16 Haziran 2024 Pazar
Ali Cinan
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır’ı fethettiğinde bir süre orada kalır. İdareyi eline alıp kendi hâkimiyetini yerleştirmek için bu elzemdir. Bu sırada bir çadırda kalıyor. Çadırı süpürüp temizleyen, yemeği yapan Mısırlı bir cariye vardır ki,
Yavuz Selim Han sabah çıkınca, cariye geliyor, akşama kadar çadırı temizleyip yemekleri hazırlayıp gidiyor, akşam olunca da Yavuz Selim Han çadırına dönüyor. Cariye nasıl olduysa bir kaç defa
Yavuz Sultan Selim Hanı görür ve Ona âşık olur. Lâkin ümitsiz bir aşk. Zira bir tarafta koskoca Cihan Padişahı Halife-i Rûyi Zemin, diğer tarafta basit bir cariye. Fakat cariyenin aşkı dayanılmaz seviyeye ulaşıp da kalbine sığmaz hale gelince, ne yapacağını bilemez halde. Halifeye açılmaya karar verir.
Lâkin aradaki uçurum cariyeyi iyice çıkmaza sokar ve kararsız hale getirir. Bir yandan aşkının dayanılmaz baskısı, diğer yandan aradaki devâsâ farkın kendini engellemesi arasında bocalayan cariye Halifenin karşısına çıkma cesaretini kendinde bulamadığından, yazıyla ilân-ı aşk etmeye karar verir. Ve bir kağıda üç kelimelik bir not yazarak Halifenin yatağına bırakır. Notta sadece üç kelime yazılıdır
Derdi olan neylesin?
Akşam çadırına gelip de yatağının üzerinde küçük bir kağıt parçası bulan Yavuz Sultan Selim Han, kağıdı okuyunca bu notu yazanın, çadırını süpüren cariye olduğunu anlar. Ve kâğıdın arkasına halife şu cevabını yazar
Derdi neyse söylesin.
Kâğıdı aynı yere bırakır. Sabah olunca da çıkıp gider. Bir müddet sonra Cariye temizlik için çadıra geldiğinde ilk iş olarak kâğıdı arar. Kâğıdı bıraktığı yerde duruyor bulur. Kâğıdı alıp okuduğunda heyecanı bir kat daha artar. Halifenin cevabından cesaretlenen cariye, kâğıdı çevirip dünkü notunun altına şu cümleyi ekler
Korkuyorsa neylesin?
Akşam olur. Halife çadıra döner. Kâğıdı okur ve şu cevabı yazar
Hiç korkmasın söylesin.
Sabah bu cevabı okuyan cariye artık kararını vermiştir Aşkını bu akşam halifeye söyleyecek. Ne olacaksa olsun artık. Ve o gün temizliği bitirdiği halde gitmeyip Halifeyi beklemeye başlar. Yavuz Sultan Selim Han akşam çadıra dönünce cariyeyi kendisini bekler bulur. Cariye, Halifeyi görünce hemen ayağa kalkıp hürmet eder, saygı gösterir.
Yavuz Selim Han “Buyrun, sizi dinliyorum”deyince, cariye bütün cesaretini toplamaya çalışırken, titreyen ellerini gizlemek için elleriyle dirseklerini tutarak kollarını kavuşturur. Heyecandan yüzü kıpkırmızı olmuştur. Kalbi yerinden fırlarcasına atarken, titrek ve mahcup bir sesle:
Efendim,efendim,efendim der. Cariyeniz… ve cümlesini tamamlayamadan yığılıp kalır. Kalbine sığmayan aşkını söyleyemeden ruhunu teslim eden cariyenin, bu tertemiz aşkı karşısında Koca Halife gözyaşlarını silerek etrafındakilere şöyle der
“Gerçek aşkı şu cariyeden öğrenin. Zira âşık, ya mâşukunun yolunda olur yada o yolda ölür.”
Evet arkadaşlar sonuçta bir hikaye ama bize çok büyük mesajlar vardır. Hele hele son ibare âşık, ya mâşukunun yolunda olur yada o yolda ölür. İşte burası önemli. Biz bu aşkın neresindeyiz. Efendimizi ne kadar tanıyabiliyoruz. Onun emirlerine ne derecede sadıkız. Onun buyruklarını nasıl ve ne biçim yerine getirebiliyoruz. İşte bunların hepsi birer soru işareti.
Aslında bide şu açıdan bakmak lazım. Bizler ne kadar müslümanız. Yani müslümanlığımızı ne kadar işliyoruz. Bihakkın ifa edebiliyormuyuz. bunu anlamak içinde Yâser ailesini, zevcesini, Bilâl-i Habeşîyi, Suhayb-i Rûmîyi, Eba Bekrin Sıddıkı iyi anlamak lazım diye düşünüyorum.
Sözün özü aşık olmak dileğiyle…