İBRAHİM FAİK BAYAV

İBRAHİM FAİK BAYAV

15 Nisan 2024 Pazartesi

Tekvir  Suresi’ndeki Sırlar-1 (Ayetler: 1 – 4)

Tekvir  Suresi’ndeki Sırlar-1 (Ayetler: 1 – 4)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Al-i İmran Suresi’nin yedinci ayetinde, Hz. Muhammed’e indirilen kitapta muhkem olduğu kadar müteşâbih ayetlerin olduğu da belirtiliyor. O’na tabi olmakla umduklarını bulamayanlar, ‘müslüman’ ismini taşıyorlar ama, kesin hüküm bildiren ayetler yerine müteşabih ayetleri gündeme getiriyorlardı. Amaç, Allah’tan geldiği belirtilen ayetlerle önce toplumu, sonra kendilerini Allah’ın gösterdiği yoldan çıkarmaktı.

O zaman ‘müslüman’ görünümlüler öyle yapmışlar, zamanımızda daki müslüman görünümlüler de aynı şeyi yapıyorlar, İslam’ı dünya gündemine kaçınılması gereken din olarak gösteriyorlar.

Müteşabih ne demek?

Bilinen isim ve fiil ile anlatılanın, bilinen şeyleri anlatmadığı, o isim ve fiil sözcükleriyle başka şeylerin anlatıldığı demek. Günümüz edebiyatında Yahya Kemal Beyatlı’nın ‘Sessiz Gemi’ şiiirinin mısraları müteşabih örneğidir.

Kur’an’da müteşabihata en belirgin örnek, TEKVÎR SURESİ’nin ayetleridir. Ayetlere tek tek bakalım.

1- ”İze’ş-şemsü küvviret” Yani, güneş sarılıp sarmalandığında…

Güneş, bir toplumun veya ülkenin başıdır. O baş, yönetimde muktedirdir. O toplum veya ülkede, o yönetim sayesinde, adalet kendini gösterir. Mekke döneminde indirildiği belirtilen bu ayet, o zamanda adaleti tesis etmiş olan hangi yönetime güneş benzetmesi yapıyor bilemiyoruz. Eğer, ayetin iniş yeri Mekke’nin fethinden sonraki Mekke ise, Hz. Muhammed’in kendisi GÜNEŞe benzetiliyor demektir. İSLAM GÜNEŞİ adı, müslümanların Hz. Muhammed’in adalet, huzur ve güven oluşturan sistemine verdikleri addır.

GÜNEŞ, Hz. Muhammed’in bizzat kendidir.

”İze’ş-şemsü küvviret” Hz. Muhammed’in, -günü geldiğinde-, sarılıp sarmalanacağını yani kefenleneceğini işaret eder.

‘Küvviret’ kelimesinin ebced değeri 632’dir. Hz. Muhammed, M.632 yılında vefat etmiştir.

2- ”Ve ize’n-nücûmü‘nkederet”. Yani yıldızlar görünüşünü değiştirip bulanıklaştığında, ya da sönükleştiğinde…

Yıldızlar, alimler ve bilginlerdir. Zor yaşamda, topluma umut sunarlar. Sıkıntılı anlar onların gözükmesiyle feraha dönüşür.

Gündüz ile gece birbirini kovalamaktadır. ‘Güneş’ benzetmesi yapılan Hz. Muhammed’in her an toplumun başında olması mümkün değildir. O, çekilir… Çekilir ama, umutsuzluğun başladığı hengamda ‘yıldız’ benzetmesi yapılan alimler, toplumun umutsuzluk girdabına düşmesine fırsat vermezler.

‘İnkidâr’ fiili, yıldızların bir sebeple şekillerinin değişeceğini belirtiyor. Bu, yıldıza benzetilen alimlerin, bir şeylerin etkisinde kalıp topluma umut olmaktan uzaklaşacaklar demektir.

632 yılında Hz. Muhammed gitti. Gece oldu. Ama yıldızlı gece. Hz. Muhammed’in irşadıyla ‘sahabe’ vasfı almış alimler, bilginler, mütefekkirler ortaya çıktılar. Ayetteki ”Elnücûm” kelimesi onlara işaret ediyor.

‘İnkederet’ kelimesinin ebced değeri 675’tir. Ayet, M.675 tarihinde alimlerin ‘yıldız’ olma fasfını kaybeceklerini, müslümanları çaresiz bırakacaklarını işaret etmiş. 661 yılında oluşan Emevi devleti, kapkara bulutlar gibi müslümanları kapladı; Hz. Muhammed’in irşadıyla yetişen alimlerin topluma umut olma halleri görünmez oldu.

Kur’ani yolu gösteren alimlerin varlığı devam etmiştir mutlaka. Hz. Muhammed’in amcaoğullarının iktidarında da vardırlar. Lakin, antik Yunan dönemine ait eserlere ilgi, o eserlerin Harun Reşid devrinde yapılan çevirileri, Kur’ani yolu yıldızlar misali gösterecek alimlerin önüne perde oldu. ‘En’nücûmünkedered’ kelimesi ebceden 805 tarihini gösterip bu olaya işaret eder.

3- ”Ve ize’l-cibâlü süyyiret”. Yani, dağlar yürütüldüğünde.

Dağlardan kasıt, görmeye alışılmamış büyük nesnelerdir. Öyle nesneler yürümezler ama yürütülebilirler. Yürütecek olanlar insanlardır. Hz. Muhammed’in görevini tamamlayıp göçtükten sonra çıkacak, hayrı mı dokunacak, şerri mi getirecek belli olmayan büyük nesnelere, ‘dağlar’ benzetmesi yapılmıştır.

Bu ayetin ebced değeri 1449’dur. 1453 yılında Kostantinopolis’in fethi için hazırlanan gemilerin karada yürütüleceğinin işaretini verir.

Süyyiret fiilinin masdarı tesyîr, nakletmek ve sıyırmak anlamında da kullanılıyor.

Fatih’in gemileri, Tophane’den yürütülmeye başlandı, Okmeydanı tepesinden sıyırıldı, Haliç’e nakledildi. Yani cibal-i süyyiret gerçekleşti.

4- ”Ve ize’l-ışâru uttılet”. Yani, on sayısının karşılığı olanlar ya da onlu gruplar etkisiz kaldığında… kendi haline bırakıldığında…

Işâr, yönetim tarafından görev verilenlerdir. Onlu onbeşli gruplar halinde görev yaparlar. Hz. Peygamber’in hicretinden sonra oluşan böyle gruplara ‘seriye’ deniyordu. Müslümanların düzenli yaşamlarının bozulmaması için silah kullanmayı bilen müslümanlardan oluşturulmuştu. Bu gruplar, kah pasif bekleyerek, kah şerrinden endişe edilen İslamsızlara akın yaparak Müslüman toplumu emniyette tutuyordu. Burada ‘islamsız’ ifadesi, kendilerinden başkasına hak tanımayan, hukuk kabul etmeyen müstebitler demektir.

Işâr günümüzde devletin emniyet güçleridir. Konumları jandarma veya polis karakolu olarak dikkat çeker.

Işârın uttılet olması, görevlendirilenlerin yönetimce ihmal edilmesi demektir. O zaman yönetim ya topluma karşı sorumluluğu terk etmiştir, ya da görevliler bulundukları görevi bırakmışlardır. Her iki durum da İslamlığı olumsuz etkileyecektir.