İLHAN KARAÇAY

İLHAN KARAÇAY

04 Ocak 2025 Cumartesi

114 Yıllık Hereke Halısı Restorasyonun Ardından Lahey Barış Sarayı’na Geri Döndü

114 Yıllık Hereke Halısı Restorasyonun Ardından Lahey Barış Sarayı’na Geri Döndü
0

BEĞENDİM

ABONE OL
9 Ocak günü yapılacak olan törene Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ve Lahey Büyükelçimiz Selçuk Ünal katılacaklar.

Restorasyon ve koruma planı, geleneksel zanaat, kimyasal analiz ve restorasyon tekniklerini birleştiren sekiz aşamalı bir süreç olarak tasarlanmış.

(Haberin Hollandacası en altta.
Nederlandse versie van het nieuws is onderaan)
İlhan KARAÇAY’ın haberi:
Türkiye’nin 114 yıl önce, Hollanda’nın Lahey kentinde bulunan Uluslararası Barış Sarayı’na hediye ettiği Hereke halısı, iki yıl önce restorasyon için Türkiye’ye götürülmüştü.

(Halının Türkiye’ye taşınma hikâyesini, daha önce yazmış olduğum haberi, altta bulacaksınız.)

‘Uluslararası Yüksek Adalet Divanı’ olarak da anılan Saray yönetiminden şahsıma gönderilen açıklamada aynen şöyle yazılıyor:

114 YILLIK HEREKE HALISI RESTORASYONUN ARDINDAN BARIŞ SARAYI’NA GERİ DÖNDÜ

Barış Sarayı’nın inşasına katkıda bulunmak için 40’tan fazla ülke sanat eserleri veya yapı malzemeleri bağışlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1911 yılında hediye edilen ve Türkiye dışında bulunan en büyük el dokuması halı, doğduğu yerde bilim ve geleneksel zanaatı birleştiren kapsamlı bir restorasyon sürecinden geçti. Yaklaşık iki yıl süren yokluğun ardından 160 metrekarelik bu halı, Barış Sarayı’na geri dönüyor.

Hereke Halısı

Barış Sarayı’nın halısı, kendine özgü geometrik Hereke desenine sahiptir ve 13.704.480 Türk “Gördes” düğümünden oluşmaktadır. Yaklaşık 160 m² boyutunda ve 700 kilogram ağırlığındaki bu halı, sarayın en görkemli odalarından biri olan Japon odasının zeminini süslemektedir. Bu oda, özellikle Daimi Tahkim Mahkemesi’nin birçok konferans ve duruşmasına ev sahipliği yapmaktadır. Hereke halıları uzun ömürlü ve dayanıklı olarak bilinse de bu konferans odasının yoğun kullanımı nedeniyle Barış Sarayı’ndaki Hereke halısı restorasyona ihtiyaç duymuştur. Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı, halıyı Türkiye’de uzmanlar tarafından restore ettirmeyi cömertçe teklif etmiştir.

Lojistik ve Restorasyon

Barış Sarayı’nın sahibi ve yöneticisi Carnegie Vakfı ile Türk hükümeti arasında Ocak 2023’te bir protokol imzalanmasının ardından, karmaşık lojistik planlamalar yapılmış ve halı Mart 2023’te yola çıkmıştır. İlk olarak, Kuzey Hollanda’daki Cruquius şehrinde bulunan Icat firmasına detaylı bir temizlik için götürülmüştür. Daha sonra Sultanhanı, Aksaray’a taşınmıştır. Kasım 2023’te bir Hollanda heyeti, restorasyon süreci hakkında daha fazla bilgi almak üzere Aksaray’a bir ziyaret gerçekleştirmiştir.

Restorasyon ve koruma planı, geleneksel zanaat, kimyasal analiz ve restorasyon tekniklerini birleştiren sekiz aşamalı bir süreç olarak tasarlanmıştır. Halı, dijital bir ortamda 280 eşit parçaya (yarım metrekarelik) bölünmüş ve hasar en son teknolojiyle belgelenmiştir. İncelemeler sırasında 15 farklı hasar türü tespit edilmiş ve en ciddi bozulmanın mobilya ve insan trafiği nedeniyle oluştuğu belirlenmiştir.

Halının dokunmasında kullanılan iplik türlerini ve renkleri belirlemek amacıyla, uzman ekip Ankara’daki Türk Enerji Nükleer ve Maden Araştırma Kurumu’nun (TENMAK) analiz laboratuvarlarından destek almıştır. Halının farklı bölgelerinden alınan mikron boyutundaki örnekler üzerinde yapılan analizler doğrultusunda, halının orijinal iplik türlerine uygun onarım iplikleri temin edilmiştir. Halının renkleri yerinde yapılan kolorimetrik ölçümlerle belirlenmiş ve iplikler, geleneksel yöntemlerle bitkiler ve köklerden elde edilen doğal pigmentlerle boyanmıştır.

Buckingham Sarayı’ndaki halıları da restore eden, son derece yetenekli ve deneyimli bir zanaatkâr ekibi, ardından restorasyon çalışmalarına başlamıştır.

Geri Dönüş Töreni

Barış Sarayı’nın kültürel mirasının önemli bir parçası olan halı üzerinde yaklaşık bir yıl süren çalışmanın ardından, halı Ocak 2025’te sarayın Japon salonundaki yerine geri dönecektir. 9 Ocak 2025 Perşembe günü düzenlenecek bir törenle halı resmi olarak sergilenecektir. Törende Carnegie Vakfı Başkanı Piet Hein Donner, Türkiye Cumhuriyeti Hollanda Büyükelçisi Selçuk Ünal, Daimi Tahkim Mahkemesi Genel Sekreteri Dr. Hab. Marcin Czepelak ve Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy kısa konuşmalar yapacaktır.

Barış Sarayı

Hollanda’nın Lahey kentinde bulunan Barış Sarayı, adaletin ve barışın küresel bir sembolüdür. 1913 yılında kapılarını açan saray, o tarihten bu yana “Hukuk Yoluyla Barış” idealine hizmet etmektedir. Bugün Daimi Tahkim Mahkemesi, Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı, Uluslararası Hukuk Akademisi ve Barış Sarayı Kütüphanesi’ne ev sahipliği yapmaktadır. Barış Sarayı, Carnegie Vakfı’na aittir ve vakıf tarafından yönetilmektedir.

1907 yılında Barış Sarayı’nın temel taşı atıldığında, ülkelerden sarayın inşasına katkıda bulunmaları istenmiştir. 40’tan fazla ülke bu çağrıya yanıt vermiş, resimler ve vazolar gibi sanat eserleri veya ahşap ve mermer gibi yapı malzemeleri bağışlamıştır. Bu nedenle Barış Sarayı sadece dünya için değil, aynı zamanda dünyadan bir yer olma özelliği taşımaktadır.

****************************************************************************

114 JAAR OUDE HEREKE TAPIJT KEERT TERUG NAAR VREDESPALEIS NA RESTAURATIE

Minister van Cultuur en Toerisme Mehmet Nuri Ersoy en onze ambassadeur in Den Haag, Selçuk Ünal, zullen de ceremonie op 9 januari bijwonen.

Het restauratie- en conserveringsplan is ontworpen als een achtstappenproces waarin traditionele ambachten, chemische analyses en restauratietechnieken worden gecombineerd.

Nieuwsbericht van İlhan KARAÇAY:
Het Hereke-tapijt dat 114 jaar geleden door Turkije werd geschonken aan het Vredespaleis in Den Haag, Nederland, werd twee jaar geleden voor restauratie naar Turkije gebracht.

Het verhaal van hoe het tapijt naar Turkije werd overgebracht, kunt u hieronder lezen in mijn eerder geschreven nieuwsbericht.

In een verklaring die ik ontving van het paleisbestuur, ook wel bekend als het ‘Internationaal Gerechtshof’, staat het volgende:

114 jaar oud Hereke-tapijt terug in Vredespaleis na restauratie in Turkije

Meer dan 40 landen hebben bijgedragen aan de bouw van het Vredespaleis door kunstwerken of bouwmaterialen te schenken. Het grootste handgeweven tapijt buiten Turkije werd in 1911 geschonken door het Ottomaanse Rijk en is nu uitgebreid gerestaureerd op de plaats van herkomst, waarbij wetenschap en traditioneel vakmanschap worden gecombineerd. Na een afwezigheid van bijna twee jaar keert het 160 vierkante meter grote tapijt nu terug naar het Vredespaleis.

Hereke-tapijt

Het tapijt van het Vredespaleis heeft een kenmerkend geometrisch Hereke-patroon en bestaat uit 13.704.480 Turkse “Gördes”-knopen. Het heeft een grootte van ongeveer 160 m² en weegt ongeveer 700 kilogram. Het tapijt siert de vloer van de Japanse kamer, een van de statigste kamers van het paleis. Veel conferenties en hoorzittingen, met name van het Permanente Hof van Arbitrage, worden in deze kamer gehouden. Hoewel Hereke-tapijten bekend staan ​​als lang meegaand en duurzaam, was het Hereke-tapijt in het Vredespaleis toe aan restauratie vanwege het intensieve gebruik van deze conferentieruimte. Het Turkse ministerie van Cultuur en Toerisme bood genereus aan om het tapijt te restaureren door specialisten in Türkiye.

Logistiek en restauratie

Nadat in januari 2023 een protocol was getekend tussen de Carnegie Foundation, als eigenaar en beheerder van het Vredespaleis, en de Turkse overheid, werd de complexe logistiek gepland en begon het tapijt in maart 2023 aan zijn reis. Het werd eerst naar het bedrijf Icat in Cruquius in het noorden van Nederland gebracht voor een grondige reiniging. Het Hereke-tapijt werd vervolgens per vrachtwagen naar Sultanhanı in de Turkse provincie Aksaray vervoerd. Kort na aankomst reisde een Nederlandse delegatie in november 2023 naar Aksaray om meer te weten te komen over het aanstaande restauratieproces.

Er werd een conservatie- en restauratieplan opgesteld in acht fasen, waarbij verschillende gebieden zoals traditioneel vakmanschap, chemische analyse en restauratietechnieken werden gecombineerd. In een digitale omgeving werd het tapijt verdeeld in 280 gelijke stukken van een halve vierkante meter en werd de schade gedocumenteerd met behulp van de nieuwste technologie. Tijdens deze onderzoeken werden 15 verschillende soorten schade geïdentificeerd en werd duidelijk dat de ernstigste achteruitgang werd veroorzaakt door slijtage door het gebruik van meubels en menselijk verkeer.

Om te bepalen welke garens meer dan 100 jaar geleden werden gebruikt om het tapijt te weven en welke kleuren werden gebruikt, kreeg het team van experts ondersteuning van de analyselaboratoria van het Turkse Ministerie van Energie (TENMAK – Turkish Energy Nuclear and Mineral Research Council) in Ankara. In overeenstemming met de analyseresultaten van micromonsters die van verschillende delen van het tapijtoppervlak waren genomen, werden reparatiegarens verstrekt die overeenkwamen met de originele garentypen van het tapijt. De kleuren van het tapijt werden bepaald door colorimetrische metingen ter plaatse en de garens werden vervolgens geverfd met behulp van natuurlijke pigmenten afkomstig van planten en wortels met traditionele methoden.

Een team van zeer vaardige, ervaren ambachtslieden, die ook tapijten voor Buckingham Palace in Londen hebben gerestaureerd, begon vervolgens met de restauratiewerkzaamheden.

