OKTAY EROL
Üreticinin tarlada bıraktığı, alıcı bulamadığı bazı ürünlerin pazarda ya da market raflarından el yakmasının tanımı “ne” olabilir? Düşünsenize, bundan üç/beş önce ağaçta iki/ üç liraya alıcı bulamayan, üstelik kimi üreticilerin “bedel istemiyorum, gel al götür” demelerine karşın ağacın dalında kalan limonun “bugün” seksen/ yüz lira dolayında alıcıya sunulmasını açıklayan var mı? Pazar ederi ucuz olmasın denilerek kentin dışında dağlara ya da çöplüklere traktör römorklarıyla dökülen biberin, domatesin, hangi “ahlak yapısıyla” değerlendirilmesi gerektiğini söyleyecek biri var mı?
Yok, hiç olmadı! Ne üretici ürettiğini değerinde satabildi, ne de tüketici “gerçek” değerinde ürüne ulaşabildi! Bir görülmez “elin” insanları delirten/ çıkmaza sürükleyen/ yaşam umudunu söndüren gücü “hep” varlığını korudu, “hep” var olmasının yolları arandı! Pazar yerleri can yakıyor, market ederleri baş döndürüyor bugünün “alım gücü” yoksunluğunda, asgari ücretin/ emekli aylığının yetmezliği karşısında…
***
Bu yurdun verimli topraklarında, bir canlının tüketeceği tüm temel ürünlerin kolayca yetişmesi olası… Ama değil; birçok mevsimsel ürünü insanlar tüketmesin diye harcanan “çaba”, her geçen gün çöken “ahlak yapısı” yaşamı zorlaştırmaya yetiyor! Binbir emek verilen ürünler pazarda yer almasın, daha azı/ daha yüksel ederden satılsın diye yaşamın kirlenmesine çalışanlardan geçilmiyor!
Adana yöresinde narenciyesine yaptığı masrafı art arda gelen yıllarda çıkaramadığı için, ağaçlarını söken üretinceye tanık olduk! Pazarda bir tutamı on lira olan maydanozunu, kilosu onbeş lira olan soğanını, otuz lira olan domatesini satışa çıkaramadığı için tarlasını süren üreticiye de tanık olduk! Şimdi de pazar ederi düşmesin diye kamyonlarla dökülen domatese, bibere, patlıcana da…
***
Öyle çok yıllar önce değil, iki/ üç yıl önce pazardan gereksindiği ürünleri alanların, bugün “kiloyu bölerek” ya da “taneyle” edinmeye çalışmaları “yoksullaşmadan” başka bir anlam taşımıyor! Asgari ücretin, emekli aylığının devletin kurumu Tüik’in açıkladığı raporda “açlık sınırı” başlığıyla tanımlanan rakamın altında tutulması nasıl “enflasyon altında kimseyi ezdirmedik” olduğu anlaşılmadığı gibi…
En bulanık, en görme sorunlu olanlarında da anlayabileceği bir “bilmece” değil bu! Emekçiye “yaşamını bununla kolayca sürdürebilirsin” denilerek, üzerinde günlerce (!) çalışılarak belirlenen aylıkların hiçbiri “enflasyon altında ezilmeyi” önlemiyor oysa! Bunu bilmemek, ülke gerçeklerine yabancılaşmaktır bir anlamda! En kötüsü de, bu ülkenin ekonomisini ayakta tutan emekçilere “yaşamlarını sürdürebilmeleri” için uygun bulunan aylıkların “bütçeyi zorlayacağı” biçimde yapılan açıklamalar… Bütçeyi patrona uygulanacak vergilerle değil de, emekçiye “açlık sınırı altında” tutularak doldurmaya çalışmak…
***
Her canlı, yaşamda kaldığı süre içinde, “doymak” için tüketmesi zorunludur! Doymadan ne yaşamda kalınabilir, ne de yaşanabilir! Siyasetçinin yapacağı ilk iş yurttaşların doymasını sağlamaktır, bunun için girişimde bulunmaktır, üretimi “en az” tüketime ulaştırmaktır, yerli üretimi/ tüketimi özendirmektir, eldeki “öz varlıkların” özelliklerini iyice tanımaktır! “Ahlak yapısının” bozulmasını önlemektir! Hangi ürünün, ne zaman/ kaça olacağının belirsizliğini ortadan kaldırmaktır!