Savaşlardaki fütursuz cesareti, sürmeyen evlilikleri ya da belki sürmesi gerektiği kadar süren evlilikleri, hep yazmak için hayatını konumlandırarak yaşamış gibi. “Yazarlar böyledir bazen” deyip geçilebilir de belki, evet. Ben yine de aslında onun çok mutlu olduğu bir hayat yaşadığına eminim kendimce. Sonuçta mutluluk anda gizli ve hiç kuşkusuz Ernest Hemingway, anı yaşamayı başarmış. Bakalım siz neler hissedeceksiniz…
Çocukluğu
Ernest, 21 Temmuz 1899’da, ABD’nin Illinois eyaleti, Chicago şehrinin batısında bulunan küçük bir şehir’de, Oak Park’ta, Clarence Edmond ve Grace Hall çiftinin beş çocuğundan birisi olarak dünyaya geldi. Babası Clearence bir tıp doktoru, annesi Grace ise, müzik öğretmeniydi.
Çocukluğunu yaşarken özellikle annesiyle ilişkisi bambaşkaydı. Kaynakların söylediğine göre, Grace, Ernest’e, 6 yaşına kadar kız elbiseleri giydirmiş, saçlarını da hep uzun bırakmıştı. Daha da önemlisi ona “Ernestie” denmesini sağlıyordu. Bir kız çocuğu olmasını o kadar çok istemişti ki, Ernest’te büyük bir travmaya sebep olduğunun farkında bile olamadı. Bu durum, onun annesine öfke beslemesine sebep olmuştu. Kuşkusuz Grace’e de miras kalmış bir travmanın sonucuydu bu. Ernest, bu duruma sadece 6 yaşına kadar çocuk kalabildi. Sonunda kendisine Ernest denmesi konusunda ısrarcı oldu ve yavaş yavaş erkek kimliğine doğru sürüklendi. Elbette bu travmanın etkilerini hep hissedecekti. Ernest’in yetişkin yaşlarından arkadaşı John dos Pssos, yıllar sonra arkadaşının annesi ile ilişkisi konusunda şu cümleyi kuracaktı: “Hemingway, hayatımda tanıdığım, annesinden gerçekten nefret eden tek insandır”. Her insan göbek bağıyla bağlı olduğu annesine karşı, hiç kuşkusuz her duyguyu uç noktalarda besliyordu…
Yine de annesiyle paylaştığı güzel zamanlar da vardı. Çocukluğunda ondan müzik dersleri aldı. Bu, onu ne kadar mutlu etti bilemiyorum, ama yine de bir çocuk olarak eminim ki annesine dair peşine düşmek istediği çok şey vardı.
Babasıyla da özel bir bağları vardı. Bir gün abisi ve kardeşi dereden geçerken bir kaza geçirmiş ve abisinin bademcikleri delinmişti. Babası kanı dindirirken, Ernest’in kanı donmuştu. Oğlunun gözlerindeki dehşete tanık olan babası, onu yanına aldı ve bu gibi acılı durumlarda ıslık çalmasını öğütledi. Bu öğüdü kulaklarında çınlatırcasına duyurdu içine ve hiç unutmadı. Ne zaman acılı bir an yaşasa, hep ıslık çaldı.
Yaz tatilleri, ailecek Michigan Gölü kıyısında yazlıklarında geçti hep. İşte bu yaz tatilleri sırasında öğrendi, balık tutmayı, açık hava sporlarını ve bir de avlanmayı. Zamanla hepsi hayatına birer tutku olarak yerleşecekti…
Savaş yılları ve ilk yazıları
Ernest liseden mezun olduğunda 1917’ydi ve I. Dünya Savaşı hala devam ediyordu. İlk makalelerini yazmaya da lise sıralarında başlamıştı. Yazdıklarını okul gazetesi “Trapeze”de yayımlanıyordu. Dönemin ünlü spor köşe yazarı Ring Lardner, onu gerçekten çok etkiliyordu. İşte bu sebepten yazılarını “Ring Lardner Jr” takma adıyla yayımlatıyordu. Liseyi bitirdiğinde ailesi elbette üniversiteye devam etmesinden yanaydı. Ama o, bunun yerine Kansas City Star gazetesinde muhabir olarak çalışmaya başlamayı tercih etti.
