06 Nisan 2024 Cumartesi
“Bağımlılık kader değil, çare var!”
AYIK YAŞAMDA BULUŞALIM DERNEĞİ (AYBUDER) KURUCUSU YAVUZ TUFAN KOÇAK, AİLELERE SESLENİYOR; “GÖZÜNÜZÜ DÖRT AÇIN VE BU SÖYLEŞİYİ SONUNA KADAR OKUYUN. TEHLİKE GERÇEKTEN ÇOK BÜYÜK”
Röportaj: Ayça Öztorun
Yavuz Tufan Koçak, alkol ve madde bağımlısıydı. Bu uğurda maddi ve manevi her şeyini kaybetti. Evliliği, çocukları, işi, tüm mal varlığı ve manevi olarak inandığı ne varsa…
Artık eviydi sokaklar. Beş parasızdı. Yerlerden izmarit toplarken sicim gibi yağan yağmur onun için kırılma noktası oldu ve ayık yaşama merhaba dedi.
Tek başına, maddi ve manevi iflasın, hayata dair tükenmişliğin içinde, büyük mücadele ve güçlü iradeyle, küllerinden yeniden doğarak ayılan dev adam, uyuşturucu bağımlısı çocuklara bağımlılıklarından kurtulmaları için ışık oluyor. Bağımlılık danışmanı olarak birçok gencin hayata tutunmasını sağlayan Koçak, bağımlı gençlerin dilini anlayan bir abi, baba, sırdaş, en önemlisi kader yoldaşı olarak, onların ayık kalmasını sağlıyor ve uyuşturucuyu bırakmaları için önder oluyor.
2003 yılında “bir denizyıldızı daha” sloganıyla yola çıkarak kendini bağımlıları kurtarmaya adayan Yavuz Tufan Koçak’a bağımlılıktan kurtardığı eski bir madde bağımlısının ailesi destek verdi ve 2012 yılında da Yaşam Atölyesini kurdu. Bu atölyede, bağımlılıktan kurtulmak isteyen herkese yüreğini ve kapılarını açtı
Yavuz Tufan Koçak, elinde avucunda bulunan her şeyi, yetmediği yerde borçlanarak, madde bağımlısı hayatlara harcıyor. Antalya’da ki bir köy evini yaşam atölyesine çeviren Koçak, imkânlarının yettiği kadar, belli sayıda da olsa bağımlının barınma ihtiyacını karşılayabiliyor.
Küçücük ama güven veren atölyelerinde, en ağır eroin bağımlılarını bile tek bir ilaç kullanmadan sadece sevgi ve anlayışla maddeye esir olmaktan kurtararak, hayata kazandırıyor. Üstelik o gençleri de yanında aynı amaçla yetiştirip, yaşama tutunmaları için el uzatıyor. Bu mucizevi geri dönüşü ise tek bir cümle ile özetliyor: “Bağımlılık kader değil, çare var!
-Yavuz Tufan Koçak kimdir? Diye başlayalım röportaja. Aslında ben sizi çok iyi tanıyorum. Sizin çalışmalarınızı, ilginç yaşam öykünüzü, verdiğiniz mücadeleyi sunmayı sorumluluk olarak gördüğüm için, kendinizi ve çalışmalarınızı bize anlatırsanız mutlu olacağım.
Tabi ki anlatırım. Bu nedenle bir aradayız ya! Benim ismim Yavuz Tufan Koçak, ben bir bağımlıyım. Genelde böyle söylediğim zaman insanlar şaşırıyorlar. ‘Nasıl yani halâ mı kullanıyorsun?’ diyorlar. Bağımlılık aslında kavram olarak Türkiye’de hala yeteri kadar bilinçli bir şekilde bilinmiyor. Bağımlılığı grip gibi, apandisit aldırmak gibi bir şey zannediyorlar. Değil maalesef. Ben 14 yıldır bir şey kullanmıyorum ama bundan kurtuldum bitti, tamamen geçti artık normal yaşayabilirim” diyemiyorum. Bunu sadece ben demiyorum. Dünya literatüründe de bu böyle.
Amerikan Tabipler Odası bunu 1935’li yıllarda kabul etmiş. Bu ömür boyu süren bir sorun. Hastalık deyimini de çok kullanmak istemiyorum. Çünkü bildiğimiz hiçbir hastalığa benzemiyor. Sadece durdurulabilen ve bağımlının ağzına hiçbir şey sürmemesini gerektiren bir sorun. Hatta biz elimize kolonya dahi sürmüyoruz çünkü karaciğer tarafından alınıyor ve reseptörleri harekete geçirme riski var.
-Bağımlılık nasıl başlıyor? Kişiyi bağımlılığa iten sebepler neler? Temelde yatan nedenlerin kaynağı en çok aile içi sorunlar mı oluyor?
-Bu sözlerinizi büyük punto ile geçeceğim KozanBilgi.Net’de. Her sorunun yanıtı bu anlamlı sözlerde şifreli. Sizin çocukluk yıllarınızı da bir mahsuru yoksa öğrenmek istiyorum.
Tabi ki buralara kadar gelmişsiniz ve konuğumsunuz, hayatımı hızla tükenen hayatları okurlarınız için anlatacağım. Hayata dair ne varsa… Biraz insanlara katkı sunacaksam sonsuza kadar da anlatırım.