Terugkeerceremonie

Nadat er ongeveer een jaar aan het tapijt is gewerkt, dat een belangrijk onderdeel is van het culturele erfgoed van het Vredespaleis, zal het in januari 2025 terugkeren naar zijn plaats in de Japanse hal van het paleis. Het zal worden onthuld tijdens een feestelijke ceremonie op donderdag 9 januari 2025. Tijdens de ceremonie zullen Piet Hein Donner, voorzitter van de Carnegie Foundation, HE Selçuk Ünal, ambassadeur van de Republiek Turkije in Nederland, Dr. Hab. Marcin Czepelak, secretaris-generaal van het Permanente Hof van Arbitrage, en HE de heer Mehmet Nuri Ersoy, minister van Cultuur en Toerisme van de Republiek Turkije, korte toespraken houden.

Vredespaleis

Het Vredespaleis in Den Haag, Nederland, is het wereldwijde symbool van rechtvaardigheid en vrede. Het opende zijn deuren in 1913 en dient sindsdien het ideaal van “Vrede door Recht”. Tegenwoordig herbergt het het Permanente Hof van Arbitrage, het Internationaal Gerechtshof van de Verenigde Naties, de Haagse Academie voor Internationaal Recht en de Bibliotheek van het Vredespaleis. Het Vredespaleis is eigendom van en wordt beheerd door de Carnegie Stichting.

In 1907, toen de eerste steen van het Vredespaleis werd gelegd, werd aan landen gevraagd om bij te dragen aan de bouw van het paleis. Meer dan 40 landen gaven gehoor aan deze oproep en doneerden kunstwerken zoals schilderijen en vazen, of bouwmaterialen zoals hout en marmer. Zo is het Vredespaleis niet alleen een plek voor de wereld, maar ook van de wereld.

****************************************

HALININ TÜRKİYE’YE TAŞINIZ ÖYKÜSÜNÜ ŞÖLE YAZMIŞTIM:

LAHEY YÜKSEK ADALET DİVANI’NDAKİ
TÜRK HALISININ HİKÂYESİ…

*Türk-Yunan anlaşmazlığı davasına bakan ve yetkisizlik kararı veren Yüksek
Adalet Divanı’ndaki Türk halısını 50 yıl önce fotoğraflamıştım.

*112 Yıl önce Osmanlı tarafından hediye edilen halı, tarafların anlaşması ile
restore edilmek üzere Türkiye’ye götürüldü.

*Hollandalılar’ın ‘Barış Sarayı’ (VredesPalais) diye adlandırdıkları sarayda
dört kuruluş yer alıyor.

Bizim, “Lahey Yüksek Adalet Divanı” olarak söz ettiğimiz “Barış Sarayı”na, Hollandalılar “VredesPleis” diyorlar. Bu yeri ilk gördüğüm an, 50 yıl kadar öncesine dayanıyor.
O yıl, Türkiye ile Yunanistan arasındaki deniz sahanlığı ihtilafı, “Yüksek Adalet Divanı”a taşınmıştı.

Güvenlik Konseyi, uyuşmazlığa taraf olan Türkiye ve Yunanistan arasında bir tercih yapmaktan kaçınmış, bir yandan tarafların uyuşmazlığı doğrudan görüşmeler yoluyla çözmeleri önerilirken, diğer taraftan da, uyuşmazlığın giderilebilmesinde, Uluslararası Adalet Divanı’nın olası katkılarını dikkate almaya davet etmişti.

O zamanlar tüm dünyada sitayişle söz edilen “Barış Sarayı”nda, görenlerin gözlerini kamaştıran kocaman bir halı dikkat çekiyordu. İşte orada, bu halının Osmanlılar tarafından hediye edilmiş olduğunu öğrenmiştim. Türk-Yunan davasının önemi yanında, böylesi dünyaca ünlü bir yerdeki Türk halısının mevcudiyeti benim için çok önemliydi.
Malumdur, o zamanlar “Haber atlatma” yarışı revaçtaydı. O halının fotoğrafını çektikten sonra Hollanda’nın ANP Ajansına gitmiş ve fotoğrafımın Hürriyet gazetesine telefoto ile gönderilmesini sağlamıştım. Ertesi günkü Hürriyet’in manşet başlığı “Türk-Yunan” davası değil, Barış Sarayı’ndaki Türk halısı idi.
Böylesi ilginç bir halı hikâyesi, Hürriyet’te birkaç gün konu olmuş ve nasibimize düşen övgüleri kazanmıştık.

50 YIL SONRA

İşte o halının hikâyesi, bu kez 50 yıl sonra yeniden gündeme geldi.
Halının hikâyesi aslında daha eskiye, yani 112 yıl öncesine dayanıyor.
112 Yıl öncenin yılı 1911 idi.
Lahey’deki Barış Sarayı inşa edilirken, 1907 yılında devletlere yapılan katkı çağrısı üzerine, 1911’de Osmanlı İmparatorluğu tarafından, kocaman bir Hereke halısı hediye edilmişti.
Şimdi, restore (tadilat) edilmesi için Türkiye’ye gönderilen halı hakkında, Lahey Büyükelçimiz Selçuk Ünal şunları söyledi:

“Hollanda Krallığı’na armağan edilen ve 112 yıldır Barış Sarayı’nı süsleyen Hereke Halısı, restorasyon amacıyla geçici bir süre için ülkemize gidiyor. Barış Sarayı’nın yönetimini deruhte eden Carnegie Vakfı ile Kültür ve Turizm Bakanlığımız arasında imzalanan Protokol uyarınca, Türkiye dışındaki en büyük olduğu düşünülen, 160 m2 boyutunda ve 700 kg ağırlığındaki Hereke halısı, restorasyon işlemlerine başlanması Barış Sarayı’ndan çıkarıldı.”

Halının, Barış Sarayı’nda sayısız müzakerelerin sürdürüldüğü Japon Odası’ndan çıkarılması töreninde, Büyükelçi Selçuk Ünal, Hollanda Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’den de sorumlu Avrupa Direktörü Erik Weststrate ve Carnegie Vakfı Direktörü J.P.H. Donner de hazır bulundu.

Büyükelçi Selçuk Ünal, Hereke halısının Barış Sarayı’ndan çıkarılarak kamyona yüklenmesi sırasında düzenlenen belgesel çekimine de, Hollanda Dışişleri Bakanlığı Avrupa Direktörü Erik Weststrate ve Carnegie Vakfı Direktörü J.P.H. Donner ile katıldı.

Büyükelçi Selçuk Ünal şöyle devam etti: “Ecdadımızın 1907’deki davete icabetle 1911’de armağan ettiği tarihi Hereke halısı 112 yıldır, sayısız önemli barış antlaşması, müzakere ve görüşmeye şahitlik etti. Aslında, tek başına, yalnız ve hüzünlü, 112 yıl tarihe tanıklık etti.
Ecdadımızın uluslararası barışa desteğini o tarihte uzun vadeli bir öngörüyle ve bu şekilde göstermiş olması, bugün hepimiz için önemli bir mesajdır. Hereke halısı, bir İmparatorluktan diğer bir İmparatorluğa hediye edilirken düşünüldüğü gibi, bugün de yarın da Türk-Hollanda dostluğunun ölümsüz nişanelerinden birini teşkil edecektir. İnsanlar yaşadıkça ve insanlık yaşadıkça, buradan sonsuzluğa kadar uluslararası dostluk ve barış mesajını verecektir.”

İşte, hepimizi onurlandıran ve bundan sonraki gelişmeler ile bizi onurlandırmaya devam edecek olan Hereke Halısı’nın hikâyesi böyle. Ama tabii ki ‘Hereke Halısı’ deyip geçemeyiz.
İntihal (aşırma) yapmayacağım ama, Google Amca’da yaptığım araştırmada bakınız bu konuda ne buldum.
(Bunun arkasından, ‘Barış Sarayı’ hakkında da bilgi vereceğim)

180 yıldır sarayları renklendiren fabrika: Hereke halı dokuma fabrikası

Kocaeli‘de 1843 yılında kurulan Osmanlı emaneti “Hereke Fabrika-i Hümayunu” dokuma fabrikası, 180 yıldır adından söz ettiriyor. Özel olarak milli saraylara dokunan ipek halılar, metrekaresindeki 1 milyon düğümü ve Osmanlı dönemindeki desenleriyle göz kamaştırıyor. El emeği göz nuru halıları dokuyan kadınlar, bir halıyı en az bir yılda bitiriyor.

Körfez ilçesine bağlı Hereke bölgesinde, 1843 yılında iki kardeş tarafından geniş bir atölye olarak kurulan fabrika, 1845 yılında Osmanlı Devleti‘nin sanayi atılımları ile saraya bağlandı. 1845 yılından sonra, “Hereke Fabrika-i Hümayunu” ismiyle faaliyetini sürdürmeye başlayan fabrikada, ilk olarak sarayların perdelik ile döşemelik talebi karşılanırken, daha sonra halı da dokunmaya başladı.

Osmanlı’nın değerli kurumları arasında yer alan ve imparatorluk yaşantısını renklendiren Hereke Fabrika-i Hümayunu, 19. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da bir markaya dönüştü. Prestijli bir marka haline gelen fabrikanın ürünleri, çeşitli ülkelerde de ödüllere layık görüldü.

Hereke Fabrika-i Hümayun da birçok halı dokundu. Bunlardan en devasa olan Sultan II. Abdülhamit döneminde Alman İmparatoru Kaiser II. Wilhelm’in ziyareti vesilesiyle 1897 tarihinde Yıldız Şale Köşkü Muayede Salonu için yaptırılan 468 metrekare boyutunda, 3 ton ağırlığındaki halıydı. Ayrıca Beyler Beyi Sarayı Mavi Salonu, Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu, Lahey Yüksek Adalet Divanı ve Beyaz Saray‘ında bulunan halılarda Hereke Fabrika-i Hümayun’da dokundu. 180 yıldır faaliyetini sürdüren, şu anki ismiyle Hereke İpekli Dokuma ve Halı Fabrikası’nda hala milli saraylara halı dokumaya devam ediyor.
Hereke halısının özelliği, ilmeği, çift düğüm olması, iplik özelliği ve sağlamlığıdır

19. Yüzyıl Osmanlı Halıcılık Eğitiminde Hereke Fabrika-i Hümayunu Modeli

Türk halı sanatının Osmanlı dönemi, Altaylardan Anadolu’ya uzanan tarihî süreci ve kültürel birikimi yansıtır. Bu bağlamda devletin ilk dört yüz yıl boyunca devam eden yükselişine paralel olarak, hah sanatı gelişme göstermiş ve çeşitliliği artmıştır. Ancak Batı dünyasında bilim ve tekniğe dayalı olarak gelişen yeni medeniyet, her alanda olduğu gibi Osmanlı sanatlarını da zor durumda bıraktı. Bilhassa sanayi devrimi ile dokumacılık sektörü yeni bir sürece girdiği için, OsmanlI halıcılığı derinden etkilendi. Bu sebeple, 19. yüzyılda sürdürülen modernleşme çabalarına dokumacılık da dâhil edildi. 1843’de Hereke’de açılan fabrika ile dokuma ve hah sanayi teşekkül ettiği gibi, zamanla sektör açısından bir eğitim merkezi hâline geldi. Yürütülen çabalar neticesinde taşrada birçok halıcılık merkezi ortaya çıktı. Verimliliğini yitiren bazı eski merkezler ihya edildi. Kız Sanayi Mektepleri ile Kız Rüştiyelerinde yapılan halıcılık eğitimi desteklendi. Ayrıca halıcılık sanatında başarılı ve üstün hizmetleri olan kimselere, hükümet tarafından Sanayi Madalyası verildi. Böylece Hereke Fabrika-i Hümayunu merkez alınarak, öğrencilere, erişkinlere, özel teşebbüs personeline halıcılık eğitimi veren, kaliteyi artıran ve istihdam imkânı yaratan bir model oluştu.