Bu sırada devam eden savaşa da kayıtsız kalamamıştı Ernest. ABD, savaş başladığında tarafsızlığını korusa da Nisan 1917’de savaşa girmişti. Ernest de orduya katılmak istedi. Ancak sol gözündeki bozukluk, başvurusuna olumsuz cevap getirmişti. Bu durum onu çok üzmüştü. 2017’nin sonunda Kızılhaç’ın da gönüllü aldığını duydu. Elbette ilk başvuranlar listesindeydi. Ocak 1918’de, başvurusu ambulans şoförü olarak kabul edildi.
Gazetedeki işinden ayrılıp Kızılhaç’taki görevine başladı. Gazetede kaldığı süre kısa olsa da burada ne çok teknik bilgi öğrendi. Bu bilgileri hatırına ömürlük mühürledi de gitti Kızılhaç’a. Yıllar sonra şu kısacık gazetecilik serüvenini ışıldayan gözlerle şu cümlelerle anacaktı: “Gazetecilik yıllarında öğrendiğim kurallar en güzelleri idi ve de tüm yazarlık hayatım boyunca onları unutamadım”.
Ernest Hemingway orduda
Ernest’in Avrupa’da ilk görev yeri Paris’ti. Ordu’da asıl görevi ambulans şoförlüğüne başlamadan önce bir süre normal bir görevli olarak bulundu. Çocukluğundan bu yana içinde biriken öfke, memleket sevgisine karışmış, kalbinde tarifsiz duygularla ordudaydı.
Aylar ayları kovaladı. Orduda günleri hep daha hırslı çalışarak geçiyordu. Tarihler 8 Haziran’ı gösterdiğinde bir patlama duyuldu. En şiddetli duyanlardan biri Ernest’ti. Çünkü sadece birkaç adım ilerisinde patlamıştı o Avusturya topu. Ağır yaralıydı. Bu anı daha sonra bir arkadaşına mektubunda anlattığı satırlarda şunları yazacaktı: “Bazen savaşta ön saflarda büyük bir gürültü duyarsın, ben de aynı gürültüyü duydum; ardından ruhumun sanki bir mendilin cepten çekilişi gibi benden çekildiğini hissettim. Son olarak ise ruhumun bir bütün halinde tekrar bedenime döndüğünü fark ettim ve de o andan itibaren benim için ölüm yoktu”.
Yine de var gücüyle kalkıp başka yaralıların yardımına koşmuştu Ernest. Yardımına koştuğu İtalyanlardan biri öldü, diğeri ise bacaklarından oldu. Başka bir İtalyan askerini cepheye taşırken de bacağından yaralandı. Bir cengaver gibi yaralarına aldırmadan koştu durdu. İtalyan gazeteleri onu “kahraman” ilan ederek hak ettiği övgüyü vermeyi ihmal etmedi. Ayrıca İtalyan Hükumeti, onu “Gümüş Onur Madalyası” ile de ödüllendirmişti.
Aşık oldu ve terk edildi
Kahraman ilan edilmişti, evet. Ancak bu yaraları olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Milano’da bir hastanede tedaviye alındı. İşte Agnes von Kurawsky ile de burada tanıştı. Arnes tedavi gördüğü hastanenin hemşiresiydi ve Ernest, yaralarını saran bu kadına aşık olmuştu…
İyileştiğinde bir İtalyan Piyade Birliğinde görevliydi. 1919’da buradan teğmen rütbesiyle terhis edildi. Kalbini aşkla dolduran Agnes ile birlikte ABD’ye, evine dönme ve onunla evlenme hayalleri kuruyordu ki, hepsi bir kedinin masada duran vazoyu itmesi gibi bir anda kırılıp yok oldu. Hani olur ya, kedi masada neden rahatsız olduğunu anlayamadığımız o vazoyu bir patide devirir. Agnes de, Ernest ne olduğunu anlayamadan kalbini o vazo gibi masadan aşağı bırakıvermişti. Ernest’in kalbi bir uçurumdan düştüğünü hissediyordu. Aşık olmuş ve terk edilmişti…
Yaşarken bilemezdi, içinde bulunduğu an tarifsizdi. Ama bu ilişki, “Silahlara Veda” adını verdiği ölümsüz eserine konu olacaktı…
Hatta yakın arkadaşı Fitzgerald (F. Scott), Ernest’e yazdığı 10 sayfalık mektubunda, bu ölümsüz eseri özellikle şu paragrafla bitirmesini istiyordu: “Dünya, insanları yaralıyor ve sonra bu insanlar yaralandıkları yerlerde daha da güçlü oluyorlar; fakat yaralayamadıklarını öldürüyor. En iyileri, en nazikleri, en cesurları… Fark gözetmeksizin! Bunlardan hiçbiri olmasan da emin olabilirsin ki seni de öldürecek; ama aceleye getirmeyecek”.