Ben bir asker çocuğuyum, beşkardeştik. İstanbul’da küçük bir evde büyüdük. Babamın alkol ve kumar problemi vardı. Evdeki şiddetli geçimsizliğin ardı arkası kesilmiyordu. Yani adam yerine konmanın mümkün olmayacağı bir evdi.
Beş altı yaşlarından itibaren, evdeki ilgisizlik ve huzursuzluklara tanık olmamak için kendimi sokaklara atardım.
Bir gün yine sokaktayım. Benden biraz daha büyük abiler, ismimle beni çağırdılar ‘Yavuz gelir misin’ diye. Birileri beni önemsiyor hissi çok farklı bir duygu. Orada ilk defa kendimi değerli hissettim. Yani birileri beni adam yerine koyup ortamlarına çağırdılar. O ortamda maalesef alkol ve sigara vardı. Alkol ve sigara, o gün ilk deneyimim oldu. Ne acıdır ki ilkokul öncesi elimde oyuncak yerine sigara ve alkol vardı.
-Abiler dediğiniz kişiler kaç yaşlarındaydı?
Beni yanına çağıran arkadaşlar, benden bir iki yaş büyüklerdi. Yani ilkokul çağındaki arkadaşlardı. Hepsi de dışlanmış, adam yerine konulmadıklarını duyumsayan çocuklardı. Bazısının maddi durumu kötüydü. Anne baba eğitimsizdi. Bugün bile aynı sorunu ailelere anlatmaya çalışıyorum. Bizim sorunumuz aslında uyuşturucu değildi. Kendini değerli hissetmeme, ispat edememe, onaylanmama duygusu, tembellik, bencillik, özgüven eksikliği.
En iyi temeli, ya da yıkıma hazır bir temeli, aile ve sosyoekonomik ortam sağlar. O dönemde de bende başlayan sorunlar buydu. Sonra kademe kademe arttı.
Babam asker olduğu için birkaç şehir değiştirmiştik. Ben ilkokulu iki ayrı şehirde okudum. Ortaokulda da ayrıca yine iki ayrı şehir gezmiştik. Sonra İstanbul’a tekrar döndük. İstanbul Üniversitesini kazanmıştım. O zamanlar 76-80 yılları arası, siyasi olayların çok yoğun olduğu bir dönemdi. Nitekim 12 Eylül darbesi oldu. Üniversite hayatımda hep sorunlu geçti.
Dolayısıyla bende hep bir doyumsuzluk vardı. Adam gibi üniversite hayatımı yaşayamadım. Okullarda arkadaşlar değişti. Öğretmenler değişti vesaire. Bu arada annem ve babam arasındaki ilişki oldukça kötü.
-Ailede alkol ve uyuşturucu kullanan var mıydı?
Evet vardı. Abim benden çok daha önce maddeye başladı. Uyuşturucu bağımlısıydı. Kardeşimin de alkol problemi vardı. Amcalar, dayılar ona keza. Genetik olarak baktığınızda bingo!
-O dönemler gönül ilişkiniz veya evliliğiniz oldu mu?
Tabi ki olmaz mı? Oldu. Duyguları ve hormonları olan her insan aşık olur. Olmalı da.
Eşim çocukluk aşkımdı. Aynı mahallenin çocuklarıydık. Leyla ile Mecnun halt etmiş dedirten bir aşk hikâyesiydi bizimkisi.
-Bak şimdi çok heyecanlandım. Bu hikâyenin sonu nereye varacak bakalım.
Varacak işte bir yerlere. Yedek subay olarak güney doğuya gitmiştim. Orada başka deneyimler yaşadım. Fakat sürekli alkol artıyordu. İlk çocuk olduktan sonra kendi işimi kurdum.
Ciddi paralar kazanmaya başladım. İlk arabamı aldım. Biz o zamanlar Avrupa yakasında, Fındıkzade’de oturuyorduk. Sosyete olduğun zaman karşıya geçmek gerekiyor! O zaman ben de Göztepe’ye taşınmıştım. İşyerim Karaköy’deydi. Kopukluklar daha fazla olmaya başladı.
Ben hiç bir zaman alkolik olduğumu kabul etmemiştim. Artık sağlığımla beraber birçok şey kötüye gidiyordu. Ailem ve kendi adıma gayret göstermem gerektiğini düşünüp, ilk kez özel hastaneye yatmayı kabul ettim.
Nihai bir kırılma noktası. Hayatımın belki de en önemli dönüm noktasıydı. Ben özel hastaneye alkol bağımlısı olarak gittim. Alkolden başka bir şey bilmezdim. Yanımda işte ottu mottu bir şeyler kullanırlardı. Bu benim hiç ilgimi bile çekmezdi.
-Yani tedavi merkezinde uyuşturucu bulunduranlar vardı öyle mi? Doğru mu duydum?
