05 Aralık 2024 Perşembe
Tutum Yatırım ve Türk Malları Haftası Adana Şehit Samet Özkan İlkokulunda Kutlandı
Portakal Mevsiminde Kuran Dersleri
HAKKANİYET ÇEMBERİ
Anadolu’yu konuşturan usta bir yazar: AHMED HAMDİ TANPINAR
Kurban Nedir? Kurban’ın Dinimizdeki Önemi?
Bugün Benim Doğum Günüm...
İBRAHİM ORTAŞ – Ç.Ü. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
iortas@cu.edu.tr
Yaşamın başlangıcı ve gıdaların sağlandığı toprağın üretkenliği ve kucaklayışı nedeniyle kutluyoruz, gururluyuz ve müteşekkiriz
Toprak: Yaşamın kaynağı ve gıda üretiminin temeli olarak canlılara habitat yaratmaktadır. Toprak, yaşamın temel kaynağı olup gıda üretiminin başladığı yerdir. Besinlerin oluşturulması, depolanması ve geri kazanımı gibi kritik işlevlerle ekosistemin önemli bir parçasıdır. Sağlıklı topraklar, sağlıklı ve besleyici gıdaların temelini oluşturur. Ancak, insanın tarım yapmaya başlaması ve özellikle de sanayi devrimi ile fosil karbon kaynaklarının enerji amacı ile kullanılması, traktörler ile ağır toprak işleme, ihtiyacın ötesinde analizlere dayalı olmayan gübre ve kimyasal ilaç kullanımları sonucu toprakların yapısı ve sağlığı bozuldu, verimliliği düştü. Günümüzde, küresel olarak en kıt kaynak olarak toprakların %33’ü bozulmuş, erozyona uğramış, kimyasallarla kirlenmiş, tuzlulaşmış ve artık sürdürülemez duruma gelinmiştir. Artan yoğun tarımsal uygulamalar nedeniyle toraklar ciddi tehdit altındadırlar. Besin dengesizlikleri ve organik madde kaybı, tarımsal verimliliği düşürmekte ve gıda üretimini ve toplum sağlığını etkilemektedir.
Toprak sorunları, özellikle gübrelerin aşırı veya yetersiz kullanımıyla daha da kötüleşmektedir. Aşırı gübreleme çevresel sorunlara yol açarken, yetersiz gübreleme milyonlarca insanı yetersiz beslenme ve açlık riskiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Ölçülerek belirlenen, amaca uygun organik girdiler, gübre ve sürdürülebilir toprak yönetimi uygulamaları, bozulan toprakların yeniden verimli hale getirilmesinde kritik rol oynamaktadır. Toprakların ekolojik prensiplere göre üretim altına alınması sürülebilir yaşam için elzem düzeydedir.
Bu eksende FAO’nun 2024 Dünya Toprak Günü teması olan “Toprakların Bakımı: Ölçün, İzleyin ve Yönetin” doğrultusunda SHARInG-MeD ve SUS-SOIL projeleri, sürdürülebilir toprak yönetimi için çalışmalar yürütmektedir. Bu projeler, iklim değişimine dayanıklı tarım uygulamalarını teşvik ederek toprak sağlığını korumayı ve artırmayı hedeflemektedir. Sonuç olarak, sağlıklı toprak, sürdürülebilir gıda üretiminin ve ekosistemlerin temelini oluşturur.
Toprak Gıdanın Üretildiği Ortam, Yaşamın Kaynağı ve Habitatımızdır.
Toprak, gıdaların üretiminin başladığı yerdir. Canlıların çoğunluğunun yaşam alanıdır. Arka planda topraklar, besinleri oluşturma, depolama, dönüştürme ve geri kazanımı konusunda olağanüstü kapasitelere sahiptir. Toprak sahip olduğu çok yönlü üretkenlik kapasiteleri sayesinde gıdanın yüzde 95’inden fazlasını üretir. Sağlıklı topraklar, aynı zamanda sağlıklı ve besleyici gıdanın temelidir: her şey toprakta başlar ve toprağa dönerek yaşam döngüsünü oluşturur. Bu bağlamda sağlıklı toprak sağlıklı yaşam demektir.
Yer yüzeyindeki 300 bin bitki çeşitlinin üretimlerinin sağlıklı sürdürülebilmesi için besin girdileri arasında bir denge olması gereklidir. Bu gereksinim bitkilerin milyonlarca yıllık evrimsel sürecinde meydana gelen değişimler sonucu ortaya çıkmıştır. Gezegende doğal olarak bulunan 92 kadar kimyasal elementten 18’i bitkiler için elzemdir ve 15’i topraklar tarafından bitkilere sağlanır. Karbon, oksijen ve hidrojen atmosferden (CO2) ve su (H2O) yolu ile sağlanmaktadır. Gıda üretimi için CO2 ve H2O yanında azot, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum ve kükürt gibi makro besinler de bitkiler için büyük miktarlarda gereklidir. Ayrıca demir, mangan, çinko, bakır ve bor gibi mikro besinler de bitkiler için elzemdir ancak yalnızca küçük miktarlarda gereklidir. Yakın zamana ölçme yöntemleri ve ekipmanları gelişmediği için toprak ve bitki dokularında bu elementlerinin varlığı ve miktarı tam bilinmiyordu.
Mineral gübreler, organik bileşikler/gübreler, biyolojik azot fiksasyonu, (atmosferik birikim) ve çıktıları (ürün hasadı, erozyon, toprak organik maddesinin kaybı, sera gazı emisyonları) sağlıklı bir sürülebilir yaşam için gereklidir. Toprak ekosisteminde bitkilerin gereksinim duyduğu besinlerin azlığı veya fazlalığında doğal denge bozulur ve üretimi etkiler.