BU BARIŞ SARAYI’NIN HİKÂYESİ

Uluslararası Adalet Divanı, Birleşmiş Milletler‘in başlıca yargı organıdır. Uluslararası Adalet Divanı’nın merkezi Hollanda‘nın Lahey kentindedir. Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi’nden seçilen 15 yargıçtan oluşur. Yargıçlar değişik ülkelerden seçilir, böylece dünyadaki değişik hukuk sistemlerinin temsil edilmesi amaçlanır.

Divanın yetki alanı, bir uluslararası uyuşmazlıkta taraf olan ülkelerin kendisine getirdikleri davalar ile BM Antlaşması‘nda ya da yürürlükteki uluslararası antlaşmalarda özellikle öngörülmüş konuları içine alır. Uluslararası Adalet Divanı Statüsü, BM Antlaşması’nın (BM Şartı) ayrılmaz bir parçasıdır ve Adalet Divanı’nın çalışma esaslarını belirler.

Saray’da, Daimi Tahkim Mahkemesi, Birleşmiş Milletler Uluslararası Adalet Divanı, Lahey Uluslararası Hukuk Akademisi ve Barış Sarayı Kütüphanesi bulunuyor.

Daimi Tahkim Mahkemesi

Bir anlaşmazlığı tahkim yoluyla çözmek isteyen taraflar Daimi Tahkim Mahkemesine (PHA) başvurabilirler. PHA’ya sunulan anlaşmazlıkların çoğu en az bir eyaleti içerir. Ancak uluslararası kuruluşlar, şirketler ve kişilerle olan uyuşmazlıklar da ileri sürülebilir. Çoğu durumda, her iki tarafın da bir hakem atadığı üç üyeli bir mahkeme kurulur ve bu hakemler birlikte bir başkan atar. Böylece oluşturulan mahkeme dava hakkında karar verir. Taraflar ayrıca kararlaştırılacak hukuki meseleyi, kullanılacak dili ve gizlilik derecesini birlikte belirler. Hakemlerin kararları her durumda tarafları bağlar. PHA ayrıca arabuluculuk gibi bağlayıcı olmayan uyuşmazlık çözümü biçimleri sunar.

Uluslararası Adalet Mahkemesi

Uluslararası Adalet Divanı (IGH), Birleşmiş Milletler’in (BM) ana yasal organıdır ve iki yönlü görevi vardır.

Birincisi, devletler tarafından getirilen uyuşmazlıkları uluslararası hukuka uygun olarak çözer. Uyuşmazlıklar temel olarak kara ve deniz sınırları, toprak egemenliği, güç kullanımı, uluslararası insancıl hukukun ihlali, devletlerin iç işlerine karışmama, diplomatik ilişkiler, rehin alma, sığınma hakkı, tabiiyet, vesayet, geçiş hakları ile ilgilidir. ve ekonomik haklar.

İkinci olarak, BM organları ve bunu yapmaya yetkili uzman kuruluşlar tarafından sunulan hukuk meseleleri hakkında istişari görüşler yayınlar. Görüşler, bu kurum ve kuruluşların hukuka uygun olarak nasıl işleyebileceklerini veya inatçı devletler karşısında otoritelerini nasıl güçlendirebileceklerini gösterebilir.

Uluslararası Adalet Divanı, farklı ülkelerden 9 yıllığına seçilen ve yeniden seçilebilen 15 yargıçtan oluşur. Mahkeme üyelerinin üçte biri her üç yılda bir seçilir. Başkan, her üç yılda bir akranları tarafından seçilir. Mahkemenin şu anki Başkanı ABD’den Joan E. Donoghue’dur. Mahkeme duruşmaları her zaman halka açıktır. Fransızca ve İngilizce, Mahkemenin daimi dilleridir.

Uluslararası Adalet Divanı (ICJ)

Uluslararası Teşkilat Künyesi

Teşkilatın Amacı:

Birleşmiş Milletler’in ana organlarından biri olan Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD/ICJ) temel görevi, devletlerce önüne getirilen uyuşmazlıkları uluslararası hukuka uygun olarak çözmektir. Divan ayrıca, BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi ile Genel Kurulun yetkili kıldığı BM’nin diğer organları ve uzmanlık kuruluşları tarafından talep edilen konularda tavsiye görüşü verebilmektedir.

Kuruluş Tarihi:1945 Merkezi: Lahey

Türkiye’nin Üyelik Durumu:

BM üyesi devletler, BM Antlaşması uyarınca ipso facto (kendiliğinden) UAD Statüsüne de taraf oldukları için, UAD önündeki davalara da taraf olabilmektedirler.

Türkiye, UAD’nin zorunlu yargı yetkisini kabul etmemektedir.

Teşkilatın Tarihi :

UAD, BM Şartı ile BM’nin asli “adalet organı” olarak kurulmuştur. UAD’nin kuruluşundan önce, Milletler Cemiyeti bünyesinde kurulan Uluslararası Sürekli Adalet Divanı (USAD) bulunmaktaydı. Divan Statüsü, BM Şartı’nın ayrılmaz parçası olarak Şart ile birlikte 1945 yılında yürürlüğe girmiş ve USAD feshedilmiştir. UAD’nin ilk yargıçları 6 Şubat 1946’da seçilmiş, Divan’ın resmi açılışı ise 18 Nisan 1946’da yapılmıştır.

UAD, başta UAD Statüsüne taraf olan devletlere açıktır. Bu bağlamda, BM üyesi devletler, BM Antlaşması uyarınca ipso facto (kendiliğinden) UAD Statüsüne de taraf oldukları için, UAD önündeki davalara da taraf olabilmektedirler. BM üyesi olmayan bir devletin UAD Statüsüne taraf olabilme şartlarının BM Güvenlik Konseyi’nin tavsiyesi üzerine BM Genel Kurulu tarafından tespit edileceği, BM Şartı’nda belirtilmiştir. Öte yandan, BM Şartı’na ve UAD Statüsüne taraf olmayan devletlerin, BM Güvenlik Konseyi tarafından belirlenecek koşullar uyarınca UAD önündeki bir davada taraf olma hakkı bulunmaktadır.

Ancak, UAD’nin esasa ilişkin yetkisini, devletlerin Divan önündeki davalara taraf olma hakkından ayırmak gerekir. Divan’ın yetkisi ihtiyari olup, UAD, sadece tarafların Divan önüne götürmeyi kabul ettikleri uyuşmazlıkları incelemeye yetkilidir.

UAD’nin zorunlu yargı yetkisini tanımayan devletler Divan’a bu yetkiyi şu yollarla tanıyabilirler: Tahkimname (uyuşmazlık tarafları, uyuşmazlığın konusunu ve taraflarını belirttikleri bir tahkimname ile aralarındaki uyuşmazlığı UAD’ye sunmayı kararlaştırabilirler), Anlaşma (devletler ikili veya çok taraflı anlaşmalarda, anlaşmadan doğan uyuşmazlıkların Divan’a havale edilmesini öngören bir hüküm getirebilirler), Tek taraflı bildirim/Beyan (Statü’ye taraf olan devletler “herhangi bir zaman, aynı vecibeyi kabul eden herhangi bir başka devlete karşı UAD Statüsü’nün 36(2) maddesinde düzenlenen hukuki mahiyetteki uyuşmazlıkların hepsi hususunda Divan’ın kaza yetkisini ipso jure ve özel bir anlaşma olmaksızın mecburi olarak tanıdıklarını” beyan edebilirler) ve Forum Prorogatum (bir devletin bir uyuşmazlığı Divan’a havale etmesi durumunda, diğer devletin, Divan’ın yargı yetkisini kabul ettiği anlamına gelecek bir tutum izlemesi).

Öte yandan, BM Şartı uyarınca, BM Genel Kurulu veya Güvenlik Konseyi hukuki herhangi bir mesele hakkında, Genel Kurulca yetkili kılınacak diğer BM organ ve uzmanlık kuruluşları ise çalışma alanlarında karşılarına çıkacak hukuki meseleler hakkında UAD’den tavsiye görüşü talep edebilirler.

UAD, ülkelerinde yüksek yargı görevlerinin icrası için gerekli şartları haiz bulunan veya uluslararası hukuk alanında tanınmış hukukçular arasından seçilen 15 hâkimden oluşmaktadır. Hâkimler, 9 yıl süreyle görev yapmaktadırlar ve yeniden seçilmeleri mümkündür.

Devamını Oku

Bu kahpe dünyada yeni yıllar nasıl mutlu olsun ki?

Bu kahpe dünyada yeni yıllar nasıl mutlu olsun ki?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İLHAN KARAÇAY

Bu kahpe dünyada yeni yıllar nasıl mutlu olsun ki?

İlhan KARAÇAY haykırıyor…

(Haberin Hollandacası en altta.
Nederlandse versie van het nieuws is onderaan)

Savaşsız, barış dolu bir yıl dilemek ne güzel; ancak Gazze’de masum insanlar katledilirken ve kahpe dünya bu zulme duyarsız kalırken, adaletin ve insanlığın yokluğunda mutlu yıllar mümkün mü? Ne yazık ki, insanlık her geçen gün biraz daha kör, sağır ve duyarsız bir hale geliyor.

Antisemitizmden şikâyet edenler, Gazze’de masum çocuklar ve kadınları katlederken, bu sessizliklerini nasıl açıklayacaklar? Adalet ve vicdan, tüm insanlık için olmalıdır; aksi halde sadece zulmün başka bir yüzüne ortak olunur. Herkes kendi acısını en büyük görürken, başkalarının çığlıklarını duymazdan gelmek bir insanlık utancıdır.

Afbeelding met tekst, kleding, buitenshuis, mensen Automatisch gegenereerde beschrijving
Dünya sadece Gazze’deki zulümden ibaret değil. Suriye’de milyonlarca insan evlerinden edilirken, soğukta bir lokma ekmek bulma umuduyla mülteci kamplarında hayatta kalma savaşı verirken, insanlığın vicdanı nerede? İnsanlar, sınır kapılarında horlanırken ve botları Akdeniz’in karanlık sularında batarken, yeni yıl hangi yüzle kutlanabilir?

Afrika’da açlık ve susuzlukla boğuşan çocukların gözlerinde yanan umut nasıl söndürülür?

Milyonlarca insan temiz suya bile erişemezken, dünyanın bir köşesinde israfın zirve yapması, insanlık adına nasıl bir ironi oluşturuyor? Eşitsizlikler büyüdükçe, bazıları yılbaşı sofralarında ziyafet çekerken, diğerleri açlığın pençesinde kıvranıyor.

Adaletin yerle bir olduğu Myanmar’da, Rohingya Müslümanları’na yapılan etnik temizlik hangi vicdana sığar? İnsanların sadece kimliklerinden dolayı katledilmesi, göçe zorlanması ve dünyanın buna göz yumması hangi medeniyetin başarısı olabilir? Bu kahpe dünyada, insanlığın onuru çoktan unutulmuş gibi görünüyor.