Evet, doğru duydunuz. Ben hastaneye rakı içen adam olarak girdim ve 14 gün sonunda maalesef, madde bağımlısı olarak çıktım. Hem orada madde bağımlılarıyla tanıştım ve o kültürüm arttı, hem de o verdikleri yeşil, kırmızı reçeteli ilaçlar alışkanlığım oldu. Ben onlara hala uyuşturucu diyorum. Legal uyuşturucu. Hepsi de birbirinden ağır ilaçlardı. Dolayısıyla o kafayı yaşadıktan sonra alkol bana çok fazla tat vermez oldu. Orada tanıştığım birisiyle ilk kez madde kullandım. O dönemde para durumum da iyi. Evliliğim devam ediyor. Bu arada hanıma akıl vermişler; “aman ikinci çocuğu yap” diye. Eve bağlanır demişler ve ikinci çocuğumuz oldu…
Tabi bu arada bir kaç hastane tedavim daha oldu. Hacılar, hocalar, her şeyi deniyorlardı. Ne yapıldıysa da çözüm olmadı. Çözüm alamadık. Eşimle ayrılma noktasına geldik. Hatta mahkemede hâkim beni az kalsın içeri atıyordu. Ben orayı da babamın çiftliği zannettiğim için… Biraz şımarıklığım da vardı…
Sürekli içiyor ve sızıyordum. Eşim boşadı tabi beni. Annemin yanına dönmek zorunda kaldım. İçmeye devam ediyorum bu arada. Ne bulursam içiyorum. Annemin ağrı kesici uyku ilaçlarını kutu kutu içiyordum. Bir başka şehirdeki devlet hastanesinden çok problemli ve olaylı bir şekilde atıldım.
Annem beni Bursalı olduğu için Bursa’ya kaçırdı, hiç bilmediğim bir şehir. Benim de doğduğum yer İnegöl. Annemin Bursa’da halası yaşıyordu. Onun evine yerleştik. Ben iki sene orada da çok kötü şeyler yaşadım. Annem, oradan da Fethiye’ye götürdü beni. Hatta ablam biz sıkıntı çekmeyelim diye Fethiye’den villa aldı. Fakat orada da maalesef çok daha kötü şeyler yaşadım.
Sorun gittikçe artıyordu. Artık çalışamıyordum. Annem bakıyordu bana. Ben sadece içiyordum, sızıyordum. Örneğin annem benim bütün sorumluluklarımı alması da yanlış bir durumdu. Ablamın bize sunduğu villada yaşıyordum. Baktılar düzeleceğim yok, ablam beni kapı dışarı etti.
–Bu durumda ailenin yaklaşımı çok önemli değil mi?
Tabi ki önemli. Aşırı korumacılığı sevgi sanıyorlar. Zamanında temelden sarsılmış bir yuva içinde büyümüş çocuğa, yine zamanında sorumluluk ve sevgi aşılanmadıysa, o çocuk bir yerlerde patlak verebiliyor. Bu şuna benziyor. Çocuğun eline ekmek arası peynir koy ve başından sal gitsin. Sokaklarda akşama kadar dolaşsın sende kafanı dinle.
Bir çocuk, aile gözetimi ve sınırlamalarıyla sokaklarda elbette olmalı. Orada da öğreneceği çok şey var. Ama baştan savulan çocuk, evde mutsuzsa, üzerine birde başıboşluk eklenmişse, sokakta her tuzak onu bekliyor demektir. Yani çocuğun ayağının altında muz kabuğu düşünün. Ne olur? Adımını attığında kayar. İşte o çocuk her an her yere kayabilir.
Şimdi cep telefonları, bilgisayarlar var. Ebeveynler tüm zamanları sanal âlemde tanımadığı insanlarla gevezelik yapmakla geçiyor. Kardeşim, sanal ortama, soyut kavrama sarf ettiğin zamanı kendi somutuna, çocuğuna ayırsana! Sonra tehlike kapıya dayanıyor; “ben ne yaptım!” diye dövünüyorlar.
-Evet, bu konuda size katılıyorum. Dönem dönem hepimiz bu hataya düşüyoruz. Çok ileriki zamanlarda geçmişe dönüp baktığımızda, ailemizle ilgili özel anılarımızın olmadığının farkına varacağız. Çünkü anılarımızı sanal âlem çalmış olacak.
İçi boşaltılmış, anlamı olmayan diziler, Yalılarda kotralarda çekilmiş filmler, sanki ülkemizde hiç arka sokaklarımız yok. Toplum bu tür programlarla çelişki ve mutsuzluk yaşarken, kişilik erozyonuna da farkına varmadan uğramış oluyorlar. Neyse şimdi konuştukça sinirlenmeye başladım. Ben sorumu sorayım.
Yok, sormayın. Bu röportaj bitmiştir?
-Niye? Bu röportaj bitmemiştir. Bitmesin. Bu kadar mı?
Bende sizi dinlemek istiyorum ama. Çevremizde bu konunun hassasiyetinin farkında olan pek fazla olmadığı için, bizi anlayan, en azından anlamaya çalışan insanlarında yorumlarını dinlemek benim hoşuma gidiyor.
-Yani soru sormayım mı artık?
Tabi ki söyleşiye devam edeceğiz. Ben şaka yaptım size. Ara verelim çay içelim diye söyledim.
-Bende cidden bu röportajı bitirdiğinizi sandım (Gülüşmeler.)
-Ablanız sizi kapı dışarı ettikten sonra nerede kalmaya başladınız?
Artık evim sokaklardı.
-(Uzun bir süre sessiz kaldık. Boğazım düğümlendi. Belli edemedim. GECE VE UMUT şiirim geldi aklıma. Sessizliği bozan ben oldum.)
-Size bir şiir okuyayım mı?
Tabi neden olmasın mutlu olurum.