Ernest’in bu mektuba cevabı sadece iki kelime oldu: “Kıçımı öp!”
Ernest Hemingway evlendi
Savaş bitmişti. Ernest, aşkı kalbinde, savaşın bıraktığı yaraları bedeninde ABD2de döndü. Kalbinin de, bedeninin de yaralarını sarmak için zamana ihtiyacı vardı. Bir yandan ailesi iş bulması konusunda baskı yapıyordu. Ama Ernest, ordunun sakatlığı sebebiyle ona bağladığı maaşla bir yıl kadar yaşadı.
Yaraları da iyileşiyordu artık. Hadley Richardson ile 1921’de tanıştılar ve evlendiler. Hayatına yeni baştan başlamanın bir yolunu bulmuştu. Aynı yıl Chicago’ya taşındılar. Bu süreçte Daily Star gazetesinde bir iş buldu ve Paris’e yerleştiler. Ancak evlilikleri 1926’ya kadar devam edecek, Ernest bir başkasıyla evlenecekti.
Paris de onun için başka bir adımdı. Burada gönüllü sürgünde sayılan özel isimlerle tanıştı, arkadaş oldu: F. Scott Fitzgerald, James Joyce, Ezra Pound. Şimdi yazmaya daha da yüreklenmesi, kaleme daha sıkı sarılması için pek çok sebep vardı yanında. Yaşadıklarından da yazması için çok malzeme çıkacaktı sonuçta…
Tarihteki ilk ve son edebi boksörler
Ernest Hemingway ve James Joyce, döneminin iki efsane ismiydi ve onlar yakın dosttu. Özellikle Paris’te oldukları dönemde sık sık dışarı çıkar, birlikte zaman geçirirlerdi. Joyce, bu buluşmaların hemen hepsinde bir kavga çıkarıyordu. Aslında Joyce, hiç de öyle kavga meraklısı biri değildi. Üstelik gözleri de pek iyi görmezdi ve çelimsizdi de.
İşte tam da bu noktada onun için dövüşen isim Ernest’ti. Özellikle boksa merakıyla bilinen Ernest, kuşkusuz bunu zevkle yapıyordu. Kim bilir, belki de bu onların kendi aralarında oynadığı bir oyundu. Joyce, her kavgaya bulaştığında sadece “Hakla onu Hemingway!” diye bağırıyor ve bir kenara çekiliyordu. Bu iki yakın dost, bu yönlerinden mütevellit, tarihteki ilk ve son edebi boksörler olarak anılmaya başladı.
Ünlü boksör Jack Dempsey, Ernest ile antrenman yapmanın nasıl bir şey olduğunu ve bundan ne denli korktuğunu şöyle açıklamıştı: “Boksa yeteneği olduğuna gerçekten inanan biri olarak Hemingway’in kendini ringe atarken delirdiğini düşünürdüm. Onu durdurabilmek için canını yakmam gerekirdi”.
Ernest Hemingway Türkiye’de
Toronto Daily News, 1922’de Ernest’i savaş muhabiri olarak İstanbul’a gönderdi. Türkiye’de bir ay kaldı. Burada özellikle İzmir Yangını’ndan sonra yaşanan göçler hakkında haberler yapıyordu.
