İBRAHİM FAİK BAYAV
13’ncü ayet, ”onlara o bölge olayını anlat” diye başlıyor. Ve Mekke halkının tebliği anlayabilmesi için Hz. Muhammed’in geçmişteki bir beldeden ve olayından misal vermesi isteniyor. Anlatılması istenen kıssa şöyle:
Bir zaman bir beldeye (karyeye) görevliler gelmişler…
O beldenin halkı bilmedikleri bir sıkıntının içinde; yaklaşmakta olan faciadan habersiz…
İnsanlar, sıkıntının nereden, nasıl geldiğini -batıl inançları sebebiyle- kavrayamıyorlar…
Yaratan, kullarına merhametini göstermek istemiş, sıkıntının sebebinin bilinmesi ve sıkıntıdan kurtulunması için, o karyeye iki görevli (ya da elçi) göndermiş…
Belde insanları, gönderilen iki görevlinin uyarısını garip bulmuşlar, anlayamamışlar…
Bir üçüncü kişi gönderilmiş o beldeye. Belde halkının sıkıntısının nereden nasıl geldiği anlaşılsın, bir facianın yaklaşmakta olduğu bilinsin diye…
Belde insanları, üç görevlinin anlatımını kabullenememişler, ikna olamamışlar…
Görevlilere, ”Siz, bizim benzerimiz olan varlıklarsınız” diyerek karşı çıkmışlar. ”Bize bize benzemeyen güçlü varlıklar gelsinler, anlatsınlar. Rahman bize herhangi bir şey indirmedi” demişler… (Yasin: 15)
Kendileri gibi insan varlıklar belde halkını nasıl oluştuğunu anlamadıkları sıkıntıdan kurtaramazmış.
Belde insanları, gelen görevlileri, sıkıntılarının artmasına sebep olmakla da suçlamışlar. Demişler ki; ”uyarınıza son verip çekilmezseniz, sizi taşyayacağız ve azaba uğratacağız”. (Yasin: 18)
Görevliler, sıkıntılarının sebebibinin, bilmemezlik, kavrayamamazlık, dünyanın benzer sıkıntılarından haber alamamazlık olduğunu söylemişlerse de, anlatıkları işe yaramamış.
Beldenin uç kısmında yaşayan, gelecek faciayı hisseden bir kişi, hızlı adımlarla halkın yanına gelmiş. Uyarı yapan üç görevlinin sadık kişiler (yani meselenin aslını bilenler) olduğunu belirtip onlara mutlaka uyulması gerektiğini bildirmiş. Doğruluklarına delil olarak da onların uyarıları karşılığında hiç bir ücret istememelerini göstermiş. Ama bu kişinin sözleri de belde halkını ikna etmeye yetmemiş. (Yasin: 20)
O kişi, görevlileri gönderenin kudret sahibi olduğunu, o kudret sahibinin kendini o toplum içinde bir fert yaptığını kabul etmiş. Uyarıya dikkat ettiğinde selamete ereceği inancını taşımış. Nitekim, inandığı gibi olmuş. Selamet vadisine doğru yol tutarken, ”ne olurdu benim halkım, görevlileri dinlese, yaklaşmakta olan yok edici felaketten kurtulsa” diye söylenmiş”. (Yasin: 26)
Görevlilerin uyarısını ret eden belde halkı, bir zaman sonra hiç ummadığı bir olayla yüz yüze gelmiş, insanlar sadece bir çığlık atabilme imkanı bulup yok olmuşlar. (Yasin: 29)
Yasin Suresi’nde bu kıssa laf olsun diye anlatılmamıştır. Hikayenin içindeki sırra erişebilmek için sorulur:
a) O belde (karye) neresidir? Dünyanın neresindedir?
b) O beldeyi yok eden olay nedir?
c) Olay hangi tarihte gerçekleşmiştir?
d) Bu hikaye ileriki yıllara ne mesaj verir?
Belde halkı, gelen uyarıcıları, ”mâ entüm illâ beşerun mislünâ” dediğine, yani kendileri gibi insan oldukları için ret ettiğine göre, o beldenin insanları tabiat olayını ilah edinenlerdir. ”Ve mâ enzele’r-rahmân min şey’in” ifadesi (Yasin: 15), insanların, ilah edindikleri tabiat olayını hem ‘Rahman’ sıfatıyla andıklarını, hem o ilahtan beklentileri olduğunu belirtiyor. O belde, o olayın Mekke’de anlatılabilecek kadar uzak olmayan bir yerdedir. Her olay için bir ilah edinme inancının geliştiği Roma İmparatorluğu içindedir. Mekke ileri gelenleri bu olaydan herhalde haberdardır.
Belde halkının, görevlileri taşlayıp kovalayacak kadar hiddetlenmeleri, mahiyetini bilmedikleri sıkıntının gittikçe artmasıdır. ”İnnâ tetayyernâ biküm” demişler. Halbuki görevliler, olayın ilk belirtilerinde halkın bulundukları beldeyi terk etmelerini istemiş olmalılar. Tabiat olayını ilah belleyen batıl inanç, aklın işleyişine imkan vermemiştir.
Ayetteki ‘tetayyernâ’ sözcüğü, havadaki değişikliği ima ediyor. Beldenin üzerinde bir şeyler uçuşuyor ve halkı panikletiyor. Gaz ve buhardır bu. Bunlar ancak yanardağın patlaması öncesi çıkan nesnelerdir. Bkz: http://www.umiforum.com/cografya/12892-yanardaglardan-korunma-yollari.html
Görevlileri dinlemeyen, ilah belledikleri tabiattan, kendilerini uyaracak varlık bekleyen belde halkının ani bir sesle irkilmeleri ve tek bir çığlık atabilecek kadar imkan bulmaları 29’ncu ayette ”sayhaten vâhideten” kelimesiyle belirtilmiş. Yok olmalarını belirten kelime ise ”fe izâ hüm hâmidûn”. Yani, yanardağ, aniden patladı ve belde dağın kustuğu lavların altında kalarak yok oldu. (Yasin: 29)
Yasin 28’de ”Ve ma enzelnâ alâ kavmihi min badihi min cündin min’es-semâi ve künnâ münzilîn” hükmü var. Yani o beldenin insanlarının bekledikleri gökten değil yerin altından geldi.
Roma İmparatorluğu içinde, iki yanardağ vardı: Vezüv ve Etna. Bunlar bugün de var. Vezüv, M.S. 79 yılında patlayarak, Roma’nın en şaşaalı kenti Pompei’yi lavların altında bırakıp tarihten silmiş.
18 ve 19’ncu yüzyıllarda patlayan yanardağlar ile 30 bin kişilik, 100 bin kişilik şehirler lavlar altında kalarak yok olmuş. Zamanımızda, hangi yanardağın patlayacağı ilmen belirleniyor; oranın hükümeti, yanardağa yakın yerleşme bölgelerinden halkı tahliye ediyor.