Çerkez Ethem Yunan Ordusuna Sığınıyor
Ocak 1921, Kütahya civarı
Çözülmekte olan bir devlet sisteminin yerine bir yenisi doğarken ve bu arada esas olarak halkın gönüllü katılımına dayanan yeni bir askeri örgütlenme biçimlenirken geçmişin profesyonel kadroları dışında yeni askeri önderler ortaya çıkar. Henüz düzenli ordunun olmadığı veya varolan askeri kuvvetlerin bu tür bir örgütlenme modeline ulaşmadığı koşullarda ancak bir gerilla mücadelesinden söz edilebilir.
Daha önce askerlikle profesyonel bir ilişkisi olmamasına karşın doğal askeri yetenekleri ve cesaretleriyle sivrilerek gerillalara komuta eden bu yeni askeri önderlerin kaderi bir noktada yol ayrımına gelir; ya kendilerinin yönetimindeki birlikler düzenli birliklere dönüşerek yeni devletin askeri liderleri durumuna gelirler, ya kendi dışlarındaki bir takım odakların inisiyatifiyle örgütlenmesini tamamlayan düzenli birliklere katılarak onların bir parçası olurlar, ya da çözülmekte olan devletin yanı sıra doğmakta olan yeni devlete de isyan edip, güçleri yeterse ‘kahraman’ yetmezse de ‘hain’ olarak tarihe geçerler!
Hiç kuşkusuz bu yol ayrımında tutulacak yolun sonunu ve dolayısıyla tarih tarafından nasıl anılacaklarını belirleyen şey kendi yetenek ve cesaretlerinden önce toplumsal koşullardır. Bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde de olsa çıkarlarını savundukları sınıfların tarihsel olarak sahip oldukları güç ve örgütlenme düzeyidir.
1919-1922 yılları arasında Türkiye’deki milli mücadele gelişirken Osmanlı devleti dağılıyor ve yerine “millete dayandığını”, siyasal meşruiyet kaynağının millet olduğunu söyleyen yeni bir devlet sistemi adım adım kuruluyordu. İşte daha bu sürecin başlarında, henüz Ankara’daki yeni merkezin elinde ciddi bir askeri kuvvet olmadığı sıralarda Batı Anadolu’daki Yunan işgaline karşı ortaya çıkan “milli direniş” bir yandan Ege’deki efelerin çetelerinde, bir yandan da Çerkez Ethem’in kuvvetlerinde ifadesini bulacaktı. Bunlar milli mücadelenin gerilla örgütlenmesiydi.
Bandırmalı bir Çerkez ailesinin üç çocuğunun en küçüğü olan Ethem, Birinci Dünya Savaşı sırasında orduya katılmış ve ancak başçavuşluğa kadar yükselebilmişti. Mütarekeden sonra köyüne dönen Ethem’in ağabeyleri Tevfik ve Reşit de orduda subaydı. Yunan işgalinin ardından harekete geçen Ethem önce eski İzmir Valisi Rahmi’nin oğlunu kaçırarak 50 bin lira fidye almış ve daha sonra da civardan 300 kişilik bir müfreze örgütleyerek Yunan kuvvetlerine karşı mücadeleye girişmişti.
Salihli cephesinde Yunan askeri birliklerine karşı düzenlediği gerilla saldırılarıyla kısa sürede ünlenen Çerkez Ethem’in emrindeki kuvvetlerin sayısı da giderek artacak ve süreç içinde Kütahya ve havalisine egemen duruma gelirken “Kuvvayı Seyyare Umum Kumandanı” olacaktı.
Henüz Ankara’nın yeni bir iktidar merkezi olarak kendini kabul ettirmediği ve emrinde de önemli bir askeri kuvvet bulunmadığı 1920 yılının başlarında Batı Anadolu’da en önemli kuvvet Çerkez Ethem’di. Nitekim Ankara’daki harekete karşı gelişmeye başlayan yerel isyanların birçoğu Çerkez Ethem tarafından bastırılmıştı. İlk olarak 16 Şubat 1920’de Balıkesir taraflarında İkinci Anzavur isyanını bastıran Çerkez Ethem’in Kuvvayı Seyyare’si ardından Geyve, Adapazarı, Düzce ve Bolu bölgesindeki tüm isyanları bastıracaktı.
Bu isyanları gerilla birlikleri niteliğindeki Kuvvayı Seyyare’nin bastırabilmesi ve bu arada saflarını genişletmesi anlaşılır bir durumdu. Çünkü bu birlikler gönüllü savaşçılardan oluşuyor, uzun yıllardır süren savaşlar sonucunda halkta subaylara ve düzenli orduya karşı oluşan tepkiyi çekmiyor ve sahip oldukları olanaklar -giyim-kuşam, yiyecek, içecek- açısından da sefalet içindeki yoksul kitlelere cazip geliyordu. Dağınık durumdaki düzenli ordu askerleriyle karşılaştırıldığında Kuvvayı Seyyare çok daha iyi donatılmış durumdaydı.