Bu sırada sevgili karısı Hadley hamileydi. Bu sebepten ABD’ye döndüler. Hadley, John Hadley Nicanor (Jack Hemingway) adını verdikleri oğullarını Toronto’da dünyaya getirdi.
Bir yandan da yazmaya hep devam ediyordu. Baba olduğu bu yıl, ilk kitabını da yayımladı. Ona da, “Üç Öykü ve 10 Şiir” adını vermişti. Takvimler 1924’e döndüğünde de Paris’e döndüler.
En verimli zamanları
Ernest, özellikle 1925 – 1929 yılları arasında yazdıklarıyla, yazarlık kariyerinin en özel örneklerini verdi. Dünyanın en ünlü yazarları arasında artık onun adı da altın harflerle yazılabilirdi.
Önce seçme öykülerinden “Zamanımız” adını verdiği eserini 1925’te yayımladı. Bu eseri ise, ilk romanı takip etti. Ernest Hemingway, 1926’da “Güneş de Doğar” adını verdiği, savaş yorgunu bir askerin anılarını içeren ilk romanını yayımladı.
İlk romanının alıcısına ulaştığı bu yıl, eşiyle ayrıldılar. Gazeteci Pauline Pfeiffer ile evlendiler. Bir başka hayat başlıyordu şimdi Ernest için. Pauline’nin ailesi Katolikti ve Ernest de Protestanlıktan Katolikliğe geçti. Pauline hamile kaldığında, 1928’de, Paris’ten ayrıldılar ve karısı, Patrick adını verdikleri oğullarını çok zor bir doğumla, Kansas City’de dünyaya getirdi. Karısının geçirdiği bu zor doğum Ernest’i öylesine etkilemişti ki, “Silahlara Veda” romanında bunu da anlatacaktı. İkinci çocukları Gregory de 1931’de doğdu. Aynı yıl, babası da intihar ederek yaşamını sonlandırdı. Artık Ernest, kalemine dokunurken, hayatı yaşarken bambaşka duygular taşıyacaktı.
Sonra 1927’de yayımladığı “Kadınsız Erkekler” ile büyük bir çıkış yakaladı. Artık “Kısa Öykünün Üstadı” olarak anılıyordu. Bir sonraki eseri ise, 1929’da yayımladığı ikinci romanı “Silahlara Veda” oldu. Yaralı bir askerin savaşta bir hemşireye aşık oluşunu, savaşın ne kadar anlamsız olduğunu, yüreğinden sızdırdığı her bir duyguyu bin ibrikten geçirip de kelimeye dökmüş gibiydi…
Kedilere düşkünlüğü
1931’de Ernest’e, beyaz, polidaktil, yani fiziksel olarak genetiği bozuk ve patilerinde altıparmak bulunan özel bir kedi hediye edildi. Ernest, bu nadir kediye adeta aşık olmuştu; ona “Snowball” dedi. Daha sonra kedi sevgisi kabaran Ernest, Key West’teki arazisinde özgürce dolaşacak 50’ye yakın böyle özel kedi evlat edindi.
Yazdıklarında da bu özel kediler ön plana öyle çok çıkar olmuştu ki, genetiği bozuk bu özel kediler, “Hemingway’in Kedileri” olarak anılmaya başladı. Bugün müzeye dönüştürülen Key West’teki evde hala bu özel kedilerden görmek mümkün. Hepsinin cinsi başka olsa da, neredeyse hepsi altıparmaklı. Ve evet, çoğu Snowball’un torunları…
1930’larda Hemingway
Ernest, 1930’lar boyunca kışlarını Key West, Florida’da geçirdi. Yazları da sadece avcılık ve balıkçılık için Wyoming’e dönüyordu. Tabii yazım hayatı da devam ediyordu. Sadece avcılık ya da balıkçılıkla sınırlı değildi onun özel zevkleri. Boğa güreşleri de bir başka tutkusuydu. Bu tutku üzerine yazdığı “Öğleden Sonra Ölüm” adın verdiği kitabını 1931’de yayımladı.