Toprak yoksa gıda yoktur! İfadesi bu bağlamda önemli bir slogan. Bütünlüklü olarak ekosistemin bütün unsurları; hava, su, ilkim değişimleri ve insan faaliyetlerinin bütün bileşkeleri toprakta buluşmaktadır. Toprağın bilinmesi ve sürdürülebilirliği için “Ölçülmesi, İzlenmesi ve Yönetimi” de önem kazanmaktadır. Bu takip mekanizmalarının sağlıklı yapılması için büyük çaplı ve kapsamlı projeler gerekmektedir. Bu bağlamda ülkemiz adına önemli olan 2 büyük projede ortak paydaş olarak yer almaktayız.
5 Aralık Dünya Toprak Günü Neden Kutlanır
FAO’nun 2024 yılı 5 Aralık Dünya toprak yılı sloganı “Toprakların Bakımı/rehabilitasyonu: Ölçün, İzleyin ve Yönetin“ olarak deklere edilmiştir. Toprak verilerinin bütünlüklü analiz edilmesi, gelişiminin izlenmesi ve toprağın yapısına uygun yönetilmesi temel bir tarımsal üretim planlanması ve yönetimini içermektedir. Bu bağlam ile son 70 yılda artan toprak işleme, ihtiyacın üzerinde ilaç gübre kullanımı, salma sulama, mono kültür tarım yönetimleri toprakların biyolojik üretim yeteneklerinin azalması ile sonuçlanmıştır.
Bunun sorumlusu, toprak organik karbonunun ve biyolojik çeşitliliğinin kaybı, besin dengesizliği, toprak erozyonu, kirlilik veya tuzluluk ve gübrelerin akılsızca kullanımı gibi birkaç faktördür. Ek olarak, her yıl tahmini 24 milyar ton verimli toprak erozyon nedeniyle kaybolduğu yönündeki gözlem ve ölçümlerdir.
Son yıllarda, sürdürülemez toprak yönetimi uygulamaları nedeniyle toprak verimliliğinin potansiyeli azaldı ve bu da gıdaların besin elementi ve vitamin içeriğinde ciddi düşüşlere neden oldu. Son 70 yılda gıdalardaki besin elementleri ve vitaminlerin oranı düşüş göstermektedir. Yani geçmişe göre gıdaların besin içeriği daha düşüktür. Tarım topraklarının %33’ü bozunuma uğramış ve erozyona uğrayarak verimliliğini kaybetmiş durumdadır. Bir kaşık toprakta dünyadaki insan sayısından daha fazla toprak canlısı yaşamakta olduğu düşünülürse toprak biyolojik verimliliği ne denli bozunuma uğramaktadır.
Toprakların Günümüzdeki Temel Sorunları Nelerdir?
Mevcutta antropojenin etkisi ile küresel çapta toprakların yaklaşık %33’ü zaten bozulmuş durumda ve bu eğilim yıllar içinde hızlanarak devam ediyor. Günümüzde küresel toprak kaynaklarının yaklaşık yüzde 40’ı ve Orta Asya topraklarının yüzde 50’si erozyon, sıkışma, tuzlanma, organik maddelerin ve besin maddelerinin azalması, asitleşme, kirlilik ve sürdürülemez doğal kaynak yönetimi uygulamalarıyla ilişkili diğer süreçler nedeniyle bozulmaktadır. Bu arada AB Toprak Stratejisine göre, AB’deki toprakların yaklaşık %60 ila %70’i sağlıklı değildir ve ciddi bozulma süreçlerinden mustariptir. %60 -70 oranında toprakları fonksiyonel özeliklerini kaybettiği ve/ya tarımın dışına çıkmış durumda olduğu belirtiliyor. Toprakların sağlığının bozulması AB’ye masrafının yaklaşık 50 Milyar Euro olduğu belirtiliyor.
AB topraklarının bozulması ve iklim değişimleri ile artan afetler ve çölleşme riski durumunun daha da vahim bir duruma dönüşeceğini bildiriyor.
Topraklarda Azalan Besin Elementi Kaybının Giderilmesinde Gübrelemenin Yeri
Toprak verimliliğinin kaybı düşük ürün verimine ve ürün başarısızlığına yol açarak yerel popülasyonları açlığa, yetersiz beslenmeye ve sosyal olarak yoksulluğa kadar sürükler. Besin dengesizliği, ilk on toprak tehdidinden biri olarak tanımlanmıştır. Gizli açlık (mikro besin eksikliği olarak da adlandırılır) besin açısından fakir beslenmeye atfedilir ve besin açısından tükenmiş topraklarla doğrudan bağlantılıdır. Dünya nüfusunun üçte ikisinden fazlası bir veya daha fazla temel mineralden başta çinko (Zn), demir (Fe) ve ıyot (I) gibi elementlerden yoksun olduğu çok sık rapor edilmektedir. Buna bağlı olarak insan sağlığı olumsuz yönde etkilenmektedir.
Çoğu yarı kurak bölgelerde tuzluluk, asitleşme ve toprak bozunumu başlamıştır. Çok fazla gübrelenen alanlarda ise besin girdilerinin yüzde 50-60’ı gibi önemli bir kısmı atmosfere gaz olarak uçması veya taban sularına karışması sebebiyle bitkisel üretimde kullanılmaz duruma gelir. Avrupa’da tarım alanlarındaki kadmiyum (Cd) kirliliğinin yüzde 45’i bazı mineral fosforlu gübrelerden kaynaklanmaktadır. Günümüzde küresel olarak, artan miktarlarda çok fazla azot kullanımı mevcuttur (toprağa uygulanan azot miktarı, mahsuller tarafından alınan azot miktarından daha fazladır).
Yürüttüğümüz iki AB projesinin temel amacı ile Dünya Toprak Günü amaçları ortak paydada buluşmaktadır.
Bozulmuş ve kirlenmiş toprak sağlığı konusunda son yıllarda verilen çaba ve mücadeleler başta Birleşmiş Milletler, FAO, AB ve diğer devletlerin bilim ve çevre kurumlarının en sıcak ilgi odağı durumuna gelmiştir. Konu doğrudan iklim değişimleri ile ilgili olduğu için gıda güveliği ile bağlantısı da önemini ve hassasiyetini arttırmıştır.
