İBRAHİM FAİK BAYAV

İBRAHİM FAİK BAYAV

15 Nisan 2024 Pazartesi

Mürselat Suresi’nde 21’ci Yüzyıl Otomatik makineleri

0

BEĞENDİM

ABONE OL

 Mürselat Suresi’nde 21’ci Yüzyıl Otomatik makineleri 

 Mürselat Suresi’nde 21’ci Yüzyıl Otomatik makineleri 
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Mürselat Suresi, içinde anlaşılması zor sırlar taşıyor. Geçmişte sırlara vakıf olmak isteyenler, kendi ilimlerine ve hayalhanelerine göre anladıklarını belirtmişler.

Biz de sırlara ulaşmak istersek, kendi ilimlerimiz ve hayalhanelerimiz çerçevesinde bir şeyler anlar, anladıklarımızı ortaya dökebiliriz.

Surenin ilk kelimesi: ”Vel mürselâti urfen”.

Mürselat, dişil ve çoğul isimdir. Bu kelime Türkçe’de ‘gönderilenler’ anlamında bilinmiş ve okunmuş.

Olabilir… Lakin, mürselat kelimesi, serbest bırakılanlar, ortalığa salınanlar, kendi haline konanlar anlamında da kullanılabiliyor. Birilerine bir şeylerin musallat edilmesi anlamında da olabiliyor.

Mürselat kelimesinin ne olduğunu biraz olsun anlamamıza yarayacak olan kelime ‘urfen’ sözcüğüdür.

Geçmişte at yelesine ‘urf’ denmiş. Lakin urf, örf, gelenek, anlamında olabiliyor. Urf bu anlamda olursa, mürselat kelimesini örfe ait, gelenekleşmiş bir şey şeklinde anlayabiliriz. Fakat ‘urf’, ihsan, kerem, vergi, atıyye anlamında da kullanılıyor. Bir şeyi tanıma-bilme anlamında da…

Ayette ‘mürselat’ adıyla gösterilen ya da ileride gösterilecek şeyler, insanların, belki canlıların hizmetine sokulacak yararlı şeyler olmalıdır.

Acaba nedir ‘mürselat’ şumülüne giren şeyler?

İkinci kelime: ”Fe’l-âsıfâti asfan”.

Asıfat da dişil ve çoğul isimdir. Manası ‘asfan’ fiilini işleyen şeyler demektir. Asıfat adı o zamanda şiddetli rüzgarlara verilmiş.

Rüzgarlar kendi kendilerine olmazlar…

Asfan fiili, esme, rüzgarlama yapmaktır. Asıfat, esme, rüzgarlama işini yapan şeyler olur.

Üçüncü kelime: ”Ve’n-nâşirâti neşren”.

Naşirat da dişil ve çoğul isimdir.  Bu kelimenin anlamı, neşretme hareketini yapanlar demek oluyor.

Neşretmek (neşren) nasıl bir harekettir?..

Neşretmek fiili, bilinen nesneler için kullanılırsa, onları başkalarının faydalanması için dağıtma, gönderme hareketidir.

Neşretmek fiil masdarı, söz, olay, haber benzeri şeyler için kullanılırsa, başkalarının öğrenmesi, bilgilenmesi için bir haberi, siyasi veya sosyal bir konuyu, dağıtma, topluma yayma hareketidir.

Naşirat, dağıtma-yayma işlemini yapan şeylerdir.

Osmanlıca ‘naşir-i efkar’ deyimine dikkat edilirse, ‘naşirat’ kelimesiyle kastedilenlerin ne olduğu fark edilir.

Dördüncü kelime: ”Fe’l-fârikâti farkan”.

Farikat da dişil ve çoğul isimdir. Farikat, ‘farkan’ fiilini işleyenler demektir.

Farkan, bir arada olan iki şeyi birbirinden ayırmak demektir. Ekin biçildiğinde taneyi sapından ayırmak gibi… Sütten yağını sıvısından ayırmak gibi… Fındık, ceviz benzeri ürünlerden, kabuğunu yemişinden ayırmak gibi…

Beşinci ve altıncı kelime: ”Fe’l-mülkıyâti zikran, uzran ev nüzran”.

Mülkıyat da dişil ve çoğul isimdir. ‘İlkâ’ fiilini işyeyenler demektir.

‘İlka’ fiili, fiziki amlamda da, manevi anlamda da kullanılabiliyor.

İlka fiili fiziki anlamda kullanıldığında, bazı nesnelerin bir yere bırakılması, toplanması, biriktirilmesi… bazı eşyaların gönderilmek için hayvana veya vasıtaya yüklenmesi anlamını veriyor.

İlka fiili, manevi anlamda kullanıldığında, bilinmesi gerekenleri ders vererek zihne yüklemek, öğretmek, malümat sahibi yapmak anlamını veriyor.

‘Zikran’ sözcüğü, ilka fiilinin, zihinde tutularak ya da hatırlama yaparak işleneceğini belirtir.

Uzran sözcüğü, bir anlamda, bir şeyin ayıplılık halini, kötü vasfını belirtir.  Mülkıyatın ilka işlenmindeki nesnelerin vasıflarına işaret eder.

Uzran sözcüğü, at ve benzeri hayvanlara gem vurulması durumunu da belirtir. Yani, zarara sebep olmasın diye bağlanması durumuna… O zaman, mülkıyat ile yapılan ilka işlemlerinde benzer durum söz konusu olur. Bağlama ve muhafaza altına alma gibi.

Nüzran sözcüğü, bir şeyin sakınılması, ihtiyatlı hale getirilmesi durumunu belirtir.

”Fe’l-mülkıyâti zikran, uzran ev nüzran” ayetindeki mülkıyatın, ‘zikran, azran, nezran fiillerini, otomatik işleyecek nesnelere işaret ettiği anlaşılmış olur.

Yedinci kelime: ”İnnemâ tûadûne levâkıa” Yani, sadece vaad edilirsiniz gördüğünüzde şaşıracağınız olaya. 

O zamanın insanları, sırlı şekilde anlatılanları görmiş olsalardı şaşırırlardı tabiki.
Günümüzün insanları, -teknolojik ürünleri- ilk gördüklerinde şaşırıyorlar.