SELMA ERDAL
Ne yazık ki azgelişmiş ülkelerin, sürekli “azgelişmişler” olarak yerinde saymalarının nedeni; yaşayanlarının (bir zamanlar onları; ulus, yurttaş ya da halk olarak tanımlardık) uzun dönemli düşünememeleri uzağı görememeleri, yaşamla /yarınla satranç oynamayı becerememeleridir. Kısa dönemli düşünenler, kısa günün karı diyen fırsatçılar; bu gidişle daha çoook arayacaklar dünlerini…
İktidara geldiğinden beri AKP; AKP’lilerin dilinde hep “en az 3 çocuk” önerisi bir buyruk gibi oldu. Bu buyruğa; uyan oldu, uymayan oldu. Kadınlar “kuluçka makinası mı?” diye karşı çıkanlar da oldu. Âmâ bugünlere değin; Doğu’da, her ailede en az 10 ve üzeri sayıda çocuklar doğurulurken, kadınlara hiç de “kuluçka makinası” benzetmesi yapılmamıştı ve hiç kimsecikler dökülmemişti sokaklara “bu kadar çocuk sayısı çok fazla; yeter !” demek için… Acaba NEDEN ?
Az okuyan ama çok bilen zevat… Pazarda satmasa da zerzevat… Kedi-köpek severken, duyguları olmuş insan türüne kesat… Örneğin; saymaz insandan Çingene denen milleti… Oysa yine bu küreselleşme bağlamında; kedi-köpek sevdiğin, eşcinselleri övdüğün kadar, Çingeneler’i de sayacaksın, onları ötekileştirmeyeceksin, başkalaştırmayacaksın. İşte küreselleşme kuramının bu öğretileri ve önerileri yayıldığından beri yeryüzünde; 8 Nisan Dünya’da ROMAN Günü olarak kutlanıyor ülkelerin bayırında, düzünde… Romanlar’ın; bildiğiniz Çingeneler’in günü olarak kutlanıyor bir başka deyişle…
Geçmişte kimlik kartlarında “Kıpti, Esmer Vatandaş” yazan Çingeneler ile birlikte, 2010 yılından beri vur patlasın, çal oynasın göbek atıyor halkımız her 8 Nisan günü geldiğinde… Ama bir bakıyorsunuz ki sokaklara, çarşıya, pazara ve hatta ölülerin konduğu mezara… Gerçekten de Çingeneler bu ülkenin yurttaşlarıyla yaşayabiliyorlar mı aynı koşullarda? Eğitim, sağlık, işe alınma ve saygınlık anlamında ve önyargılardan arınma bağlamında; gerçekten de acaba keyifleri oluyor mu yerli yerinde?
Anımsıyorum da ülkemizde Dünya Roman Günü kutlamalarının yapıldığı günde; televizyon yansılarına görüntüler düşmüştü sanki 8 Nisan Dünya Roman Günü’ne nazire yaparcasına… İşte o 8 Nisan 2010 gününde; genç bir kadın dayak yemişti esnaftan neredeyse ölürcesine… Esmerce bir kadın, yanında çocuğuyla alışveriş için girdiği bir dükkanda Çingene bir hırsıza benzetilmişti. Benzetildiği için de amiyane deyişle bir güzel benzetilmişti; dayakla… Kadıncağız zor atmıştı karakola kendini…Ve aramıştı telefonla eşini… Meğer eşi bir öğretmenmiş devlet okulunda…
Üstelik o günlerde ROMAN AÇILIMI da yapılmıştı. Ama… Demek ki neymiş ? Egemenlerin, ülkeyi yönetenlerin buyurmasıyla olmuyormuş. Halk açılmayınca; daha doğrusu halkın aklı basmayınca öyle tepeden inme, AVM açarcasına olmuyormuş işte bu “açılım” işleri… Çingene dediğin de Tanrı’nın yarattığı bir kul değil mi?…
Ne yazık ki 2010 yılından günümüze, onca yıl geçmesine karşın; bir arşın yol alınamadı insanlık vicdanında Çingeneler’e yönelik sevgi, saygı anlamında… Acaba NEDEN?