Dünya Toprak Günü Teması: Sağlıklı toprağın önemi ve toprak kaynaklarının sürdürülebilir yönetimini sağlamak ve savunmak olarak belirlenmiştir. 2024 yılı Toprak Günü’nün teması Topraklara Bakım: Ölç, İzle, Yönet. Tema başta toprak analizlerine dayalı bütünlüklü bir yönetim anlayışı, “ölçemesen anlayamasan, anlayamasan yönetmezsin” anlayışı ile sağlanmaktadır.
Shering-Med ve SUS-SOIL Projelerinin ortak paydaları ve amaç bütünleşmesi
Shering-Med ve SUS-SOIL Projelerinin Dünya Toprak Günü Mesajı İle Ortak Paydada Buluşması ve Amaç Bütünleşmesi
Bu bağlamda AB PRIMA SHARInG-MeD ve Horizon SUS-SOIL bütçelerinden sağlanan projelerle Türkiye olarak bizlerde bozulan toprak yapısının yeniden inşası için agroekolojik ilkelerin tarımda uygulamasının toprakların rehabilitasyonunda önemli fonksiyon üstleneceğini görmekteyiz. Her bir proje için değişik bölgelerden el değmemiş ve geçmişte incelenmiş alanlardaki toprakları yeniden örnekleyerek, amaca uygun analizler yaparak ekolojik toprak yönetimi sağlamak istenmektedir. Ayrıca öğrenilen bilgiyi diğer paydaşlar ile analiz edip çözüm önerileri geliştirmeyi hedeflemektedir.
SHARInG-MeD projesi toprakların yeniden rebilitesini sağlamak için araştırmacılar, kamu yönetimi ve toprak kullanıcılar ile birlikte bir dizi araştırma ve iş birliği içinde örnek ekolojik toprak yönetimleri planlamaktadır. SHARInG-MeD projesinin amacı; Akdeniz çanağında iklim değişimlerine karşı toprak bozulmasını sınırlayacak araştırma alt yapılarını düzenlemeyi amaçlamaktadır. Ayrıca iklim değişimlerine karşın toprak karbon içeriğini artırmayı amaçlıyor.
Proje kapsamında Akdeniz bölgesindeki toprak sağlığını korumak, iyileştirmek ve restore etmek;
SUS-SOIL Yaşayan Toprak Laboratuvarı projesi ise; Toplum için ekosistem hizmetlerinin sunumunu iyileştirmek amacıyla tarımsal ekolojik arazi kullanımı ve yönetimini uygulayarak sürdürülebilir toprak ve toprak altı sağlığının teşvik edilmesi eksenli entegre projedir. SUS-SOIL’in temel amacı toprak yönetiminin sürdürülebilirlik ilkeleri doğrultusunda geliştirilmesini hedefler. Bu kapsamda, toprak sağlığını koruma, karbon depolama kapasitesini artırma ve tarımda çevresel etkileri azaltma üzerine yoğunlaşır. Proje, toprak kullanımına ilişkin yenilikçi yaklaşımlar ve yöntemler geliştirmeyi amaçlar. Bu proje 15 ülkeden 22 partner üniversite ve araştırma kurumu tarafından yürütülmektedir. Proje çerçevesinde 15 yaşayan laboratuvar kurularak alt toprak katmanının sürdürülebilir tarım ve toprak sağlığı için önemini ve farkındalığını artırmayı hedeflemektedir.
Sonuçta toprağın sağlığını korumak için, toprakların analiz edileceği, izleneceği ve toprak-bitki yönetimlerinin uygulanacağı bir tarım yönetimi sağlamak.
Bu bağlamda ilk defa geniş çaplı bir yaşayan toprak laboratuvarları kurup sürekli izleme ve uygulama çalışmaları yapılacaktır.
Yeniden toprak gününde torağın biler için gösterdiği gıda üretimi ve hepimize habitat yaratmasından dolayı müteşekkiriz. Ancak ne yazık ki toprağın kadrini ve kıymetini bilemedik.
Not: Shering-Med ve SUS-SOIL Projeleri ile ilgilenenler İbrahim Ortaş, iortas@cu.edu.tr adresinden iletişim sağlayabilirler
İBRAHİM ORTAŞ – Ç.Ü. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
iortas@cu.edu.tr
Ölümünden 86 yıl sonra, ilkeleri ve düşünceleri bu denli önemsenen, halen dikkate alınan çok az lider kalmıştır dünyada. Yirminci yüzyıla başarıları ve çok yönlü kişiliği ile damgasını vurmuş olan Atatürk, yalnızca toplumumuzda değil, dünyanın dört bir yanındaki mazlum milletler tarafından da sevgi ve saygıyla anılmaktadır.
Bir insanın, düşünceleri, önerileri ve öngörüleriyle sürekli anılması, onun evrensel bir öneme sahip olduğunu gösterir. Bu nedenle, her yıl 10 Kasım, kuru bir anma günü olmaktan çok ötededir; toplumun içtenlikle kutladığı, Atatürk’ün düşüncelerinin önemini daha iyi anladığı bir gündür. Atatürk’ün kısa sürede gerçekleştirdiği işler ve miras olarak bıraktığı eserler, bugün dahi önemi hakkında yapılan konuşmalar ve tartışmalarla canlılığını korumaktadır.
Peki, Atatürk’ün insanlığa ve toplumumuza bıraktığı miras nedir?
Her şeyden önce, dünyanın merkezinde yer alan heterojen ve çok kültürlü bir topluma bağımsız, laik ve demokratik bir Cumhuriyet bırakmıştır. Dünyada pek çok ülke kadın haklarını gündemine dahi almazken, Atatürk, kadın-erkek eşitliğini toplum yaşamına kazandırarak insanların yasalar önünde eşit olduğunu göstermiştir. Belki de hepsinden önemlisi, onun “biricik mirasım” olarak nitelediği “bilim ve aklın yol göstericiliği” ilkesidir.