Bir yandan da kısa öyküler yazıyor, biriktiriyordu. Her ne kadar en verimli dönemleri 1925 – 1929 yılları arası olsa da, 1930’lar da giderek tecrübelendiği zamanlardı. 1933’te bu kısa öykülerini de “Kazanan Bir Şey Almaz”da topladı.
1933’te ilk kez bir safari turuna katılıp Afrika ile tanıştı. 10 hafta süren bu seyahatte karısı Pauline de yanındaydı. Bu eşsiz deneyimini 1935’te “Afrika’nın Yeşil Tepeleri”nde anlattı. Ayrıca bu safari, “Francis Macomber’in Kısa Mutlu Yaşamı” ve “Klimnjaro’nun Dağları” adını verdiği kısa öykülerinin de çıkış noktasıydı. Döner dönmez hemen bir balıkçı teknesi aldı Ernest ve ona, “Pillar” dedi. Bu tekne ve onunla yaşayacakları da, daha sonra “Yaşlı Adam ve Deniz” adını vereceği romanına zemin hazırlıyordu. 1937’de de otobiyografik bir piyes yazacak ve ona, “Madrid’de Beşinci Sütun” adını verecekti.
1936’da tekrar savaş muhabirliğine soyundu. Florida’da savaş muhabiri olarak görevli Martha Gellhorn ile tanışmışlardı ve İspanya İç Savaşı döneminde birlikte İspanya’ya gittiler. Martha, Collier’s Weekly dergisi için çalışırken, Ernest de Kuzey Amerika Gazeteler Birliği adına savaş muhabiri olarak bulunuyordu.
Ernest, Pauline’den ayrılmak istediği o zorlu döneme girmişti. Evliliklerinin bitmesi gerektiğine inanıyordu. Daha fazla uzatmadan 1939’da Küba’ya giderek Havana’da bir otele yerleşti. Savaş muhabirliği yaptıkları sırada Martha ile de oldukça yakınlaşmışlardı. Martha Gellhorn da Havana’ya gelip Ernest ile birlikte kaldı. Ernest ve Paline boşanır boşanmaz da evlendiler. Havana yakınlarında bir çiflik alıp burada yaşamaya başladılar…
Çanlar Kimin İçin Çalıyor
“Çanlar Kimin İçin Çalıyor “, Ernest Hemingway’in en başarılı eserleri arasındaydı. İspanya İç Savaşı’nı işleyen bu romanı, 1940’ta tamamladı ve 1941’de hemen Pulitzer Ödülü’ne aday gösterildi. Ancak jüriden bir kişinin karşı çıkması üzerine ödül verilmedi. Yine de bu durum, eserin başarılı olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.
Bu sırada Martha da Çin – Japon Savaşı’nı izliyordu. Onunla birlikte Çin’e gitti. ABD, II. Dünya Savaşı’na girmeden kısa bir süre önce de Küba’ya döndüler. Ve elbette savaş muhabiri olarak 19442te Avrupa’ya gittiler. Ernest, Amerikan 5. Piyade Tümeni’ne bağlı bir gazeteci olarak bulunuyordu.
25 Ağustos 1944’te, Almanlar teslim oldu. Ernest de, Amerikan güçleriyle birlikte batıdan Paris’e giriş yaptı. Savata aktif olarak görev almıştı. Ancak Cenevre Sözleşmesi’ne aykırı bir durumda buradaydı ve askeri mahkemede yargılandı.
1947’de ise, savaşta gösterdiği cesaretten ötürü bu kez Küba Amerikan Büyükelçiliği’nde düzenlenen bir törenle kendisine madalya verildi.
1950’lerde Hemingway
Ernest Hemingway, belli ki hayatı gerçekten bir başka algılıyor ve de yaşıyordu. Hayatına sanki bir zaman tanıyor ve sonra güncelleme geliyordu. 1945’te Martha ile Ernest boşandı. Martha, hiçbir zaman “Hemingway’in üçüncü eşi” olarak anılmaktan hoşlanmadığını dile getirerek, röportajlarda ondan bahsedilmemesini özellikle isteyecekti…
1946 başlarken Londra’da Time gazetesi muhabiri Mary Welsh ile tanışan Ernets, Mart ayında onunla evlendi. Şimdi hayatının Mary ile dolu zamanını yaşama vaktiydi. Küba’da evlenen Mary ve Ernest, 1959’a kadar burada yaşadı.