Kadınlar… Kadınlar dünyanın her yerinde baskıya, şiddete ve ayrımcılığa uğrarken, yeni bir yıl nasıl mutlu olabilir? Afganistan’da kız çocuklarının eğitim hakkı ellerinden alınırken, kadınlar toplumdan dışlanırken, özgürlük talepleri kanla bastırılırken hangi umutla “yeni bir yıl” dileğinde bulunulabilir? Kadınların mücadeleleri, yalnızca birkaç anma günüyle sınırlı kalıyor; oysa bu, her gün hatırlanması gereken bir gerçek.

Irkçılık hâlâ can yakıyor. Amerika’da siyahilerin öldürülmesi, Avrupa’da göçmenlere karşı yükselen nefret, sadece birer örnek. Irk, din, dil, cinsiyet gibi kimlikler, insanları ayıran değil birleştiren unsurlar olmalıydı. Ama bu dünya, ötekileştirme üzerine kurulu bir düzeni ısrarla sürdürüyor.

Hollanda’da ise durum farklı değil. Zoraki bir koalisyon hükümetinin perde arkasındaki gizli başkanı Wilders ve onun bir kukla gibi hareket eden başbakanı, ırkçılığın ve insan hakları ihlallerinin daniskasını sergiliyor. Göçmenlere, Müslümanlara ve farklı etnik gruplara yönelik politikaları, yalnızca ayrımcılığı derinleştirmekle kalmıyor; aynı zamanda Hollanda’nın demokrasiye olan inancını da sarsıyor. Bu tür bir yönetim, temel insan haklarını görmezden gelerek toplumsal barışı zedeliyor. Wilders’in söylemleri ve politikaları, Hollanda’yı insan hakları açısından utanç verici bir noktaya taşıyor.

Doğa… İnsanlığın kendini yok etme süreci. İklim krizi artık kapımızı değil, penceremizi de kırarak içeriye girdi. Amazon ormanları yanıyor, kutup buzulları eriyor ve canlılar bir bir yok oluyor. Tüm bunlar olurken, insanoğlunun hırsı ve açgözlülüğü, doğanın kalbine saplanmış bir hançerden farksız.
Yeni yıl… Gerçekten neyi değiştirecek? İnsanlar iç hesaplaşmalarını yapmadan, adalet, barış ve vicdanı bir araya getirmeden, her yeni yıl sadece bir takvim yaprağının düşüşünden ibaret olacak. O yüzden dileğim sadece savaşsız, barış dolu bir yıl değil; aynı zamanda insanların gerçek anlamda insan olmayı hatırlayacağı bir yıl.

Daha eşit, daha adil, daha vicdanlı bir dünya için, hep birlikte mücadele etmek zorundayız. Yoksa, bu kahpe dünyada yeni yılların nasıl mutlu olmasını bekleyebiliriz ki?

HOE KUNNEN NIEUWE JAREN GELUKKIG ZIJN IN DEZE VERRADERLIJKE WERELD?
İlhan KARAÇAY schreeuwt het uit

Het is prachtig om een jaar zonder oorlog en vol vrede te wensen; maar terwijl onschuldige mensen in Gaza worden afgeslacht en de verraderlijke wereld deze wreedheid negeert, is geluk in een wereld zonder gerechtigheid en menselijkheid dan mogelijk? Helaas wordt de mensheid met elke dag die voorbijgaat blinder, dover en onverschilliger.

Degenen die klagen over antisemitisme, hoe zullen zij hun stilte verklaren terwijl zij in Gaza onschuldige kinderen en vrouwen vermoorden? Gerechtigheid en geweten moeten voor de hele mensheid gelden; anders wordt men slechts medeplichtig aan een ander gezicht van onrecht. Het is een schande voor de mensheid om het eigen leed als het grootste te beschouwen en de kreten van anderen te negeren.

Afbeelding met tekst, kleding, buitenshuis, mensen Automatisch gegenereerde beschrijving
De wereld bestaat niet alleen uit de wreedheid in Gaza. Terwijl miljoenen mensen in Syrië uit hun huizen worden verdreven, proberen ze in vluchtelingenkampen te overleven in de kou met de hoop op een stukje brood. Waar is het geweten van de mensheid? Terwijl mensen worden vernederd bij grensovergangen en hun boten zinken in de donkere wateren van de Middellandse Zee, met welk gezicht kunnen we het nieuwe jaar vieren?

Afbeelding met persoon, Menselijk gezicht, mensen, kind Automatisch gegenereerde beschrijving
Hoe kunnen we de hoop in de ogen van kinderen die vechten tegen honger en dorst in Afrika doven? Terwijl miljoenen mensen zelfs geen toegang hebben tot schoon water, hoe kan de overvloed aan verspilling in een ander deel van de wereld dan geen ironie zijn in naam van de mensheid? Terwijl ongelijkheden toenemen, smullen sommigen aan feestelijke tafels tijdens oud en nieuw, terwijl anderen lijden onder de klauwen van honger.

Afbeelding met hemel, persoon, kleding, buitenshuis Automatisch gegenereerde beschrijving
Welke moraliteit kan de etnische zuivering van de Rohingya-moslims in Myanmar rechtvaardigen? Het doden, uitzetten en negeren van mensen vanwege hun identiteit, wat voor soort beschaving kan dat als een prestatie zien? In deze verraderlijke wereld lijkt de eer van de mensheid al lang vergeten.
Vrouwen… Terwijl vrouwen overal ter wereld worden onderworpen aan onderdrukking, geweld en discriminatie, hoe kan een nieuw jaar gelukkig zijn? Terwijl het recht op onderwijs van meisjes in Afghanistan wordt afgenomen, vrouwen uit de samenleving worden buitengesloten en hun vrijheidsverzoeken met bloed worden onderdrukt, met welke hoop kunnen we “een gelukkig nieuwjaar” wensen? De strijd van vrouwen wordt beperkt tot slechts een paar herdenkingsdagen; terwijl dit een realiteit is die elke dag herinnerd moet worden.

Afbeelding met tekst, winkel, Bloemenontwerp, Bloemkwekerij Automatisch gegenereerde beschrijving

Racisme doet nog steeds pijn. Het doden van zwarten in Amerika, de toenemende haat tegen migranten in Europa, zijn slechts voorbeelden. Rassen, religies, talen en geslachten zouden verbindende elementen moeten zijn, geen scheidende. Maar deze wereld blijft vasthouden aan een systeem gebaseerd op uitsluiting.

Afbeelding met kleding, persoon, pak, groep Automatisch gegenereerde beschrijving
In Nederland is het niet anders. De geheime leider van een gedwongen coalitieregering, Wilders, en zijn premier, die als een marionet handelt, laten racisme en schendingen van mensenrechten in volle glorie zien. Hun beleid tegen migranten, moslims en verschillende etnische groepen verdiept niet alleen de discriminatie, maar ondermijnt ook het geloof in democratie in Nederland. Dit soort bestuur beschadigt de sociale vrede door fundamentele mensenrechten te negeren. De uitspraken en het beleid van Wilders hebben Nederland naar een beschamend niveau gebracht wat betreft mensenrechten.

Afbeelding met natuur, buitenshuis, berg, sneeuw Automatisch gegenereerde beschrijving
En tot slot, de natuur… Het proces van zelfvernietiging van de mensheid. De klimaatcrisis heeft niet alleen op onze deur geklopt, maar ook ons raam gebroken en is binnengekomen. Het Amazonewoud brandt, de poolkappen smelten en soorten sterven een voor een uit. Terwijl dit allemaal gebeurt, zijn de ambitie en hebzucht van de mens als een dolk die in het hart van de natuur is gestoken.

Het nieuwe jaar… Wat zal het werkelijk veranderen? Zonder innerlijke reflectie, zonder gerechtigheid, vrede en geweten samen te brengen, zal elk nieuw jaar slechts een bladzijde zijn die van de kalender valt. Daarom wens ik niet alleen een jaar zonder oorlog en vol vrede; maar ook een jaar waarin mensen zich echt herinneren wat het betekent om mens te zijn.

Voor een gelijkere, rechtvaardigere en meer gewetensvolle wereld moeten we samen vechten. Anders, hoe kunnen we verwachten dat nieuwe jaren gelukkig zijn in deze verraderlijke wereld.

Devamını Oku

Araştırdım ve Gerçeği Buldum Hollanda’daki Türk Sayısı: Resmi 549.431, Gayri Resmi:700.000

Araştırdım ve Gerçeği Buldum Hollanda’daki Türk Sayısı: Resmi 549.431, Gayri Resmi:700.000
0

BEĞENDİM

ABONE OL
*Asya ve Balkanlar’dan gelenlerle birlikteki sayı:1.000.000
*Dünyadaki Türk orijinlilerin tahmini sayısı: 300.000.000

(Haberin Hollandacası en altta.

Nederlandse versie van het nieuws is onderaan)
Afbeelding met windmolen, buitenshuis, hemel, gras Automatisch gegenereerde beschrijving

İlhan KARAÇAY araştırdı ve yazdı:

Hollanda’daki Türk topluluğunun sayısına dair tartışmalar, yıllardır kamuoyunda süregelen bir merak ve tartışma konusudur. Çoğu zaman, bu konuda dolaşan sayıların gerçeği ne derece yansıttığı sorusu zihinleri kurcalıyor. 400 bin veya 450 bin gibi sayılar, Türklerin Hollanda’daki nüfusuna dair yaygın olarak dile getirilen sayılardır. Ancak, bu sayılar gerçeği tam anlamıyla ifade ediyor mu?

İşte bu noktada detaylı ve titizlikle yürüttüğüm araştırmaların önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.

Bu konuya olan ilgi, özellikle 1970’li yıllardan bu yana artarak devam etmiş, Türk göçmenlerin sayısı ve Hollanda’daki yerleşim biçimlerine dair pek çok değerlendirme yapılmıştır. Ancak, günümüzde bile bu konuya dair pek çok bilgi kaynağı arasında tutarsızlıklar gözlenmektedir. Hollanda’daki Türklerin sayısını anlamaya çalışırken, sadece sayılarla sınırlı kalmayıp, bu topluluğun demografik yapısını, kültürel çeşitliliğini ve toplumsal etkilerini de dikkate almak gerekiyor.

Bizzat bu konuyu derinlemesine incelemek adına, yalnızca duyulan ya da varsayılan bilgilere dayanmanın ötesine geçerek, daha ciddi bir yaklaşım olması gerektiğine inanıyorum. Tam da bu bağlamda, yaptığım kapsamlı çalışmalar, Türklerin Hollanda’daki tarihsel süreçteki rolünü daha iyi anlamamıza ışık tutabilir. Bugün, Hollanda’daki Türk nüfusuna dair net bir tablo çizmek, sadece bir sayıdan ibaret değil, aynı zamanda göçmen toplulukların toplumsal yapısına dair geniş bir perspektif sunmak anlamına geliyor.

1970’lerden itibaren bu alana duyulan ilginin sürekliliği ve bugün gelinen noktada elde edilen bulgular, Hollanda’daki Türk toplumunun nüfus verilerinin nasıl bir değişim gösterdiğini anlamamızda önemli bir rol oynuyor. Bu yüzden, gerçek verilere dayalı bir değerlendirme yapmak, toplumun bu konudaki yanlış algılarını düzeltmek açısından büyük önem taşıyor. Öyle ki, bu mesele, yalnızca sayıların doğruluğunu sorgulamakla kalmıyor, aynı zamanda Hollanda’da yaşayan Türk toplumunun geçmişten bugüne taşıdığı dinamikleri de gözler önüne seriyor.