-Gece sessizliğinde sessizliği dinledim. / Yaklaştım pencereden yalnızlığı gözledim. / Çok uzakta bir adam, bir başına bekliyor / karanlıkta yürürken karanlığına ağlıyor. / Tanıdım gözyaşını penceremden seslendim. / Boynunu büktü kaldı, peşine sürüklendim. / Sordum ona derdini, derdimi unutturdu. / O anlattı dinledim, gözyaşıyla avundu. / Dilinden dökülenler gözyaşıma karıştı. / Onun dertlerine kurtlar kuşlar ağlaştı. / Sevgi, özlem ve de aşk umutsuzluğa dönüşmüş kalabalığın içinde tek başına yürümüş. / Bazen sarılmak için tanımak mı gerekir? Karanlıktan çekmeyi inanın bilmek gerekir. / Onu hep duyumsarken, gece huzur, gece özlem, gece yalın, / yalnız değilsin artık sımsıkı sarılalım.
Çok güzel bir şiir. Çok duygulandım. Keşke herkes, bu şiirin içeriğindeki gibi bir sevgiyi yüreklerinde barındırabilse. Herkes birbirini anlamaya çalışsa. İnsanlar, aynı dili konuşmayabilir, aynı pencereden bakmayabilir ama yüreğimiz, zihnimiz sevgi dilinden anlarsa hayat ancak o zaman güzelleşir.
-Yavuz bey, evim sokaklardı dediniz. Daha sonra neler yaptınız? Bunu ben biliyorum fakat okurlarım tüm hayat hikâyenizi bilsin istiyorum. Daha sonra neler oldu?
90’lı yıllarda Amerikan Hastanesinde bir grup toplantısına katılmıştım. Orada duyduğum bir söz aklıma geldi. Bir bağımlının mutlak surette bir dip yaşaması gerekiyordu. Yani kafasını duvarlara çarpması… Ben baktım o noktaya gelemiyorum çünkü birileri hep destek oluyor, birileri hep beni taşıyordu ve bu böyle gitmeyecekti. En sonunda bana destek olduğunu zanneden annemi yanımdan uzaklaştırdım. O da benim hayatımdaki çok önemli bir kırılma noktasıdır.
Annemi hayatımdan uzaklaştırdıktan sonra iki şık vardı benim için. Ya, yaşama sorumluluğumun farkına varacaktım ya da, uyuşturucu ağında yok olacaktım.
Bir gün İzmarit toplamaya çıktım. O anda korkunç duygu devinimiyle birlikte mucize gibi bir şey yaşadım hiç olmadık bir havada yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyordu. O an orada diz çöküp, inanılmaz ağlamıştım. “Yeter dedim ya! Anladım. Tamam! Mesajı aldım dedim patrona… Ve o günden bu yana ayıklığım devam ediyor… Belki de orada, bugün bu derneği kurmamın sebeplerini karşıma çıkarmış oldu evren…
Fethiye’de de grup toplantıları vardı. Ben oraya gitmeye başladım. On kilometre yürümem gerekiyordu. On kilometre de dönüş, yirmi kilometre ve ben açım. Çok zor şartlardı. Çok zorlu süreçten geçsem de artık ayılmaya kararlıydım.
Sonra İzmir’den on sekiz yaşlarında madde bağımlısı bir kız, torbacı, eskort ve satıcılardan kaçıyordu. Benden yardım istedi. Kaçması lazımdı. O kızla sekiz buçuk ay birlikte olduk. Birlikte iyileşme içerisine girdik. Zar zor sigaramızı bulduk. Zar zor karnımızı doyurduk. Ama o kız bana sekiz buçuk ayda muhteşem şeyler öğretti. Aslında ben ona yardım ediyorum zannederken, o benim ayıklığıma müthiş katkıda bulundu. Şu anda hala yaşıyor ve ayık…
Aslında biz farkına varmadan 1935’te Amerika’da başlayan sistemin aynısını yaşamıştık. Birbirimize yardım ederken ayık kalıyorduk. Bu bizim sigortamızdı. Grup toplantılarında da bunu yaşıyorduk.
-İlk derneği ne zaman kurdunuz?
Şimdi oraya geliyorum. Bir süre sonra ferdi olarak diğer bağımlılara, alkoliklere yardıma gitmeye başladım. Onlar benim ekonomik sıkıntılarımın farkına varmışlardı. Sigaramı alıyorlar, ufak tefek harçlığımı veriyorlardı. Ama yine gönüllü yapıyordum bu işi. En sonunda bir dernek kurma noktasına kadar geldik.
İlk derneği 2008’de kurdum. O arada tabi İstanbul’a döndüm. İstanbul Tıp Fakültesinde Psikiyatr Anabilim Dalında Bağımlılık Danışmanlığı eğitimi veriyorlardı. Danışmanlık eğitimine katılmaya karar verdim. Bu eğitim iki yıl sürdü. Orada grup toplantılarını ciddi manada harekete geçirdim. Oldukça aktif ve idealisttim. Ama bir süre sonra bunun da yetmediğinin farkına vardım. Çünkü orada toplantılar günün bir saatiydi. Sonra yirmi üç saat bağımlı ne yapacaktı? Dolayısıyla bu yirmi dört saatlik sisteme yavaş yavaş başladık. Ama maddi imkânlar bizi çok sıkıştırdığı için bir sene sonra kapatmak zorunda kaldık. Derneğin adı yine aynıydı. Ayık Yaşamda Buluşalım Derneği.