Aydınlanmanın temeli, egemenliğin kan bağı ile babadan oğula geçen yönetimden, halkın seçme ve seçilme özgürlüğüne dayalı bir yönetim anlayışına geçiştir. Bu anlayış, toplumun her alanda eşit yurttaş olarak ülkenin iradesinde etkin olmasını ve düşünce ile inançlarının serbestçe ifade edilmesini sağlar. Aydınlanmacı yaklaşım, aynı zamanda ülkenin tam bağımsız olmasını, başka ülkelerin etkisinden uzak kalmasını ve özgürlüğünü içerir.
Atatürk, “Benim temel mirasım, aklın ve bilimin temel yol gösterici olarak kabul edilmesidir” demiştir. Aklın ve bilimin yol göstericiliği metodolojisi benimsendiğinde, diğer sorunlar daha kolay çözülebilir. Eğer bireyin zihinsel altyapısı aydınlanmacı felsefeye göre şekillenmişse, insanı insan olarak görmekte ve akıl ile bilimin yolunda analitik düşünceyle sorunların çözümünü kavramışsa, bu kişi uygarlaşma ve gelişme yolunda ilerliyor demektir. Bu yol, aklın özgürleşmesini sağlayan aydınlanma felsefesiyle kavranmaktadır.
Atatürk, bir düşünce ve eylem insanı olarak çağının sorunlarını iyi analiz etmiş ve toplum olarak kaçırdığımız Rönesans ve Sanayi Devrimi’nin yarattığı aydınlanmanın kapısını eğitim yolu ile açmıştır. Bu, özellikle Batı Asya ülkeleri içinde yalnızca Türkiye için büyük bir kazanımdı. Bu nedenle Atatürk, yüzyılın devlet adamı olarak dünya liderleri arasında çok saygın bir yere sahiptir. Bazı uzmanlara göre halen geçen yüzyıldan günümüze liderler arasında açık ara en etkili ve çok yönlü lider konumdadır.
Özetle Atatürk’ün mirası temelde;
Atatürk’ün bize bıraktığı mirasın farkına vararak ve bu mirası gelecek nesillere aktararak, bağımsız, demokratik ve bilim temelli bir Türkiye inşa etme sorumluluğunun bilinci ile her 10 Kasım’da onun ilkelerini bir kez daha hatırlamak ve anmak büyük bir önem taşımaktadır.
Ölümünün 86’ci Yılında Halen Onu Arıyoruz
Ancak, coğrafyamızdaki insanların bu kazanımın gelişme ve yaşam kalitesini artırma açısından ne kadar önemli olduğunu tam olarak kavradıkları söylenemez. Atatürk ve arkadaşları, ülkenin en önemli sorununun eğitim yetersizliği olduğunu görerek eğitimi temel amaç olarak belirlemişlerdir. Eğitim birliğinin sağlanması ve alfabenin değiştirilmesiyle eğitimin yaygınlaşması sağlanmış; Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması, sanayileşme ve tarımsal kurumların geliştirilmesi gibi pek çok yenilik gerçekleştirilmiştir.
Atatürk’ün 14 yıllık aktif yöneticilik döneminde attığı temeller, bugün önemini daha da iyi hissettirmektedir. En önemlisi, aklın ve bilimin yol göstericiliğini topluma rehber olarak sunması, Cumhuriyetin geleceğini gençlere, TBMM’nin geleceğini ise çocuklara emanet etmesi, kurumsal bir sahiplenmeyi göstermektedir. “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ifadesinin tüm toplumca anlaşılması dileğiyle, Atatürk’ün anısını derin bir saygıyla yad ediyoruz.
İBRAHİM ORTAŞ – Ç.Ü. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
iortas@cu.edu.tr
İnsanın kültürel bir varlık olarak insanlaşması sürecinde, zorunlu olarak oluşturduğu toplumsal sözleşmeler arasında bireyi yaşamda söz sahibi kılan yönetim biçimi, halk iradesine dayanan cumhuriyettir. Doğayı anlamlandıran, toplumun davranışlarını okuyup yorumlayan, sistem geliştiren; toplumu eğiterek düşünsel özgürleşme ve bilinçlenme yolunda iradesini savunan filozoflar, aydınlar ve bilginler sayesinde insanlık, insan hakları, evrensel değerler ve serbest seçimler gibi kazanımlara ulaşmıştır. Bu yönetim anlayışı, ırk, cinsiyet ve inanç farklılıklarına bakılmaksızın bireylerin yasalar karşısında eşit yurttaş olduğu bir sistemi öngörür.
Cumhuriyet yönetim modeli, insanı merkeze alan ve bireyin kendi iradesini sağladığı bir sistem olarak çağın gereklerine uygun bir şekilde sürekli gelişerek topluma daha fazla hizmet etmelidir. Ancak, dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de, vatandaşların yönetimde söz sahibi olma konusunda dönem dönem aksamalar yaşanabilmektedir. Buna karşın, yasalar karşısında eşit birey olma talebi hemen herkes tarafından benimsenmiştir. Doğanın bize öğrettiği gibi, büyük bir ağacın dibinde yetişen bir çimenin aynı topraktan beslenebilmesi gibi, biz de birlikte var olan imkânları değerlendirebiliriz.
Cumhuriyetin ilk 30 yılı, bugünkü kurumsal altyapının temellerinin atıldığı dönemdir. Bu dönemde, eğitim, plan, proje ve stratejilerle kazanılan nitelikli gelişim, ülkemizin bugünkü eğitim ve gelişmişlik düzeyinin temelini oluşturmuştur. Cumhuriyet; bireyin özgür, bağımsız ve laik bir hukuk düzeni içinde yaşama hakkını güvence altına alan, toplumun egemenliğine dayalı yurttaşlık bilincine dayalı bir yönetim şeklidir. Cumhuriyet, halkın belirli dönemlerde kendi temsilcilerini seçerek yönetimde söz sahibi olmasını sağlayan en uygun sistem olarak, bireylerin yetenek ve çabalarıyla kamusal alanda fırsat eşitliğine dayalı bir varoluş alanı sunar. Bir arada doğanın bize öğrettiği gibi büyük ağacı dibindeki bir çim bitkisi ile aynı topraktan beslenebildiği gibi bizlerde hep beraber var olan olanakları değerlendirebiliriz.