Ordudaki askeri disiplin ve hiyerarşinin yol açtığı baskı ve eziyetten de uzak olan bu kuvvetlere halktan insanların katılımı mümkün oluyordu. Birçok yerdeki isyancılar karşılarında düzenli ordu askerlerini değil de aslında aynen kendileri gibi olan müfrezeleri gördüklerinde kolayca onların safına geçebiliyorlardı.
Zaten birçok yerde de isyanların elebaşılarını cezalandırdıktan sonra geri kalanlara hoş görüyle yaklaşılıyordu. Bu arada yöredeki zenginlerden, eşraftan alınan haraçlar bir adalet duygusuna da hitap ediyor ve yoksulların Kuvvayı Seyyare’ye daha farklı gözle bakmasında önemli bir rol oynuyordu.
1920 yılında Şubat’tan Mayıs’a kadar Marmara ve Ege bölgesindeki isyanlarla uğraşan ve tümünü de bastıran Çerkez Ethem ve kuvvetlerine Haziran ayında Yozgat yolları göründü. Çünkü Yozgat’ta isyan eden Çapanoğulları şehri ele geçirmişti ve yeni katılımlarla hareket bölgede yayılıyordu. Yozgat bölgesindeki isyanı bastırmak üzere Meclis tarafından Ankara’ya davet edilen Çerkez Ethem, Mustafa Kemal Paşa da dahil olmak üzere o sırada Ankara’da bulunan milli mücadelenin önder kadrosuna yukarıdan bakıyordu. Çünkü silahlı kuvvet kendisindeydi ve anlı-şanlı paşaların emrinde henüz pek bir kuvvet yoktu.
Zaten bunun için Ege’de Yunan kuvvetleri karşısında bulunan Kuvvayı Seyyare Ankara’nın doğusundaki isyanı bastırmak için çağrılmıştı. Nitekim Yozgat’a geçerken Ankara’daki paşalarla -Mustafa Kemal, Fevzi, İsmet, Refet- yapılan görüşmelerde eski başçavuş, yeni gerilla komutanı Ethem bir hayli sert eleştirilerde bulunacak ve paşalar bunu unutmayacaktı!
Yozgat isyanını da kısa sürede bastıran Çerkez Ethem asilerin bir bölümünü de kuvvetlerine katarak Ankara’ya döndü. İsyanın sorumlularının yargılanması için kurduğu mahkemede Ankara Valisi Yahya Galip’in de yargılanmasını istedi. Çünkü Yahya Galip, Çapanoğulları ile işbirliği yapmış, Kuvvayı Seyyare’nin üzerlerine geldiğini önceden bildirmişti.
Bu durum açığa çıkınca da valinin yargılanması gerekliydi ve cezasının ölüm olacağı da açıktı. Ancak aynı zamanda Mustafa Kemal’in yakınlarından olan Yahya Galip’in Çerkez Ethem’in “halk mahkemesi” tarafından yargılanmasına Ankara izin vermedi. Sadece valilik görevinden alarak olayı geçiştirmeye çalıştılar.
Bunun üzerine öfkelenen Çerkez Ethem’in Ankara’ya geldiğinde “Büyük Millet Meclisi Reisini Meclisin kapısında asacağım” dediği rivayet olunur. Ayrıca Miralay Refet Bey’in de isyanın bastırılmasında hiçbir katkısı olmadığı gibi, kendisi savaşırken Çorum’da saklandığını ileri süren Ethem onu da mahkemeye sevk etti ama sonra araya girenlerce sorun çözümlendi.
Yozgat isyanının bastırılmasıyla birlikte iyice ünlenen ve hatta Meclis tarafından kendisine “milli kahraman” unvanı verilen Ethem, Temmuz ortasında Ankara’ya döndüğünde Mustafa Kemal Paşa Ankara’da bulunmamayı tercih edecekti. Garp Cephesi’ndeki durumu yerinde görmek üzere Ankara’dan ayrılarak Eskişehir’e giden Mustafa Kemal Paşa o sıralarda Ethem’le karşılaşmak istemedi.
Ethem Eskişehir’e geldiğinde ise Mustafa Kemal Afyon’a geçmişti. Böylece Ankara ile birlikte hareket eden en önemli gerilla komutanı ile Millet Meclisi Reisi o günlerde köşe kapmaca oynarken varolan gerginliğin azalması için de gereken zaman kazanılmış oldu.
1920 yazında ününün ve gücünün doruğunda bulunan Çerkez Ethem’e milli mücadelenin önderliğini üstlenen kadronun uzun süre tahammül etmesi pek mümkün değildi. İşgal ettiği alanı genişleterek ilerlemeye devam eden Yunan ordusunun ancak düzenli bir orduyla durdurulabileceği görüşüyle varolan askeri kuvvetlerin hızla yeniden örgütlenmesini ve tam anlamıyla bir milli orduya dönüşmesini savunan Ankara’daki paşalar Çerkez Ethem’in direnişiyle karşı karşıya geldiler.