O dönem, bir Psikoakademi diye esas ağırlığı Refleksoloji olan bir kuruluştan teklif aldım. Çünkü ben ilaç kullanmıyorum. İlaca karşıyım. Bu konuda onlar, Refleksolojide çok iddialıydılar. Sen bağımlılarla ilgilen, biz de Refleksoloji kısmına bakalım dediler. Hatta biz Bursa’ya gittik. Orada bir iki sene falan bu hizmeti verdim. Ciddi kalabalık gruplar toplanmaya başladı. Anneler ve öğretmenler gelmeye başladı. Seminerler istediler ve televizyonda uyuşturucu konusunda toplum bilincini uyandıran programlar yaptım.
Artık bu konuda sürekli seminerler veriyordum. Yani bugün de başarılı olmamızın püf noktası aslında şu, birbirini anlayan insanlar bir araya geldikleri zaman, deneyimlerini paylaşarak, bilgilerini paylaşarak ayık kalıyorlardı. Bu 1935’de Amerika’da başlayan ve bugün dünyanın her ülkesinde olan 12 basamaklı bir program. Dolayısıyla biz de bunu Türk modeli yaptık. Çünkü bizde kültürel ve dini olarak farklılıklar vardı.
Çocukların ve gençlerin hayatına format atmak gibi bir çalışma yapıyoruz. Bu programa eğitimi, grup toplantılarımızı, sporu, hobi bahçesini, hayvan sevgisini, bitki yetiştirme sorumluluğunu, sinema ve tiyatro gibi kültürel etkinlikleri, zihni zinde tutması ve ufuklarının açılması için kitap okuma sevgisini aşılamaya çalışıyoruz. Seminerler veriyoruz. Tekrardan hayata bakış açımızı geliştirecek ve kaybettiğimiz özgüvenimizi yerine getirecek çalışmalar yapıyoruz. Üzerine basarak şunu söylemeliyim ki; Sadece bu Rehabilite burada bitmiyor. Örneğin bağımlı bir genç, birkaç ay bizde vakit geçirdi diyelim, buradan ayrıldığı zaman aynı ortamına gittiğinde, eğer aile değişmezse, o ortamdaki yakınları değişmezse, orada tekrar bağımlılığı nüksedebiliyor. Bu yüzden biz aileleri de dahil ettik eğitim programına. Buna adaptasyon sağlamak istemeyen kişileri programa almıyorum. Rehabilite için kabul etmiyorum ve çalışmıyorum.
Bir çocuk neden bağımlı olur? Nedir onu bağımlılığa sürükleyen faktörler? Çocuklarımız bu haldeyse bizlerin bu konuda ne gibi rolü oldu? Uyuşturucu tehlikesinin korkunç bedelleri nedir? Sorularını soramayan aile, hiçbir şekilde çocuklarının iyileşmesi konusunda yol kat edemez. İlk önce çocuklarını bataktan kurtarabilmesi için kendilerinin de bu eğitimin birer parçası olmaları şart.
Hâlihazırda ‘Yaşam Lokali’ dediğimiz bir projemiz var. 2016’dayız ve ben hala Türkiye’de bir rehabilitasyon merkezi açtıramadım. Ne kadar anlatırsak anlatalım toplum bu konuda duyarsız kalıyor. Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız. “Bir gün bu sinsi tuzak kapınızı çalabilir”
Önceden çok daha duyarsızdık ama son beş yılda çok ciddi birtakım hareketlenmeler başladı. Ülkemizde dernekler çoğaldı. En azından, AMATEM’lerin, özel hastanelerin bu işin çaresi değil detoks kısmı olduğu anlaşıldı. Eskiden hastaneler bu işi kökten çözüyor zannediliyordu…
Bugün uyuşturucuyla savaş konusunda başlayan hareketlilik ne kadar yeterli? Ben size yanıtını vereyim. Hiç yeterli değil. Tedaviye yönelik, rehabilitasyon merkezlerinin olması ve çok acil bütün Türkiye’de yayılması, lokallerin olması lazım.
Dünyanın her yerinde uygulanan bu tedavi yöntemi, benim ülkemde niye yok? diye aldım bayrağı elime 14 senedir koşturuyorum. Uyuşturucunun hızla yayılmasıyla beraber, dejenerasyona uğramış, çoğunluğu gençlerden oluşan büyük bir kesimi, tamamıyla değiştirmek gibi bir gücümüz yok. İlk önce bağımlının kesinlikle bu illetten kurtulmak istemesi ve ailenin bu konuda çok bilinçli yaklaşması gerekmekte.
Türkiye’de ki mevzuatı değiştirmek gibi bir hadsizliğimizde yok. Bizim en büyük çabamız, bir çocuğu daha bağımlılıktan kurtararak hayatın içine çekebilmekten geçiyor. Bu nedenle sloganımız BİR DENİZYILDIZI DAHA…
–Gençleri bağımlılıktan kurtarabilmek için verdiğiniz mücadelede BİR DENİZYILDIZI DAHA sloganı beni çok etkiledi. Benim için deniz, özgürlüğü ve mutluluğu, denizyıldızı ise naifliği ve güzelliği çağrıştırıyor. Özgür, mutlu ve güzelliklerle dolu gençleri hayata kavuşturmanızı diliyorum.
