OKTAY EROL
Toplumun her katmanının ayrı bir tepkisi geliyor! Yaşananlar gözlerinin önünde sergilendikçe iç ürpertileri doludizgin doruk yapıyor! Düşünsenize iki/ üç gün içinde Eyüpsultan’da Ayşenur Halil ile Fatih’te İkbal Uzuner’in, Mersin’de Sonay Öztürk Aslan’ın, Diyarbakır’da Bedriye Işık’ın yaşamları son buldu! Her yer karabasan! Şu an kimin katledilmekle karşı karşıya olduğunu bilenden daha çok, üzerine kafa yoran, neden bu düzeye gelindiği konusunda araştırma yapma gereği duyan, kimsenin “duyarsızlık” gösterecek denli arkasını dönemeyeceği bir “sorun” olduğunun ilkokul sıralarından başlayarak “işlenmesi” gerektiğini düşünen var mı/ kim?
***
En yakın zamanda “at izinin it izine” karıştırılmasına göz yumulan Narin olayını unutturmaya çalışsalar da unutmayın! Daha öncesinden, dünyaya mavi gözleriyle bakışıyla anımsanan Leyla vardı; onu da unutmayın! Son iki/ üç günde olanları, ondan sonra olanları da unutmayın! Nedense “katledilmelerin” birçoğunun katilleri/ neden yaptıkları belli değil! Başlarda “ateşli” bir arama/ soruşturma yapıldığı izlenimi veriliyor! Aradan günler/ haftalar/ aylar geçmesine karşın “suçlu buymuş, şu nedenle yapmış” denilecek bir sonuca ulaşılamıyor! Neden?
Bu konuda olsun, başka “temel sorunlara” ilişkin olsun “iktidara” yakın isimlerden gelen tüm açıklamaları önemsiyorum! Bu sorunlar yaşanırken ülkeyi yöneten başkası değildi, “iktidar” kendileriydi! Olayın suçlularını da, olaya neden olan sorunu da, ortaya koyacak olan/ çözecek olan kendileri; başkası değil!
***
Önceki gün, artan/ halkı tedirgin eden şiddet olaylarına ilişkin Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Oktay Saral, sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşımında, yaşananları öfkeyle izlediklerini dile getirirken, dünkü yazdıklarımızı doğrular biçimde “öyle bir çağdayız ki; nereden, kimden, nasıl ya da ne şekilde bir zarar gelecek anlayabilmek mümkün değil” derken, çözümü konusunda “keşke öyle olsaydı, sevinebilseydik” dedirtecek sözleri vardı, şunları söylüyordu:
“Gençler başta olmak üzere tüm toplumumuzu bu ruh hastası yaratıklardan muhafaza etmeli, sapkın düşünceleri özendirici her türlü yayın ve yapımdan uzak tutmalıyız. Televizyon dizileri, sabah programları, video oyunlarının hepsi bir filtreden geçirilmeli gerekirse yasaklanmalı ve yayından kaldırılmalıdır. Art arda yaşanan bu vehim olaylarda suçu gerçekleştiren, gerçekleştirilmesine vesile olan, yardımda bulunan herkes büyük bir titizlikle incelenmeli, gereği ivedilikle yerine getirilmeli, ceza sistemi ağırlaştırılmalı ve bu halkın takdirine sunulmalıdır. Aksi halde olanlar karşısında aklımıza mukayyet olmak ve sakin kalabilmek mümkün değildir. Cezalar yerini bulunca, toplumun içi bir nebze olsun soğuyacaktır.”
***
Bu ya da benzeri birçok olay için “muhalefetin” verdiği araştırma/ soru önergesinin hiçbirini “iktidar” sıcak duygularla karşılamadığı gibi, “ret” etti! “Ret” edilerek sorunlar çözüldü mü, yoksa bambaşka bir ivmenin önü mü açıldı? Şimdi “sorunu araştırmak/ çözmek” yerine “yasaklardan” söz ediliyor; duyun!
Oldu bitti “sopayı tutan” suçlanır ya; yirmiüç yıllık “iktidar” bunu daha da derinleştirdi, şimdi daha çoğunu istiyor, bunu gerçekleştirmek için “Türkiye’nin en büyük adliyesini” yapmakla övünülüyor! “Sopayı tutana” nedenleri/ nasıl yöneldiği sormak gerekmiyor mu başta, o “nedenler” üzerine odaklanmak daha “doğru” bir seçenek değil mi? Çocukları “iyi bir yaşam” için eğitmek yerine daha ilkokul yıllarında “korkuyla” koşullayıp “açlıkla” sınayın, “bir öğün” için velilerinin çığlıklarının yükselmesine neden olun, aynı avlunun içinde “daha lüks” beslenen akranlarını gözlerinin içine sokarak gösterin, sonra da “sana bu sopayı kim verdi, karşılığında ne istedi” demeden cezalandırmak isteyin! Sorun böyle çözülür mü gerçekten?