ÖNCER ÜNLÜ
BAŞYAZAR
Son dört beş yıldır Kızılay’ın maceralarını hayretler içinde yazılı ve görsel medyadan takip ediyordum. Fakat son depremden sonraki macerası, ben dahil ülkenin büyük çoğunluğuna pes dedirtti. Biraz düşündükten sonra kendi kendime ; ” Dedim ki; burası Türkiye! bakalım yaşadıkça daha nelerle karşılaşacağız?” dedim.
Şimdi sizleri çok eskilere götürmeden, Kızılay’ın hikayesini anlatmadan önce; bakın bakalım Kızılay’ın kuruluşunun ilk maddesinde görev tarifi nasıl yapılmış?
Türk Kızılay ya da resmî adıyla Türkiye Kızılay Derneği, Türkiye’deki en büyük insani yardım kuruluşudur ve Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Hareketi’nin bir parçasıdır. Türk Kızılay, kâr amacı gütmeyen (NGO), yardım ve hizmetleri karşılıksız olarak sağlayan ve kamu yararına çalışan bir gönüllü sosyal hizmet kuruluşudur. Personelinin bir kısmı gönüllü olarak, bir kısmı ise maaşlı olarak çalışır.
Cemiyet, 14 Nisan 1877’de resmen kuruldu. Meclis-i Umum-u Sıhhiye İkinci Reisi Hacı Arif Bey cemiyet başkanı olarak görevlendirildi. 19 Nisan 1877’de yapılan ikinci toplantıda cemiyetin adı “Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti olarak belirlendi.
Cemiyetin adı 28 Nisan 1935’te Türkiye Kızılay Cemiyeti, 22 Eylül 1947’de Türkiye Kızılay Derneği olarak değişti.
Dönüyorum ilkokul ve ortaokul yıllarıma şimdi.
Anılarım hala tap taze, sımsıcak.
” Kızılay Haftası ” geldiğinde mutlaka Hayat Bilgisi ders kitaplarında Kızılay konusu olurdu.
Sayfadaki resimleri dün gibi anımsıyorum.
Başında ay yıldızlı kepiyle bizlere sımsıcak gülüşüyle bakan bir hemşire abla, yanında pos bıyıklı babacan bir doktor ve bembeyaz kocaman bir çadırın içinde yatan bir yaralı. Çadırın dışında yine kocaman Kızılay arması ay ve yıldız.
Yine anımsadığım başka bir resimde koca, koca kazanların başlarında kepçeyle depremzedelere yemek dağıtan aşçı ablalar, ağabeyler…
Koca koca bembeyaz bacalarından duman tüten çadırlarda battaniyelerine sarılmış çocuklarına masal anlatan anneler, kardeşleriyle birlikte yatan ablalar…
O Kızılay’dan bu Kızılay’a …
Yazıklar Olsun ! Başka ne diyebilirim ki!
İlkokul ve orta okul yıllarımda sınıf arkadaşlarımla, hangimiz ” Kızılay Kolu” na seçilecek diye tartışır durur arada sırada birbirimizi hırpalardık. Öğretmenimiz, ” kim Kızılay Kolun da çalışmak ister” dediğinde; hepimiz gönüllü olurduk.
Şimdi ki genç jenerasyon pek bilmez. Koca koca Kızılay pullarımız vardı satardık. Sınıflarda Kızılay’ın gönderdiği teneke kumbaralara beşer onar kuruş, sonraları bir lira, iki buçuk lira para atardık. Kızılay zarflar gönderirdi içine velilerimiz gönüllerinden ne koparsa büyük bir sevinçle koyarlardı.
Şimdi düşünüyorum da; ” Acaba o zarflar gelse, o pullar gelse alır mıyım? İçlerine bir şeyler koyar mıyım? Hiç zannetmiyorum.”
Resim derslerinde Kızılay Haftası ile ilgili resimler yaparken mutlaka kocaman bacalı ve üzerinde kırmızı ay ve yıldız armasıyla beraber çadırları çizerdik.
Kızılay demek, Yeşilay demek yediden yetmişe bu ülkede yaşayan herkese bir güven verirdi, bir semboldü.
Depremzedelerin, savaşta yaralananların, hastaların, kan gereksinimi olanların…
Hepsine hızır gibi yetişen kuruluştu. Benim Kızılayım…
Kızılay da günü geldi neoliberal politikaların kurbanı oldu, şirketleşti, para kazanma hırsı bulaştı. Yönetenler de liyakat, bilgi, vizyon kalmadı. Neopolitizm her yeri kanser hücresinin sardığı gibi sardı. Sonunda bir 6 Şubat depremiyle uyandık. Bir de ne gördük!
Çocukluğumun masum, saf, temiz Kızılay’ı depremde çadır, kuru yiyecek ve kan satıyor.
Artık buna da pes dedik hep birden.
Arkadaş; çadırın, yiyeceğin, battaniyenin, kanın parayla satışı olur mu? Hiç mi Allah’tan korkmuyorsunuz?
Bunların hesabını yedi sülalenize nasıl vereceksiniz? Gerçi yüzünüze tükürseler ” Yağmur yağıyor ” dersiniz pişkin pişkin.
Bu yardımsever milletten bir daha nasıl maddi destek isteyeceksiniz?
Sizlere artık kim inanacak?
İnanıyorum ki ; bu yazımı okuyan her okurun zihninde Kızılay’la ilgili güzel bir anı, güzel bir resim, güzel bir şiir vardı.
Felaketler geldiğinde bizlerin tek dostu diyorduk. Olmazsa olmazımızdı.
Daha önceleri de Kurbanlıklar konusunda, kendisine yapılan bağışları yurt dışına başka şirketlere aktarması konularında zaten sicilini bozmuştu. Ama belki geri düzeltir diye bekliyorduk.
Ama ne gezer!
Daha beterini yaptı büyük bir pişkinlikle.
Benim için artık yoksun Kızılay!
Ne gel para iste; ne de pul. Ne kurbanlık iste; ne de battaniye, ne kan.
Sana günahımı bile vermem artık!
Sen den geriye bana sadece çocukluğumda gördüğüm kocaman beyaz üzeri ay ve yıldızlı çadır resimleri kaldı.
Onları da sakın gelip de zihnimden çalma!
Çal da göreyim! Bak neler oluyor…