yapın” diyordu ya, denilenlere uymadınız “bir çocukta” karar vermenize karşın onun okul masraflarını karşılamak zorundasınız, “beslenme çantasına” gereken temel besinleri koymak zorundasınız! Kış geldi giyineceksiniz, konuğunuzu ağırlayacaksınız, komşunuzun/ tanıdığınızın düğününe gideceksiniz, dolmuş ücretini bir yana koyacaktınız demedim! Ne dedim ki; emekliyi anlatmadım daha?
***
Enflasyon altında ezilmek, “fiyatların yükselmesiyle birlikte, aynı miktardaki paranın satın alma gücünün azalması, bu durumun kişinin ekonomik durumunu olumsuz etkilemesi, daha az doyabilmesi, bazı gereksinmelerini karşılayamaması” anlamına da gelir. Pazar esnafını gezerken, markette ürün raflarının önünde alıp/ almama konusunda “iç sesi” ile savaşan/ karşı koyan, çocuğunu şekerleme reyonları önünden geçirmeyen hiçbir kimseyi görmediniz mi? İnsanlar ne yapıyor; istedikleri gibi beslenebiliyorlar mı, yılın başında belirlenen asgari ücret aylığıyla “aynı ürünleri” bugün alabiliyor mu; üşenmeden bir kez sorun!
Tamam, anladık; “iktidarın” tüm konuşmacıları “ekonomist”! Öyleyse bu emekli aylığıyla, bu asgari ücretle nasıl geçinilir, nasıl bir aylık gereksinmeler karşılanır açıklasın, yok/ açıklayamıyorsa da “açlığı yaşayanları” alaya almasın! En kötüsü de ne biliyor musunuz? Dargelirlilerin çektiği ezikliği bilmelerine karşın, “seni ezdirmek” demek! Altını çiziyorum; bu kış öyle zor geçecek ki!
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.