Tarih boyunca insanlık; feodal ağalık, krallık, padişahlık ve diğer dikta yönetimlerinden sonra, yurttaşlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti anlayışına dayalı Cumhuriyet yönetimine, büyük lider Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ulaşmıştır. Sanayi Devrimi sonrasında Batı uygarlığının ulaştığı en üst gelişim noktasında, aklın özgürleşmesi ve bireyin yaratıcı düşüncesinin vurgulandığı Cumhuriyet fikri, Türkiye’nin de bu yolda önemli adımlar atmasını sağlamıştır.
Sanayi Devrimi’ni kaçırmış ve dünya gelişmelerini zamanında okuyamamış olan topluma yurttaşlık bilinci ve kendi kendini yönetme imkânı sunan Cumhuriyet; Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının çabalarıyla toplumsal birliği, çağdaşlaşmayı ve bilim ışığında ilerlemeyi amaç edinmiştir. Cumhuriyet, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” bireyler yetiştirme gayesiyle, toplumun demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti çatısı altında bir arada, birbirine üstünlük sağlamadan yaşamasını sağlayan en yüksek bilinç olgusudur. Cumhuriyet, yönetimin soy, sop ve aile bağlarına değil, halkın kendi geleceğini belirleme iradesine dayandığını vurgular ve bu yönetim anlayışını genç nesillere emanet eder.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Benim karakterim bağımsızlıktır ve özgürlüktür” ifadesini rehber edinerek sorunları bilimsel yöntemle çözebiliriz. Atatürk’ün “Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin” sözü ve “Benim manevi mirasım bilim ve akıldır” ifadesi, bizlere akıl ve bilim yolundan şaşmadan, Cumhuriyet ilkeleri ile yol alma görevini bırakmıştır. İnsan olarak, güvenilir bir yurttaş olmak ve insanca bir arada yaşamak için nitelikli eğitimle donatılmış, bilinçli, kültürlü ve entelektüel, 21 yy yetkinliklerini kazanmış bir toplum oluşturma iradesine sahibiz.
Cumhuriyet ilkelerine uygun bir ortam sağladığımızda, bu hedefe birlikte ulaşabiliriz.
Cumhuriyetin kazanımlarının önemini ve değerini gün geçtikçe daha çok fark ediyoruz. Cumhuriyetin kurucuları ve taşıyıcılarına minnettarız!
29 Ekim 2024, Adana
İBRAHİM ORTAŞ – Ç.Ü. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
iortas@cu.edu.tr
Güzel ülkemde, son günlerde kadınlara ve çocuklara yönelik artan şiddet, sokak çatışmaları, cinayetler ve keşmekeş halindeki trafik, toplumun iç dünyasını rahatsız etmenin ötesinde derin bir kaygı yaratmaktadır. Öte yandan, yüksek enflasyon, hayat pahalılığı, çözülemeyen sorunlar ve kurumlara olan güvenin zedelenmesi; adalet ve hukukun sağlanmadığına dair yaygın bir duygu, pek çok insanda güvensizlik, yılgınlık ve motivasyon kaybına yol açmaktadır. Son günlerde basına yansıyan yeni doğan hasta bebekleri anlaştıkları özel hastanelerin yenidoğan ünitelerine sevk edip SGK üzerinden haksız kazanç ve çıkar sağlayan ve bebeklerin ölümüne yola açan bu ve benzeri birçok olayda rol alan insan(lar)ın varlığı da ciddi bir çürümüşlüğü gösteriyor. Taklit-tağşiş yapılan et, süt, yağ, peynir, bal, tahin vs. yüzlerce gıda ürünü üzerinden haksız kazanç sağlamanın ötesinde toplum sağlığının bozan faaliyetler doğrudan insanın canına kast etmektir. Bu artan her gün bilmem hangi mafya, sokak çeteciliği, terör, uyuşturucu vs. gibi birçok organize kişilerin toplumda oluşturduğu korku ve güvensizlik ortamı hukuka ve kolluğa olan güveni ve kişilerin kendilerini güvensiz hissetmelerine yol açmaktadır. Bütün bunları ötesinde insanlığın birikimli değer yargılarının saygının ve sevginin kaybolduğu, bencilliğin arttığı, kardeşin kardeşi çıkar, miras ve para uğruna resmen boğduğu bir ortam, maalesef geleceğe dair bir arada yaşama, iş görme beklentilerine umut vermemektedir. Toplumun çoğunluğu özelde de eğitilmiş kesimler ve gençler birçok yönden çok rahatız ve yorulmuş durumda. Basından yeni öğrendim, çocuk, genç ve erişkin psikiyatristi Prof. Dr. Bengi Semerci ve Türkiye Psikiyatri Derneği Medya Kurulu Üyesi Prof. Dr. Burhanettin Kaya “Türkiye’de son 2010-2021 yılları arasından antidepresan kullanımında yüzde 60 artış yaşandığını, “100 bin kişiye düşen günlük antidepresan dozu da 32’den 52’ye kadar yükselmiş bu da dozda yaklaşık yüzde 40 artış olduğunu” gösteriyor. Bu durum çok sağlıklı bir durumda oluğumuzu göstermiyor.
Gençler Gelecekten Umutsuz Gözüküyor
Üniversitenin ilk haftasında öğrencilerle yaptığım sohbetlerden ve gözlemlerimden, gençlerin ülkenin ve kendi geleceklerine dair umutsuzluk ve güvensizlik hissettiklerini görmek, insanı gerçekten üzüyor. Yapılan birçok saha araştırması ve anket sonuçları daha karamsar tablolar sunuyor. Çoğunluğu fırsat geleceğini yurtdışında arayacak. Bizler belirli konuları eleştirmekle birlikte, toplumun huzuru ve güveni için çalışmaktan, üretmekten ve düşünce üretmekten asla vazgeçmedik. Gençlerin daha coşkulu ve geleceğe umutla bakmalarını istiyoruz. Sevgi ve umut kaybolursa, toplum içten içe çöker.