Çok teşekkür ederim. Bu temenninizden sonra, bende bir baba sıcağıyla hayata tutunmaya çalışan gençlerimiz için Ahmet Arif’ten şiir okuyayım o zaman.
-Çok mutlu olurum.
Öyle yıkma kendini /Öyle mahzun, öyle garip… / Nerede olursan ol, / İçerde, dışarda, derste, sırada, / Yürü üstüne üstüne, / Tükür yüzüne celladın, / Fırsatçının, fesatçının, hayının. / Dayan kitap ile / Dayan iş ile. / Tırnak ile diş ile / Umut ile sevda ile düş ile / Dayan rüsva etme beni./Gör, nasıl yeniden yaratılırım, / Namuslu, genç ellerinle. / Kızlarım, Oğullarım var gelecekte, /Her biri vazgeçilmez cihan parçası. / Kaç bin yıllık hasretimin koncası, /Gözlerinden gözlerinden öperim, / Bir umudum sende anlıyor musun.
(Yavuz Beyin sohbetleri derya deniz.)
-Muhteşemsiniz. Ahmet Arif’in bu şiiri ayrı güzeldir. Şiiri, emek verdiğiniz gençlere; “siz yeter ki isteyin ben size babada olurum, kardeşte. Yeter ki düzelin” der gibi okudunuz. İyi ki tanıdım sizi.
Bu arada önemli bir konuya daha değinmek isterim; insanlar kanuni yollarla, ya da polis gücüyle, her şeyin süt liman olacağı konusunda ısrar ediyorlar. Polis gereğini yapıyor ama klasik bir iktisat kuralı vardır; arz talep dengesi. Eğer talep bu kadar fazla olursa, arzı durduramayız. İstediğiniz kadar bağımlıların başına polis dikin, yine de durduramazsınız. Talebi kesmemiz lazım. En önemli kısmı belki mevcut bağımlıların ıslah edilmesi… Ben bu konuda da çok iddialı laflar ediyorum ama maalesef anlaşılmıyor. Mevcut bağımlıları ıslah etmeden hiçbir şekilde bu işin kökünün kazınabileceğini ya da azaltılabileceğini düşünmüyorum. Çünkü her bağımlı potansiyel torbacı olmak zorunda. Dolayısıyla da boşluğa düşmüş, ya da kendini ispatlama duygusu yaşayan, şu veya bu şekilde bu işe eğimli gençler bulup, alıştırmak zorunda. Aşılama dediğimiz şey bu. Bu konuya dur diyebilecek çalışmalar yapılabilir. Bunların ilki ıslah olmaktan geçer.
-Bu ıslah konusunda toplum ne kadar bilinçli? Seminerlerde bu konuya değiniyor musunuz?
Birçok yerde seminerler veriyoruz. Vermeye de devam edeceğiz. Biz bu konuda kimseden sansasyonel alkışlar istemiyoruz. Biz, tertemiz gençlerin hayatları kararmaması adına mücadele verirken, sivil toplum örgütlerinin, belediyelerimizin, halk adına mecliste toplanıp, halkın sözcüsü olmak için kürsüde yemin eden siyasilerimizin yanımızda olmasını, bizlere omuz vermesini istiyoruz. Unutmamalıyız ki toplumun bu konuda bilinçlendiriliyor olması, toplumun bize destek vereceği anlamını taşır.
-Bağımlılıktan arındığınız gibi, bağımlıları da kurtarmak için büyük misyonlar yüklendiniz. Eski bir bağımlı olduğunuz için ötekileştirildiniz mi? Verdiğiniz mücadeleye ve başarılarınıza seminerlerde olumsuz tepki verenler oldu mu?
Ben, “BİR DENİZYILDIZI DAHA” diyerek verdiğim mücadelelerde, dönem dönem akademisyen egosuna tanık olabiliyorum.
-Ne diyorlar?
“Siz kimsiniz ki? Biz bu işin uzmanıyız. Biz doktoruz, biz bilmem neyiz!” gibi söylemlerle karşılaşabiliyorum.
Evet, her birinin mesleki kariyerine saygı duyuyorum. Fakat bağımlı gençleri Rehabilite etmek konusundaki mücadelemize saygı duymamaları, dipsiz kuyuya düşmüş çocukların yaşadıklarına inemeden, onları anlamadan, tek kalem reçete ile düzeltmeye kalkmaları, o çocuklara saygı duymadıklarını gösterir. İşte o noktada bende, bu egosu şişmiş kişilerin, yitirdikleri insani değerlerine saygı duyamıyorum.
Uyuşturucu ve bağımlılık sorunu, herkesin taşın altına elini sokması gereken bir sorun. O seminerlerde akademisyen anlatsın, narkotik anlatsın… Ama biz de anlatalım. Düzenlenen seminerlerde dikkat ederseniz, kim ne anlatırsa anlatsın, biz kürsüye önce çıkarsak bizden sonra, onları çok fazla dinleyen olmuyor. Eğer konuşmacı olarak öncelik sırası onlardaysa, biz çıkana kadar salonun yarısı boşalıyor.
