İBRAHİM FAİK BAYAV

İBRAHİM FAİK BAYAV

17 Mart 2024 Pazar

Bakara 256: Dinde Zorlama Konusu. Tağut. Rüşd ve Ğayy.

Bakara 256: Dinde Zorlama Konusu. Tağut. Rüşd ve Ğayy.
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İBRAHİM FAİK BAYAV

Kur’an’ın Bakara Suresi’nin 256’ncı ayeti, sosyal yaşamla ilgili olduğu halde, -günümüzde- nasıl uygulanacağı anlaşılamayan ayetidir. Ulemaca tefsir yapılıp anlaşılmaya çalışılsa da, anlaşılması mümkün olmuyor. Hele Arapça’dan Türkçeye ‘meal’ adıyla çeviri yapılması, mesajın anlaşılabilmesine hiç imkan vermiyor.

Fikir ehli zat, -Dindar bilinenlerin yanlış davranışları sebebiyle- ayeti tekrar gündeme getirmiş; ”la ikrahe fi’d-din” kelimesini, aynen mealcilerin dediği gibi ”dinde zorlama yoktur” şeklinde çevirirken, bu ifadenin oluş şeklini eski tefsirlerden anlatmaya çalışmış.

Daha önce Bakara Suresi’nin 256’ncı ayetinin ”la ikrahe fi’d-din” kelimesi hakkında yorum yapmıştım. Bakara 256’nın kelimelerini yorumlamaya devam etmek gerekiyor.

1) ”Lâ ikrâhe fi’d-dîn”. Dinde zorlama yoktur, demek midir?..

Fikir ehli zat kadim tefsirleri mehaz gösterip bir olay aktarıyor: Hz. Muhammed hicret edip Medine’de, hükmünü icra etmeye başladığında, sahabeler, daha önce Yahudi ve Hıristiyanlığa girmiş çocuklar hakkında, ne yapılması gerektiği sormuşlar. O da -gelen ayet sebebiyle- ”La ikrahe fi’d-din” demiş.  Yani, o kadarcık mı demiş?.. Ayetin böyle ifadesi var; lakin tefsirlerde Hz. Muhammed’in bu ayete yaptığı izah yok. Hz. Muhammed’in ”La ikrahe fi’d-din”  ifadesi, ne hikmetse, ”Hz. Muhammed, din seçiminde zorlama yoktur” demiş gibi lanse ediliyor.

Açıklamaya başlayalım:

a) Hz. Muhammed, sahabilerin sorusu karşısında ”La ikrahe fi’d-din” demiştir mutlaka. Çünkü ayette öyle yazılı. Fakat Hz. Muhammed, bu ifadenin mutlaka açıklamasını da yapmıştır. Hz. Muhammed’in açıklaması ortada yok. Ulema bilinenlerin yazdıkları ‘açıklama’ olarak anlatılıyor.

b) Hz. Muhammed’in Medine’de hükmedeceği din, Müslüman, Yahudi ve Hıristiyan tüm halkı kapsayacaktır. Sistem oluştuğu andan itibareren fertlerin din seçme özgürlüğü Seçim hakkı verildiğinde ortada din diye bir şey kalmaz.

c) Çocukların daha önce Yahudi ve Hıristiyanlığa girmişliğini belirten ifade sakat ifadedir. Çocukların din seçme özgürlüğü diye bir şey olmaz. Çünkü Muhammed’in hükmedeceği din ile çocuklar koruma altına alınacaklardır; oluşturulan kurallar ile eğitileceklerdir; yetiştirileceklerdir.

d) ”La ikrahe” kelimesi, -‘ikrah’ sözcüğünün lügatteki bir anlamı sebebiyle- ‘zorlama yok” şeklinde anlaşılacaksa ve zorlama olması istenmeyecekse, bu, inançlar iç Kelime, ‘inanç değiştirmekte zorlama yok’ anlamında olur. Toplumda yerleşik inanç ve inançlar ‘din’ değildir. Doğruluğu veya yanlışlığı anlaşılamayan inançlarin uygulanışını fertler kendi anlayışlarınca din edinebilirler. Din toplum ve ülke için olduğundan, ayrı inançtaki fertlerin uygulaması kendi özel yaşamlarına münhasır kalacak şekilde serbest bırakılır.

