21 Aralık 2019 Cumartesi
Ali Alper ÇETİN
Bir dostuna yazdığı mektupta: “Elimde Türkçe gibi güzel bir silâhım var. Bu can, bu tende oldukça, Türk diliyle daha ne güzel, ne yeni, ne harikulade şiirler yazacağız. Öyle yapalım ki Ziyacığım, Türkçe bizden hoşnut olsun” diyen Türk dilinin gerçek ustası, Türkçeyi Türk şiirine nakış nakış işleyen, içli şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı’yı dile getirelim…
Cana yakın bir dost, içtenlik dolu bir insan, pırıl pırıl cam gibi içi-dışı.. Sevgi dolu yüreği, yaşamayı sever, insanları sever, aydınlığı, güneşi sever… Bir çocuk saflığı içinde, seslenir:
Ne doğan güne hükmüm geçer,
Ne hâlden anlayan bulunur;
Ah, aklımdan ölümüm geçer;
Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur.
Ve gönül Tanrısına der ki:
–Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden..
Gün eksilmez Cahit Sıtkı’nın penceresinden.. Şaire aydınlık verir, mutludur o gün; söyler söyleyeceğini artık:
Bugün hava güzel,
Bugün içim içime sığmıyor.
Annemden mektup aldım,
Memlekette gibiyim.
Allah’a şükür karnım tok;
Elimi uzatsam kahve fincanı dudaklarımdadır.
Kuşlar kaçmıyor benden;
Bir güvercini kanadından okşuyorum,
Göklerin maviliğini.
Serçelerin cıvıltısıyla siniyor içime
Ağaçların yeşilliği.
Bulutların ipek gölgesi
Çocukların yüzünde hışırdıyor
Çember çeviriyorum çocuklarla beraber
Elime çember almadan.
Düşüncelerimi nura garkeden güneşe sor,
Bu nisan rüzgârı da şahadet eder,
Bütün insanları kardeş biliyorum,
Cümlenin sağlığına duacıyım.
Şayet ölürsem,
Helâllaşmaya vakit kalmadan,
Hatırdan çıkarmayın beni;
Dünyaya benden selâm olsun,
Her nefes alıp verişiniz.
İşte Cahit Sıtkı böyle bir şair. İçini böylece döküveren, söyleyeceğini söyleyebilen sanatçı.
Asıl adı Hüseyin Cahit olan Tarancı, 1910 yılında Diyarbakır’da doğar. İlköğrenimini Diyarbakır’da tamamladıktan sonra, orta ve liseyi İstanbul’da bitirir, hatta bir ara Siyasal Bilgiler Yüksekokulu’na devam eder, ara verdiği bu öğrenimini Paris’te sürdürse de İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine Türkiye’ye döner. Çeşitli görevlerde bulunur, 1946 yılında açılan bir şiir yarışmasında Otuz Beş Yaş Şiiri ile birincilik alır, adını tüm memlekete duyurur. 1954 yılında rahatsızlanır. Ağır bir akciğer hastalığına yakalanan ve tedavisi Türkiye’de yapılamayacağı için Viyana’ya giden Cahit Sıtkı Tarancı, tedavisi için büyük çabalar gösterilirse de, orada, 12 Ekim 1956 günü, kırk altı yaşındayken ölür. Cenazesi Türkiye’ye getirilir ve Ankara’da toprağa verilir.
Öldük, ölümden bir şey umarak
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü.
Nasıl hatırlamazsın o türküyü,
Gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,
Alıştığımız bir şeydi yaşamak.
Genç yaşta şiire başlayan Cahit Sıtkı Tarancı, ömrünce şiir düşünmüş, şiir yazmış, şiirde mutluluğunu bulmuş titiz bir şairimizdir. “Kelimede sır saklıdır. Kelimenin bir değil, birkaç anlamı, kıvamı, tadı, gölgesi, ışığı, çağrışımı, büyüsü vardır. Yeter ki o, okşansın ve mısraın en yakışan yerine konsun” der öyle yapar. Türk şiirine getirdiği canlılık ve yenilikte onun kelimeye karşı duyduğu bu saygıyı düşünmek gerek.