Aslında olayların gelişimi içinde böylesi bir yol ayrımına gelinmesi kaçınılmazdı. Ankara’daki paşalara güvenmemekle birlikte aralarında bir iktidar mücadelesinin de gelişmekte olduğunu gören Çerkez Ethem, kuvvetlerinin düzenli ordu birliklerine dönüşmesine de, kendisinin ve adamlarının paşaların komutası altına girmesine de karşı çıktı.
Bu güçlü gerilla liderini imha etmeden askeri otorite olunamayacağını gören Mustafa Kemal de Yunan kuvvetleriyle ciddi bir çarpışma öncesinde Kuvvayı Seyyare’nin dağıtılmasını zorunlu görüyordu. Nitekim sorunun barışçı yollardan çözümü için yapılan bir dizi görüşme ve tartışmanın ardından Mustafa Kemal 27 Aralık 1920’de Garp Cephesi Komutanlığına Çerkez Ethem’in kuvvetlerinin imha edilmesini emretti.
Artık bir tür iç savaş başlayacaktı ve bir ay kadar süren bu savaşın başlangıcında Çerkez Ethem’in kuvvetleri yaklaşık 5 bin kişi, düzenli ordu birlikleri de 15 bin kişiydi. Çeşitli çarpışmalar sonucunda Kuvvayı Seyyare yenilgiye uğradı. Milli mücadelenin başlangıcında çok önemli bir rol oynayan, Büyük Millet Meclisi tarafından “kahraman” ilan edilen, Yunan ordusuna karşı ilk önemli direnişi örgütleyen Çerkez Ethem sonuçta Yunan ordusuna sığınmaktan başka çare bulamadı.
Çoğunluğu Çerkezlerden oluşan kuvvetlerinin yarısına yakınıyla birlikte 26 Ocak 1921’de Yunanlılara teslim olurken, diğer yarısı ise Ankara’nın çağrısına olumlu yanıt vererek düzenli ordunun saflarına katıldı.
Nazım Hikmet ‘Kuvayı Milliye Destanı’nda; “Ve 29 Aralık Kütahya/ 4 top/ ve 1800 atlı bir ihanet/ yani Çerkez Ethem/ bir gece vakti/ kilim ve halı yüklü katırları/ koyun ve sığır sürülerini önüne katıp/ düşmana geçti/ Yürekleri karanlık/ kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü/ atları ve kendileri semizdiler…/ Ateşi ve ihaneti gördük” diye yazacaktır ama Çerkez Ethem’in tasfiyesinden iki gün sonra, 28 Ocak’ı 29 Ocak’a bağlayan gece Mustafa Suphi ve arkadaşlarının da topluca bıçaklanarak Karadeniz’in sularına gömülmesini acaba basit bir rastlantı olarak mı görmektedir?
Çerkez Ethem’in ünlü Yeşilordu ile bağlantıları nedeniyle Bolşevizme eğilim gösterdiği iddiaları varsa da bunların pek ciddiye alınabilmesi mümkün değildir. Ama aynı zamanda Kuvvayı Seyyare’nin bir halk örgütlenmesi, asıl örgütleyici çekirdeği ve gücü etnik olarak Çerkezlere dayanan bir “aşağı tabaka” hareketi olduğu da ortadadır. Bu yoksul kesimin çeşitli özlemlerinin yanı sıra öfkelerini, tepkilerini ve zaaflarını da yansıtması doğaldır. Ya milli mücadele önderliğinin emrine girecekler ya da tasfiye olacaklardı. Birincisini kabul etmeyince ikincisi oldu.
Öte yandan Bakü’den yola çıkan komünistler ise Ankara’daki önderliğe yardımcı olmak, birlikte mücadele etmek için geliyorlardı. Ama sonuçta Ankara açısından onlar da güvenilir değillerdi. Dünyada hızla yayılmakta olan Bolşeviklik Mustafa Suphi ve arkadaşları aracılığıyla Ankara’da güçlü bir temsil gücü kazandığında olayların nasıl gelişebileceği tahmin edilemezdi.
Sonuçta bu iki odağın da hemen hemen aynı günlerde tasfiye edilmesi pek de bir rastlantı olmayacak, milli mücadelenin önderliğini ne eski bir başçavuşla, ne de komünistlerle paylaşmaya niyeti olanlar, hareketi kendi bildikleri doğrultuda ve herhalde koşulların da dayattığı biçimde götüreceklerdi.
Ulaştıkları yerde ve kurdukları yeni devlet sisteminde ne komünistlere yer olacaktı, ne de gerillalara…