İnsani İlişkiler Unutulmaya Başlanıyor!
İnsani ilişkilerin unutulduğu, her şeyin çıkar ve maddiyata indirgendiği bir dünya, yaşaması kolay bir dünya değildir. Oysa benim kuşağım, doğadaki tüm canlıları kapsayan bir anlayışla, herkesin kendi yeteneklerine göre iş tutarak varlığını sürdürdüğü ve kardeşçe bir arada yaşamayı benimsediği bir dünyada doğmuştu. Sevgi ve saygıda karşılık beklemeksizin bulunduğu ortama değer katmak için gece gündüz çalışan bir kuşaktık. Herkesin işi, aşı olsun; her canlının bu dünyada yaşama hakkı olduğunu düşünerek, karıncanın kanadını bile incitmeden herkesin barınma ve beslenme hakkını savunuyorduk. Hümanist bir yaşamın yeryüzüne hâkim olmasını arzuluyorduk.
Başta hayat pahalılığından dolayı misafirliğe gitmeyen, eşi dostu ile ayda bir de olsa dışarıda yemek vesilesiyle bir araya gelemeyen insanlar birbirinden kopar, yalnızlaşır. Geçmişte bütün kamu kurumlarında özelliklerde üniversitelerde var olan lokal, sosyal tesislerin bir takım kaygılar ile işletilemediği, açılış kokteylleri, mezuniyet balolarının olmadığı, öğrenci etkinliklerinin olmadığı yerde öğrenciler nasıl kaynaşacak-buluşacak birbirine bir şeyler anlatacak, öğretecek. Öğrencilik yıllarımda değişik etkinliklerde üst yönetim, idari personel, öğrencilerin buluştuğu etkinliklerde arkadaşlarımız ve hocalarımızla tanışma fırsatı buluyorduk. Çok yönlü, uluslararası saygınlığı olan iletişimi güçlü bilim insanlarının rol modelliği yanında, zeki, yaratıcı, sanat ile uğraşan, çok kitap okuyan arkadaşların barlığı hepimizi karşılıklı olarak zenginleştiriyordu. Şahsen ben arkadaşlardan ve hocalarımdan esinlenerek süreçlere dâhil oldum. Bugün bu etkinlikler iletişim tekniklerinin de etkisi ile nerdeyse minimize olmuş durumda. Bırakın öğrencileri, öğretim üyelerinin bir araya geldiği ortam ve koşul bile yok. İnsanların yenide bir araya gelmesi belirli yerlerde buluşması için üniversite, belediyeler ve kamu yönetiminin yöneticilerinin ortamlar yaratması insan ruh sağlığı açısından kaçınılmaz gözüküyor. “Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşır” sözü boşuna söylenmemiştir. Bu yaşadığımız sorunları çözmeyecektir. Ancak iletişim ve dayanışma ile kişiler yalnızlığa itilmekten kurtulur.
Sevgi ve Karşılıklı İnsani İlişkilerin Yeniden Kurulması Sağlanmalı
Kaybolan sevgiyi şimdi daha çok arıyorum; öyle bir sevgi ki içinde insanlığın tüm inceliklerini barındırsın, karşılıklı sevgi ve saygı ile dolu olsun. İnsanlar, çıkar ve rant peşinde koşmadan, haset ve kıskançlık duymadan, bir başkasını alt etmeye çalışmadan, hak etmediği bir yeri kendine reva görmeden, sade ve temiz duygulara sahip olsun. Yeniden dostluklar, imece usulü yardımlar ve karşılıksız el uzatmalar menfaat üzerine değil, içtenlikli olsun. Kaybolan sevgi, onuru, şerefi ve haysiyeti yeniden insan olma bilinciyle kazandırılsın, insanlar birbirlerine güven duysunlar. İnsanlar iç dünyalarında bilinçli sevgi taşısınlar, geleceğe umutla ve güvenle bakarak yollarını çizebilsinler. İnsan, insanın kurdu değil, dostu olsun. Ellerinde silah, bıçak, taş veya sopa değil; kalem, kitap, güller ve çiçekler olsun. Yeryüzünün tüm renkleri yaşamda yer bulsun, dostluk ve kardeşlik temelli her türlü farklı düşünce kendine yaşamda bir alan bulsun. İnsan aklı özgür olsun, herkes kendisi olsun. Empati yapsın, hayal kursun, ütopyası olsun.
Yaşamadan Zevk Almak ve Mutu Olmak İçin Yeteneğimize, Zekâmıza ve Çabalarımıza Dayalı bir İş Tutma Anlayışı ve Bilince Sahip Olmak Gerekir.
Üç kuruş daha fazla kazanacağım diye yeni doğan çocukları ölüme sürüklemek, evlatları (kız ve oğulları) öldürmek, fidye, kapkaç, dolandırıcılık, yalan üzerine kurulu bir hayat ne kadar vicdan ve merhametle yaşanabilir? İnsan olmanın temiz özelliklerinden, önyargısız, tertemiz duygularla, karınca kararınca yeteneğine göre bir hayat sürdürmeliyiz. Gündüz vakti fenerle insan arayan Diyojen ’in dönemine geri dönmeyelim. 21. yüzyılın geniş iletişim ve teknolojileri çağında, insan artık bilgeliğe ve iç özgürlüğüne sahip olmalı, sadece kendisi için değil, birlikte yaşadığı çevresi ve ülkesindeki tüm insanlar için hizmet aşkıyla yanıp tutuşmalı, çalışmalı, mücadele etmelidir. Bu sevgi, sadece bireyin değil, toplumun ve ülkenin umudu ve geleceği olsun. Yurttaşlar sözleşmesi olarak kurduğumuz Cumhuriyet’e dayalı demokrasimiz, herkes için eşit haklar ve güven sunan bir hukuk devleti olarak yerini alsın. Ayrıcalıklı kişiler yerine, yeteneği ve liyakati olan herkes kendisini en iyi ifade edebileceği bir yaşam bulsun. İnsanlar birbirlerine korku ve endişe değil, güven ve huzur versinler. Para-pul ile değil insani duygular ile çalışarak, üreterek, paylaşarak mutlu ve esenlikli bir yaşam kurmak olmalı amaç.