Bir yandan da II. Dünya Savaşının etkisi hala üzerindeydi. Şu yüreğine sıkıştırdığı ibrikten kalemine sızdıracakları vardı. 1950’de yayımladığı, arka planında II. Dünya Savaşı’nı barındıran eserine “Irmaktan Öteye Ağaçların İçine” adın verdi. Bu eser, ne “Silahlara Veda” ne de “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” kadar başarılı bulunmuştu.
Ve sonunda, “Yaşlı Adam ve Deniz”i yazdı; yıl 1952 idi. İnsanın yaşama nasıl bağlanması gerektiğini, hayat denen yolculukta her şeyin nasıl da boş olduğunu öylesine samimi anlatmıştı ki, bu, onun başyapıtı oldu. Bu eser, ona, 1953’te Pulitzer, 1954’te de Nobel Edebiyat Ödülü’nü getirdi.
Depresyona sürüklendi
Yazdıklarını ve yaşamını genişletecek seyahatlerine devam ediyordu ki, Ernest, yolculuklarından birisi sırasında yaşanan uçak kazasında yaralandı. Şükürler olsun ki yine hayattaydı. Sarılmayacak yaraları yoktu.
Ama sonra, 1950’nin ikinci yarısında Ernest alkol tüketimini artırdı ve özellikle bu durumun da etkisiyle fiziksel ve ruhsal olarak sağlığı kötüye gitmeye başladı. 1928’de Paris’te Ritz Otel’e bıraktığı iki sandık vardı, içi anılarıyla dolu. Onları buldu ve anılarını yazmaya başladı. Zaten bozulan sağlığının etkisi mi, yoksa anıların girdabında kaybolmaktan mı, Ernest, şimdi gerçek bir depresyonun eşiğinde durmuş, uzaktan kendisini seyrediyordu.
O, kendini seyretmeyedursun evi de sürekli ziyaretçi ve turistlerin akınındaydı. Bu durum onu çok rahatsız ediyordu. Sonunda Idaho’dan bir ev aldı ve buraya temelli taşınmayı da aklının en kuvvetli köşesine koydu. Yine de 1959’daki Küba Devrimi’nden sonra sık sık Küba’ya gidip geldi.
Ancak şu depresyondan çıkmayı bir türlü beceremiyordu. Kim bilir, belki de çıkmak istemiyordu…
Ernest Hemingway öldü
Ernest’in yakın çevresine göre, bu depresyondan fazlasıydı. Çünkü fazlaca paranoyaklaşmıştı. Ernest, takip edildiğini düşünüyordu. Ona göre evi sürekli federaller tarafından izleniyor, hatta dinleniyordu. Trafiğe çıktığında mutlaka bir araç onu takip ediyordu. İzlendiğinden emin olduğu için barlardan bile erken ayrılıyordu. Hatta bir keresinde geç saatte bir bankanın önünden geçerken, mesaiye kalan iki çalışanın hükümet ajanı olduğunu ve onun dosyasını incelemek için o saatte orada olduklarını bile iddia etmişti.