2) ”Kad tebeyyene er-rüşdü min el-ğayye” RÜŞD, ĞAYYden ayrılmış, belirgin ve aşikar edilmiştir.

Ayette iki manevi isim, bir fiil ile ayrıştırılmış.

a) RÜŞD ve ĞAYY, bir dinin hüküm sürmediği zamanda iç içe geçmiştir. Toplumda, gücü elinde tutanların emir ve buyrukları ‘doğru’; o emir ve buyruklara itiraz edilmesi yanlıştır. Gücü elinde tutan belirli kişi veya aile, toplum üzerinde hegemonyasını oluşturmuştur. Saltanatın devamı için güçsüz bırakılan toplumun her tür özgürlüğü yasaklanır. Toplum bireyleri, ancak saltanattakilerin izin verdiği kadar özgür olabilirler. Bu da toplum içinde doğru kabul edilir.

b) Hz. Muhammed Medine’ye din ile geldi. Medinelilere teklif etti; din (sistem) yürürlüğe kondu. Yapılması ve yapılmaması gerekenler topluma duyuruldu. Duyuru mekanı, mescidlerdir. Zaman içinde RÜŞT tahakkuk etti; ĞAYY ortamından tebeyyün edip ayrıldı. Bundan sonra ĞAYY’de kalma tercihi TAĞUTtan vazgeçemenyenlere ait olacaktır. Tağut, Medine’de değil Mekke’de kalmıştır.

3) ”Fe men yekfür bi’t-tâğute yümin bi’l-lâhi kad istemseke bi’l-urvetü‘l-vüskâYani, tağutu reddeden ve Allah’a inanan kimseler, sağlam ve güvenilen bir kulpa yapışmış olurlar.

Ayette bu kadar net ifade edilmiş. Yani, Mekke hegemonyasının sizin yaşamınız için çürük ve güvensiz olduğunu anlayın denilmiş. Mekke’de tağut hegemonyasına ünsiyet etmiş kimselerin alışkanlıkları bırakması zor oluyor. Medine’de bir sistem içinde özgür olunacaksa… değer kazanılacaksa… tağutun ret edimesi ve ondan uzak kalınması isteniyor. Önceleri belki zor olacaktır. Sonrası saadettir.

TAĞUT terimine meal ve tefsirlerde ‘azgın’ ve ‘şeytan’ karşılığı verilmiş. Bu karşılık tağutun ne olduğunu belirtmiyor. Nasıl ki, Hz. Peygamber, getirdiği din ile bir güç oluyorsa, tağut da onun zıddı güçtür. Fakat o güç, Mekke toplumunda kendini kabul ettirmiştir. Lügatlerde tağut -bir anlamda- şeytan olarak gösteriliyorsa da aslında o, şeytan değildir. Şeytan, hakkı hukuku bildiği halde ona uymaz ve fertleri hakka hukuka uydurmamak için hile yapar. Tağut ise haktan hukuktan anlamaz. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu ise hiç bilmez. Serveti ve silahı vardır; kaba kuvvet gösterisiyle toplumu kendine bağlar. Kanun yapar, işine gelmeyince, kendi yaptığı kanuna kendi uymaz. Ondan istifade eden yalakaları vardır. Tağut, yalakalarının yönlendirmesiyle kafasına estiğini yapar.

Ayetteki ”la ikrahe fi’d-din” hükmüyle sahabelere deniyor ki; bu dinde fertleri sıkıntıya sokacak, kural yok. Dinin kurallarını doğru uygulayın; Mekke’den kaçıp gelen kimseleri, tağut ile oluşmuş eski alışkanlıklarına zorlamayın.