1980’lerde tohumları atılan küreselleşme, 1990’larda düşünce yavaş, yavaş dillere, 2000’lerde uluslararası sermaye serbest dolaşımda… Ulusüstü/ulusötesi şirketler; Birleşmiş Milletler’de sandalye edinmiş. Nasıl ki ülkemizde egemenlik ulusun değil, ekonomininse, uluslararası alanda da, bir başka deyişle Birleşmiş Milletler’de de söz hakkı/egemenlik gücü; milletlerde/uluslarda değil, ekonomik gücü ellerinde bulunduranlarda… Uluslararası barışın yerini, uluslararası ekonomik yarış aldığından beri; işçinin, emekçinin sömürüsü iyice arttı. Sendika sözleşmeli işçiliğin yerini; “taşeronluk” kurumu aldı. Küreselleşme kavramının, sınırları tanımayan sömürü düzeni; öncelikle işçinin, emekçinin haklarını sömürdü, yuttu ve buyurdu:
-Ne kızıl, ne sarı sendika… Yalnızca taşeron firma ve sınırlı sözleşmeli işçilik, yok öyle iş için ömür boyu güvence, acımam ben ne yaşlıya, ne de gence… Beğenmezsen sıradan çık. Nasılsa sarmış ortalığı açlık… İşsizler ordusu giderek büyümekte… Ama burada ücretler bana göre yüksekse; sıra başka memlekette… Doğanı da (ki toprağını, suyunu, havanı, yer altı, yerüstü tüm kaynaklarını) ve de doğanını (ki işçisi, emekçisi, ayırmaksızın tüm halkını) dilediğimce sömürebilirim.
Dünya’da sınırlar kalkmış ya; ama kimlere ? İşte böyle acımasızca Dünyamız’ı da, Dünyalımız’ı da sömürenlere… Bu sömürüde tek engel; ULUS DEVLET… Ulus Devlet; öncelikle ULUS’un (ki en başta işçinin, emekçinin, köylünün, esnafın) en önemli güvencesi, ulusal birlik, ulusal kimlik için ve de bu koşullarda önemi çok daha artan NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE söylemi için… ULUS DEVLET bir engel; özkaynaklarımızın sömürülmesinde, satılmasında, dilediklerince kullansınlar diye yedi düvelin önüne atılmasında…
İşte biz bu ULUS DEVLET düşmanlarına karşı söz söyledikçe, KÜRESELLEŞME olgusu ulus devletin Azrail’idir dedikçe; öfkeleniyor kimileri… Acaba NEDEN?
Öncelikle tarımsal topraklarımız, yeşil alanlarımız, ormanlarımız, nehirlerimiz, göllerimiz, denizlerimiz, madenlerimiz, “petrol bulunmadı” diye kapatılan, daha sonra yabana satılan petrol kuyularımız, bor madenlerimiz, Dünya’da en çok Anadolu topraklarının altında yatan altın madenlerimiz. Bütün bunlar bizim öz kaynaklarımız ve bunların küreselleşme adına uluslararası talanına, sömürüsüne tek engel; ULUS DEVLET ve en önemlisi de ULUSU’nu küresel sömürgenlerin, sömürü düzeninden koruyacak tek güç de yine bu ULUS DEVLET olacaktır. İşte bu nedenle de ulusça göstermeliyiz çaba; Devletimiz kalsın dimdik ayakta diye… Ama böylesi bir çaba gelmiyor kimilerinin işine… Acaba NEDEN?
Kuşkusuz NEDEN diye soruduğumuz soruların altında yatan nedenleri biliyoruz, görüyoruz, tartışıyoruz, yorumluyoruz. Ama işin içinden bir türlü çıkmıyoruz. Acaba NEDEN?