4 Temmuz 1951’de Cavidan Tınaz hanımefendi ile evlenmiş, vefatı nedeniyle bu evlilik kısa sürmüştür. 1954 yılının ocak ayının ikinci yarısında sağ tarafına gelen felçle Ankara Numune Hastanesi’ne kaldırılmıştır. Sağ tarafından felç olan Cahit Sıtkı, konuşma yetisini kaybetmiştir. Üç ay hastanede kaldıktan sonra taburcu edilen şair, tıbbî imkânların daha iyi olacağı düşüncesiyle İstanbul’a götürülmüştür. 6 Eylül 1956’da kardeşi Halit Tarancı refakatinde, tedavi için Viyana’da gönderilmiştir. Viyana’daki bir hastanede tedavi gördüğü sırada 12 Ekim 1956’da Zatülcenp (Göğüs hastalığı) nedeniyle vefat etmiştir.
Şiir ile ilgili görüşlerini dile getiren şu üç değerlendirmesi oldukça meşhurdur:
Cahit Sıtkı, duygularını içtenlikle ifadede güçlük çekmez, konuşur gibi söyler. Otuz Beş Yaş şiirini tamamlarken de öyledir.
N’eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misâli o musalla taşında.
Çok ünlü Otuz Beş Yaş şiirinde:
Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.
N’eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.
Cahit Sıtkı’nın 23 yaşında yayınladığı ilk eseri Ömrümde Sükȗt adlı şiir kitabıdır. Otuz Beş Yaş adlı eserinin ilk baskısı 1946 yılında yapılmış ve bu kitabına 1933-1946 yılları arasında yazdığı şiirlerinden 108 ‘ini almıştır.
Edebi Kişiliği ise;
Kısaca özetleyecek olursak;
Eserleri
Şiir:
Ömrümde Sükût (1933, 1968)
Otuz Beş Yaş (1946, 1982)
Düşten Güzel (1952, 1969)
Sonrası (Ölümünden sonra 1957, 1962)
Mektup:
Ziya’ya Mektuplar (Ölümünden sonra (1957) Ziya Osman Saba’ya mektupları)
Öykü:
Cahit Sıtkı’nın Hikâyeciliği ve Hikâyeleri (Ölümünden sonra Selahattin Ömerli derledi, 1976)
Bütün Şiirleri (Asım Bezirci derledi, 1983)
Düşten Güzel 1952 yılında, Sonrası adlı şiir kitabı da 1957 yılında yayınlandı. Yakın dostu şair Ziya Osman Saba’ya yazdığı edebî mektupları 1957 yılında Ziya’ya Mektuplar adıyla bir kitap hâlinde derlendi. Cahit Sıtkı Tarancı, Cumhuriyet Devri Türk şiirinde başlı başına bir yeri olan, Türk edebiyatına yenilik getiren usta bir şair olarak Anadolu’yu aydınlatanlar, kültürümüzün yıldızları arasında her zaman saygıyla anılacak. Yazımızı onun şu güzel şiiri ile tamamlıyoruz:
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır.
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor.
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim.
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını.
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm.
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lâzım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin:
Nimettensin, nimettesin!
Desem ki…
İnan bana sevgilim inan.
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyliyeyim güzelliğini,
Rüzgârla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden
Bil ki ben ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Ve neden sonra
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Tekrar duyduğunun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.
Ali Alper ÇETİN
Araştırmacı
alialpercetin@hotmail.com
Kaynakça:
https://www.edebiyatogretmeni.org
https://www.turkedebiyati.org
Mehmet Önder: Anadolu’yu Aydınlatanlar, Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, 1998 Ankara