Yıllarca teorisyenleri dinledik. Kitaptan okuduklarını anlatıyorlar. Ama inanın sokak öyle bir şey değil. Sokak çok farklı. Acı çekenin halini ancak acıyı yaşayan bilir derler ya! Bizler gerçek hikâyelerimizi anlatıyoruz. Bağımlılıktan kurtulan gençlerin pırıl pırıl hallerini gören insanlar, umutlarını yitirmemiş oluyorlar. Seminerlere gelen insanların çoğu bağımlı aileleri. Hayatta en kötü şey, insanın evladıyla olan imtihanı. Biz onların dilini anlayabiliyoruz. Bu sıkıntıları atlatmış insanlar olarak yol göstermeye çalışıyoruz. Yıllardır anlatıyoruz. Denizyıldızlarının hayata tutunması için mücadele etmeye ve anlatmaya devam edeceğiz.
-Peki, önemli kuruluşlardan destek görebiliyor musunuz? Örneğin Belediyelerden…
Bu seminerleri yapmak için birçok yere başvuruyoruz ama destek göremiyoruz. Bazen seminer için başvuru talebimize yanıt bile vermiyorlar. Gaileye bile almıyorlar. Benim de tek başıma bir salon tutma gücüm yok. Reklamasyon çalışmalarını yapmaya gücüm yok.
Bu konuda yerel belediyeler ve yönetimler çok önemli. Bakın dikkat edin. Yerel yönetimler, rehabilitasyon merkezleri açıyoruz demeye başladılar. Şu sıralar sanki bir moda, bir akım. Keşke doğru yapsalar. O zaman bırakın bizim onlardan destek beklentimizi, bizde maddi olamasa da maneviyatımızla destek oluruz. Ama orada yaptıkları şu; Bir kaç tane psikolog ya da sosyoloğu oraya oturtup, bir iki konuşmadan sonra AMATEM’e yönlendiriyorlar.
E abi yapma bunu! AMATEM’i ben zaten biliyorum. Giderim ama senin bana bir faydan olmaz ki demek geliyor içimden. Ben alkol tedavisi için gittiğim hastaneden, uyuşturucu bağımlısı olarak çıktım. Dolayısıyla hep tribüne oynuyorlar, yazık ama çocuklarımız ölüyor!
Crocodile diye bir şeyden bahsetmiştiniz bana. Okurlarımızı da aydınlatabilir misiniz?
Aslında ilk defa size söyleyeceğim bu haberi. Belki manşet yaparsınız bunu. Belki de Türkiye’de ilk defa siz yazacaksınız bunu. Artık eroinin içerisinde ‘crocodile’ diye bir madde var, İngilizce timsah dedikleri… Zombi tozu, eroinin içine bunu katmaya başladılar. Bunun Rusya’dan geldiğini öğrendik. Eğer bu yayılırsa zaten yapılacak bir şey kalmayacak. İstedikleri kadar bağırsınlar, çağırsınlar kurtuluşu yok.
‘Crocodile’ denen illetin ülkeye girişini ve kullanımını önlemek için, topluma uyarılarımızı, seferberlik ilan eder gibi yapamazsak, ‘crocodile’ kullanan çocuğun artık kurtulma şansı yok demektir.
Antalya’da 18 yaşında bir çocuğun ‘crocodile’ kullandıktan sonra bir bacağını kestiler. Ardından ikincisini de kestiler ve kaybettik… Çünkü zombi tozu dediğimiz ‘crocodile’ kemikleri eritiyor. Bağımlının asla yaşama şansı yok. Yani tekrar geriye döneceğim gibi bir şey yok. Çünkü tedavisi yok. O maddeyi kullanan bırakamıyor, onu içmek zorunda. Çünkü kriz esnasındaki müthiş ağrıyı o maddeden başka kesen bir madde yok. Ama ne koydularsa içine, kemikleri eritiyor. Parmağı, bileği düşüyor ve hala içmek zorunda…
-Son olarak topluma ve özellikle ebeveynlere ne söylemek isterdiniz?
Anne ve babalar, çocuklarını anlamaya çalışmazsa, çocuklar da aileyle konuşamazsa, gözlerine bakarak dinlemezse, kısacası iletişim eksikliği varsa, dışarıda bunu yapan birileri var. Onu adam yerine koyan arkadaşları uyuşturucu kullanıyorsa, çocukta o racona uyacaktır. Belki özendiği için, belki sevgi yoksunluğu sendromundan, belki de zorunda hissettiği için içecektir. Bağımlılık maalesef çok çabuk geliştiği için, çocuğun batağın içine sürüklenmesi, yadsınamaz bir gerçek olacaktır.
Ebeveynlere rica ediyorum. Ne olur çocuklarınızı yarış atı gibi koşturmayın, bu çocukların hepsi profesör olmak zorunda değil. Herkes kapasitesine göre ne yapması gerekiyorsa yapsın ama önce çocuklarımız sağlıklı, huzurlu ve mutlu olsun. Para kazanacaklar, unvan sahibi olacaklar diye, kendi egonuzu tatmin etmeye kalkarsanız, çocuklarınızın birer birey olduklarını kanıksamazsanız onları kaybedersiniz. Çocukları lütfen artık kaybetmeyelim.
Öğretmenler de anlayışlı olmak zorunda. Her çocuk başarılı olmak zorunda değil. Kaç yıl önce Amerika’da başlayan moda buraya da geldi. Doktorlar, çocuklara dikkat dağınıklığı ve hiperaktif teşhisi koymaya başladı. Bu çocuklar hâlbuki indigo çocukları. Kristal çocuklar. Çok farklı ve hareketli çocuklar.