HOLLANDA’DAKİ TÜRKLERİN RESMİ VE GERÇEK SAYISI

Hollanda’daki Türk nüfusu, genellikle tartışmalı rakamlarla gündeme gelmektedir. Ancak, bu konuda yaptığım son araştırmaya göre, Hollanda’daki Türk ve Türk kökenlilerin resmi sayısını 566.109 olarak saptadım.

Afbeelding met Menselijk gezicht, persoon, kleding, stropdas Automatisch gegenereerde beschrijving (Soldan sağa) Deventer Başkonsolosumuz Muammer Hakan Cengiz, Rotterdam Başkonsolosumuz Sevgi Kısacık ve Amsterdam Başkonsolosumuz Mahmut Burak Ersoy, Başkonsolosluklara kayıtlı Türk ve Türk kökenlilerin toplam sayısını 566.109 olduğunu ortaya koydular.

Başkonsolosluklara kayıtlı Türk ve Türk kökenlilerin sayıları şöyle dağılıyor:
Rotterdam: 332.609, Deventer: 150.000, Amsterdam: 83.500. Toplam: 566.109
Başkonsolosluklara, Hollanda’da ikamet izni olmayan hiç bir Türk’ün kayıtlı olmadığı da vurgulandı.

HOLLANDA’YA GÖRE TÜRK SAYISI

Hollanda Merkezi İstatistik Bürosu’nun (Centraal Bureau voor de Statistiek CBS) verilerine göre de, Türk ve Türk kökenlilerin toplam sayısı, Başkonsolosluklardaki sayılarla hemen hemen eşit durumda.

CBS’e göre sayılar şöyle:

*Türk kökenli Hollandalılar: 457.100 (231.594’ü Hollanda’da doğmuş, 225.506’sı yurt dışında doğmuş).

*Türk vatandaşlığında kalmış olanlar: 92.331

*Toplam resmi Türk nüfusu: 549.431

Gayri resmi rakamlar dahil edildiğinde, izinsiz yaşayan Türklerle birlikte bu sayı 700.000‘e ulaşmaktadır.

ASYA ÜLKELERİNDEN GELENLER

Hollanda, Asya’dan gelen göçmenler için önemli bir destinasyon olmuştur. Göçmenlerin ülkelerine göre dağılımı aşağıdaki gibidir:

*Afganistan: Savaş ve siyasi kargaşalar nedeniyle Afganistan’dan gelen göçmen sayısı 50.000’e yaklaşmıştır. Bu grup, genelde mülteci statüsünde Hollanda’ya yerleşmiştir.

*Irak: Saddam Hüseyin dönemi, Körfez Savaşı ve IŞİD çatışmaları sonrası gelen Iraklıların sayısı yaklaşık 60.000 civarındadır.

*Suriye: İç savaş sonrası, Hollanda’ya sığınan Suriyelilerin sayısı 100.000’i bulmaktadır. Bu grup, Avrupa’ya göç eden en yeni topluluklardan biridir.

*İran: İran İslam Devrimi sonrası gelen göçmenlerin sayısı 30.000-40.000 arasında tahmin edilmektedir. Politik ve ekonomik nedenlerle göç etmişlerdir.

Azerbaycan, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Çin’den gelen Uygurlar da cabası oluyor…

BALKAN ÜLKELERİNDEN GELENLER

Balkanlar’dan gelen göçmenler de, Hollanda’daki diasporada önemli bir yer tutar. Ülkelere göre dağılım şu şekildedir:

*Kosova: Kosova savaşı sonrası Hollanda’ya göç edenlerin sayısı 40.000-50.000 arasındadır.

*Bosna-Hersek: Bosna savaşı sırasında gelen Bosnalı göçmenlerin sayısı yaklaşık 25.000-30.000 civarındadır.

*Arnavutluk: Ekonomik nedenlerle göç eden Arnavutların sayısı 10.000-15.000 arasındadır.

*Makedonya: Eski Yugoslavya’nın dağılması sonrası Makedonya’dan gelenlerin sayısı 15.000-20.000 civarındadır.

*Sırbistan ve Karadağ: Eski Yugoslavya bölgesinden gelen Sırp ve Karadağlı göçmenlerin sayısı 10.000-15.000 arasında tahmin edilmektedir.

HOLLANDA’DA DİASPORA İLE TOPLAM TÜRK SAYISI

*Türkler (resmi ve izinsiz nüfus): 700.000.

*Asya ve Balkanlardan gelenler arasındaki Türk kökenliler: 300.000

*Toplamda Hollanda’da Türklerin sayısı, 1.000.000 olmalı.

HOLLANDA’DAKİ TÜRKLER EN ÇOK HANGİ ŞEHİRLERDE YAŞIYORLAR?

Hollanda’da en çok Türk’ün yaşadığı kentler, Rotterdam, Amsterdam, Lahey, Utrecht, Zaanstad, Eindhoven, Enschede, Arnhem ve Tilburg olarak ön plana çıkıyor.

Verilere bakıldığında en çok Türk’ün yaşadığı kent olarak 47 bin 750 ile Rotterdam ilk sırada yer alıyor. Başknet Amsterdam ise 44 bin 882 ile listenin ikinci sırasında yer alırken, başkent Amsterdam’ı 42 bin 148 ile Lahey (Den Haag) takip ediyor.

Listenin 4’üncü sırasında 14 bin 466 ile Utrecht, 5’inci sırasında 12 bin 848 sayısı ile Zaanstad, 6’ncı sırasında 11 bin 819 ile Eindhoven, 7’nci sırasında 8 bin 812 ile Enschede, 8’inci sırasında 8 bin 621 ile Arnhem, 9’uncu sırasında 8 bin 431 ile Tilburg, 10’uncu sırasında 8 bin 137 ile Schiedam ve 11’inci sırasında 6 bin 819 ile Deventer yer alıyor.

DÜNYA’DAKİ TÜRKLERİN SAYISI 300 MİLYONU BULUR MU?

Tüm verilere baktığımız zaman, dünyanın dör bir yanına dağılmış ve özellikle Asya ve Balkanlardaki Türk kökenliler ile birlikte, Türk sayısını, 300 milyonu bulmuş olarak kabul edebilir miyiz?

Türkiye’nin nüfusu:

Türkiye’nin nüfusu 2023 itibarıyla yaklaşık 85 milyon olarak tahmin edilmektedir. Bu nüfusun tamamı Türk kökenli olmasa da çoğunluğu Türk kabul edilir.

Türk Cumhuriyetleri (Orta Asya):

Kazakistan: 19 milyon (Türk kökenliler %70 civarında, yaklaşık 13 milyon).

Özbekistan: 35 milyon (büyük çoğunluğu Türk kökenli).

Türkmenistan: 6 milyon.

Kırgızistan: 7 milyon.

Azerbaycan: 10 milyon.

Toplamda yaklaşık 70 milyon Türk kökenli.

Çin (Doğu Türkistan/Uygurlar):
Çin’deki Uygur Türklerinin nüfusu yaklaşık 12-15 milyon olarak tahmin edilmektedir.

Rusya Federasyonu:
Tatarlar, Başkurtlar, Çuvaşlar ve diğer Türk kökenli halklar yaklaşık 20-25 milyon kişiyi oluşturur.

Balkanlar:
Balkanlardaki Türkler (Kosova, Makedonya, Bulgaristan, Yunanistan, Bosna vb.) yaklaşık 10-12 milyon civarındadır.

Avrupa Diasporası:
Avrupa’daki Türk nüfusu (Almanya, Hollanda, Fransa, Avusturya, Belçika vb.) yaklaşık 6-7 milyon olarak tahmin edilmektedir.

Amerika ve Diğer Bölgeler:
ABD, Kanada, Avustralya ve diğer ülkelerdeki Türk diasporası toplamda 2-3 milyon civarındadır.

Toplam Tahmin

Türkiye: 85 milyon

KKTC : 400.000

Türk Cumhuriyetleri: 70 milyon

Çin (Doğu Türkistan): 15 milyon

Rusya Federasyonu: 25 milyon

Balkanlar: 12 milyon

Avrupa Diasporası: 7 milyon

Diğer bölgeler: 3 milyon

Toplam: 217 milyon

************************************************

İLHAN KARAÇAY ONDERZOEKT EN VINDT DE WAARHEID:

Aantal officiële Turken in Nederland: 549.431
Aantal niet-geregistreerde Turken: 700.000
Aantal inclusief migranten uit Azië en de Balkan: 1.000.000
Geschatte aantal Turkse afstammelingen wereldwijd: 300.000.000

İlhan KARAÇAY onderzocht en schreef:

Discussies over het aantal Turken in Nederland zijn al jarenlang een onderwerp van publieke interesse en debat. Vaak rijst de vraag in hoeverre de rondgaande cijfers overeenkomen met de werkelijkheid. Cijfers zoals 400.000 of 450.000 worden vaak genoemd als het gaat om de Turkse gemeenschap in Nederland. Maar vertegenwoordigen deze cijfers de realiteit?
Hier komt het belang van mijn gedetailleerde en nauwkeurige onderzoek naar voren. Sinds de jaren 70 is er steeds meer aandacht gekomen voor dit onderwerp, en zijn er talrijke studies uitgevoerd naar het aantal Turkse migranten en hun vestigingspatronen in Nederland. Toch bestaan er zelfs vandaag de dag nog veel inconsistenties tussen verschillende informatiebronnen.
Bij het proberen te begrijpen van het aantal Turken in Nederland, is het essentieel om niet alleen naar de cijfers te kijken, maar ook om rekening te houden met de demografische structuur, culturele diversiteit en maatschappelijke impact van deze gemeenschap.
Het is belangrijk om verder te gaan dan veronderstellingen en overgeleverde informatie, en een meer serieuze benadering te hanteren. Mijn uitgebreide onderzoek kan licht werpen op de historische rol van Turken in Nederland. Een helder beeld van het aantal Turken in Nederland biedt niet alleen inzicht in cijfers, maar ook in de bredere maatschappelijke structuur van migranten in Nederland.

HET OFFICIËLE EN WERKELIJKE AANTAL TURKEN IN NEDERLAND

De Turkse populatie in Nederland wordt vaak besproken met tegenstrijdige cijfers. Volgens mijn laatste onderzoek is het aantal officiële Turken en Turkse afstammelingen in Nederland vastgesteld op 566.109.

(Van links naar rechts) Onze consul-generaal in Deventer, Muammer Hakan Cengiz, onze consul-generaal in Rotterdam, Sevgi Kısacık, en onze consul-generaal in Amsterdam, Mahmut Burak Ersoy, hebben vastgesteld dat het totale aantal geregistreerde Turken en mensen van Turkse afkomst bij de consulaten 566.109 bedraagt.
De aantallen geregistreerde Turken en mensen van Turkse afkomst zijn als volgt verdeeld over de consulaten:
Rotterdam: 332.609, Deventer: 150.000, Amsterdam: 83.500. Totaal: 566.109

Ook werd benadrukt dat er geen enkele Turk zonder verblijfsvergunning in Nederland bij de consulaten geregistreerd staat.