Bu iddialar artmaya başlayınca ailesi ve yakın dostları onun için daha da endişelenmeye başladı. Küba’daki yeni rejim, Amerika mülklerini devletleştirmeye karar vermiş, bu sırada da Ernest, temelli Idaho’daki evine yerleşmişti. Ailesi, Ernest’in halini hal bulmuyordu artık. Hele hele karısı bir gün onu mutfakta elinde tüfekle bulunca hemen hastaneye kaldırıldı. Mayo Clinic’te psikiyatri koğuşunda geçen bir tedavi süreci ve onu seyreden 60’lı yılları meşhur tedavi yöntemi elektroşok…
Oysa Ernest, hayatı boyunca sıtma, şarbon, cilt kanseri, zatürre gibi ne çok hastalığı yenmişti. İki kez uçak kazası atlatmış, savaşta neler görmüş geçirmişti. Diyavet, hepatit, omurga kırığı, böbrek ve dalak yırtılmasına rağmen yaşama dört elle sarılmayı bilmişti. Ama bu kez üstesinden gelemiyordu, aklıyla verdiği savaşta, kendisinin önüne geçemiyordu. Belki de tüm bunların toplamıydı şimdi yaşadıkları…
Tedavi işe yaramamıştı. FBI ajanları her yerdeydi ve telefonlarının dinlendiğine de emindi. Taburcu olduktan iki gün sonra, 2 Temmuz 1961’de, Abercrombie&Fitch’ten aldığı en sevdiği av tüfeği ile kendisini vurdu ve her şeyi sonlandırdı…
Onun ardından
Evet, Ernest Hemingway hayatını kendi isteğiyle sonlandırmıştı. Ancak gazetelerde bu ölüm, bir “kaza” haberi olarak yer aldı. Ölümünün intihar olduğunu ise, karısı Mary, 5 yıl sonra duyurdu.
Herkes yıllarca Ernest’in bir paranoyak olduğuna ve aklını yitirdiğine öylesine emindi ki… Oysa o, gerçekten de FBI tarafından izleniyordu. Bu durum, 1983’te ortaya çıktı; Ernest Hemingway’in ölümünden yıllar sonra. Federal Soruşturma Bürosu’nun başkanlığını da yapan Kamu Görevlisi John Edgar Hoover, “Freedom of Information Act” kapsamında, Ernest Hemibgway’in de takip listesinde olduğunu açıkladı. Yani Ernest bir paranoyak değildi. Gerçekten de federaller telefonunu dinliyor, trafikte ve hatta her yerde onu izliyor, banka hesaplarını kontrol ediyordu.
Çünkü Ernest, KGB (Sovyetler Birliği’nin İstihbarat ve Gizli Servisi) için bilgi sızdıran bir casustu.
Hoover, bunu bilmiyordu. O, Ernest Hemingway’in çok ünlü bir yazar oluşu ve insanların ona derin bir saygı duymasından şüphe duymuştu. Hem sonra Küba’yla olan bağlantısı da şüpheli bir durumdu. 40’lı yıllarda Hoover, güvenmediği herkesi takip ettiriyordu. Bütün bu süreçte de Ernest, gerçekten bir KGB ajanıydı. Ancak Hoover bu bilgiye ulaştı mı, işte orası bilinmiyor.
Ernest’in bir ajan olduğunu ise, soğuk savaş döneminde Sovyet arşivlerine girmeyi başaran eski KGB ajanı Alexander Vassiliev duyurdu. Ernest Hemingway, “casus” terimine karşılık gelen “destek kuvvet” olarak nitelendiriliyordu ve kod adı, “Argo”ydu. Ernest, Küba ve İngiltere’de, Sovyet ajanlarıyla buluşuyordu. Ayrıca kayıtlara göre, onlara yardım ediyor olmaktan mutluluk duyuyordu. Neden sonra Ernest’in iyi bir casus olmadığı ortaya çıktı. Genel olarak gönderdiği bilgiler ya konuyla alakasız oluyor ya da çoğu zaman işe yaramıyordu. KGB de Ernest’in yardımlarını almaktan vazgeçti.
Elbette edineceğimiz bilgiler sınırlı ve bir adım sonrası iddialara dönüşüyor. İşte böyle… Bir yazar olarak yaşarken dahi efsaneleşmeyi başaran özel bir isimdi Ernest Hemingway. İntihar ettiğinde de herkes önce şok oldu, sonra da yasa boğuldu. Öyle çok yazarın ilham kaynağıydı ki, onun öldüğünü kabullenmek öyle kolay değildi. Düşünsenize, şimdi çanlar kimin için çalacaktı?
Bugün birçok eseri Amerika Edebiyatının başyapıtı kabul edilen, 20. Yüzyıl kurgu romancılığını etkileyen, yaşamak için yazan ve yazmak için yaşayan bir Ernest Hemingway geçti bu dünyadan…