İBRAHİM FAİK BAYAV
Araf Suresi’nin 54’ncü ayetinden itibaren, varlığın sahibi olan zat, TEK İLAH olarak gösteriliyor. Aynı ayette TEK İLAH’ı geçmiş zamanda insanlara bildiren bazı şahsiyetler de tanıtılıyor. Kime?.. Medine ve havalisindeki insanlara. Medine ve havalisindeki insanlar, Mekke’nin müşrikleri gibi gaddar ve köleci değiller. Yaşamları bir değer ölçüsüyle devam ediyor. Çünkü yanlarında, geçmişten bilgiler sunan ve geleceğe yol gösteren kitapları var.
Önceki ayetlerde ‘kitap’ unsurunun önemine işaret edilmişti. Bu ayette Medine ve havalisindeki insanlar için o kitaplardan ikisi dikkate veriliyor: Tevrat ve İncil.
Araf Suresi’nin 157’nci ayeti bir kaç cümle içeriyor. Cümleleri ayrı ayrı irdeleyelim:
Birinci cümle: ”Ellezine yettebiune’r-resule’n–nebiyye’l-ümmiyye; ellezi yecidünehü mektüben ındehüm fi’t-tevrati ve’l-incili”.
Birinci cümlenin birinci kelimesi: ”Ellezi yecidünehü mektüben ınde hüm fi’t-tevrat, ve’l-incil”. Yani, yanlarında… Yani Medine ve havalisinde yaşayanların yanlarında, yazılmış, kitap haline getirilmiş Tevrat ve İncil var.
İnsanların yanlarında Tevrat ve İncil adlı kitaplar var ise, okumuşlardır; ileri zamanda olacak ya da olması gereken olaydan da bilgilenmişlerdir. Hz. Muhammed gibi birinin vasfı, o iki kitabın sayfaları arasında görülmüştür.
Birinci cümlenin ikinci kelimesi: ”Ellezine yettebiune’r-resule’n-nebiyye’l-ümmiyye”. Yani, O kimseler, o iki kitapta gördükleri ümmi nebi resule ittiba ediyorlar.
Bahsedilen kimseler hakikat ehli kimselerdir; vicdanları tefessüh etmemiştir.
Hz. Muhammed’in Tevrat ve İncil’den yaptığı sunumun Medine ve havalisindeki hakikat ehli insatları etkilediği ve İslamlığa çektiği Araf Suresi’nin bu ayetindeki bu kelime ile belirtilmiş oluyor.
Bu ayet cümlesinde, o kimselerin beğenildiği ve onlardan razı olunduğu anlamı fark ediliyor.
”İttiba ediyorlar” ifadesindeki ‘ittiba’ fiil masdarı, fertlerin, bir şeye mutlaka tabi olmasını ve uymasın belirtir. Ders alınan kitaplardaki bilgiler Hz. Muhammed üzerinde tecelli ediyordur.
Peki, yüzyıllar ilerisinde yaşayan biz, Hz. Muhammed’i tanımlayan
اَلرَّسولَ النَّبِيَّ الْاُمِيَّ ”Er-resule’n-nebiyye’l-ümmiyye” ifadesindeki ‘resul’, ‘nebi’ ve ”ümmi’ vasıflarını nasıl anlayacağız?
O zamanın insanlarının nasıl anladıkları o zamanda kalmıştır. Bulunduğumuz zamanın mealcileri bu vasıfları anlamada zorlanmışa benziyorlar.
Mesela; Türkiye’nin ulema bolluğundaki Diyanet kurumu, ”Er-resule’n-nebiyye’l-ümmiyye” ifadesini ”okuyup yazması olmayan peygamber” şeklinde Türkçeye çevirmiş. Ne kadar tuhaf!.. Bu çeviri, Diyanet’in 1924 yılında kurulduğu ilk zamanına ait olsa gerek. 1924 ve öncesi zamanda ”Er-resule’n-nebiyye’l-ümmiyye” ifadesi demek ki öyle anlaşılıyormuş. Bir asır kadar sonra, Diyanet’in uleması çevirinin doğruluğunda şüpheye düşmüş olmalı ki, yeni hazırladığı tercümede ”Er-resule’n-nebiyye’l-ümmiyye” kelimesini -iki sözcük olarak- ”ümmi peygamber” şeklinde vurgulamış. Sonra içlerinden biri, ‘ümmi’ sözcüğü için, mealin altına haşiye olarak, ”Muhammed’in okuma yazma bilmediği” iddiasını yapıştırıvermiş.
Zamanımızın yeni mealcileri, ”Er-resule’n-nebiyye’l-ümmiyye” ifadesini Türkçeye çavirmekten kaçınıyorlar. Belki de Hz. Muhammed’in okuma yazma bilmediğine inanmıyorlar.
Edip Yüksel, okuması yazması olmayan yerine, Hazreti Muhammed için ”Tevrat ve İncil okumamış” ifadesini kullanmış. Olabilir mi gerçekten? Hem de Hz. Muhammed 25 yaşında Süryani Hıristiyan Rahibi Varaka Bin Nevfel’in damadı olmuş iken?
Cumhuriyet reiminin ilk müfessiri bilinen Elmalılı Hamdi Yazır da, tefsirinde, ”Er-resule’n-nebiyye’l-ümmiyye” ifadesine kesin anlam vermekten kaçınmış. ‘Ümmi’ teriminin anlamını üç şık olarak belirtip, Hz. Muhammed’in okuma yazma bilip bilmediğini karar vermede, ayeti okuyanlara ve düşünenlere bırakmış. Yazır’ın belirtmesine göre ÜMMİ;
a) Anasından doğduğu hal üzere kalmış, demek.
b) Arap milletine mensup kişi demek.
c) Ümmü’l-kura, yani Mekke’li, demek.
Lakin Yazır’ın tefsirinde, bu açıklamasından sonra ”Ümmi; okuyup yazmaya uğraşmamış manasına gelen bir vasıftır, bir özelliktir” cümlesi görülüyor. Öyle midir gerçekten?
Böyle bir isnad, Hz. Muhammed için nasıl yapılabilmiş?.. nasıl yazılabilmiş?.. nasıl yayılabilmiş?..
Bunun sebebini bilemiyoruz. Hamdi Yazır da bilememişdir. Bilemediğini Türk Şairi Fuzuli’nin bir beyitini alıntılayarak bunu belirtmiş:
Baki mucizler ne hacet vasf-ı hak isbatına,
Cahil iken el, senin ilmin yeter bürhan sana.
İbrahim Faik Bayav
(16.08.2024 09:20)