VOLGENS NEDERLANDSE STATISTIEKEN

Volgens het Centraal Bureau voor de Statistiek (CBS) komt het aantal Turken en Turkse afstammelingen in Nederland vrijwel overeen met de consulaire cijfers.
De CBS-cijfers zijn als volgt:
Turkse Nederlanders: 457.100 (231.594 in Nederland geboren, 225.506 in het buitenland geboren)
Turkse staatsburgers: 92.331
Totale officiële Turkse bevolking: 549.431
Wanneer niet-geregistreerde migranten worden meegerekend, loopt dit aantal op tot 700.000.

MIGRANTEN UIT AZIË

Nederland is een belangrijke bestemming voor migranten uit Aziatische landen. De verdeling per land is als volgt:
Afghanistan: Bijna 50.000, voornamelijk vluchtelingen vanwege oorlog en politieke onrust.
Irak: Ongeveer 60.000, met pieken na de Golfoorlog en de opkomst van ISIS.
Syrië: Ongeveer 100.000 vanwege de burgeroorlog, een van de meest recente migrantengroepen.
Iran: Tussen 30.000-40.000, vooral door politieke en economische redenen.
Ook migranten uit Azerbeidzjan, Georgië, Kazachstan, Kirgizië, Oezbekistan, Tadzjikistan, Turkmenistan en Oeigoeren uit China maken deel uit van deze groep.

MIGRANTEN UIT DE BALKAN

Migranten uit de Balkan hebben ook een belangrijke plaats in de diaspora in Nederland. De verdeling per land:
Kosovo: 40.000-50.000, na de oorlog in Kosovo.
Bosnië en Herzegovina: 25.000-30.000, voornamelijk tijdens de Bosnische oorlog.
Albanië: 10.000-15.000, door economische migratie.
Macedonië: 15.000-20.000, na de val van Joegoslavië.
Servië en Montenegro: 10.000-15.000, eveneens uit voormalig Joegoslavië.

HET TOTALE AANTAL TURKEN IN DE NEDERLANDSE DIASPORA

Turken (officiële en niet-geregistreerde populatie): 700.000
Turken van Aziatische en Balkan-achtergrond: 300.000
Totale Turkse bevolking in Nederland: ongeveer 1.000.000

 

IN WELKE STEDEN IN NEDERLAND WONEN DE MEESTE TURKEN?

De steden met de grootste Turkse populatie in Nederland zijn Rotterdam, Amsterdam, Den Haag, Utrecht, Zaanstad, Eindhoven, Enschede, Arnhem en Tilburg.
Uit de gegevens blijkt dat Rotterdam met 47.750 de meeste Turken herbergt, gevolgd door de hoofdstad Amsterdam met 44.882. Den Haag (Den Haag) staat op de derde plaats met 42.148 inwoners.
Andere steden in de ranglijst:
4e: Utrecht – 14.466
5e: Zaanstad – 12.848
6e: Eindhoven – 11.819
7e: Enschede – 8.812
8e: Arnhem – 8.621
9e: Tilburg – 8.431
10e: Schiedam – 8.137
11e: Deventer – 6.819

KAN HET AANTAL TURKEN WERELDWIJD 300 MILJOEN BEREIKEN?

Als we alle gegevens in overweging nemen, kunnen we stellen dat het aantal Turken wereldwijd, inclusief die in Azië en de Balkan, mogelijk 300 miljoen bereikt.

Bevolking van Turkije:
De bevolking van Turkije wordt in 2023 geschat op ongeveer 85 miljoen. Hoewel niet iedereen in Turkije van Turkse afkomst is, wordt de meerderheid als Turks beschouwd.

Turkse Republieken (Centraal-Azië):
Kazachstan: 19 miljoen (ongeveer 70% Turks, ca. 13 miljoen)
Oezbekistan: 35 miljoen (grotendeels van Turkse afkomst)
Turkmenistan: 6 miljoen
Kirgizië: 7 miljoen
Azerbeidzjan: 10 miljoen
Totaal: ongeveer 70 miljoen
China (Oost-Turkestan/Oeigoeren):
De Oeigoerse bevolking in China wordt geschat op 12-15 miljoen.
Russische Federatie:
Tataaren, Basjkieren, Tsjoevasjen en andere Turkse bevolkingsgroepen tellen samen ongeveer 20-25 miljoen.
Balkan:
In de Balkan wonen naar schatting 10-12 miljoen mensen van Turkse afkomst (Kosovo, Noord-Macedonië, Bulgarije, Griekenland, Bosnië, enz.).
Turken in Europa:
De Turkse diaspora in Europa (Duitsland, Nederland, Frankrijk, Oostenrijk, België, enz.) wordt geschat op 6-7 miljoen.
Amerika en andere regio’s:
De Turkse diaspora in de VS, Canada, Australië en andere landen omvat ongeveer 2-3 miljoen mensen.
Totale schatting:
Turkije: 85 miljoen
KKTC:400.00
Turkse Republieken: 70 miljoen
China (Oost-Turkestan): 15 miljoen
Russische Federatie: 25 miljoen
Balkan: 12 miljoen
Europa: 7 miljoen
Andere regio’s: 3 miljoen
Totaal: ongeveer 217 miljoen

Devamını Oku

Hollanda’nın Lahey kentinde yürek yakan patlama: “Anne, bizi kurtar!” Çığlıkları arasında can pazarı

Hollanda’nın Lahey kentinde yürek yakan patlama: “Anne, bizi kurtar!” Çığlıkları arasında can pazarı
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İLHAN KARAÇAY

Hollanda’nın Lahey kentinde yürek yakan patlama: “Anne, bizi kurtar!” Çığlıkları arasında can pazarı

Dünya’nın barış ve adalet merkezi olan Lahey’deki patlamada, kahvehane sahibi Yılmaz Bakır komalık oldu.
5 Ceset çıkarıldı ama ölü sayısının onlarca olduğu tahmin ediliyor.

(Haberin Hollandacası en altta.
Nederlandse versie van het bericht is onderaan)

Dünya’nın barış ve adalet merkezi sayılan, Hollanda’nın Lahey şehri, 7 Aralık Cumartesi sabahı saat 06:15 sularında meydana gelen şiddetli bir patlamayla sarsıldı.

Mariahoeve semtindeki üç katlı bir apartmanda gerçekleşen bu trajik olay, binanın büyük bir bölümünün çökmesine neden oldu. Patlamanın ardından yükselen alevler ve dumanlar, çevrede büyük paniğe yol açtı.

TÜRK KÖKENLİ KAHVEHANE SAHİBİ YILMAZ BAKIR KOMADA

Binanın zemin katında bulunan kahvehanenin sahibi Yılmaz Bakır isimli Türk vatandaşı, patlama sırasında ağır yaralandı ve komaya girdi. Ailesi ve yakınları, hastane önünde endişeli bir bekleyiş içinde. Yılmaz Bakır’ın mahallede sevilen bir sima olduğu ve herkes tarafından saygı gördüğü ifade ediliyor.

TÜRK KÖKENLİ İTFAİYE SÖZCÜSÜ: “ENKAZ ALTINDA KALANLAR OLABİLİR”

Olay yerine hızla intikal eden itfaiye ekiplerinin sözcüsü, Türk kökenli bayan, yaptığı açıklamada, “Enkaz altında kalanların olabileceğinden endişe ediyoruz. Kurtarma çalışmalarımız aralıksız devam ediyor.” dedi. Bu açıklama, umutla bekleyen ailelerin yüreklerine bir nebze su serpti.

KAYIP SAYISI BELİRSİZ, RESMİ RAKAMLAR YETERSİZ

Resmi makamlardan yapılan açıklamalarda, şu ana kadar az sayıda cesedin bulunduğu belirtiliyor. Ancak görgü tanıkları ve mahalle sakinleri, enkaz altında daha fazla kişinin olabileceğini ifade ediyor. Bu durum, kayıp yakınlarının endişesini artırıyor ve resmi rakamların gerçeği yansıtmadığı yönünde eleştirilere neden oluyor.

KURTARMA ÇALIŞMALARI VE TOPLUMSAL DAYANIŞMA

İtfaiye, polis ve sağlık ekipleri, enkaz altında kalanları kurtarmak için yoğun çaba sarf ediyor. Mahalle sakinleri de kurtarma ekiplerine destek veriyor. Özellikle Türk ve yabancı kökenli vatandaşlar, dayanışma içinde hareket ederek, yaralıların hastanelere ulaştırılmasına yardımcı oluyor.

PATLAMANIN NEDENİ HALA BİLİNMİYOR

Afbeelding met buitenshuis, hemel, auto, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving
Patlamanın nedeni henüz belirlenemedi. Yetkililer, olayla ilgili geniş çaplı bir soruşturma başlattı. Doğal gaz sızıntısı ihtimali üzerinde durulsa da, kesin bir bilgiye ulaşılamadı. Mahalle sakinleri, benzer bir olayın tekrar yaşanmaması için yetkililerden hızlı ve etkili bir çözüm bekliyor.

Bu trajik olay, Den Haag’ta yaşayan Türk ve yabancı kökenli toplulukları derinden sarstı.
Lahey Belediye Başkanı Jan van Zanen, patlamanın ardından olay yerine gelerek kurtarma çalışmaları hakkında bilgi aldı.

“ANNE, BİZİ KURTAR!” ÇIĞLIKLARI VE UMUTSUZ BEKLEYİŞ

Patlama sonrasında enkaz altından yükselen yardım çığlıkları, olayın dehşetini gözler önüne serdi. Görgü tanıkları, özellikle çocukların “Anne, bizi kurtar!” şeklindeki feryatlarının yürekleri dağladığını belirtti. Bu dramatik anlar, çevredeki insanların çaresizce kurtarma ekiplerinin müdahalesini beklemesine neden oldu.

Romanyalı Simone tamamen perişan olmuş bir halde, gözyaşları içinde anlatıyor:

“İlk patlamadan sonra çocukların ‘Anne, anne, yardım et!’ diye bağırdığını duydum. Bir komşu hemen dışarı çıktı ama çocukları bulamadı. ‘Neredesiniz?’ diye panikle sordu. Ancak hiçbir ses gelmedi.”
Şu ana kadar enkazdan beş ceset çıkarıldı. İtfaiye ekipleri enkaz altında daha fazla kurban aramaya devam ediyor. Saat 18.00 civarında, kurtarma ekipleri felaket yerindeki yıkıntılar arasında hayatta olan bir kişiyi buldu.

**********************************************

VERWOESTENDE EXPLOSIE IN DEN HAAG:
“MAMA, RED ONS!” KRETEN VAN WANHOOP TEMIDDEN VAN HET DRAMA

Bij een explosie in Den Haag, het internationale centrum van vrede en recht, raakte koffiehuiseigenaar Yılmaz Bakır in coma.

Tot nu toe zijn vijf lichamen geborgen, maar het aantal doden wordt geschat op tientallen.
Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, kleding Automatisch gegenereerde beschrijving
Den Haag, dat bekendstaat als het centrum van vrede en recht, werd op zaterdagochtend 7 december omstreeks 06.15 uur opgeschrikt door een hevige explosie.