Ne istiyorsunuz abi, bu çocuklardan? Beşli, yedili yaşlarda ritalin içirerek ne yapmaya çalışıyorsunuz ya? Bu çocukların bağışıklık sistemleri biter ve o yaşlarda otomatikman bağımlı olurlar. Yani pardon mu diyeceğiz sonra?
Halâ çocuk psikiyatristleri acımasızca, rehber öğretmenlerin zorlaması sonucunda, hiperaktif teşhisi konularak, çocuklara bu ilaçlara başlatılıyorlar.
Anne babaları uyarıyorum! Bunlar kanuni uyuşturucu. Bakın daha ilkokul yaşındaki çocuklarınızı uyuşturucuya alıştırıyorsunuz. Lütfen sorgulayın artık. Araştırın biraz ya! Yarın bunlar yasaklanacak ve topluma pardon diyecekler…
Bana gelen çocukların çoğu küçükken ritalin kullanan çocuklardı. Ne olur çocuklarınızın sağlıklı olması adına biraz dikkat edin. Bu kadar kimyasal maddeyi çocuklarınıza daha küçük yaşlardan itibaren yüklemeyin ne olur.
-Yavuz bey, umarım sesinizi herkes duyar. Uyuşturucudan arınmış bir gençlik hepimizin temennisi. Bu güzel söyleşiyle okurlarımı aydınlattığınız için, ayrıca beni huzur dolu merkezinde ağırladığınız için gazetem ve kendi adıma çok çok teşekkür ederim.
Bende bu konuda ki duyarlılığınız için sizlere teşekkür ederim. Ayrıca buradan tüm Çukurova halkına selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
-Yavuz Tufan Koçak, hayatı mücadelelerle geçmiş bir insan. Antalya’nın şirin bir köyünde, beş dönüm arazisi olan köy evini kiraya tutarak, dernek yapmış ve yıllardır imkânlarını zorlayarak gençleri burada Rehabilite edip, hayata tutunmalarını sağlamıştır.
Oradaki gençlerle konuşma fırsatım oldu. Hepsi de pırıl pırıl çocuklar. Her birinin farklı farklı hikâyeleri var. İnsanın etkilenmemesi mümkün değil. Uyuşturucu tacirlerinin ağına düşmüş güzelim çocukların, mücadelelerini gördükçe içim burkuldu. Lanet ettim bu gençleri bataklığa iten insanlara.
Gençler burada Rehabilite edilmelerinin yanı sıra, üretken olmayı, hayvan sevgisini, çiçek sevgisini, kitap okuma alışkanlıklarını geliştiriyorlar. Birbirleriyle söyleşiyorlar. Sorumluluk üstleniyorlar. En önemlisi burada artık önemsendiklerinin farkına varmışlar.
Söyleşi bitip, ayrılık vakti geldiğinde gençlerle tek tek vedalaştım. Nedenini bilemediğim bir hüzün, yüreğimin ortasına bıçak gibi saplandı. Boğazım düğümlenerek; “Çok kıymetlisiniz Yavuz hocam iyi ki tanıdım sizi” diyebildim. Bahçe kapısından çıkarken hepsi de ardımdan sevgiyle el sallıyorlardı.
Ardımda, bu güzel insanları bırakırken gözümün önüne, çocukluğum geldi. Sokakta tüm çocuklar el ele tutuşup; “Yağ satarım, bal satarım, ustam ölmüş ben satarım.” oyunları oynadığımız o masum dönemler…
Bana ardımdan güle güle git dercesine el eden gençlerin gözlerindeki umut, kulağıma yankı yapan sevgi dolu çocukluk seslerimiz kadar güzeldi.
Hiçbir çocuk kirletilmeyi hak etmiyor. Karanlık ellerin, aşağılık sermayenin, bu çocukları kurban etmelerine izin vermeyelim artık.
Ne olur toplum olarak duyarlı olalım. Tecavüzün, tacizin, uyuşturucunun kol gezdiği bir dünya istemiyoruz. Her güzellik sevgiyle, başlar, dürüstlükle devam eder. Ne güzeldir insanın ardından dürüst bir şekilde onuruyla öldü denilmesi. Yavuz beyde güzel anılacak insanlar listemde yerini alanlardan.
Buradan toplumun bilinçli bireylerine, Belediye başkanlarımıza, sivil toplum kuruluşlarına, siyasetçilere sesleniyorum. Bu derneğe seminerler düzenletin. Uyuşturucu tehlikesiyle nasıl mücadele etmemiz gerektiğini, acıyı çekenlerin dilinden de öğrenelim lütfen.
Ayrıca buradan tüm okurlarıma duyururum; Yavuz Tufan Koçak’ın “BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN” adlı kitabını herkese tavsiye ederim. Oldukça yalın ve sürükleyici bir kitap. Gerçek bir hayat hikâyesi. Her ailenin başucu kitabı olmalı. Gençler bu kitabı okumalı. Her aldığımız kitap, bu çocukları hayata döndürmek için katkı sağlayacak. Çünkü kitabın tüm gelirleri dernekte ki çocukların gıdası ve eğitimine harcanıyor.
BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN adlı kitabı edinmek isteyenler için AYBUDER irtibat numarası: 0 536 782 99 81
Sevgiyle kalın, ayık kalın.