İBRAHİM FAİK BAYAV
Önceki yazıda, Yunus Suresi’nin ilk ayetine bakmış Kur’an’ı-Kerim’i ‘Hakiim Kitap’ olarak öğrenmiş, fizik ve felsefe yoluyla Yaratan’ı tanıyabileceğimizi anlamıştık. İfadelerden, zamanımızdaki bazı olaylara işaret ettiğini de fark edebiliyoruz. Bazı sözcükleri irdeleyeceğiz, sözcüklerden oluşan cümleleri tevil etmeye çalışacağız.
Yunus Suresi’nin üçüncü ayetine baktığımızda, Rabb’in gökleri ve yeri altı günde yarattığı bilgisini aldık. Ayetin devamında, ”sümme istevâ ale’l-arşi, yüdebbiru’l-emr” ifadesi var. Tüm mealler bu ifadeyi ”Allah arş üzerine hükmetti; işleri yerli yerince idare eder” anlamında Türkçe’ye çeviriyorlar.
‘Arş’ عَرْشٌ sözcüğü inanç açısından kullanıldığında ‘Allah’ın mülkü’ anlamında oluyor. Mülk Allah’ın ise hükmetmek de elbette ona ait olur.
‘Arş’ sözcüğü siyasi anlamda kullanıldığında padişah tahtı anlamında oluyor. Sözcük, padişaha ve sultana, ‘arş’ ile, yani o taht ile gelen itibarı, şanı ve şöhreti gösteriyor. Lakin konumuz, Kur’an’dan gelen mesajı anlayabilmektir.
‘Arş’ عَرْشٌ sözcüğünün basit anlamı, tavan, çardak, gölgelik demektir. Örnek olarak gösterilen bir evin tavanıdır. (arşü’l-beyt) A-RE-ŞE fiil masdarı, bulununlan alanın üst kısmını örtmek, kapatmak, korunaklı yapmak anlamını veriyor. Arş, ”es’semavati ve’l-arz” ile kullanıldığında, yer ile feza arasındaki alanın tavanı oluyor.
‘İsteva’ اسْتَوى fiili, bir boşluğun üzerini gerekli yükseklikte tam ve düzgün yapmış olmayı belirtir. Ayetteki ”isteva ale’l-arşi” ifadesi, Allah’ın, dünya gezegeninde, atmosfer tabakasının üst kısmını muhteşem şekilde korunaklı yaptığı anlamını verir. Hayatın ortaya çıkışı ve devamı Dünya gezegeninin üzerinde mümkün olacaktır. Fussılet Suresi’nin 11’nci ayetindeki ”Sümme istevâ ile’s-semâi ve hiye dühânün” ifadesi, gaz elementlerinden oluşan hava tabakasının arş ile korunduğu anlamını veriyor.
Aynı ayette ”Mâ min şefîın illâ min ba’di iznihi” uyarısı var. Mealciler bu uyarı ifadesini ”O’nun izni olmadan hiç bir kimse şefaatçi olamaz” şeklinde Türkçe’ye çaviriyorlar. Halbuki bu ifadeye anlam verilmek istendiğinde ‘şefîa’ sözcüğü, ‘şefaatçi’ anlamında olmaz.
‘Şefaat’, bir kimsenin, bir kişi veya olay için yardımda ve destekte bulunmak istemesi halidir.
‘Şefîa’ ise ‘aracı’ anlamında sıfat isimdir. Bu sözcük ile bir kişi veya kişilerin, bir olayda eylemin bizzat ortağı olduklarını veya olmadıklarını belirtmek için kullanılır.
”Mâ min şefîın…” kelimesi, göklerin ve yerin yaratıldığında Allah’a bir aracı gerekmediğini belirtirken, ”…illâ min ba’di iznihi” kelimesi, sonraki zamanda, yer ve göklerin korunması için gerekecek aracıların O’nun iznine bağlı olduğunu ima ediyor.
Bu konunun anlaşılmasını sağlayacak ifade Yunus Suresi’nin 4’ncü ayetinde:
”İnnehü yübdeû‘l-halka sümme yüııdühü liyecziye ellezîne amenü ve amilü‘s-sâlihâti bi’l-kıst”. Yani; O, Yaratmayı (oluşturmayı) başlatır; sonra iman eden ve adaletli iş gören kimselere onu iade eder.
”İade eder” anlamında kullandığımız ‘yüııdühü’ fiili, yapılan meydana getirilen bir şeyi, bir yere veya mekana geri döndürmeyi belirtir. Yaratılanın döndürüleceği kimseler, ayette, iman eden ve salih amel işleyen kimseler; yer ise onların faal kurumları oluyor. Bundan sonra, yerin ve göklerin düzeni insanların akıllı ve anlayışlarının tasarrufuna geçecektir; tahrip edilip bozulması ise imansız ve müfsid kişilerin elinden olacaktır.
‘Kıst’ yani adalet, yeryüzü düzenin olmazsa olmazıdır.