De tragedie vond plaats in een drielaags appartement in de wijk Mariahoeve, waarbij een groot deel van het gebouw instortte. De rook en vlammen die na de explosie opstegen, zorgden voor grote paniek in de omgeving.
Afbeelding met buitenshuis, gebouw, boom, Woonwijk Automatisch gegenereerde beschrijving

TURKSE KOFFIEHUISEIGENAAR YILMAZ BAKIR IN COMA

De Turkse eigenaar van het koffiehuis op de begane grond van het gebouw, Yılmaz Bakır, raakte zwaargewond en ligt in coma. Zijn familie en dierbaren wachten in spanning voor het ziekenhuis.
Yılmaz Bakır was een geliefde persoonlijkheid in de wijk en werd door iedereen gerespecteerd.
Afbeelding met brandweerman, Arbeider, helm, werkkleding Automatisch gegenereerde beschrijving

 

TURKSE BRANDWEERWOORDVOERDER: “MOGELIJK ZIJN ER NOG SLACHTOFFERS ONDER HET PUIN”

De woordvoerster van de brandweer, van Turkse afkomst, verklaarde bij aankomst ter plaatse:
“We vrezen dat er nog mensen onder het puin liggen. Onze reddingsoperaties gaan onverminderd door.” Deze woorden boden de wachtende families enige hoop.

AANTAL VERDWENENEN ONBEKEND, OFFICIËLE CIJFERS ONVOLDOENDE

Volgens officiële verklaringen zijn er tot nu toe slechts enkele lichamen gevonden.
Maar ooggetuigen en buurtbewoners vrezen dat er meer slachtoffers onder het puin liggen.
Deze situatie leidt tot groeiende zorgen bij de families van vermisten en kritiek op de officiële cijfers, die mogelijk niet volledig accuraat zijn.

REDDINGSOPERATIES EN MAATSCHAPPELIJKE SOLIDARITEIT

Afbeelding met Dans, kleding, buitenshuis, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving
Brandweer-, politie- en medische teams zetten alles op alles om slachtoffers onder het puin te redden. Buurtbewoners bieden ook ondersteuning aan de reddingsteams. Vooral Turkse en andere migranten helpen samen om gewonden naar ziekenhuizen te vervoeren.

OORZAAK VAN DE EXPLOSIE NOG ONBEKEND

Afbeelding met buitenshuis, hemel, auto, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving
De oorzaak van de explosie is nog niet vastgesteld. De autoriteiten hebben een grootschalig onderzoek gestart. Hoewel een gaslek wordt vermoed, is er nog geen definitieve informatie beschikbaar. Buurtbewoners dringen aan op een snelle en effectieve oplossing om herhaling te voorkomen.

Deze tragische gebeurtenis heeft de Turks-Nederlandse en andere migrantengemeenschappen in Den Haag diep geraakt.

Burgemeester Jan van Zanen bezocht de rampplek om zich op de hoogte te stellen van de reddingswerkzaamheden.

“MAMA, RED ONS!” KRETEN EN WACHTEN IN WANHOOP

Hulpgeroep vanuit het puin na de explosie bracht de gruwelijkheid van het incident pijnlijk aan het licht. Ooggetuigen meldden dat vooral kinderen met hartverscheurende kreten “Mama, red ons!” om hulp riepen. Deze tragische momenten benadrukten de wanhoop van omstanders die moesten wachten op de hulpdiensten.
Afbeelding met buitenshuis, persoon, Menselijk gezicht, kleding Automatisch gegenereerde beschrijving

De Roemeense Simone vertelde huilend:

“Na de eerste explosie hoorde ik de kinderen roepen: ‘Mama, mama, help!’ Een buurman kwam meteen naar buiten, maar hij kon de kinderen niet vinden. Hij riep in paniek: ‘Waar zijn jullie?’ Maar er kwam geen antwoord meer.”

Tot nu toe zijn vijf lichamen geborgen. Brandweerlieden blijven zoeken naar meer slachtoffers onder het puin. Rond 18.00 uur werd een overlevende gevonden tussen de restanten van het ingestorte gebouw.

Devamını Oku

Okuduklarını Anlayamayan Veya Kasıtlı Olarak Eleştiren Okurlarıma Cevap

Okuduklarını Anlayamayan Veya Kasıtlı Olarak Eleştiren Okurlarıma Cevap
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Kravatsızlık, bazı ülkelerin iş dünyasında ve diplomatik alanda daha rahat bir giyim tarzı olarak benimsenmiş olabilir. Ama bu durum, Türkiye’nin resmi teamüllerine uygun değildir.
(Not: Türker Atabek’in ölümü ile ilgili haberimi gören ve okuyan Paul Passchier’in, bu konuda yazmış olduğu Hollandaca yazısını, en altta görebilirsiniz.)
(Opmerking: Paul Passchier, die mijn nieuws over de dood van Türker Atabek zag en las, heeft een Nederlands artikel over dit onderwerp geschreven, dat je onderaan kunt lezen.)

Sayın Okurlar,
Bir süre önce yayınlamış olduğum, “Hollanda’daki yeni fahri başkonsolosluğumuzun ciddiyetsizliği üzüntü yarattı” başlıklı haberime gelen bazı eleştiriler hakkında açıklamalar yapmak istiyorum.
Haberimde, fahri başkonsolos ve ekibinin resmi bir törende kravat takmamalarını eleştirdiğim bölüm, bazı okuyucular tarafından anlaşılmamış ya da kasıtlı olarak yanlış yorumlanmıştır.
Gelen eleştiriler arasında tabii ki çok iyi niyetle yazılmış olanlar da var.
Alttaki reaksiyon gibi:
Sayın İlhan bey,
Yazılarnızı çoğu zaman ilgiyle okumaktayım. Ancak alttaki yazınıza katılmıyorum.
Her ne kadar kendim de ciddi/resmi buluşmalarda takım elbise ve kravata önem versem de, yaşadığımız ülkenin Türkiye olmadığını gözden kaybetmemek gerekir.
Diğer unutmamız gereken bir şey, kuralları getiren nasılki insanlarsa, kuralları (zamanla) değiştiren yine insanlardır.
Size göre ben muhafazakâr sayılırım ve sizi aşağı yukarı 53 senedir ilerici biri olarak tanınıyorum. Benim muhafazakâr biri ve sizin de ilerici olarak bu hususta tam tersine tutucu davranmanız bana ilginç geliyor. Tabiki bu düşüncenizde özgürsünüz, ama gazeteciliğin yanı sıra bir bilgilendirici olarak, insanları yerinde modernliğe teşvik etmeniz size daha fazla yakışır. Böylece bir insanın kalitesi, kravatsız olmasına rağmen uygun kıyafet giymiş olması da, bir tarafa bilgi, saygı ve hoşgörü üzerinde kurulmuş olmalı.
Bu sebeple de, değerli/sevgili İlhan (aga)bey, alttaki yazınızı yeniden değerlendireceğinizi ümit ediyorum.
Saygı ve selamlarımla,
Burhan MIHÇIOKUR.
Burhan Mıhçıokur’un istemiş olduğu gibi, yazımı yeniden değerlendireceğim.
Mıhçıoğlu, konuyu “muhafazakâr ve ilerici” değerlendirme olarak nitelemiş. Aksine, pek çok sol görüşe sahip ünlü kişiler de kravat takmamayı tercih ediyorlar. Ama bunlar resmi törenlere yine de kravatlı olarak gidiyorlar.
Haberimde yer alan, “Örneğin, bazı Batı Avrupa ülkelerindeki iş dünyasında ve diplomatik alanda daha rahat bir giyim tarzı benimsenmiş olabilir. Fakat bu durum Türkiye’nin resmi teamüllerine uygun olmayabilir. Sonuçta, böyle bir toplantıda tüm tarafların aynı ciddiyet ve özeni göstermesi, temsil edilen ülkenin imajı açısından daha olumlu bir etki bırakabilirdi.” şeklindeki sözlerim, maalesef gözden kaçmış.
Yukarıdaki paragrafta belirttiğim gibi, kıyafet tercihleri, kültürel ve bireysel tercihlere dayalı olarak değişiklik gösterebilir. Batı Avrupa ülkelerinde daha rahat bir giyim tarzının benimsenebileceğini ifade etmiştim. Ancak bu, Türkiye’nin resmi teamüllerine uygun olmayabilir ve ben de bu uyumsuzluğun eleştiriye açık olduğunu vurguladım. Bazı okuyucularımızın “Hangi devirde” yaşadığımıza dair yorumlar, kişisel tercihlerimize saygı göstermeyen bir yaklaşımı temsil eder. Dünyadaki değişimlere açık olup, farklılıkları kabul etmek olgunluk gerektirir. Kravat takmak ya da takmamak bir “devir” meselesi değil, “tercihler” meselesidir. Bu noktayı göz ardı ederek, “Hangi devirde yaşıyoruz? Kravatsızlık neden eleştiriliyor?” gibi yorumlar yapılması üzerine bu açıklamayı yapma gereği duydum.

Öncelikle, diplomatik ve resmi etkinliklerde giyim kuralları, temsil edilen ülkenin ciddiyeti ve saygınlığı açısından önemli bir yer tutar. Haberimde, fahri başkonsolosun ve ekibinin kravatsız katılımının resmi bir törende oluşturduğu izlenimi değerlendirdim. Resmi diplomatik temsiliyet, yalnızca içerik ve icraatlarla değil, aynı zamanda görünüş ve davranışlarla da sağlanır.
Fahri başkonsolos ve ekibinin kravat takmamış olması, bazı okuyucularımızın düşündüğü gibi çağ dışı bir eleştiri değil, diplomatik teamüllere uygunluk açısından yapılan bir değerlendirmedir. Batı Avrupa’daki daha rahat giyim tarzlarının kabul görmesi, Türkiye’nin resmi etkinliklerindeki ciddiyet ve özenin bir kenara bırakılmasını gerektirmez. Türkiye’yi temsil eden her birey, bu tür etkinliklerde ülkenin prestijine uygun bir duruş sergilemelidir.
Bu nedenle, fahri başkonsolosun ve ekibinin kravat takmamaları, resmi etkinliklerde beklenen ciddiyeti ve özeni göstermemeleri, Türkiye’nin diplomatik temsilcilerinin sergilemesi gereken duruşa uygun düşmemektedir. Kravat gibi küçük bir ayrıntı, temsil edilen ülkenin ciddiyetini ve profesyonelliğini simgeleyen önemli bir semboldür.
Sonuç olarak, fahri başkonsolosluk makamının gerektirdiği temsil yetkinliğine sahip olunmadığı izlenimi yaratılmış ve bu da Türkiye’nin uluslararası alandaki imajına olumsuz yansımıştır. Eleştirilerimin temelinde yatan nokta, resmi bir törende gösterilmesi gereken özenin ve ciddiyetin eksikliği olup, kültürel farklılıklar ve giyim tercihleri, bu değerlendirmemin dışında kalmamaktadır.
Genel Sekreterlik
Başkonsolosluklar ve fahri başkonsolosluklarda “Genel Sekreter” pozisyonu bulunmaz. Diplomatik temsilciliklerde ve konsolosluklarda belirli unvanlar ve görevler standarttır. Türkiye’nin yurtdışındaki temsilciliklerinde tipik olarak şu pozisyonlar bulunur:
Başkonsolos: Başkonsoloslukların en üst düzey yetkilisi.
Muavin Konsolos veya Konsolos: Başkonsolosa yardım eden diğer konsolosluk personeli.
Konsolosluk Memurları: Vize işlemleri, vatandaşlık hizmetleri ve diğer konsolosluk işlerini yürüten personel.
Fahri başkonsolosluklar ise genellikle daha küçük ve esnek yapılar olup, başkonsolosluk kadar resmi bir yapıya sahip değildirler. Fahri başkonsolosluklarda fahri başkonsolos dışında belirli bir unvan standardı yoktur ve pozisyonlar ülkeden ülkeye değişebilir. Bu pozisyonlar fahri olduğundan, gönüllü ve genellikle daha esnek görev tanımları bulunur.
Ancak, bazı fahri başkonsolosluklarda “Genel Sekreter” gibi görevler gayri resmi olarak tanımlanabilir ve atanabilir. Bu tür atamalar, resmi diplomatik unvanlar kapsamında değil, daha çok yerel ihtiyaçlara ve organizasyonel yapıya göre belirlenir. Bu nedenle, Hollanda’daki bir fahri başkonsolosluğun kendi inisiyatifiyle bir “Genel Sekreter” görevlendirmesi mümkündür, ancak bu görev resmi bir diplomatik unvan olarak kabul edilmez.
Özetle, resmi olarak böyle bir görev yoktur, ancak gayri resmi olarak fahri başkonsolosluklar bu tür atamaları yapabilir. Daha önce yazdığım gibi, resmi diplomatik unvanlar arasında “Genel Sekreter” yoktur, ancak fahri başkonsolosluklar kendi organizasyonel yapıları çerçevesinde bu tür pozisyonlar yaratabilirler.
Bu ara Haberde eleştirdiğim Fahri Başkonsolos Titus Kramer ile Genel Sekreter Mehmet Keskin de, hoşnutsuzluklarını kibarca belirttiler. Kendilerine vereceğim cevap aşağıdadır:
Sayın Kramer ve Keskin,
Yayınladığım haberde, tarafsız bir gözlemci olarak yaptığım eleştiriler liyakat ve temsil standartlarıyla ilgilidir. Kravat meselesine değinmemin sebebi, diplomatik temsilin formel görünümünü yansıtmanın önemine vurgu yapmaktır. Ayrıca, görevlerin belirlenmesinde deneyim ve liyakat unsurlarına dikkat çekmek, sadece görevdeki bireyler için değil, aynı zamanda toplum nezdinde bu görevlerin ciddiyetini pekiştirmek açısından gereklidir. Eleştirilerimin kişisel olmadığını, diplomatik normlara yönelik olduğunu bilmenizi isterim.
Saygılarımla.