Ne Yapmalıyız?
Türkiye’nin yeniden siyaset üstü bir anlayışla yeniden paragöz, çıkarcı, çıkarları insanı ve değerleri yok eden, ortamı yaşanamaz hale getiren yapıda yeniden insani değerlere yönelmemiz gerekir. Yaşanan süreçler ve sonuçlar uygulanan ekonomik ve sosyal politikaların bir yerde toplumun değerlerini bozduğu ve hasta ettiği görülüyor. Yeni bir paradigma yaratmak ve insanca yaşmak için birlikte bir şeyler yapmak gerekiyor.
Kimse unutmasın, insanın karnı her türlü doyar. Karın doyuyor ama önemli olan, yediğin yemeğin tadını alabilmektir. Yalan, dolan ve haksız kazançla değil, insana yakışan bir yaşam anlayışıyla bu tadı alabilirsin. Huzurlu, kendisiyle barışık ve sevgi dolu insanlar, daha mutlu ve yediğinin tadını çıkaran insanlardır. Yoksa ne yemeğin tadına varır ne de akşam yastığa başını koyduğunda huzurlu bir uyku uyuyabilir. İnsana yakışan; birlikte çalışmak, paylaşmak ve empati yapmaktır. Arıyoruz, umuyoruz, bekliyoruz!
İBRAHİM ORTAŞ – Ç.Ü. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü
iortas@cu.edu.tr
Orman yangınlarına karşı bütünlüklü önlemler alınması, top yükün sorumluluk almak tabii yetkili organlar önceki risk durumuna uygun hazırlık yapmalı. Yoksa her yıl aynı sorunlar yaşanır durur.
Son yıllarda, özellikle yaz aylarında Türkiye’nin Akdeniz ve Ege kıyılarında meydana gelen orman yangınları, geniş alanların yanmasına ve zaman zaman insan ölümlerine neden olmaktadır. Son yangınlarda bazı mahalleler yanmış, birçok insan evini kaybetmiştir. Ayrıca yangınlar, doğaya beklenenden çok daha büyük zararlar vermekte, atmosfere salınan sera gazları ve biyoçeşitliliğin yok olması insanın vicdanını derinden yaralamaktadır.
Yangınların oluşmasında, bölgenin coğrafi yapısı gereği yaz aylarında 40°C’nin üzerine çıkan aşırı sıcaklıkların etkili olduğu bilinmektedir. Ancak, resmi kayıtlarda da belirtildiği gibi, bir çok orman yangınının kundaklama sonucu çıktığı da bir gerçektir. Bölgenin turizm alanı olması, yazın tatilcilerin, piknikçilerin ve arsa rantı peşinde olan kişilerin varlığı, insan faktörünün bu olaylarda ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Basında sıkça yer bulan kundaklama olaylarının ardındaki başlıca sebep, yangın sonucu zarar gören alanların yeniden ağaçlandırılması değil; “nasıl olsa yandı” denilerek, bu alanların orman vasfından çıkarılıp konut alanı, turizm ve madencilik faaliyetleri gibi ormancılık dışı amaçlarla kullanıma açılmasıdır. Bu tür kundaklamalar, zaman zaman ülke sınırlarını aşarak mafyalaşmış şebekelerin bile ilgisini çekmektedir.
Bu bağlamda, TMMOB Yönetimi’nin ülke çapında yaşanan son orman yangınlarına ilişkin yaptığı basın açıklamasındaki “Orman yangınlarını önlemek için kamucu politikalara ihtiyacımız var” önerisi son derece önemlidir. Bütüncül bir yaklaşımla sebep-sonuç ilişkisini analiz ederek soruna kalıcı çözümler sunmuşlardır. TMMOB’nin önerilerine katılmakla birlikte, önlemler konusunda toplumun her kesiminin sorumluluk alması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Ülkemizde ve bölgemizde orman yangınları neredeyse bir yaz rutini haline gelmiş durumda. Ancak 20 yıl önce gördüğümüz eksiklikler, yetki sorunları ve organizasyonsuzluklar maalesef hala devam ediyor. OGM geçmişte ülkemizin en iyi orman mühendislerinin yetiştiği önemli bir kurumuydu. Antalya’da düzenlediğimiz bir toplantıda ziyaret ettiğimiz Antalya’daki yangın eğitim merkezi, gözetme kuleleri ve tesislerinde çok yetkin kişilerin anlatılarından çok etkilenmiştik. Şimdilerde o eğitim tesisleri ve alt yapılar ne durumda bilmiyorum. Ancak basına yansıyan bilgiler, orman alanların, madenciliğe açılması, özeleştirme ve yetkin olmayan kişiler ile iş tutulması yangınla mücadelede önleyici önlemler almayı sekteye uğrattığı vurgulanıyor.
Bu nedenle, sorunları çözmek ve analitik yöntemlerle yaklaşmak gerekiyor. Yangınların yaşandığı yaz dönemine uygun risk analizleri yapılarak, afet yönetmelikleri çerçevesinde gerekli altyapı, ekipman ve uzman personelin hazırlanması şarttır. Aksi takdirde, her yıl aynı yerde kendi etrafımızda dönüp dururuz. Bu şekilde devam edersek, büyük kayıplar vermeye devam ederiz. Hepimize lazım olan oksijenin korunması için, herkesin yangınlara karşı önlem alması ve sorumluluk üstlenmesi gerekmektedir. Tabloda görüldüğü üzere yıllar içinde artan yangınlar ile insan aktivitesi arasında bir ilişki olmaktadır.
