16 Haziran 2024 Pazar
Sadullah Kısacık: Öğretmenlerimiz Bir Anne, Bir Baba, Bir Abla, Bir Ağabeydir
Portakal Mevsiminde Kuran Dersleri
SAMİMİYET, SEN NEREDESİN?
Anadolu’yu konuşturan usta bir yazar: AHMED HAMDİ TANPINAR
Kurban Nedir? Kurban’ın Dinimizdeki Önemi?
Bugün Benim Doğum Günüm...
Ali Cinan
Bu yazımızda bu sorunun cevabını hep beraber arayacağız. Biraz dertleşmek, biraz kendimize gelmek babından, hasbihal edelim, bir şeyler yazmaya çalışalım. Tabiri caizse hastalığımıza çare arayalım.
Bu dehşetengiz sorunun cevabını hangi yönden bakarsanız bakınız, pek fazla bir şey değişmiyor. Çünkü kendimizde az çok biliyoruz. Birazdan kendimizde şahit olacağız. Dilediğiniz perspektiften bakarsanız bakın, sorunuzun cevabını rahatlıkla, kolayca görebilir, kolayca tespit edebilirsiniz.
Zamanın fitneleri, fesatları, felaketleri, musibetleri, afetleri bütün suratıyla Müslümanların etrafında, Müslümanların üstünde devam ediyor. Etrafımıza baktığımızda “İnsan eli ile” akan kanlar, akan gözyaşları, yıkılan evler yakılan iş yerleri, tahrip edilen yuvalar, katliam edilen yavrular hep Müslümanlar üzerinde.
Bunları görünce ister/istemez bizleri son derece rahatsız ediyor, huzursuz ediyor, uykumuz kaçıyor, neşesizi kalmıyor, fevkalade sıkıntıdayız, sarsıntıdayız, son derece huzursusuz, rahatsızız, en önemlisi maddi ve manevi alanda muazzam bir bulanım içindeyiz.
Bütün bunlar gerçek, Dünya Âlem biliyor. Saklanması mümkün değil, aklı olan, fikri olan herkes bilir.
Yok canım öyle bir şey yok demek mümkünmüdür sizce!!!
Onun içindir ki bir noktada durmak lazım, ilgimizi, alakamızı bir noktaya çekmek lazım ve hep beraber ittifak etmek lazım. Oda nedir?
Oda; Bütün bunların sebebi, illeti, hikmeti, nedir? veya ne olabilir? diye düşünmedikçe meseleyi öğrenemeyiz.
Bilindiği gibi İslam dini en mükemmel ve en son dindir. Rabbimiz ise bizlerden İslam dininin şartlarına, kaidelerine uymamızı emretmektedir-istemektedir. Yani şartlar belli. Biz o şartlara uyacağız/uymalıyız.
Yoksa o şartları kendimize, kendi kafamıza göre uydurmayacağız.
İşte İslam devletlerindeki yediden-yetmişe amirden-memura büyüğünden-küçüğüne, işçisinden-aşçısına hâsıl-ı kelâm bütün insanların düştüğü nokta burasıdır.
İslam dinimizi tam manasıyla, Rabbimizin istediği şekilde anlatılmadığı için yaşamadığımız-yaşayamadığımız için bu hallere düştük.
En basitinden bir misal verecek olursak, İmamlarımız, imam hatiplerimiz her cumada şunu söylüyor ve hep beraber duyuyoruz. (erkekler)
“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor”
Rabbimizin bu ayet-i kerimenin mealini her hafta duyarız.
Lakin şöyle bir baktığımızda kendimizden başlayarak bu ayet-i kerimeye uyan, onunla amel eden kaç kişi var?
Diğer taraftan, baktığımızda ise Rabbimiz bizlerden emir ve yasaklarına uymamızı istiyor.
Kin, nefret, iftira, gıybet, kibir, kötü zan, gaflet, tembellik, hıyanet, dünya hırsı, menfaatperestlik, ikiyüzlülüğe, yalana-dolana vb istemiyor.
Doğruluğu, dürüstlüğü, çalışmayı, birlik ve beraberliği hoşgörü, güzel bir karaktere sahip; yılan gibi eğri-büğrü değil, oklava gibi olmamızı istiyor rabbimiz teşbihte hata olmazsa.
Peki, kim içini istiyor rabbimiz! Yine bizim için, kendimiz için.
Allah aşkına; Allah’ını bilen, Allah korkusu olan, Allah’ını seven, Allaha kulluk vazifesini yapmaya gayret eden kişi hiç vatanına, milletine, devletine, bayrağına, hainlik yaparmı!!!
Bütün insanlığın kurtuluşa ermesi, bütün insanlığın selameti, bütün insanlığın kendine gelmesi, Müreffah bir hayat yaşaması buradadır.
Gelin hep beraber Rabbimizin bize verdiği akıl nimetiyle anlamaya çalışalım
Biraz öncede bahsettiğimiz gibi İslam; doğruluğun, dürüstlüğün ve doğru çalışmanın üzerinde çok durmuştur. Şöyle bir düşündüğümüzde sizde takdir edersiniz ki, şu devirde doğruluk dürüstlük bi hakkın çalışmak, birlik ve beraberlik, hemen hemen yok gibi. Tabi ki istisnalar vardır.
Bizlerin yani Müslümanların kaybettiği nokta burası.
Müslüman olmayan kişilere baktığımızda işini en güzel nasıl yaparım duygusu var ve benimseyerek yapıyor.
Ama biz Müslümanlar ise üzülerek ifade edelim ki biz bu işten nasıl çarparız, nasıl çırparız, nasıl yolarız onun derdine düşmüşüz. Onu dert edinmişiz.
Peki, rabbimiz bizden bunumu istiyor? Nerde kaldı Müslümanlığımız!
Rabbimiz çalışın, doğru olun ben çalışana veririm buyuruyor, dikkat edelim Müslüman’a veririm demiyor. Adamlar çalışıyor vede kazanıyor.
Bizler ise Müslüman olarak bütün bu emirleri bilirken uymuyor – yapmıyoruz. İşin enteresan tarafı bu. Bu durumu hem biliyor hem görüyor hem de şahit oluyoruz.
İşimize geleni alıp işimize gelemeyeni almıyor, bir yerlerden kendimize çıkış yolu arıyoruz.
İbâdet-i tatlarımızı amelleri insanlara gösteriş için, görsünler-duysunlar ve onlara, bunlara beğendirmek, övgülerini almak aferin kapmak için mi yapıyoruz bilmem.
Doğruyu bildiğimiz halde menfaatimiz varsa yanlışı yapıyor, yanlışa göz yumuyor, menfaat insanı, parakeş insanı, adamın varsa, paran varsa senden iyisi yok bu hale gelmişiz.
Âmiyâne tabirle, “kimin eli kimin cebinde” belli değil.
Hâsıl-ı kelâm netice-i merâm; Sözü daha fazla uzatmaya gerek yok. Aslında Sıkıntı, sorun “Biliyor zannediyoruz, ama aslında tam manasıyla bilmiyoruz” Ve kendimizi avutup, hayat her şeye rağmen devam ediyor…