 


 

ANTWOORD AAN MIJN LEZERS DIE NIET BEGRIJPEN WAT ZE LEZEN OF DIE OPZETTELIJK KRITISEREN:
Het niet dragen van een stropdas kan in sommige landen als een meer ontspannen kledingstijl in de zakenwereld en de diplomatieke sfeer zijn aangenomen. Maar deze situatie is mogelijk niet in overeenstemming met de officiële gebruiken van Turkije.

Geachte lezers,
In reactie op de kritiek en vragen die zijn ontstaan naar aanleiding van mijn artikel over de officiële openingsceremonie van het honorair consulaat-generaal in Utrecht, wil ik graag enkele punten verduidelijken en mijn standpunten nogmaals uiteenzetten.
Natuurlijk zijn er onder de ontvangen kritiekpunten ook diegenen die met de beste bedoelingen zijn geschreven. Zoals de reactie hieronder:
Geachte meneer İlhan,
Ik lees uw artikelen meestal met belangstelling. Echter, ik ben het niet eens met uw onderstaande artikel.
Hoewel ik zelf ook waarde hecht aan een pak en stropdas bij serieuze/officiële bijeenkomsten, moeten we niet uit het oog verliezen dat het land waarin we leven niet Turkije is.
Een andere zaak die we niet moeten vergeten, is dat regels worden ingevoerd door mensen en dat deze regels (na verloop van tijd) ook door mensen worden veranderd.
Volgens u ben ik conservatief te noemen en ik ken u als een progressief persoon voor zo’n 53 jaar. Het lijkt me interessant dat ik als conservatief en u als progressief juist tegenovergesteld gedrag vertonen in deze kwestie. Uiteraard bent u vrij in uw gedachten, maar naast het journalistieke zou het u meer passen om mensen op een gepaste manier te stimuleren tot moderniteit. Zodat de kwaliteit van een persoon, ondanks het ontbreken van een stropdas, toch zichtbaar wordt door gepaste kleding, en dit alles op een fundament van kennis, respect en tolerantie.
Om deze reden hoop ik, waarde/beste meneer İlhan (aga), dat u uw onderstaande artikel opnieuw wilt overwegen.
Met respect en vriendelijke groeten,
Burhan MIHÇIOKUR.
Zoals Burhan Mıhçıokur heeft gevraagd, zal ik mijn artikel opnieuw overwegen.
Mıhçıoğlu heeft de kwestie omschreven als een “conservatieve en progressieve” beoordeling. Integendeel, veel bekende personen met een linkse visie geven er ook de voorkeur aan om geen stropdas te dragen. Maar zij gaan nog steeds met een stropdas naar officiële ceremonies.
Mijn opmerking in het nieuwsbericht, “Bijvoorbeeld, in sommige West-Europese landen kan een meer informele kledingstijl zijn aangenomen in de zakenwereld en diplomatieke sector. Echter, deze situatie komt mogelijk niet overeen met de officiële gebruiken in Turkije. Uiteindelijk zou het een positiever effect kunnen hebben op het imago van het vertegenwoordigde land als alle partijen dezelfde ernst en zorgvuldigheid tonen bij een dergelijke bijeenkomst.” is helaas over het hoofd gezien.
In mijn artikel heb ik niet alleen de kledingkeuze van de deelnemers besproken, maar ook de bredere context waarin deze keuze mogelijk gemaakt is.
Ik schreef: “Hoe deze situatie breder werd ontvangen, kan ook verband houden met de culturele verschillen van de deelnemers en het doel van de bijeenkomst. In sommige West-Europese landen kan een meer informele kledingstijl gebruikelijk zijn in het bedrijfsleven en diplomatieke kringen. Echter, dit kan niet in overeenstemming zijn met de officiële gebruiken van Turkije. Uiteindelijk had het tonen van dezelfde ernst en zorg door alle partijen tijdens een dergelijke bijeenkomst een positiever effect gehad op het imago van het vertegenwoordigde land.”
Zoals ik hierboven in de alinea heb aangegeven, kunnen kledingvoorkeuren variëren op basis van culturele en individuele voorkeuren. In West-Europese landen kan een meer informele kledingstijl worden aangenomen. Echter, dit is mogelijk niet in overeenstemming met de formele gebruiken van Turkije, en ik heb benadrukt dat deze mismatch vatbaar kan zijn voor kritiek. Sommige van onze lezers maken opmerkingen over in “welk tijdperk” we leven, wat een benadering vertegenwoordigt die geen respect toont voor persoonlijke keuzes. Openstaan voor veranderingen in de wereld en het accepteren van verschillen vereist volwassenheid. Een stropdas dragen of niet dragen is geen kwestie van een “tijdperk,” maar van persoonlijke voorkeuren.
Mijn artikel wilde de discrepantie benadrukken tussen de verwachte diplomatieke etiquette en de feitelijke presentatie van de honorair consul-generaal en zijn team. Hoewel informele kleding in bepaalde contexten geaccepteerd kan zijn, blijft het belangrijk om te erkennen dat diplomatieke evenementen een bepaalde mate van formele presentatie vereisen, vooral als het gaat om de representatie van een land als Turkije, waar formele kleding in officiële bijeenkomsten nog steeds de norm is.
Deze situatie kan gezien worden als een poging om een informele en gezellige sfeer te creëren, maar in de context van een diplomatiek evenement, is het dragen van formele kleding zoals een stropdas een teken van respect en ernst. Het niet dragen van een stropdas door de honorair consul-generaal en zijn team kan daarom worden geïnterpreteerd als een gebrek aan respect voor de ceremonie en de aanwezige diplomatieke vertegenwoordigers.
Daarnaast heb ik ook kritiek geuit op de benoemingen van de secretaris-generaal en de cultureel adviseur, waarvan de kwalificaties en ervaring vragen oproepen over hun geschiktheid voor deze posities. Het is van groot belang dat dergelijke benoemingen gebaseerd zijn op verdienste en expertise om de belangen van Turkije op een adequate manier te vertegenwoordigen.
Het doel van mijn artikel was om deze punten onder de aandacht te brengen en te benadrukken dat, ondanks culturele verschillen, het tonen van respect en ernst door middel van passende kleding en kwalificaties cruciaal is voor de diplomatieke representatie en het behoud van het imago van Turkije.
Ik hoop dat deze uitleg enige duidelijkheid verschaft en dank mijn lezers voor hun betrokkenheid en feedback.
Algemeen Secretaris:
In consulaten en ereconsulaten bestaat er doorgaans geen functie met de titel “Algemeen Secretaris”. In diplomatieke vertegenwoordigingen en consulaten zijn er standaardtitels en -functies. In de vertegenwoordigingen van Turkije in het buitenland zijn de volgende posities typisch:
Consul-Generaal: De hoogste functionaris in een consulaat-generaal.
Viceconsul of Consul: Personeel dat de consul-generaal ondersteunt.
Consulaire Medewerkers: Personeel dat zich bezighoudt met visumprocedures, consulaire diensten en andere consulaire taken.
Ereconsulaten daarentegen zijn meestal kleinere en flexibeler van structuur en hebben niet dezelfde formele opzet als consulaten-generaal. Bij ereconsulaten zijn, naast de ereconsul, de titels niet strikt gestandaardiseerd en kunnen ze van land tot land verschillen. Omdat deze functies erefuncties zijn, zijn de taken vaak vrijwillig en hebben ze meer flexibele taakomschrijvingen.
Het is mogelijk dat sommige ereconsulaten een functie zoals “Algemeen Secretaris” informeel definiëren en benoemen. Dergelijke benoemingen vallen echter niet onder de formele diplomatieke titels en zijn meer afhankelijk van lokale behoeften en organisatorische structuren. Daarom is het mogelijk dat een ereconsulaat in Nederland op eigen initiatief een “Algemeen Secretaris” aanstelt, maar deze functie wordt niet erkend als een officiële diplomatieke titel.
Samenvattend, officieel bestaat een dergelijke functie niet, maar ereconsulaten kunnen deze informele benoemingen doen. Zoals ik eerder geschreven, bestaan er geen officiële diplomatieke titels zoals “Algemeen Secretaris”, maar ereconsulaten kunnen dergelijke posities binnen hun eigen organisatorische structuur creëren.
Hierbij hebben Honorair Consul Generaal Titus Kramer en Secretaris Generaal Mehmet Keskin, die ik in het nieuws bekritiseerde, ook hun ongenoegen beleefd geuit. Mijn antwoord aan hen is als volgt:
Geachte heer Kramer en heer Keskin,
In mijn gepubliceerde artikel heb ik als neutrale waarnemer kritiek geuit op het gebied van competentie en representatiestandaarden. Het vermelden van het ontbreken van stropdassen was bedoeld om het belang van formele uitstraling in diplomatieke representatie te benadrukken. Ook wilde ik onderstrepen dat bij het toewijzen van functies ervaring en bekwaamheid essentieel zijn voor de ernst van deze rollen in de ogen van de samenleving. Mijn kritiek is niet persoonlijk bedoeld, maar gericht op diplomatieke normen.
Met vriendelijke groet.

Devamını Oku
teslabahis casinoport pashagaming betkom mislibet casino siteleri
istanbul eşya depolama