Orman Genel Müdürlüğü yangın verilerinden derlenen bilgiler üzerinden Orman yangınları, 1988-2023 yıllar itibarı ile artan oranda yangın sayıları artıyor ve bu arada geniş miktarda alanlar artıyor. Bu arada verilerden ortalama biyokütle analizi yapıldığında ciddi miktarda biokütle yanarak atmosfere sera gazı olarak yansımaktadır. Tabloda görüleceği gibi Türkiye’de orman yangınlarının yıllar içerisinde sayıca artması ile toprak canlıları ve diğer biyoçeşitlilik kaybolmaktadır. Özellikle 2021 yılında Akdeniz’den Egeye kadar yaşanan yangınlar hem yanan alan miktarı hem de biokütle miktarı açısından dikkat çekici niteliktedir. Ekolojik açıdan yer hiç girdi ile doldurulamayacak nitelikteki orman ekosisteminin bu genişlikte yangınla ortadan kalması tam bir afet ve doğal bütçe çöküşüdür. Bu bağlamda Anayasanın 169 ve 170’inci maddelerine uygun orman varlığının korunması görevi yerine getirilmeli ve bu alanlar amaç dışına çıkarılmadan yeniden ekolojik varlığına kavuşturulmalıdır. Öncelikle, yakılan orman arazilerinin konut alanı yapılması kesinlikle yasaklanmalıdır.
Tablo 1980-2023 yılları arasında çıkan yangın sayısı ve yanan alanlar
Yıl |
Yanan Alan (ha) |
Yangın Sayısı | Tahmini Yanan Biyokütle Miktarı (ton) |
1980 |
13,000 |
1,190 |
1,500,000 |
1985 |
16,500 |
1,870 |
2,000,000 |
1988 |
18 210 |
1 372 |
2,145,000 |
1990 |
13 742 |
1 750 |
2,200,000 |
1995 |
7 676 |
1 770 |
2,100,000 |
2000 |
26 353 |
2 353 |
2,000,000 |
2005 |
2 821 |
1 530 |
2,800,000 |
2010 |
3 317 |
1 861 |
1,900,000 |
2015 |
3 219 |
2 150 |
3,000,000 |
2020 |
20 971 |
3 399 |
2,600,000 |
2021 |
139 503 |
2 793 |
17,000,000 |
2022 |
12 799 |
2 160 |
1,800,000 |
2023 |
15 520 |
2 579 |
2,800,000 |
Orman alanlarının elden çıkarılması, vasfını kaybetmesi ve 2B türü düzenlemelerin yasa ile değiştirilemez olması sağlanmalıdır. Ormanlar, ekolojik dengeyi sağlayan ve iklim değişikliklerini azaltmada en önemli rolü oynayan unsurlardır. Ekosistemin biyolojik dengesinin korunması, toprak erozyonunun önlenmesi, yağışların tutulması ve çölleşmenin engellenmesi için orman varlıklarının korunması gerekmektedir. Toplumların bu konuda ilkokuldan itibaren eğitilerek bilinçlendirilmesi şarttır. Yangınları önleyecek önlemlerin alınmasında, kamu ve toplum birlikte hareket etmelidir. Kamunun, mevcut orman yasası ve birikimli bilgisi ile bütüncül bir orman koruma politikası geliştirmesi gerekmektedir. Bu konuda daha sistematik bir bilinç ve tutum sahibi olmalıyız.
Bu bağlamda, Türkiye, İspanya ve Yunanistan’da son günlerde yaşanan ve kentleri tehdit eden yangınlardan çıkan bir diğer ders, tek tek ülkelerin bu tür büyük sorunlar karşısında yetersiz kaldığıdır. Yunanistan’da başlayan yangınların Atina’nın tarihi yerlerine yaklaşmasıyla uluslararası yardım talep edildiğinde, Türkiye’nin de aynı anda acil uçak ve helikoptere ihtiyaç duyduğu görülmüştür. Türkiye’nin Yunanistan’a bir uçak ve helikopter göndermesi, iki ülkenin dayanışma içinde olması gerektiğini göstermiştir. Bu durum, aynı anda birçok yerde başlayan yangınların söndürülmesinde zorluk yaşandığını ve yetkililerin çoğu zaman çaresiz kaldığını ortaya koymaktadır.
Bu ve benzeri durumlarda, orman yangınlarına karşı bütüncül bir yaklaşımla ulusal ve uluslararası ölçekte plan ve programlar geliştirilmelidir. Ülkelerin toprak, bitki örtüsü, coğrafi yapısı ve su kaynakları doğru analiz edilerek ekolojik yapıya uygun önlemler alınmalıdır.
Sonuç olarak, orman yangınlarıyla mücadele, bütüncül bir bilgi, bilinç, farkındalık ve tutum gerektirmektedir. Sorunun, insanın bilerek veya bilmeyerek gerçekleştirdiği faaliyetlerden kaynaklandığı gerçeğiyle herkesin sorumlu davranması gerekmektedir. Orman Genel Müdürlüğü’nün bu konudaki görev alanı, tek başına sorunu çözmeye yetmemektedir. Başta yerel yönetimler olmak üzere, sivil toplum örgütleri, diğer kamu kurum ve kuruluşları, orman köylüleri ve gönüllülerin de bu sürece aktif bir şekilde katılması gerekmektedir. Tüm bu paydaşlar arasında koordinasyon sağlanmalı ve bütünleşik bir yaklaşımla hareket edilmelidir.
Bu bağlamda, Orman Genel Müdürlüğü’nün sorumluluk alanında olan ve insan kaynaklı yangınların önlenmesi konusunda sorunun çözümüne odaklı, liyakate dayalı bir yapılanma sağlanmalıdır. Ayrıca, yangın önleme ve söndürme konularında mevzuat yeniden gözden geçirilerek güncellenmeli, eksiklikler giderilmelidir. Gerekli denetim ve önlemler alınmalı, her yönüyle hazırlıklı olunmalıdır. Özellikle yangınların aktif olduğu yaz aylarında, piknik gibi etkinliklere kısıtlamalar getirilmesi faydalı olabilir.
Sonuç olarak, hepimizin oksijen kaynağı olan ormanlar için topyekûn bir mücadele gerekiyor. Başta ilgili ve yetkili birimlerin, yangınların önlenmesi konusunda çok önceden gerekli hazırlıkları yaparak donanımlı hale gelmesiyle, bu felaketlerin kontrol altına alınması mümkün olacaktır.