20 Aralık 2024 Cuma
İBRAHİM FAİK BAYAV
Hz. Muhammed’in içinde yaşadığı toplumun ileri gelenleri, içinde ‘helaket’ barındıran bir konuyu merak etmişler. Hz. Muhammed’e sormuşlar. Araf Suresi’nin 187’nci ayetindeki ifade şu:
”Yes’elüneke ani’s-saati eyyane mürsaha”. Yani, sana helak saatinin zamanını ve şeklini soruyorlar.
İfadedeki ‘saat’ terimini, tüm mealciler ve tefsirciler, ‘kıyamet’ şeklinde Türkçeye çevirmişler. Halbu ki, sorulan, kıyamet hakkında değil, ‘Saat’ denen şeyin vakti ve şekli hakkında. ‘Saat’ sözcüğünün anlamı kıyamet olsaydı, bir çok ayette kullanıldığı gibi bu ayette de ‘kıyamet’ sözcüğü kullanılırdı.
Hz. Muhammed bu soruya cevap verebilir miydi? Cevabı ayetin devamındaki ifadede:
”Kul; innema ılmüha ınde rabbi. La yücelliha li vaktiha illa hüve”. Yani, onlara, onun ilmi sadece Rabbimin katındadır, de. ‘saat’ olayının vaktini ve şeklini ondan başkası TECELLİ ettiremez.
Rabb’den başkasının tecelli ettirmeyeceğini ayet ”la tetiküm illa beğteten” ifadesiyle kesinleştirmiş.
Fark ediydiyse ifade iki ayrı cümleden oluşuyor. Birinci cümlede İLİM dikkate veriliyor. Yani, ‘saat’ olayının ne olduğu, nasıl bir şey olduğu… İkinci cümlede ise onun TECCELLİsi…
Peki vaktini ve şeklini sordukları ‘saat’ olayı nasıl bir olaydır?
Ayetin devamındaki ifadede şöyle anlatılıyor:
”Hüve sekulet fi es-semavati ve’l-arzı”. Yani, o, göklerde ve yerde ağır bir şeydir.
O kadar da değil. Devamı ifadede de şu belirtiliyor:
”La tetiküm illa bağteten”. Yani, size ummadığınız bir anda gelir.
”Size ummadığınız bir anda gelir” uyarısında ‘siz’ zamiri ile Hz. Muhammed’in zamanındaki o toplum mu kast ediliyor?.. Yoksa, her zamanda her millet bu uyarının muhatabı olur mu? Kelimeleri irdeleyelim:
‘Bağteten’: بَغْتَةً Bu fiil mastarı, ansızın gelme hareketini yaptırıyor. Gelme öncesi hiç bir belirti göstermez. Hareket olur ve biter. Mesela, kişi caddede giderken silah patlar, o kişi vurulur ve düşer.
‘Mürsa’: مُرْسي Bu kelime, bir yerde sabitlenmiş bir şeye verilen addır. İfadede ”saat’ olayının sabitlenmiş vakti için kullanılmış. Mesela; şu ayın, şu gününün şu saati, gibi. Bir maddenin tanımlanması için de kullanılabilir. Mesela bir büyük harp aletinin bir alanda konuşlanıp sabitlanmesi gibi. Haccacı Zalim’in Kabeyi yıkmak için konuşlandırdığı mancınık, mesela.
‘Saat’: اَلسّاعَةِ Bu terim kıyamet olayından çok daha ileri bir olayın adıdır. Olacak olan o olay, o zamandaki insanların zihinlerinin kavrayamayacağı kadar korkunç bir şeydir.
Toplumun ileri gelenleri anlamak için tekrar sormuşlar. Gelen ayet ile cevap verilmiş: ”Yeselüneke keenneke hafiyyün anha”. Yani, sende, o konuda bir bilgi varmış gibi soruyorlar”.
Sormalarının sebebi ne acaba?..
Hz. Muhammed’e iki sebepten sorulmuş olabilir:
a) Onun mutlaka aydınlatıcı cevap vereceğine güven duydukları iç.. Soranlar müminlerdşr.
b) Ya da, verilemeyecek cevap ile Hz. Muhammed’i zora sokmak iç Bunlar münaffıklardır.
Her iki şıkta da olsa, ayette soranlara şöyle cevap verilmesi emrediliyor: ”Kul; innema ılmüha ınde allah”. Yani, Onun ilmi sadece Allah’ın katındadır. Bu cevabın anlamı ise şu: Hz. Muhammed, saat olayı sorusunu cevaplayacak vasıfta değil.
Bir olayın ilmi Rabb’den insanlara… İnsanlardan da diğer insanlara aktarılabilir. Lakin konu edilen ‘saat ilimi”, o zamanın insanlarının zihninin kavrayabileceği bir şey değil. Tecelli ettirmek ise, kim, hangi güç karar verdiyse, ona aittir.
Soru: Bu zamanda yaşayan biz, ‘saat’ olayının ne olduğunu… nasıl bir şey olduğunu merak edemez miyiz? Ya da Müslümanların alimleri, fakihleri ve hocaları hiç mi merak etmemişler?
Merak etmişlerdir. Belki bulunduğumuz zamanın alimleri hissetmişlerdir de… Lakin, anladıklarını anlatabilecek kelime bulamamışlardır… Anlatamamışlardır.
Kur’an’ın ayetlerinin her yüzyıl için mesaj verdiğine inandığımız için… ‘saat’ olayının ne olduğunu merak ederiz.
Mesela, Kamer Suresi’nin ilk ayeti olan ”İkterabet es-saat, ve inşakka’l-kamer” ifadesi, saat olayının nasıl bir şey olabileceği hakkında fikir edinmemizi sağlayabilir. Lakin, kitaplardaki bilgileri ezber şeklinde zihnine dolduran müsümanların, bu ifade ile bile ‘saat’ teriminin mahiyetini anlamaları mümkün olmayacaktır.
Araf 187’deki iki terimimi irdeleyelim:
‘Tecelli’: تَجَلّي Bu terim Arapça Türkçe lügatte, açık ve zahir olma, açılıp aydınlık olma, şeklinde belirtilmiş.
‘Sekulet’: ثَقُلَتْ Bu kelime lügatte ‘ağırlık’ anlamında gösteriliyor. Fiziki anlamda tartma ve ağırlığını görme hareketini yaptırıyor. Mecaz olarak, birinin diğerinin davranışına baskın gelmesini de belirtebiliyor. Ağırlığını koydu, meseleyi halletti, gibi.
Sekulet, ayet ifadesinden anlaşıldığına göre, önce atmosferde, yükseklerde görülecektir. Yere basınç yapacaktır. Oluştuğu alanda veya bölgede, onun ağırlığı altında kalan insan, hayvan ve bitkilerin artık yaşaması mümkün değil.
İbrahim Faik Bayav
(20.12.2024 09:40)